Liseden Üniversiteye 102 ~ iki general nemeçek



Liseden Üniversiteye 102



~~~ iki general nemeçek ~~~




~ merhamet zorla olmaz
~ gökten süzülen yağmur gibi iner düştüğü yere
~ kutsallığı iki yönlüdür
~ hem vereni hem alanı kutsar

~ shakespeare | venedik taciri


Eylemci kızı bilmem ama hepimizin babası veya annesiyle ya da her ikisiyle sorunları var. Kendini kaptırıp babasına, iskele babası deyince, güldü herkes. Hepimiz ona hayran baktık. Bunu görünce heyecanı utanmaya döndü tatlı şeyin. 

Bizi kurtaracak beyaz atlı sarı prens. Bembeyaz yüzü kıpkırmızı oldu. Tekrar güldük Ömer’e. Gözlerini kaçırdı. Dudaklarını ağzının içine doğru toplayıp ısırdı. Zor durumdan kurtarmak için onu kalkıp yanına gittim. 

Kaldırdı suratını. Göz göze geldik güzel gözlerinde. O da güldü bana. Dudaklarının kenarında Mert çizgileri belirdi. Avuç içimi yukarı doğru ona uzattım. Önce anlamadı şaşkın bana baktı. Ona doğru uzatıp geri çekip tekrar uzattım elimi havada. 

Sevinçle küçük elini kaldırıp yumuşacık bir çak yaptı. Bunun herşeyi yumuşacık. Pamuk prenses. Tekrar biraz önce ki heyacanla doldu gözleri ve gözleriyle her zaman eküri koşan güzel yüzü. Elini uzatıp avuç içi yukarda bana doğru bağırdı.

“ Sen benim kahraman Nemeçek’imsin bundan sonra. Ben de senin”

“ Nemeçek kim ya” dedi Buğra.

“ İlk aşkım” dedi Ömer.

“ Ay benim de” diye bağırdım heyecanla.

“ Sonunuz benzemesin de” dedi Eylem.

“ Çatlıycam şimdi biri söylese ya kim bu Nemeçek” yine Buğra

“ Kendi küçücük, yüreği kocaman bir velet Nemecsek Ernõ. Büyülü Budapeşte şehrinin pal sokağı çocuklarının en küçüğü. Hayatı oyun olarak göremeyecek kadar en büyüğü. Arkadaşları ile oyun oynadıkları boş arsayı ellerinden almak isteyen kızıl gömleklilerle savaşan. Düşman ordunun komutanının bile saygısını kazanan. Vatan bildiği yer uğruna ölen bir kahraman. En güçlüyü yenen en güçsüz. Ferenc Molnar'ın unutulmaz çocuk klasiği romanı Pal Sokağı Çocukları’nın da en kahramanı. Çocuklar kadar büyüklere de yazılmış bir kitaptır. Her okuyuşta saygıyla sayfalarının altını çizmişimdir gözyaşlarımla. Bu kitabı okuyup da ağlamayana da insan denemez. İşin esas trajik yanı uğruna ölse bile boş arsaya büyük bir apartmanın dikilmesine engel olamaz Nemeçek. Bu bana yiğitlik, korkaklık, kalleşlik, özveri ve onur gibi kavramların somut bir kazanımla ilgili olmadığı gerçeğini acı bir şekilde öğretti. Bu nedenle, dünyada azıcık da olsa adalet varsa, bu cesur çocuklar yüzündendir. Çünkü gerçek adalet vicdanlardadır…”

~ Nemecsek Ernõ ~
Bıraksan sabaha kadar konuşacağım Nemeçek hakkında. Ama devam edemedim. Tekrar Eylem’le Buğra’nın arasına çöküp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Beni gören Ömer’de ağlamaya başladı. Eylem bana sarıldı o da ağladı. 

Bu kitap Macar yönetmen Zoltán Fábri tarafından filme çekildi. A Pál utcai fiúk (1968), teknik, sanatsal ve cast tüm yönlerden başarılı bir film. Zaten Macarlar az ama öz iş yapan bir millet gerçekten.


Hayatında mangalardan başka kitap okumayan Buğra olaya dahil olamadı. Eylem bırakınca o da sarıldı bana. Yanağımdan akan gözyaşlarım dudaklarına değince dayanamayıp belirgin çene kemiğinin altındaki büyülü yeri çaktırmadan yalayıverdim…

Ömer güçlükle kalkıp yarasını tuta tuta yanımıza geldi. Kucağıma oturup ikimize birden sarıldı. Gözyaşlarımız gururla birbirine karıştı. Mert komutan burda olsaydı keşke. Görürdü sürü olmak için illa da düzüşmek gerekmediğini. Aşkın herşeye yetebileceğini.

~~~

“ Hadi n’olur artık bir telefon bulun bana konuşayım babamla”

“ Ben bulurum telefon. Olaylardan uzak kalamayan cesur Nemeçek’im de benimle gelsin. Şans yumurtam o benim” 

Ardından kendi söylediğine bastı kahkahayı Eylem. Yumurta ne alaka ya. Eylem, boynundaki ejderha ve ben çıktık dışarı. Mert görürse sıçar ağzımıza. Ama bu operasyonda her hamle için onay almamıza imkan yok. 

Çünkü düşman iletişim olanaklarımızı imha etti. Kuzum, yaralı olan Nemeçek’e ben bakarım, dedi. Aslında çatlıyordur sıkıntıdan sanırım. O kadar hızlı ki yaşantımız. Doğru dürüst nete giremiyor. Futbol maçlarını seyredemiyor. Arkadaşlarıyla basket oynayamıyor. Çeviri yapamıyor. 

Beni de yapamadı bir türlü. Ne sabır abidesi bir çocukmuş. Bana neden hep uç beyleri çatıyor. Ortaya karışık istiyorum oysa. Ama ben ordinary olmayınca beni beğenenler de böyle oluyor işte. Ya da ben öylelerini beğeniyorum aslında. 

Yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan misali. Sahilden dolmuşa atlayıp Bostancı iskelede indik. Yine o kadar hızlı yürüyor ki yetişemiyorum ona. Benimle bu defa da, bir kıza bile yetişemiyorsun filan deyip alay eder diye koşturuyorum arkasından var gücümle. 

Ama yok gücüm işte. Bu kız tiyatrocu olduğu için mi nedir hep bir aktiriste benzetiyorum.  Belki de her defasında bir başkasını oynuyor. İlk bar tuvaletinde beni kıstırdığında, Rooney Mara, The Girl with the Dragon Tattoo’dan. Sonra, Anne Parillaud oldu, Nikita yani. 

Sonra korkum biraz geçince Natalie Portman, Mathilda rolüyle, efsane film Leon’dan. Neyse ki durdu sonunda. Hafif kısık gözleriyle motor iskelelerinin önünde dikkatlice etrafı taradı. Bu defa da, The Silence of the Lambs (1991) filmindeki FBI ajanını oynayan Jodie Foster’a benziyor. 

Allam ya. Su satan yanık tenli kısacık saçlı bir çocuğun yanına gitti. Güzel yüzlü çocuk bizi görünce sevinçle önündeki kovada buzların içine yatırdığı sulardan birini alıp uzattı. Bize bakarken gözlerinin içi gülüyor sanki. Buz mavisi üstelik daldım gittim içine.

“ Suriye’li misin” dedi Eylem.

“ Türkmendağındanız”

O kadar güzel ve düzgün bir türkçesi var ki. İncecik siyah kolları. Peter gibi aynı. O da Türkmeniz biz demişti. Sabri abi ve cafede tüm çalışanlar için. Bu çocuğu da orada işe mi yerleştirsek. Sabri abi onu okutur da. Eylem sorularına devam.

“ Okuyor musun?”

Aynı şey aklımıza geldi ajan Foster’la. Ulan bir su alacak çocuğu sorguya çekiyor. Utandı çocuk. Bu defa başını öne eğdi. Sanırsın su satıcısı diil kraliyet ailesi mensubu. Öyle tatlı ve gururlu ki. Okula gitmiyorum bile diyemiyor. 

“ Seneye gidicem” dedi.

“ Telefonun var mı” dedi Eylem. 

Çıkardı cebinden eski küçük bir nokia. Eylem çocuğun hala elinde tuttuğu suyu aldı. Cebinden çıkardığı tüm parayı uzattı çocuğa. Gözleri bir paraya bir bize kaydı. İlk defa görüyor bu kadar parayı bir arada sanırım. Saflık ve temizlik abidesi. 

“ Abla bunlar ne çok para”

“ Sende kalsın. Ama bize bir haftalığına telefonunu vereceksin. Sonra yeni bir telefon ve hat alırsın bu paralarla”

Hiç itiraz etmeden minicik elinde tuttuğu küçücük telefonu uzattı Eylem’e. Bizim hayvani hayatımız ve devasa telefonlarımız bir an iğrenç geldi bana. Masumiyetimi ne zaman yitirdim ben acaba? Bu çocuk gibi tertemiz olabildim mi hiç? Aldı telefonu Eylem.

“ Telefonunu geri getiririz belki. Eğer hep buralardaysan tabi. Para da cebinde kalır. Kendine iyi bak delikanlı”

“ Buralardayım abla”

Bu defa iskelenin önündeki duraktan taksiye atlayıp eve geri bastık. Eylem’in yüzünde bir komutan edası bir gurur şeysi sormayın gitsin. Hak ediyor ama. Kimin aklına gelirdi oyuncu ajanın yaptıkları. Fırladık taksi durunca eve.

~~~

Eylem telefonu uzatınca Ömer inanamadı bir an. Heyecanlandı, beklemiyordu sanki bunu. Ani oldu ya da. Yutkundu, gözleri endişeyle doldu. Yattığı kanepeye yanına oturdum. Beni görünce yine gözleri güldü.

“ Ömer babanla konuşmak zorunda değilsin. Biz bir şekilde kurtuluruz bu işten. Asıl önemli olan sen ve geleceğin. Sonuçta bu senin hayatın ve ne kadar kızsan bile o senin baban. Acele etme sakin karar ver”

“ Ben demiştim işte sen rütbesizken general olan Nemeçek’sin. O gece Bodrum’da taktık yıldızlarını. Hem aşk için gurursuzluk yani hayatını hiçlemek. Hem de saf onursun, başkaları için ölebilmek. Gerçek savaşçı. Ben de olmak istiyorum”

Ömer olum bu paragrafla Odysseia destanını tekrar ve daha güzel dile getirdin. Eski yunanca olaya bu kadar hakim değildi, sen yardın. O kayısı ağzını ısırırım lan senin. Hatta kafanı dişlerimin arasına alır yerim.

Kollarımın arasında Can verirsin. Beraber ölür gideriz bu diyardan. İster misin? Yanımıza Mert’i de alalım mı? Tabi evet diyeceksin. O zaman ben de Buğra’yı da alalım diyeceğim. Sen yine evet diyceksin. 

Bi de biz kurt değil de kedi olsak mesela. Hepsi çüklü, biri çüksüz ilk kedi sürüsünü kursak. Ne dersin? Sen evet dersin muhtemelen. Gözlerin çünkü bana bakarken hep evet diyor. Buğra o benim kuzum ki. 

Ancak mee der. Sürünün çüksüz tek kedisi Elifcanım zaten ben ne desem düşünmeden evet der. Geriye kalıyor tecavüzcü Cihan. Bizim apolloya fena taktıydı en son. Bi şekil yaparım ona da. Taksam mı acaba? 

Olmadı fil hortumuna işerim. Tek sorun Mert. Ondan kedi olmaz. Kedi yapamasak bile bütün kediler onu bekleriz hep beraber. Beyaz kurt yemez hepimizi umarım. Gökçe köpeğini yese ya. Nevin hanım kızı gibi sevdiği için Mert sadece ona bir şey yapamıyor.

≈≈≈

Biraz şaşkın, endişeli ama gururla parlayan gözleriyle tek tek hepimize baktı Ömer. Elindeki telefona baktı sonra. Numarayı kararlı tuşladı. Kulağına götürdü telefonu bana bakıyor hafif gülümseyerek. Konuşmaya başlayınca nefesim tutuldu ve dinlemeye başladım merakla.

~~~

ben ömer


kimse kaçırmadı kendi isteğimle çıktım hastaneden


sen beni olduğum gibi kabul edicek misin onu söyle dönüp dönmeyeceğime öyle karar vericem


baba artık tehdit etmeyi bırak bir işe yaramıyor bu son şansın nasıl bir son istiyorsun düşün sadece ve karar ver bir daha aramayacağım seni artık ben seni değil sen beni inandırıcaksın kendine ben kendimden eminim bundan böyle eğer arkadaşlarımdan birine birşey olursa bu defa sadece denemem gerçekten kendimi öldürürüm

~~~

Dedi ve cevabı beklemeden kapadı telefonu babasının suratına Odysseia destanınından fırlayıp gelen Hektor Ömer. Sanki sonsuza dek. Ne yapması gerektiğine karar vermişti. Seni sevmeyen kimseye boyun eğmemek. 

Çünkü baban bile olsa seni olduğun gibi… Daha doğrusu, doğduğun gibi kabul etmiyorsa. Hele seni kaybetmek korkusu yerine oğlum ibne elalem ne der, diyorsa. Siktiret öyle babayı anayı. Herkesin kendi bileceği iş ben böyle düşünüyorum. 

O nedenle aramıyorum babamı. Beni özlüyormuş ağlıyormuş. Ben kaşık kadar çocukken ağlamaktan gözlerim şişerdi babam beni artık neden sevmiyor diye. Nerdeydin o zaman Halit amca. 

~~~

Biraz sonra, Ömer’in elinde tuttuğu telefon çalmaya başladı. Ona bakıyoruz o da telefona. Dondu kaldı. Sonra bize baktı. Yine endişe kapladı gözlerini. Bugün ne farklı ruh hali yaşadı bu çocuk. O açmadıkça tekrar tekrar aramaya devam ediyor…

“ Babam arıyor”

Dedi Ömer. Numarayı gizlemeyi bile unuttuk. Hadi biz neyse koskoca FBI ajanı nasıl atlar böyle bir ayrıntıyı. Pek ayrıntı sayılmaz ya neyse işte. Açtı telefonu sonunda. Daha alo der demez babası konuşmaya başladı susmamacasına.

Artık ne anlatıyorsa. Sadece dinliyor Ömer. Epeyce dil döktü adam. Sonunda Ömer sadece, tamam arıycam ben seni, deyip kapadı telefonu. Ne konuştular sormak mı gerekiyor yoksa hiç karışmamak mı daha iyi karar veremiyor insan.

“ Ömer telefonu burda tutamayız artık. Baban söylerse aradığını polislere, yerimizi belirlerler” dedim.

“ Tamam anlatayım neler söylediğini size. Ona göre bir karar verelim. Arar söylerim babama. Telefonu da ne istiyorsanız yaparız artık”

Ona göre karar verelim diyor. Mert neden seviyor bu çocuğu belli oldu. Çocuk sürü mensubu olmak için gelmiş dünyaya. Gerçi sürünün altın kuralına uymamış ama Mert her büyük komutan gibi sabırlıdır. Kedi sürüsü olalım diyorduk gizli örgüt olduk amınakoyım.

≈≈≈

“ Sanırım kararlı konuşmam ve ondan korkmamam işe yaramış. İlk defa azarlamadan ve tehdit etmeden konuştu benimle. Keşke en başından böyle davranabilseydim. Hep korkup o ne derse evet demektense… Hep kendimi suçlu onu haklı görmektense”

Gözleri doldu. Yere bir noktaya dikti onları. Birşey hatırlamak veya bir şeye karar vermek ister gibi. İlk defa gördüğüm birisi hakkında bu kadar yanılıyorum. Ama yine de bu sayılmaz. Çünkü Bodrum’daki o meş’um gecede bu masum gözleri görememiştim. 

“ En önemlisi benim gay olabileceğimden şüphelenmeye başladıktan sonra bana yaşattıklarından dolayı çektiğim acılar. O bana acı çektirirken kabahatli benmişim gibi duyduğum suçluluk duygusu… Bazen kendimden nefret edip ölümü düşünmem. Seni tanıdıktan sonra neden bilmiyorum ama kendimle barıştım General Nemeçek. Hatta gay olmakla, farklı olmakla, böyle doğmakla gurur duyuyorum artık. Ama beni yalnız bırakmayın ne olur. Çünkü bunlar sizin sayenizde”

“ Biz kimseyi hele senin gibi masum güzellikleri asla yalnız bırakmayız General Nemeçek”

Bu da bir ilk. İlk defa benim gibi insanlara başka karakter isimleri takan bir deliyle tanıştım. Üstelik öyle ki aynı ismi hem bana hem kendine taktı. Benden daha delileri de varmış demek ki. Söylediklerimden biraz utandı çokça mutlu oldu. 

Hele ona General Nemeçek dememden gururlandı. Çocukları mutlu etmek ne kolay bilseniz. Onları gerçekten sevseniz bilirsiniz zaten. Onların iyiliğini istiyoruz ayağına hayatlarını karartmazsınız. Kimse kimsenin canını yakarak iyiliğini istemesin please…

“ Hadi artık Nemeçek ne dedi baban anlatsana” meraklı Eylem konuştu dayanamadı.

“ Oturup konuşalım. Bir orta yol bulalım, anlaşalım dedi. İlk defa Mert’i suçlamadan bir konuşma yaptı. Annemin beni çok özlediğini söyledi. Oysa anneme çocuğu bu hale getiren sensin bundan sonra ilgilenmeyeceksin demişti. Beni annemin sevgisinden bile mahrum etti. En önemlisi, ben bitsin konuşması artık diye, tamam arıycam ben seni, dedikten sonra telefonu kapamadan önce, seni seviyorum dedi yazdan beri ilk defa”

Babası numara yapmıyorsa eğer, sevgi galebe çaldı yine. İnşallah söylediği söz de samimidir. Ben kendi babamı sevemiyorum artık. Ama şu meşhur söze de inanıyorum sonuna kadar; babasız kalmak savaşın ortasında silahsız ve komutansız kalmak gibidir.

Kapıda bir takırtı tukurtu oldu. Susup dinledik sesi. Ses kesildi zil çalmaya başladı. Hepimiz birbirimize bakmaya başladık korkuyla. Daha ilk eylemimizdi. Bizim için değerli bir savaşçımızı esaretten kurtarıyorduk ki… Sanırım örgüt evi basıldı.


≈≈≈



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler