Liseden Üniversiteye 98 ~ gökyüzünden fırlatıp atıverdiler tanrılar en güzel oğullarını yanıbaşıma




Liseden Üniversiteye 98



~~~ gökyüzünden fırlatıp atıverdiler tanrılar en güzel oğullarını yanıbaşıma ~~



~ seni ben içime öyle beklemişim ki
~ ölürüm nefesine 
~ sarıp sarmala beni güzelim 
~ gül tenine…
~ bir daha düşer miyiz ki bilmem
~ sevdanın böylesine

~ seni hangi yıldız gönderdi
~ hoş geldin canım şu göğüme
~ seni yıllarca aramıştım

~ anlamsız bomboş o gözlerde
~ zamanı değil deme bana
~ aşkın mevsimi olmaz ki

~ seni hangi bulut gönderdi
~ yağmurum buyur yağ tenime
~ seni yıllarca aramıştım
~ kurumuş susuz o çöllerde
~ zamanı değil deme bana
~ aşkın mevsimi olmaz ki

~ ferhat göçer ~

Buğra yatakta benim yanımdan Mert’in yanına uçurulmaktan şaşkın bakıyor. Alışırsın eğer Mert’le berabersen böyle numaralara uç uç böceğim. Sonra Mert’in üstünden bana baktı. Nedense gülüverdim. 



Her zaman ki gibi o da güldü. Ben gülünce o hep güler. Ben gülmesem o güler, ben de ona gülerim. Mutlu oluruz. Şimdi mutlu muyuz? Bu Mert’e bağlı. Bütün yetkiler onda ve o ortamızda oldukça sakin yatıyor. 

İstemsizce sarıldım Mert’e. Keşke ortada ben olsaydım. İki yanımda iki enfes koku, çeke çeke içime, içmeden sarhoş olurdum. Ne kadar da hızla böyle orospu oldum inanamıyorum. Annem hep büyük büyük lâflar etmemeli insan derdi. 

Haklıymış, aşk diye diye geldiğimiz yere bak. Üç kişi bir yataktayız sonunda. Mert öyle ya da böyle dediklerini yaptırıyor bir şekilde. Komidinin üstündeki telefonuma kaydı gözüm. Flaş patlıyor. Kalkıp baktım. 

Mesaj gelmiş. Sırasıydı şimdi. Bu işler sırayla olmuyor tabi. Nedense hep de en olmadık zamanlarda en olmadık kişilerden gelir arama ya da mesaj bana. Bu defa bin yıldır görüşmediğimiz annemden. 

Mesaj atmasını filân bilmez. Kesin komşu çocuklarından birini alet etmiştir emellerine. Neden aramıyor da mesaj atıyor anlamadım. Bir merak kapladı içimi. Bilmek istemeyeceğim şeylerin yazdığından emin, açtım mesajı.

Mom 📧 Can

yeter artık can canımı alıyorsun her gün ne yaptığını ne söylediğini anlamıyorum artık ne zaman anladıysam onu da bilmem merti seviyorum dedin eve de getirdin baban hiç tepki vermedi gece beraber yattığınızın da farkındayım bir şey demedim ama yine gelmiyorsun aramıyorsun sormuyorsun bir anne oğlundan bir gün haber alamasa ne olur biliyor musun aşığım diyorsun aşk ne biliyor musun sen bir annenin çocuğuna duyduğu aşktan daha güçlü aşk yoktur üstelik sizin aşklarınız gibi iki günde bitmez bunu unutma belki bana çektirdiğin eziyeti anlarsın bir gün ben seni hiçbir zaman tam anlayamadım ama artık hiç anlayamıyorum yine de sevmeye devam ediyorum peki ya sen seni sevmek zorunda olan annen

~~~

Aşkı bilmiyor muyum gerçekten ben. Yaşamımda okul ve aşk dışında bir şey olmamasına rağmen bilmiyor muyum ne olduğunu. Çok içine girip derinlerinde kayıp mı oluyorum yoksa. Annem aşkından emin. Bana neler oluyor sahi?

Ne çabuk girdi ve çıktı hayatıma Celâl. Ama bu kısa sürede kendimi tanımamı sağladı. Beni benle tanıştırma vazifesini tamamlayınca da çekip gitti. Veda mesajı aklıma geldiğinde içim burkuluyor. Unutma düğmesi olsa insanın keşke…

Ondan sonra Mert girdi hayatıma. Öyle bir girdi ki çıkmamacasına. Bütün boşlukları doldurdu. Belki biraz hoyratça ve sıkı sıkıya. Ama o kadar boştum ki. O kadar açtım ki. Hemen çektim içime hepsini. En çok o güzelliği.

O kadar güzel ki kimseyi önemsemeyecek kadar. Hep kendiyle meşgul. Ancak onun yörüngesine girerseniz yanında olabilirsiniz. Ya da yanında olunca yörüngesine girmemek imkânsız. Eşsiz bir elmas gibi. Göz alıcı ve sert.

Sonra Buğra… Son numara. On numara. Gökyüzünden fırlatıp atıverdiler tanrılar en güzel oğullarını yanıbaşıma. Yapıştı bana. Öyle tatlı bir yapışkan ki söküp atamıyorum onu. O içimde başka bir ben oldu. Ben onun içinde başka bir ben.

Onun kaçıp giden annesi oldum. Artık yanında olmayan babası. Hiç olmayan kardeşi. Terk eden sevgilisi. O benim herşeyim. Doldurdum onun tertemiz olan içini. Teni esmer olsa da, terleyince saçlarının yapıştığı alnı apak. Hiç kötülük yapmamış kadar bembeyaz.

~~~

Hayat bir müzik aslında. Ya da aslında müzik herşey. Ama benim onu duymamı engellediler hep. Hele okula başladıktan sonra sağır ettiler gürültüleriyle. Büyük senfoniyi bastırdı hır gürleri zorbalıkları.

Sonra bir sessizlik oldu Celâl’le… Bir sesler duymaya başladım Mert’le. Ama sonra Buğra ile müziği işittim. Kendi senfonimi ne zaman çalabileceğim acaba? Kendimizden olan herşey en kıymetlidir.

Kendi senfonimiz sanırım çocuğumuzdur en çok. Sevdiğimiz biriyle birlikte yapacağımız bir çocuk bize bu yeteneği bahşedebilir. Ne demişti Kaptan Babam; bir çocuk olmazsa insanın hayatında insan da olamaz. Ve sevdiğin birini büyütemezsen, sen de asla büyüyemezsin.

Benim böyle bir şansım yok ne yazık. Çünkü hiçbir zaman bir kızı sevmeyeceğim. Biz kendi kendimize çocuk doğuramayacağımıza göre, geriye kalıyor ancak başka bir kızla birlikte olmak. Bunun bir anlamının olacağını düşünmüyorum.

~~~

Artık kime yazdırdıysa mesajı annemin ağzından çıkanları olduğu gibi kaydetmiş. Böylece komşu çocuğu da öğrendi, bugün bütün mahalle de öğrenir ibne olduğumu. Sanki bilmiyorlardı da. YouTube videomuz Sinan’a kadar gitmişken.

Elimde telefon kalakaldım annemin yazdıklarını okuyunca. İçimde birşeyler büyümeye başladı. Arkamı döndüm dökülmeye başladı gözyaşları. Banyoya kaçtım. Oturup klozete tekrar okudum yazdıklarını.

O kadar dolmuş ki kan damlamış telefonundan. İçimi kanattın ya anne. Tekrar ağlamaya başladım. Bu defa salya sümük. Kapadım ekranı. Yoksa anırarak ağlamaya başlayacağım. Duyacaklar. Neden diye soracaklar. 

Annem bana aşıkmış, desem mi? Bir tomar kağıt havluyu tükettikten sonra çıkabildim banyodan. Buğra mumya gibi yatıyor Mert’in yanında. Çocuğu soktuğum durumlara bak. O sarılmazsa Mert sarılmaz asla ona. 

Öyle cooldur abimiz. Ama bir sarılırsan artık yetki ona geçer. İstediği zaman kemiklerini kırarcasına sarılır. Yanyana iki meteor görünce onların diyarına uçtum. Mert’in üstüne atlayıverdim. Havlunun altındaki sertlik de batıverdi popoma. 

Buğra’ya kalkmamıştır umarım. Aşkımı aşkımdan kıskanıyor muyum. Önce boynunu sonra dudaklarını yaladım. Dilini soktu ağzıma, emdim. Sonra ben soktum, o emdi. Tribünlerden, üçlü çektir Can, sesleri yükseldi.

Yanımızda sessizce bizi izleyen Buğra’nın kılıç saçlarının aralarında gezdirdim parmaklarımı. Kılıçlardan tutup, bize doğru çektim. Uzandı Mert’in yanına. Onun dudaklarına kaydım yavaşça. Lezzetten lezzete geçmek çıldırtıcı zevk. 


Heyecandan nefes nefeseyiz ikimiz de. Böyle şeylere alışkın Mert kaptan gayet sakin. Halinden de memnun. Sapıklık olsun yeter ona. Bana ne yeter acaba? Sapıttım mı iyice. Aşkımın kucağında, yanımızda yatan aşkımı öperken bunları düşünecek hâlim yok. 

Ver gazı gitsin. İçimden geliyor ve yapıyorum. Hepsi bu. Gerisi fasarya. Madem Mert’in gönlü bu kadar geniş, içine girecek olanı da ben seçerim. Sevmediğim biriyle yatmam nokta net. Ama Elif’le neden yattım bilmiyorum. 

Belki de sadece yapıp yapamayacağımı merak ettim. Oda kapısına vurdu biri. Ama beklemeden de açtı. Kilitlemeyi unutmuşum. Cihan iti elindeki Mert’in telefonunu tutup yavşakça sırıtıyor. Neyse ki çıplak değiliz. 

Görmediği yerim kaldı sanki de. Geldi yanımıza. Ekranda, babam, yazıyor. Mert’in ciddiye alıp korktuğu tek yaratık. Cihan bunu bildiği için, Mert’te telefonunu hep orada burada bıraktığı için, daldı odaya hayvan. 

Kim bilir benimle iligili ne düşünüyordur şimdi. Mert aldı telefonu. Havluyu sarmadan öylece fırladı yataktan. Üstelik kalkık, Elif evdeyse yandık. Gerçi Cihan’ın şeysiyle kardeş gibiler yabancılık çekmez. 

Cihan çıkmadı odadan ben hemen Buğra’nın kolundan tutup uçurdum salona. Mert mutfak kapısını kapatmış orda konuşuyor babasıyla. Ben ne cevap vereceğim annemin edebi metin tadındaki mesajına. Bir hafta sonu eve gitmem gerek sanırım. 

Bu defa da Buğra’yı mı götürsem yanımda. Ya da hem Mert’i hem Buğra’yı. Harem kurdum derim. Siz ne hayrını gördünüz ki tek eşliliğin. Ben tanrılara aşık olabiliyorum ancak. Onlar tek eşli yaşayamazlar sizin gibi. Ben de tanrılardan alıyorum ölümsüzlüğü Ganymedes gibi.

~~~

Uslu çocuklar gibi oturup Mert abimizi bekliyoruz yan yana kuzumla. O yanımda ya hiç bir şeyden şikâyet etmez. İlk günden uyum sağlayıverdi. Şimdiye kadar tam Mert’in istediği gibi, konuşmadı yorum yapmadı. 

Cihan gözünü dikmiş bize bakıyor. Elif ortada yok belki uyuyordur hâlâ. Epey zaman geçtikten sonra konuşmasını bitirip fırladı mutfaktan Mert. Neyse şeysi inmiş. İnince de pek farketmiyor gerçi. Buğra’nın gözü takılı kaldı. 

Bakma lan takar sana da. Ben ve Cihan şort ve tişörtleyiz. Buğra’nın üstü çıplak altında havlu sarılı. Dört erkek, beni de erkekten sayarsanız tabi, bir odada bakışıyoruz. Elif gelse de bir şeyler söylese. Mert’in suratı allak bullak.

“ Amına koyacam ben bu herifin. Kaz kafalı it ne yaptığının farkında değil öldürücek çocuğu”

O kadar sinirli ki kimse bir şey sormaya cesaret edemiyor. İlk konuşana dalacakmış gibi bakıyor etrafa. Ben hemen gidip içerden Mert’in ve Buğra’nın şortlarını getirdim. Korkarak, yavaş hareket ederek ve sinirlendirmemeye çalışarak, Mert’in şortunu giydirip oturttum.

Kuzum kıskanmasın diye onun şortunu da bacaklarına geçirdim. Giyinirken havlunun altından şortunu, biraz önceki gurup şeysinin etkisindeki altın çubuk bir görünüverdi. Memişlerine de gözüm takıldı. 

Gidip tişörtünü de alıp giydirdim. Oğluşlarıma hizmet zevk. Mert babasına böyle küfür etmeyeceğine göre onun söylediği bir şeye kızmış. Ama Kaptan Baba onu hiç kızdırmaz ki. Ne oldu acaba? 

Annemin mesajı ve arkasından Mert’in babasının araması. Ne bu tesadüf. Kaz kafalı it kim, öldüreceği çocuk, kim? Nasıl da düşünemedim. Ömer’in babası önce Nevin hanımı sonra annemi aramıştı. 

O günden beri de annemden hiç ses çıkmamıştı. Şimdi aynı anda hem annem celallendi. Hem Kaptan Mert’i aradı… Sanırım tekrar aradı hem annemi hem Kaptan Babayı Ömer’in babası. Aklıma gelen tek şey bu.

“ Ne oldu Mert”

Ben değil tabi, Cihan korkarak da olsa konuştu. Kızdı mı ona da patlar ama ilk karısı ne de olsa. Tek atımda bırakır. Buğra ilk günden şapşala döndü. İşte burası böyle kuzum bir güneş bir fırtına. Normal değiliz biz, buyurmuştu tanrı Zeus taa ne zaman.

“ Ömer’e birşey olmuş. Ne olduğunu söylemiyormuş babası. Sizin oğlunuz yüzünden, hesabını soracağım deyip babama kapamış telefonu”

Kendi söylediğinden dolup, fırladı birden. Mutfak kapısına öyle bir geçirdi ki yumruğunu. Kapı güçtü. Ben de uçtum yanına. Eli kan içinde. Ağlamaya başladım dayanamıyorum onu böyle görünce. Bileğini tutuyor sıkıca.

Allahım kırılmamıştır inşallah kemikleri. Elif içerdeymiş, gürültüye uyanıp geldi. Hemen banyodan batikon pamuk filan getirdi. Biz bir boktan anlamıyoruz ki. Her eve bir kız gerek. Elif gibi becerikli olacak ama.

O kadar olmasa daha iyi ya, neyse. Elif temizlerken Mert’in yumruğunu yüzünü buruşturdu. Bu iyi değil anlar her boktan o. Kesin kötü bir şey var. Omuzunu sıktım Elif’in. Hastaneye gitmemiz gerek, dedi.

Cihan odasına fırlayıp giyindi hemen, biz de. Mert’imi de ben giydirdim. Cihan bizim evde kalmamızı istedi. Asla, dedim. Ben öyle deyince Buğra’da koluma yapıştı. Cihan, Elifcanımı perişan etmiş sanırım dün akşam. Yorgun gibi ama gözleri de parlıyor.

Karşı çıkamadı, ben beklerim, dedi sadece. Uslu kız oldu yine. Yola çıktık ama ben tedirginim. Elinin kemiklerine birşey olduysa, yanlış kaynarsa bin türlü şey düşünüyorum. Hemen aklıma Kaptan Babanın arkadaşı doktor amca geldi. 

“ Mertcim benim yattığım hastane vardı ya. Oraya gidelim n’olursun. Babanın arkadaşı da var orada, yardımcı olur bize”

Cevap vermedi. Ama Cihan köfteyi kaptı havada. Tek sevdiğim yanı Mert’i gerçekten seviyor olması. Bu aynı zamanda en sevmediğim yanı. Bir ömür ayrılmayacaklar. Köprü yoluna çıktı bu demektir ki benim hastaneye gidiyoruz. Orda mıdır tontiş doktorum.

“ Babana söylesek de arkadaşı doktor amcayı arasa, olur mu?”

“ Uzattın Can sinirim tepemde zaten”

“ Tamam özür dilerim”

Bozuldum. Buğra yanaştıkça yanaşıyor. Yine kapıya yapıştım. Bakıyorum ters. Anlamamazlığa vuruyor. Cihan uçuruyor BMW M5’i. Neyse ki pazar sabahı fazla trafik yok. Makaslayarak şeritleri yarım saatte vardık Amerikan Hastanesine.

Acile gittik. Mert babasının arkadaşı doktor amcayı sordu. Bugün yokmuş. Ama aradılar hemen. Geliyorum ben gelene kadar ilgilenin demiş. Başka bir doktor geldi. Mert’i alıp gitti. Bize de kafeteryada oturun dedi.

Buğra yine dibimde bacağı bacağımda eli de bacağımın üstünde. Dokunmadan duramıyor. Bu hoşuma gidiyor ama karşımızda açık arayarak bakan tecavüzcü Cihan varken değil. Masanın altına eğilip baktı Cihan.

“ Gurubunuzu bozdu Ömer daha doğrusu babası, değil mi? Beni de çağırsaydınız telefonu duymazdık. Sonuna kadar giderdik”

“ Benim bildiğim sen orgy değil swinger seversin. Huyun mu değişti”

“ Sen varsan işin içinde herşey uyar bana”

“ Şu durumda bile nasıl böyle saçma sapan konuşabiliyorsun ya. Pisliksin Cihan.”


“ Tamam be şaka yapıyorum”

“ Şakan bile garip. Neyse, Ömer’e ne olmuş nasıl öğrenebiliriz acaba”

“ Pamir amca kesin öğrenmiştir. Her yerde tanıdıkları vardır. Senin aran iyi onunla. Arayıp sorsana”

Doğru aslında ne zamandır konuşmadık. O da aramıyor hiç. Mert’le bir ayrılıp bir barıştığımızdan bana kızıyor tabi. İyi de Kaptan baba benim suçum yok ki. Sana da söyleyemiyorum. Her şeye kızıyor. Dövüyor beni. 

Nasıl dayanılır buna. Ne olursa olsun arayacağım ama. Ancak ne olduğunu öğrenebilirsem Mert’e yardımcı olabilirim. Yoksa yine gidip bir delilik yaparsa Ömer’in babasına. Bu defa adam kesin hazırlıklıdır.

Can 📞 Kaptan Baba

müsait miydiniz efendim

Kaptan Baba 📞 Can

tabi nerdesin oğlum mert’e olanlardan haberin var mı

Can 📞 Kaptan Baba

evet efendim hastaneyiz çok sinirlendi kapıya yumruk attı

Kaptan Baba 📞 Can

o kadar da söyledim telefonda sinirlenip birşey yapma hemen buluşup konuşalım hatta seninle beraber gelmesini söyledim dinlemez ki

Can 📞 Kaptan Baba

ömer’e ne olduğunu öğrenebildiniz mi

Kaptan Baba 📞 Can

mert’in hastanede olduğunu haber verdiler yoldayım geliyorum ben oraya gelince konuşuruz

Beni de alıp hemen gelmesini istemiş Kaptan Babam konuşmak için. O olmasa ne yapacağız biz. Bana olan sevgisini ve güvenini hak ediyor muyum acaba. Bundan sonra zor da olsa onun sözünü dinleyip Mert’e karşı daha sabırlı davranmalıyım.

Sanki az sabırlı davranıyorum da. İyi de bu bana yapışık kuzu tatlılığı ne yapıcam ben. Mert bir şekilde kabul etti gibi. Kaptan Babaya ne diyeceğiz. Aman neyse o anlar herşeyi. Hoşgörü denizinde bir yelkenli o. Esas sorun karşımızda bizi yiyecek gibi bakan kızıl kafa.

~~~

Kaptan Babam geldi yanımıza sonunda. Hemen Buğra ile tanıştırdım. Neyse ki beklediğim gibi garip bakmadı bana veya Buğra’ya. Ben yine de açıklama yapmak zorundayım ya tutamadım kendimi. 

Okuldan arkadaşım, dedim. Adam sordu mu, kim, diye? Şimdi konumuz Buğra mı? Zaten aslında başımı belâya sokan hep benim. Hep bu kendimi suçlu hisseden ve telâşlı hâlim. Mert’in yanına gitmiş önce Kaptan Baba, iyiymiş. 

Çatlaklar varmış birkaç kemiğinde. İçim titredi bunu duyunca. Elini alçıya alıcaklarmış. Kısa sürede iyileşirmiş. Eli iyileşir de kalbi iyileşir mi? Ömer'e aşık mı acaba. Kendime dalmışken, Kaptan Babanın söylediklerini duyunca bencilliğimden utandım.

" Ömer balkondan atlamış"


≈≈≈




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler