Liseden Üniversiteye 💯 ~ sürmeye başladım vicdanımı



Liseden Üniversiteye 1👀



~~~ sürmeye başladım vicdanımı ~~~



~ her suçlunun ilk kurbanı kendisidir.
~ önüne çıkması muhtemel ilk engel olan vicdanını yok ettikten sonra 
~ geriye kalan herşey teferruattır. 

~ 【tarık tufan


Bazen herşey baştan başlasın istiyorum, yeniden. Hiç hata yapmadan hayatı doğru yaşamak neden mümkün olmuyor. Bir bebek kadar yepyeni ama herşeyi görüp geçirmiş bir yaşlı gibi bilebilmek yaşamda olan biteni...

Olan biteni anlamış ama sıkılmamış da olmak... İnsan sıkılmaz herhalde yaşamaktan. Sıkılsaydık yaşamaktan ölmek isterdik. Ölmek istediğimiz dönemler de yok mu? Çok karmaşık. Yaşam karmakarışık.

Her gece uyku bir ölüm. Her yeni gün yeni bir yaşam. Her an veya hayatın her döneminde farklı şeyleri mi tecrübe ediyoruz. Yeniden mi başlıyoruz aslında hep... Böyle oyun gibi mi kurgulanmış bu yaşam.

Öğrenerek ve unutarak yaşayıp gidiyoruz. Sonrası malûm... Ölüp gidiyoruz. Nereye? Geldiğimiz yere. Belki hiçliğe. Ya da mutlak varlığa. Bunu kim bilebilir ki. Bilmemek en iyisi. Ne geçmiş ne gelecek tek gerçek: bugün.

Ben hep geçmişte bir yerlerde takılıp kaldığımdan yaşayarak öğrenemiyorum bir şeyleri. Onun için mi garip veya tuhaf denecek şeyler yapıyorum. Şimdi iki gün önce nefret ettiğim Ömer'e ne olduğunu öğrenmeye ve elimden gelirse yardım etmeye çalışıyorum.

Hastanenin önünde bana sarılmayı sonunda bırakan Eylem bana bakmaya devam ediyor. Ben ona bakmamaya. Hayatımın en önemli ve heyecanlı anları hastanelerde geçiyor. Hukuku bırakıp tıp fakültesine mi geçsem. Kana da alışkınım sonuçta.

~~~

Lobide bekleyin, deyip ortadan kayboldu Eylem. Elinde sürüklediği tekerlekli küçük bir bavul vardı. Bir masaya oturup bekledik. Binbir surat tiyatrocu biraz sonra 10 yaş büyümüş bir doktor olarak döndü.

Mavi saçlar sarıya dönmüş. Yaptığı makyajla bir bilmişlik görmüşlük ifadesi oturmuş güzel yüzüne. Altında uzunca ciddi bir etek üstünde beyaz doktor kıyafeti. Beyaz kıyafetin üst cebinde isimlikte bir doktor ismi yazıyor.

Ejderha dövmeli kızın boynunda ki dev ejderha şık bir fularla kapatılmış. Fuların üstüne de yılan gibi dolamış doktorların baş şeysi stetoskopu. Bu ucu soğuk şeyi oraya buraya değdirip içini dinlemeye bayılırlar.

İnsanlığa hizmet olsun diye mi doktor olur insanlar. Yoksa insanların vücutlarını kurcalamak ya da kesip biçmek için mi? Eylem'in neden doktor olduğu ayrı bir mevzu tabi. Onunkisi oyunculuk şeysi. Yılan deyince aklıma geldi.

Tababet ilminin sembolü de yılan. Antik medeniyetlerden beri, bir asaya sarılı yılan tıbbı simgeliyor. Asa da yılan da aslında erkek cinsel organını temsil ediyor. Erkek cinsel organı yani fallus da yaşamı ve sağlığı.

Ama herşey zıddıyla kaim. Bundan dolayı ölüme de neden olabilecek tek güç de fallus. Yani hep söylediğimiz şey ölüm ve yaşam iç içe. Yılan eskiden beri iktidarı simgeliyor. Ama aynı zamanda karanlık ve korkulan bir hayvan.

Deri değiştirme özelliğinden dolayı da ölümsüzlüğü. İktidar da böyle bir şey değil mi? Hem korkulan hem ihtiyaç duyulan. Yok etseniz hemen yenisini kendiniz yaratırsınız. Belki daha beterini. Sebepler hep aynı.

Sembolde sağlık ve zehir içi içe. Yani tıp iyileştirir de öldürür de. Bunları anlatmanın sırası mıydı? Sanki herşeyi sırasıyla yapıyorum da. Neyse zaten doktorlar korkutur beni. Bir de bu kız... İkimiz de şaşkın bakarken Eylem'e.

“ Saçların güzel olmuş” dedi Buğra.

" Sarışın fantezin olduğunu söyleseydin daha önce takardım peruğu. Bu arada Can o kadar mesaj attım cevap vermedin. Ne hata yaptık"

“ Korkutuyorsun beni”

Harbi kızı görünce içim ürperiyor. Nikita mı Mathilda mı karar veremiyor insan. Yanağımdan bir makas aldı. Canımı yaktı yine. Rolüne konsantre olmaya çalışır gibi gözlerini yukarı çevirip parmaklarını birbirine geçirdi. Ezber yapar gibi de birşeyler mırıldanıp durdu. Sonunda konuştu.

“ Hadi başlayalım”

“ Sen burda bekle” dedi Buğra bana.

“ Ben de gelicem”

“ Ömer'in babası seni tanıyor olabilir”

Ay bayılıcam. Taklitçi kuzu. Mert'in Cihan'a söylediği şeyi bana söylüyor. Ne çabuk benimsedi Mert'i. Bunu da ne çok söylüyorum. Korkudan işte. Kötü bir şey olur diye aralarında ödüm yarılıyor. Beni bıraktılar Eylem'in bavuluyla.

Danışmaya doğru gittiler. Her zaman ki gibi beklemeye başladım. Benden iyi bekleme yapan olmaz. Biraz da ilerlemeyi becerebilsem. Bu defa durmak yok. Bavulu masanın altına itip onlara doğru ilerledim.

Nasıl yaptıysa Ömer'in oda numarasını öğrendi sanırım Eylem. Çaktırmadan asansörlerin orada bekleyen Buğra'nın yanına emin adımlarla gitti. Asansörün kapısı tam kapanırken sıvıştım bir fare gibi ben de içeri.

Buğra şaşkın baktı bana, Eylem gülerek. Sanatçı ne de olsa. Böyle gündelik olaylara şaşırmaz onlar. Onlar hayatın büyük resmine şaşırmışlardır ta başından. Şaşakalmış insanları şaşırtamazsınız.

Şaşkınlığı geçip bana biraz ters bakınca ben daha ters baktım Buğra'ya. Tırstı yere çevirdi gözlerini. Asansörden inince, Doktoru sahnesinde yalnız bırakıp geri durduk. Seyre daldık onu ve oyununu.

Odaların numaralarına bakıp, önünde bir adamın beklediği kapıya yöneldi. Gidip onunla birşeyler konuştu. Ne dediyse adam uzaklaştı. Eylem odaya daldı. Arkasından Buğra, onun arkasından ben. Tam girecekken Buğra bana döndü.

" N'olur aşağıda bekle birşey olursa ölürüm sana"

" Mert'ten mi korkuyorsun yoksa"

Bunu niye söyledim şimdi. Çocuk akıllı uslu geçiniyor işte Mert'le. Kavga mı etmesini istiyorsun. Alışmış kudurmuştan beterdir. Rahat durunca insanlar batıyor mu bana. Yine yere devirdi gözlerini kıyamam ben buna.

" Tamam özür dilerim öyle demek istemedim. Giriyim ben de Ömer'i görmem gerek kendi gözlerimle"

Bembeyaz yatakta sarı beyaz bir melek. Ömer yüzünde oksijen maskesi gözleri kapalı yatıyor. Mıknatıs gibi çekti yanına beni. Yatağa çaresizce ve yardım bekler gibi düşüvermiş eline bakakaldım.

Tut beni götür burdan diyor sanki ince uzun parmakları. Yavaşça uzattım elimi. Beyaz elips gibi ilginç tırnaklarına sürdüm parmağımın ucunu. Dayanamadım avucunun içine geçirdim avucumu. Sıcacık ve yanaşınca ona daha çok, kokusu hastanenin garip kokusunu bastırdı.

Yorgun gözlerini açıverdi. Yeşil miydi bunun gözleri. Yeni mi yeşerdi. Bana baktı dikkatlice. Tanıdı mı acaba? Sonra Eylem'e ve Buğra'ya şaşkınca. Gözlerini yumdu istemsizce. Dudakları büzüldü. Gözyaşı topları yuvarlanmaya başladı güzel yüzüne.


" Can n'olur götür beni burdan"

" Nasıl yani nereye?"

" Nereye olursa. Babam hiçbir şey olmamış gibi gelip gidip beni azarlıyor hâlâ. Olan her şeyden Mert'i suçluyor. Herşeyin sorumlusu kendi oysa. Dayanamıyorum artık"

" Biraz daha sıksan dişini iyileşince bakarız çaresine" dedi Buğra.

" Burda iyileşemem ben. Ama bu defa ölmeyi başarırım inanın... Yardım et Can n'olur"

Hıçkırarak ağlarken kesik kesik söyleyebildi bunları. Sonra hâlâ avucumun içinde olan eliyle kavrayıp elimi sıktırdı. Yavaşça kendine doğru çekip dudaklarıyla buluşturdu. Gözyaşlarıyla ıslandı elim.

Bütün vücudum titredi. Sanırım o da titredi. Eylem bana baktı ben Buğra'ya. Bir çocuk bizi dinliyor. Yani ne diyeceğimizi bekliyor. Prayers for Bobby (2009)'u sürükledim VLC'ye. Film başladı. Ben de ağlayabilirim şu an.

Bobby ve annesi Mary geldi gözümün önüne. Sonuçta Ömer'in babası da birgün bu yaptıklarından pişman olmayacak mı? Ya da kendi nefretinde boğulmayacak mı? Nefret hep aynı sonucu doğurur. Kendi içinde boğar herkesi.

Ben Ömer'i seviyorum artık. Ona birşey olmasına da asla izin vermem. O zaman götürüyoruz Ömer'i, dedim kararlı. Bak şu konuşana. Ben miyim o? Onlar konuşmadan anlaştık bile. Buğra dışarı fırladı. Tekerlekli iskemleyle döndü.

Bir çırpıda kollarındaki ve yüzündeki aparatları fırlatıp attık. Buğra kucaklayıp Ömer'i arabaya oturttu. Bana verdi arabayı. Kendi fırladı gitti yine. Sürmeye başladım vicdanımı. Taksi getirmek için beni Ömer'in kaptanı yapmış.

Aşağı inince hastanenin önünde Buğra'yı bizi bir taksiyle bekliyor bulduk. Taksiye bindirirken Ömer'in suratında mutluluk vardı, bizlerinse gurur ve heyecan. Eylem göğsünden Dr. Taciser Yaman yazan isimliği söktü, gidip kıyafetlerini çöpe attı.

Altından ilk geldiğinde giydiği mini etek ve üstünde tişörtü ve boynunda ejderha dövmesi çıktı. Taksinin önüne Ömer'i oturttu Buğra. Arkaya da biz doluştuk. Eylem bir bel hareketiyle beni ortaya attı. Sıkıştım ikisinin arasında.

" İsimliği niye aldın" dedi Buğra.

" Dr Taciser Yaman benim sahne kişiliğim. Arkada iz bırakmamak gerek"

Ne demekse. Bir rolde mi kullandı bilemedim. Asıl bilemediğim nereye gidiyoruz. Buğra sevinçle yanağımdan öpünce, öpüşme sahnesi geldiğini düşünen Eylem'de diğer yanağımdan öptü. Ömer bize dönüp güldü.

Ölecem bunun da ufacık gamzeleri var ya lan. Allahım beni mi sınıyorsun sen. Neden hep etrafıma sarıyorsun bu özenerek yarattıklarını. Daha önce nerelerdeydi bunlar. Birden hepsini neden üzerime salıyorsun.

Suadiye, dedi Buğra. Evine götürüyor bizi. Gidelim kuzum da Mert ne olucak. Deplasmana çıkmayı sevmez o pek. Merakla bekliyordur şimdi. Ama ağır abi ya arayıp sormaz da ne oldu diye. En iyisi rapor vermek.

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

mert ömer'i aldık

Ⓜ️ertiⓂ️ 📞 Can

nasıl aldınız

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

çektik aldık işte şimdi buğralara gidiyoruz sana konum atıcam varınca

~~~

Varınca eve Ömer taksiden çıkamadı. Biz onu bu durumda hastaneden çıkarmakla ne bok yedik acaba? Buğra kuzum koç gibi bugün. Kucakladı Ömer'i yine. Ben cebinden anahtarları alıp açtım bütün kilitli kapıları insanlığa. 

Salondaki kanepeye yatırdık. Yarası ne olacak? Pansuman gerekmez mi? Bunları düşünmek için biraz geç kaldık sanırım. Ama ne olursa olsun çocuğun yüzüne renk geldi sanki. Nasıl bir eziyetten kurtulduysa artık. Beyaz bir kedi gibi yatıyor.


Bana bakıyor hep. Gözlerinin içi gülerek. Mert'e konum attım. Esas Mert'i görünce nasıl sevinir artık. Buğra çöktü bir koltuğa. Yoruldu çocuk. Zayıf bir şey zaten. Arkamdan gelip omuzuma elini koydu Eylem. Korkarak ona döndüm.

" Kurtardık arkadaşını işte. Emrindeyim şövalyem. Korkman için bir neden yok artık benden"

" Biraz viski mi içsek"

Bu talep benden tabi. Kafamı dersler dışındaki konularda ancak alkolle toplayabiliyorum. Ben de çöktüm bir koltuğa. Buğra viski getirdi. Üç bardak doldurdu. Üstüne soğuk su koydu. Benim nasıl içtiğimi bilir kuzum. Ömer, bana bakmaya devam ederken Eylem'e dönüp konuştu.

" Can benim arkadaşım değildi aslında. Ama bundan sonra eğer kabul ederse en iyi arkadaşım. Can çok teşekkür ederim. O gece Bodrum'da olduğun gibi çok cesursun yine. Seninle biraz yalnız konuşabilir miyiz?"

Ne konuşucaz? Mert geliyor bizi yalnız bırak mı diyeceksin. Arkadaşım mısın kumam mı o belli değil pek. Neyse önce bir iyileş de. Burda nasıl iyileşecekse artık. Ben Buğra ile Eylem'e bir baş işareti çaktım.

Çıktılar salondan. Ömer bana bakıp eliyle yanına vurdu yavaşça. Önce büyükçe bir yudum aldım viskiden. Ne olur ne olmaz diye bardağı da yoldaş edip gittim yanına. Bu güzellik aşıksa gerçekten Mert'e benim hiç şansım yok.

" Can aslında seni arayıp buluşalım demeyi çok düşündüm daha önce. Ama o gece ki hâlin veya bizim hâlimiz. Belki benden nefret etmişsindir diye çekindim işte, arayamadım"

Nefret ettim mi? Bilmem. Nefret edebilen insan aslında kendinden nefret ediyordur. Ben kendimi seviyor muyum acaba? Başkalarını sevebilmek için insan önce kendini sevebilmeli. Yani kendiyle barışık olmalı.

Ben hiç küsmedim kendimle. Kızdım, kavga ettim. Ama küsmedim, hele nefret hiç etmedim. Ne kendimden ne insanlardan. En çok korktum belki. Şimdi Ömer'den korkuyorum ne diyecek diye. Elime uzandı eli, gözleri gözlerimde.

" Mert'le tanıştığımız o geceyi ve sonra yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum sana izin verirsen"

Pornoya mı bağlıycaz olayı. Neden anlatmak istiyor bunları bana. Neyse olur demekten başka çare yok. Yoksa ölür kedi meraktan. Eli de sıcacık ısıttı içimi. Diğer elimde yanıp duran viskinin kalanını da vurdum dibine.

" Dinliyorum"

" O geceden sonra Nuri'yle tanışmışsınız sanırım"

" Evet doğum günüme gelmişti orada tanıştık"

" Benimle ilgili birşeyler anlattı mı?"

" Herşeyi anlattı"

Oh söyledim rahatladım. Neden başkasının sevgilisiyle yatıyorsun. Kimle istiyorsan yat. Yok mu sevgilisi olmayan boşta birileri. Senin anlık zevklerin birinin kahrolmasına neden oluyorsa sikmişim öyle zevki.

" Ne anlattı"

" Uzun hikâye. Ama özeti Mert'in senin ilk erkeğin olduğu"

Sert mi girdim topa. Çocuk zaten ofsaytta ne anlamı var bu hareketlerin. Yeni yaralar açmak neyin kafası. Acımasız mı oluyorum giderek. İstesem de olamam. Ama gerçeği öğrenmek için basıyorum işte, hem topa hem kendime.

" Mert' i görür görmez vurgun yedim sanki. Nefes bile alamıom o günden beri. Pes dışında bir dünyam yoktu onu görene kadar. Cinsel kimliğimin de farkında değildim. Şimdi farkında mıyım onu da bilmiyorum"

" Bir de farkında olsan ne olucak acaba?"

" Can ben Mert'i seviyorum ama sanki abim gibi inan"

" İnsan abisiyle yatmaz, atma"

" Sadece aynı yatakta yattık"

" Nasıl yani. Sevişmediniz mi"

" Hayır"

" Öpüşmediniz mi?"

" İlk gece Mert sordu bana ne istiyorsun diye. Sarılmak dedim. Birbirimizin yanağından öpmek dışında başka bir şey olmadı aramızda. Bir de sarılıp kokusunu çektim içime"


Bu saflık çekti içine beni. Babasına karşı geliyor. Ölmek istiyor Mert için bir de. Uzanıp ben de öptüm kaymak Ömer'i. Dudağı ile burnunun arasındaki bölgeden. Bu mudur? Budur. Ⓜ️ertiⓂ️ kaptanım benim.

Delikanlılığın kitabını diil lan ansiklopedisini yazdın sen. Ömer sen de... Kara kuzumdan sonra bembeyaz bir kedim oldu... Kurtlar sofrasına hoş geldiniz. Bu kadar hayvan bir evde yaşar mı?



≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler