Liseden Üniversiteye 94 ~ dünyanın en güzel maçı aşk en efsane takımı aşıklar



Liseden Üniversiteye 94



~~~ dünyanın en güzel maçı aşk en efsane takımı aşıklar ~~~




~ senin sert bakışların kalın duvarların var 
~ benimse kalbimde toz pembe masallar 
~ senin derin yaraların söndürmüşler kalbini 
~ benim yaşadığım yer bir düşler alemi 
~ iki yalnız çocuk kendi kendimizi uyutmuşuz 
~ reddedip büyümeyi kendi ninnimizi uydurmuşuz 
~ gel yakalım duvarları aşk bize yeter 
~ gel böyle masum günahlar yanmaya değer 

~ 【sibel tüzün ~ aşk bize yeter】


Bu kadar karmaşa arasında ne veciz bir cümle kurdun Ⓜ️ert komutan. Tebrik ediyorum seni. Kırarım bu piçe açtığın bacaklarını senin. Ama kimden yediyseniz dayağı vurulacak haliniz kalmamış.

Şarkı sözü gibi geldi bana. İlk günden Buğra’ya sanatçı kimliğini göstermesen olmaz mıydı. Ayak bileklerimi görmek neden çıldırttı anlayamadım. Bana kızınca genelde baş ve arka nahiyelerime çalışırdın. 

Yeni ilgi alanın bacaklarım mı oldu. Zaten kürdan gibiler kır gitsin ne yapalım. Böylece kimseye açamam onları rahat edersin. Ama bak Cihan’a da açamam iyi düşün. Ha çok merak ediyorsan söyleyeyim. 

Dayağı çocukluk oynaşın Gökçe orospusunun pezevenk ordusundan yedik. Ama ben bacaklarımı açıp kimseden bir şey yemedim. Suizan etme, günah biliyorsun. Ayrıca, Buğra da piç değil. Kapı gibi babası var. 

Nerde olduğu belli değil, o ayrı mevzuu. Anne hiç ortada yok, o da apayrı çözümsüz bir mesele. Senin annen ortada ama biraz fazla ortada. Ortalığı karıştırmakla meşgul. Bu arada annem ne alâmde annen sayesinde o da bir başka muamma. 

~~~

Buğra piç kelimesinden pek hoşlanmadı. Yumruklarını sıktı. Hemen kalkıp yanına gittim. Yumruklarını avuçlarımın içine aldım. Ne tatlı bir çocuk bu ya. Gevşetti yumruklarını. Kulağına, ne olur git Cihanın yanına bir şey olursa çağırırım seni, dedim. 

Mert şaşkın bize bakıyor. Hep ben şaşıracak değilim ya. Buğra gözlerime baka baka gitti. Tekrar ama bu defa Mert’in yanına oturdum. Çaktırmadan kokladım. Yine mis gibi kokuyor. Viski bardağını dipledi. 

Ben de komutanımın yaptığı gibi siperden çıkıp şarjörü boşalttım. Küfürünü etti rahatladı, susuyor şimdi. Ben ne konuşacağım bilemiyorum. Nevin hanım sıçmış yine. Karışmadan duramıyor Mert’e. Benim yeni belâm da Gökçe. 

Gözüm aydın. Bu orospu o kadar kalabalık pezevenk gurubuyla geldiğine göre beni dövdürmeyi önceden tasarlamış. Biz buna taammüden diyoruz. Cezayı ağırlaştırıcı bir durum. Anlık bir delirmeye değil, planlamaya dayalı olduğu için.

Anlamadığım benim gibi biri için o kadar adama ne ihtiyaç vardı. Az çok da olsa vücut yapımız Mert’le benzediği için onun gibi kavga edebileceğimi mi düşündü yoksa. Dani’nin abisi Alex olayından sonra ihtiyatlı davranıyor demek.

“ Seni Ömer’le görüştürmüyormuş babası”

“ Sen hani böyle şeyleri öğrenmek istemezdin. Yalvardın bana. Ben biriyle beraber olsam bile bilmemek için. Kendin vurucunu peşine takıp gelmeyi biliyorsun ama”

Bugün de terbiye düzeyi yerlerde sürünüyor koskoca komutanın. Buğra’yı peşime takmadım. Kendi takıldı. Ayrıca vurdurmadım. Ben ona, neyse işte. Ya ben de ne numaralar var bilsen. İlerliyoruz işte cephede göğüs göğüse, meme memeye, pipi pipiye.

“ Mert gözlerimin içine bakar mısın”


“ Ne var gözlerinin içinde”

“ Bok var salak. Ben senle birlikte olduktan sonra kimseye bacaklarımı açmadım. O var”

“ Ne bok yemeye dolaşıyor bu velet peşinde o zaman”

“ Aşık bana”

“ Kardeş aşkı mı yani. Yapmadı mı seni?

“ Yattık”

“ Yattınız. Sarılıp uyudunuz mu öyle”

“ Çok önemli değil mi bu senin için”

Ben üzerime saldırmasını bekliyordum. Ama dayakla adam olmayacağımı anladı sonunda herhalde. Sustu sadece. Aslında Mert’in içi o kadar güzelliklerle dolu ki. Bunu hissetmemek onun yanındayken imkânsız. 

Neden kendini bu kadar kasıyor. Neden kızgın herşeye. İki insan sevişince neden kimin kimi siktiği bu kadar önemli. Mert için neyin önemli olduğunu anlayamıyorum. Sanırım Cihan ve sürülerinden başka bir şey yok. 

Aslında eskiden ben de herkes gibi düşünürdüm. Ama yaşadığım bunca şeyden sonra bir anlam veremiyorum bu düşünce tarzına. Tercihin erkek vücudu ise gaysin. Gerisi ilişkiyi yaşayan insanlar arasında. 

Kimseyi ilgilendirmez. İnsanlar istedikleri kişiyle istediği şeyleri yapsalar daha mutlu olmazlar mı? İsteyen istediğiyle sadece sevişir. Karşılıklı rıza olduktan sonra, isteyen istediği şeyini istediği yere sokar. 

Ya da birlikte sarılıp uyurlar sadece. Film izlerler. Hiç iki kişi aynı kitabı okuduz mu meselâ. Aynı anda ha. Aynı duyguları bölüşerek. Aynı tabaktan kaşıkladınız mı çorbayı. Öpüşür gibi buluştu mu kaşıklarınız çorbada. 

Yanyana yüzmek durgun denizde. Birbirinin kulaç seslerini dinleyerek. Bu senfoni neye değişilir. Arkadaş olamadıktan sonra sadece seks ne kadar sürer ki… Bunu bir anlatabilsem Mert’e. Kızmadan beni bir dinlese.

“ Eğer benimle olacaksan önemli. Senin kiminle ne yaptığın benim için”

“ Seninle birlikteyim izin verirsen tabi… Seviyor musun beni hâlâ”

“ Sence”

“ Bilmiyorum Mert. Ne yapsam kızıyorsun. Vuruyosun, dövüyosun, kovuyosun. Ne kadar dayanabilirim ki. Ama sen ne yaparsan yap seni çok seviyorum. Sen bana acı da olsa kayıp çocukluğumu en azından anlama şansı verdin. Bir şeyi anlamadan onu yenemezsin. Beş altı yaşlarından sonra ilk seninle mutlu oldum. Dönüp geriye bakabildim. Hepsini olmasa da korkularımı yenebildim”

Cevap vermedi. Yine sustu. Bardağını doldurdu. Yarısını vurdu. Hemen elinden kapıp kalanı ben vurdum. Bana baktı. Güldü. Ben dayanamadım yapıştım dudaklarına. Karşılık verdi. Neyse ki aldım balımı dilinden dudağından tüm ağzından.

Başım döndü. Sıkıca sarıldı. Beş metre ötede Buğra olmasa hemen yatıp açacam bacaklarımı. Sıktı la bu bacak açma muhabbeti. Ne alâka yani. Ayrıldık tekrar baktı, çok nadiren olduğu gibi çocuk masumiyetiyle.

“ Neden cevap vermiyorsun. Seviyor musun beni?”

“ Sen seviyor musun Buğra’yı”

“ Sen seviyor musun Ömer’i”

Tekrar doldurdu bardağı. Tekrar vurdu ufak bir yudum. Ben içersem biraz daha kusacam aç karnına sabah sabah. Biraz gevşetti beni yoksa kırılacak bir yerim. Gerçi kemiklerim çok esnek. Bu güne kadar kırılmadığına göre.

“ En son evden kendin gittin unutma. Ben kovmadım seni. Şimdi yanında biriyle çıkıp geliyorsun yanıma. Sen benden ne istiyorsun Can”

“ Ben senden beni sevmeni. Seni sevmeme izin vermeni. Beni yalnız bırakmamanı. Bana kızmamanı. Beni korkutmamanı. Beni dövmemeni. Beni kovmamanı. Beni azıcık önemsemeni. Bütün zamanını olamasa da büyük zamanını benimle geçirmeni… Bunları yaparsan ömrüm senin. Ne istersen yaparım”

“ Buğra ne olucak peki”

“ Cihan ne olacaksa o olacak”

“ Sen baya erkek olmuşsun minik”

Olduk sayende. Sike sike. Babam mı diyordu. Erkek çocukları dövüşe dövüşe büyürler filan falan saçmalıkları. Ben dövüşmüyorum baba. Sevişe sevişe büyüyorum. Bu da sana kapak olsun. Ben ona sarıldım bu defa…

“ Değil miydim yani”

“ Dalga geçme böyle şeylere önem vermediğimi bilirsin. Ne yapcaz sizinle peki”

“ Madem sürü diyorsun. Sensiz yaşamaktansa. Senin sürünü kabul ediyorum. Buğra’da bizimle olsun. Alpha elbette sensin. Ne dersen o olur ilk başta konuştuğumuz gibi. Ama tek bir isteğim var. Benim de kiminle birlikte olacağım konusunda söz sahibi olmam”

“ Sürüde söz sahibi sadece alphadır”

“ Ben sadece düşüncemi sormanı istiyorum. Yine sen ne dersen yaparım. Ama bir dinle ne olur. Yok sayma”

“ Şu senin bana yaptıklarını zerresini biri yapsa çoktan ölmüştü. Sana yapamıyorum bir şey”

İyi ki de yapamıyorsun. Yapsan ne olacak acaba. Sen yetmedin bir de Gökçe çıktı başımıza. Karı bizi davet edip mekânına pusuya düşürdü. Hain kancık. Dikkatlice bana bakmaya başladı. Sanırım soru gelecek. Zira çarşamba pazarı gibi suratım.

“ Siz kimle kavga ettiniz”

Kavga etmedik. Bildiğin sopa yedik. Yani Buğra biraz direndi. Herifler hem ayı gibiydiler hem çok kalabalıktılar. Dövüş uzmanı Buğra efenin yorumları da bu konuda baya iyi oldukları yönündeydi. Ben bilemiyorum.

Daha doğrusu benim için fark etmiyor. Beni dövmeye karar veren kişinin kim olduğu, nasıl olduğu önemli değil. Yeter ki niyet etsin. Ben dayağımı yer otururum aşağıya. Alışkanlıkları insanların esareti miydi.

“ Bir yerde oturuyorduk. Laf attılar Buğra’da cevap verince kavga çıktı işte”

“ Cevap vermesini biliyor ama kavga etmesini bilmiyor herhalde”

“ Yok öyle değil. Çok kalabalıklarmış meğer”

“ Aşığına da söz ettirmiyorsun hiç”

Neyse ki gülerek söyledi. Bu cevap vermek zorunda olmadığım anlamına geliyor. Bugün maça değişik bir dizilişle çıktık. Hoca dedi ki, nasıl oynayacağınızı söylemeyeceğim. Çıkın topa ilerde basın. Kaleci dahil herkes forvet. 

Biz de çıktık bam bam bam. Vuruyoz topa. Ben dahil hem de. Mert bu oyundan etkilendi. Topa sert girmiyor. Gol yese de kızmıyor. Oynamamıza izin veriyor. Biliyor ki 10 gol atsak da Mert komutanın takımı 11-10 galip her zaman.

“ Mert söylediklerim kabul gördü mü acaba komuta kademesinde”

“ Eve dönmek mi istiyorsun”

“ Evde dağda kırda bayırda. Fark etmez bana. Seninle olmak istiyorum. İzin verirsen Buğra’da gelsin. Çok yalnız. Tanırsan çok seveceksin inan”

“ Belki sen de Ömer’i sevecektin. Çıldırdın çocukları görür görmez”

Diyorum ya. Gol atmamıza izin veriyor. Sonra uzaktan isabetli şutlarla koşmadan kendini yormadan takıyor kaleye. Buğra bana aşık dedim kızmadı bile. Anını bekledi soktu kılıcı. O kadar usta ki bu işte. Ömer’de bana aşıktı bile demiyor.

Yani seninle eşit şartlarda oynamam diyor. Seninle oynarım ancak diyor. Ben ne diyeceğim şimdi. Topu koltuğumuzun altına alıp maçtan çekilsek mi. Sonuna kadar elimizden geldiğince oynayıp önümüzdeki maçlara mı baksak.

Bir şey söylemedim. Hep onun haklı olması delirtiyor beni. Suratımı yere devirdim. Gözlerimi sıktım. Ağlamak istemiyorum. Ağlanacak bir şey yok ortada. Elini hissettim suratımda. Yanağımdan okşadı parmaklarının dışıyla.

Kedi gibi gırladım içimden. Göz yaşlarım mevzilerine geri çekildi. Biraz daha seversen beni bu defa mutluluktan geri gelirler. Çeneme indi parmakları. Kaldırdı suratımı. Açtım gözlerimi. Gülüyor yine. Beni özlemiş mi bu ne.


Yoksa Ömer artık yok diye mi iyi davranıyor bana. Saçmalıyorum. Ömer olmasa, Emir o olmasa Burak. Ya da Nuri. Onlardan canı sıkıldıysa onbeş dakikada istediği oğlanı aşık eder kendine. Hem de hiç çaba sarf etmeden. 

Şeytan tüylü Zeus. Kolumu attım belinden kendime yapıştırdım kemiklerini. Sıcacık hep olduğu gibi. Mis gibi hep olduğu gibi. Kabul edene kadar bırakmayacağım onu bir yere. Buğra’ya söyleyeceğim o çevik atlayışıyla koparsın halatları.

Açılalım açık denizlere. Mert, Buğra ve Ben. Bir de Cihan tabi. O olmadan Mert bir yere gitmez. Buğra’da ben olmadan bir yere gitmezmiş. Sürü işinden ona söz etsem ne der acaba. Mert onu yapmak isterse?

“ Mert bizim okula gitmemiz gerek. Sınavlar başlayacak. Hadi sen de gel. Kaç günden beri yokmuşsun. Elif veya ben hepimiz emrindeyiz çalıştırırız seni. Dersleri bu sene vermen gerek. Okulu beraber bitirelim. Dünyaya yelken açalım. İlk liman Amsterdam. Evleneceğiz. Sonra Londra iş bulacağız. Sonrası zengin olacağız. Daha ne istenir ki” 

“ Özlemişim seni ve saçmalamalarını minik”

Ben saçmalamıyorum ama. Neyse sen öyle diyorsan öyle olsun. Bu defa Buğra ne olacak demedi allahtan. Onu da evlat ediniriz. Çocuk anne özlemiyle yanıyor. Artık hangimiz anne olur bilemiyorum. 

~~~

Mert özlemiş harbiden beni, ricamızı kırmadı. Kamaraya inip giyindi. Yani çıplak değildi de. Dışarıda farklı kıyafet giyer soylu efendi. Bizim gibi çapulcu değil tabi. Yetim çocuklar gibi kaldık yanında. 

Cihan durumdan hoşnut sanırım. Sonuçta öyle ya da böyle okula gidiyor Mert. Onun iyiliğini istediğinden hiç kuşkum yok. Mert, Kaptan babanın joker adamı Murat’a telefon edip tekneden ayrılacağını haber verdi. 

Bu da iyi eve dönecek demek ki. Eliyle bize gelin işareti yaptı. Buğra bana baktı. Elinden tuttum, gidelim, dedim. Mutluluk saçıldı ondan her tarafa. Sanırım Mert’le barışıp onu bırakacağımı düşünüyordu.


Kuzum benim. Biz de kimseye kelek olmaz. Bırakacak olsam hiç birlikte olmazdım. Ne krallar ne prensler hatta ne prensesler istedi de dönüp bakmadım bile bu güne kadar. Mert ikimize bakıp yine güldü. 

Bu çocukta bu gün peygamber sabrı mı var. Yoksa biriktirip bize toptan bir şeyler mi yapacak. Neyse ki, vurulacak hâliniz kalmamış, demişti. Bak Gökçe karısı da bir işe yaradı bu dünyada. Arabanın yanına geldik. 

Şimdi Buğra’yı bozmadan arka koltuğa atmalıyım. Mert’in yanına oturmazsam olayın iyice bokunu çıkarmış oluruz. Açtım kapıyı, yatırdım ön koltuğu. Buğra’ya, anla işte, der gibi baktım. Anladı kuzum hemen. 

Geçti arkaya. Bana bakıyor yanıma gel der gibi. Olmaz Mert taksi şöförü mü la. Üçümüz aynı arabadayız. Bunu rüyamda görsem inanmazdım. Bundan sonra ne olacak. Hiçbir şey bilmiyorum. Keşke Mert’le Buğra birbirlerini sevseler.

Okula geldiğimizde Mert arabayı park edip indi ve birşey demeden bastı gidiyor. Buraya kadar mıydı. Yine gidiyor musun. Boşuna konuşmuşuz o kadar. Şaşkınlığım geçince koşturdum arkasından. Tabii Buğra’da.

“ Mert çıkışta buluşalım mı?”

“ Kim kim”

Parmağımı yere doğru tutup üçümüzü içine alan bir çember çizdim. Kutsal üçlü. Baba oğul kutsal ruh. Gene güldü. Ne çok güldü bugün. Buğra uğurlu mu geldi nedir. Bir şey demeden gitti. Buğra bana bakıp dudağını aşağı büktü. 

Yerim o dudaklarını senin. Sınıfa girdiğimizde her zamankinden daha çok bize baktı herkes. Kıyafetlerimizin çapulluğu ilgi topladı kamuoyunda. Hafta sonu sıkılmış sanırım Emel. Yanımıza geldi. 

"Ne bu kıyafetler"

Buğra önce kendi üzerindekilere sonra da benimkilere baktı. Güldü. Ben de ona güldüm. Emel neden güldüğümüze anlam veremedi. Ne giydiğimizin bile farkında değiliz. Mert’in telaşı ikimizi de şaşkına çevirdi. Gerçi ben her zamam şaşkınım ya. 

“ Evden biraz aceleyle çıktık”

“ Nasıl acele bu sabah ki derse öğlen geliyorsuz”

“ Yolda fırtınaya yakalandık”

“ Ne fırtınası”

“ Tanrı Zeus’un şimşekleri”

“ Anlaşıldı Mert. Beraber oturalım mı yine sıkılıyorum tek başına”

“ Emel sınıfın hepsi okulun da hemen hepsi arkadaşın. Sen de yalnızsan”

“ Hepsi mal. Hiç biri bir Can değil ki” 

Buğra yine sırıttı. Akabinde başını uzatıp yanağıma bir buse kondurdu. Emel yine şaşırdı. Herkes bize bakmaya daha da merakla devam ediyor. Ama hiç umrunda değil Buğra’nın. Bu konudaki aldırmazlığı çok hoşuma gidiyor. 

Önceden de mi böyleydi beni etkilemek için mi yapıyor meraktan çıldırıyorum. Arka sıraya geçtik yine. Emel cevabımızı beklemeden eşyalarını alıp geldi. Bana kay dedi. Buğra’ya doğru kaydım. Sıranın başına geçti hanım ağa. 

~~~

Middle School: The Worst Years of My Life… Oniki onüç yaşlarındayım. Ne alâkaysa yanından bile geçmediğim, mahalledeki halı sahadayım. Hem de sahanın ortasında. Benden bir iki yaş büyük bir çocuk daha var.

Bu çocuk kuvvetle muhtemel Sinan. Topu kaleye doğru yuvarladı orta sahadan. Ben hafif koşarak topu kovaladım. İyice yavaşlayınca, durdurdum. Ona doğdu sürdüm. Hareketsiz bekliyordu. Yanına gelince, yavaşça ona bıraktım topu. 

Kaleye doğru sürmeye başladı. Ben de yanında onunla koştum. Bana pas verdi yavaşça. Ben de sürdüm topu. Giderek hızlanıyor. Ona yetişmeye çalışıyorum. Bazen yavaşlıyor geride kalırsam, bekliyor 

Topu tekrar verdim ona. Bir o bana bir ben ona. Süzüldük sahada. Top hiç olmadığı kadar mutlu sanırım. Biz nereye istersek oraya yuvarlanıyor. Boş kaleyle burun buruna gelince son pası ona verdim. O bana. 

Kalenin önünde kalakaldık. Topu bırakıp. Yattık sereserpe yere. Yuvarlanıp yaklaştık birbirimize. Sarıldı bana. Ben ona.. En korktuğum yerdeyim. Ama en mutlu anımdayım da. Onun kollarında. Hem de kaçamaktan değil gerçekten. Top bize bakıyor mahsun. 


“ Oynayacak mıyız” dedi. 

“ Oynuyoruz zaten”

“ Nasıl”

“ Aşk bize yeter” dedim. 

Dünyanın en güzel maçı aşk. En efsane takımı aşıklar. Kimseye karşı değil birbirleriyle oynar onlar. Diğer maçlar fasarya. Dolgu malzemesi. Yeşil sahalar ağladı halimize. Ben de ağladım.


≈≈≈



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler