Yeni Yaşam 21 ~ sürekli daha yüksek zirvelere

 


YY_21 ~ sürekli daha yüksek zirvelere ~



Kaan’ın muammalığının kaynağının, en azından maddi yaşanmışlıklarını öğrendik sayılır… Bir insanın yüzde yüzü pek de bilinemez zaten… Her insan biraz gizemdir. Ademin kendi bile, kendini ne kadar tanır, bilir ki? Esasen, çoğu insan sadece yaşayıp gidiyor işte… Ne kendinden, ne de yaşadığı dünyadan haberi bile olmadan. Gariptir, belki de en mutlu insanlar da bunlardır… Çünkü bilmek başa beladır…


Babamın kaybıyla ilgili şunu düşünüyorum son günlerde… Ne garip eğer babam kaybolmasaydı, Kaanı tanıyamayacaktım. Yani en sevdiğim insanı kaybettim. Ama aşık olduğum insanla tanıştım. Bu ne? Karma mı? Bir de aşık mıyım? Aşk ne ki? Onu bilmeden, aşık olunabilir mi?


Ben eskiden olduğu gibi… Hiç bir şeyin farkında olmadan, rüzgara veya akıntıya bırakıp kendimi, süzülsem sadece… Mesela, Kaan’ın kucağında olsam… O güvenli limanda… Kokusuyla nefes alarak… Sütüyle beslenerek… Onu severek, onun sevgisiyle yaşasam… Gamsız, kedersiz… Böyle bir hayat olabilir mi? Ana karnında gibi sanki. Oysa bu imkansız… Eninde sonunda, doğmak zorundayız bu kahpe dünyaya…


Artık Kaan’ın benim bilmediğim bir sırrı kalmayınca… En azından ben öyle sanıyorum. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlama hissettim. Ama gizlediği şeyin, ne kadar garip olduğunu öğrenince de, başka bir sıkıntı çöktü üstüme. Annesi daha doğarken ölmüş bir çocuk… Anasız, dayakçı bir babayla büyüyor… Sonra da babamdan para alamıyordum, eve gitmek istemiyordum, bahaneleriyle, anası yaşında kadınlarla para için yatmaya başlıyor! Şimdi de, cebinde balya balya paralarla dolanıyor… Bu ne peki?


¨¨¨


Kaan’a ilk oral boşaltma işimi başarıyla tamamlayıp ödül olarak bana erkek sütünü içirince, o rahatladı ben de ona doydum. Biraz daha iyileştim. Belki biraz da güçlendim. O akşam birlikte Man.City’nin hafta sonu oynadığı bir maçın tekrarını izledik. Ne alaka bilmiyorum. Maç bitince, Kaan stilinin Kevin De Bruyne’ye benzediğini söyledi. Ulan, De Bruyne orta saha… Sen forvet oynuyorum demiştin. Nasıl benzersiniz anlamadım… Ama bir şey de demedim. O ne derse doğrudur, diye düşünmek hoşuma gidiyor çünkü. Bir şey demiş olmak için konuştum sadece…


“İkiniz de sarışınsınız. Ama sen daha güzelsin aşkım. Bakarsın, seni de Etihad’da top tepiklerken seyrederiz… Artık, aldığın astronomik transfer paralarıyla da evleniriz inşallah. İngiltere’de beni de tepiklersin…”


“Çok isterim!!!”


“Hangisini… Etihad’da top tepiklemeyi mi? Benimle evlenip, Manchester’da beni tepiklemeyi mi?”


“İkisini de… Ama en çok seni!!!”


Söylediğimiz saçma sapan şeylere ikimiz de kahkahalarla güldük. Bu aşk değil mi? Oral operasyon sonrası, bokserlerimizi giyip yan yana sırnaşık oturmaya başladığımızdan beri, el ele tutuşuyoruz. Maçı seyrederken de, öyle oturduk. Hiç sıkılmadık… Yapışık ellerimiz hiç terlemedi, karıncalanmadı, kaşınmadı… Bu aşk değil mi? Top tepiklemek kadar, beni tepiklemeyi de seven aşkıma içim ona akarak baktım… O da bana sımsıkı sarılıp dudağıma yapıştı… Beni kucakladı ve yatak odasına doğru aktık… Bu da mı aşk değil?


¨¨¨

Zaman da su gibi akıyor. Kaan’la birlikteyken yani. Gece beraber uyuduk ya… Ilık gölgesinde nefes bile almak o kadar rahatlatıcı ki… Deliksiz uyku ve sabah zinde uyanış… Akşam sütünü içtikten sonra yemek yemediğim için çok açım. Okula gitmeden gerçek bir kahvaltı gerek bize. Çünkü, Kaan zaten hep aç. Yediğini, aşağıdaki karmaşık gelişmiş son model sistemi yutuyor tabi. Bir de, o kadar aç koca karıyı doyurmak kolay mı?


Ne zaman uyandırsam onu, önce şaşırıyor. Nerde olduğunu hatırlamıyor tabi. Her gün farklı bir yerde yatınca, insan karıştırıyordur nerde uyandığını. Ama beni görünce de hep gülümsüyor ya… Yediği haltları unutup, onu bir güzel çocuk gibi seviveriyorum ister istemez. Ama açlığımı o bile bastıramıyor.


“Hadi kalk…Dışarda kahvaltı edek, ölüyom açlıktan.”


“Tamam, seni çok güzel bir yere götüreyim istersen. Açık hava, akşama kadar takılırız orda.”


“Kışın ortasında ne açık havası Kaan. Ayrıca, okul var lan…”


“Asalım okulu…”


“Yok abi. Okula gidicez. Hem iyi öğrenci olucaz, hem de başarılı mezun olucaz. İyi bir üniversitede okuyacaz.”


“Paramız var bu kadar kasmanın anlamı ne? İstediğimiz gibi yaşayabiliriz.”


“Sadece başarılı insanlar istedikleri gibi yaşarlar. Para tek başına bir güç unsuru değildir. Misal, premier ligde oynamak istiyorsan akıllı adam olmak gerek.”


“Minik sonuçta hepsi para kazanmak için değil mi?”


“Değil abi… Parayı, iyi eğitimle sağladığın akıl yoluyla kazanmalısın.”


“Sen aklınla değil şeyinle para kazanıyorsun mu diyorsun yani!!!”


Bunu fırça atar gibi söyleyip kalktı banyoya gitti. Yine bok ettik her şeyi. Amına koyum ben aptal bebenin tekiydim. Mutlu mesut yaşıyordum. Bu söylediğim laflar hep babamdan duyduğum ama hiç anlamadığım şeylerdi. Şimdi Kaan’ı tanıdıktan sonra yaşadığım depremlerle, her şeyi yerli yerine oturdu. Hayatı sanki derinden anlamaya başladım. Ama yaptığım ukalalıklar işime yaramaktan çok sevdiğim tek insanı benden uzaklaştırmaya yaradı. Herif ister aklıyla, ister şeyiyle kazanır parayı. Sana ne amcık!!!


Arkasından, ben de girdim banyoya. Duş alıyordu. Duşa kabini açıp, yere bakarak ağlamaklı konuştum. 


“Ben de gelebilir miyim?”


Onsuz yapamam bundan sonra. O zaman, çenemi tutmasını öğrenmem gerek. Zaten sinirli birini, tahrik etmek neye yarar? Sadece, seni bırakıp gitmesine… Gerçi Kaan bana hep, sen ne yaparsan yap, sana kızmam, demişti. Ama ben yine de onu kızdırmaktan korkuyorum. Babam gittikten sonra, her şeyden korkuyorumdum aslında… Şimdi Kaan yanımdayken hiç bir şeyden korkmuyorum. O beni bırakırsa diye korkuyorum sadece…


Ses çıkarmayınca, hemen külotumu ve tişörtümü çıkarıp girdim yanına. Elindeki lifi alıp, onu sabunlamaya başladım itinayla. Biraz sert bastırsam lifi, kızarıveriyor kar gibi teni. Önünü döndürünce, yine dev gibi şeyiyle yüzleştik… Neyse ki inik. Bakmamaya çalışarak sabunluyorum ama görmemek imkansız, gözüm kayıyor istemsiz… Kaan şaşpik hareketlerime gülmeye başlayınca… Öyle rahatladım ki… Ben de gülmeye başladım. Sarıldık birbirimize, öpüştük sular altında…


“Saçma sapan konuştuğum için, özür dilerim” dedim çıkınca duştan giyinirken.


“Önemli değil… Senin de haklı olduğun noktalar var aslında…”


Bu çocuk neden giderek daha olgun ve anlayışlı bir erkek havalarına girip beni iyice kendine aşık ediyor? Babamın yokluğunda onun yerine mi geçmeye çalışıyor? Okulun ordaki Starbucks’ta kayıntımızı yaptık ve eğitim yuvamıza uçtuk. Artık bu dandik okul, bana sanki İngiltere’de bir kraliyet koleji gibi geliyor. Öylesine hevesliyim ki… Çünkü içim umut dolu… İnsana yaşama sevinci veren en güçlü duygu bu…


Geçen hafta pazartesi günü başlamıştım bu okula… Bir tesadüf tek boş yer Kaan’ın yanına düştüm, nası bi düşmekse artık. Daha kalkamadım ayağa. Ama ilk gün, o yoktu okulda… İkinci gün yani salı ilk defa gördüm, onun ne zaman ne yapacağı belli olmaz kurt gözlerini… Karnıma yumruğu geçirdiğinde… Hayvan!!! demiştim ona, içimden tabi… Bu gün de salı olduğuna göre… Tanışmamızın ilk haftası yani. Ne dolu dolu geçti yedi gün… O Hayvan!!! benim için dünyanın en tatlı hayvanı artık… Bakalım evcilleşebilecek mi, mavi kurt… Parçalamadan beni veya başka birilerini…


¨¨

Zaman geçti. Tanışmamızın ilk ayını doldurmak üzereyken, artık ilişkimiz düzenli bir rutine oturdu sayılır. Haftanın en az üç günü benimle kalıyor aşkım, diğer günler güya babasının evinde kalıyor. Bunun yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz ama bu hassas konuda sadece gözlerimiz konuşuyor. Dile gelirse bazı şeyler, her şey berbat olabilir. İnsan ilişkileri konusunda bu kadar kısa sürede neleri öğrendim… Ya da hatırladım mı? Doğarken insan bilgiyle doğar derdi babam… Bilgisayarların, içinde işletim ve uygulama programlarıyla beraber gelmesi gibi… Ama onu kullanma becerisi bize düşüyor… Buna da hatırlamak diyebiliriz…


İkinci dönemin ilk sınavları yaklaşınca, Kaan’la ciddi bir konuşma yaptım. Bundan sonra birlikte ders çalışacağız, gerekirse başkan Melissa’dan destek alacağız. Ama sınıfta kalmak zaten yok da… Notlarımızı da baya bir yükselteceğiz, dedim. Bu ciddi konuşmayı Kaan ne kadar ciddiye aldı bilemem. Ama sike sike onu da çalıştırmaya kararlıyım… O benim popomu beceriyorsa, ben de onun beynini sikicem…


Okuldan çıktıktan sonra, Kaan varsa zaten doğrudan eve gidiyoruz. O yoksa da ya eve ya da Melissa’lara gidiyorum. Ve nerde olursam olayım her akşam en az iki saat ders çalışıyorum. Yalnız başıma, Kaan’la veya Melissa’yla… Bazen de üçümüz. Bu şölenlere Emre nadiren katılıyor. Onun önemli işleri de Kaan’ınkilerle aynıymış. Yani kankalar aynı zamanda meslekdaşlar da… Rezillik diz boyu…


Bu arada Melissa’nın anne ve babasıyla da tanıştım. Dünyada bu kadar tatlı, sanki bu zamandan değilmiş gibi iki insan olabilir mi? Olabilirmiş hatta olmuş bile. Onlara gittiğimde gece de mutlaka onlarda kalıyorum bırakmıyorlar çünkü beni. Annesi yani Muazzez teyze, bana o kadar içten oğlum diyor ki… Annem bana öyle hissettirmemişti hiç, oğlum derken. Gözlerimin içine öyle bir sevecen bakıyor ki… Sanki, ben acılarını anlıyorum oğlum her şey düzelecek merak etme, der gibi…


Ablam da hala beni hiç aramadığında göre… Benim belki de yeni bir ablam ve yeni bir annem oldu… Kim bilir? Başkan ablam, Melissa. Pamuk annem, Muazzez. Kaan? O bütün boşlukları dolduran… Sihirli değnekli, joker eleman. Nerdeyse, babamın acısını unutturdu lan herif bana… Boru mu bu? Evet boru :)


¨¨¨

Evet, yeni okulumda… Ya da yeni yaşamımda ilk haftanın tersine… Yani aslında Kaan’la şey ettikten sonra, zaman sorunsuz ve buna bağlı olarak hızlı akmaya başladı. Okul süper gidiyor… Kaan’ın ki bile, o derece yani… Öğretmenler resmen beni sevmeye başladılar. Bu yaşamımda bir ilktir. Çoğu zaman benim farkıma bile varmazlardı. Bir nevi görünmez adamdım ben okulda hep. Şimdi, aranan adam oldum. 


Üniversite sınavına daha çok var ama… O zamana kadar bozmadan kendimizi, üstüne koyarak gidersek böyle… Melissa ve ben, belki Kaan da, iyi bir derece yapabiliriz sınavda… Şimdiden bunu kafaya takıyorum ben. Okul da bunun derdinde haklı olarak. Bu güne kadar ki mezunlar arasında bırak derece yapmayı, şöyle taşaklı bir okula giren bile olmamış… Keşke en yüksek puanı, Kaan alsa… Bence başarı en çok ona yakışıyor. Çünkü, ona her şey yakışıyor…


¨¨¨

Bir cuma günü yine Kaan’la beraber okuldan çıkmış ve eve gelmiştik. Film, dizi, maç filan derken… Zaman onunla yine büyülü bir sahnede oynanmış gibi geçivermişti. Gece uykumuz gelince yatmıştık… Ama ben artık hiç yastıkta uyuyamadığımdan yine onun çıplak göğsüne başımı koyunca… Ah o teni, o kokusu beni çıldırtınca yine… Ben azınca, bir koku mu yayıyorum ne? Hemen anlıyor o. Aramızda konuşmadan, bakışarak anlaşmayı bile aştık artık. Kokularımızla ya da belki beyinlerimizin yaydığı elekromanyetik dalgalarla iletişiyoruz.


O gece yine bir öncekini aşan bir güzel sevişme yaşadık. Durmadan rekor kıran olimpiyat sporcuları gibiyiz… Her yeni birleşmemiz bir öncekinden daha müthiş sanki. Benim için nedeni şu gibi… Aldığım zevk her seferinde orgazm ve boşalma olarak yaşanmayabiliyor. Ama hep, karnımla beynim arasında acayip bir bir dalga akıyor… Bu gidip gelen şey müthiş bir hoşlanma, keyif ve doyum yaratıyor ben de. Bunu yaşadıkça, her sefer dozajı da artıyor sanki… 


Kaan için ise, daha uzun süre sevişiyor benimle her yeni seferde… Daha çok içimde kalıyor, sanki daha çok sertleşiyor ya da öyle hissettiriyor… Bir başka dokunuyor, okşuyor, öpüyor… Belki de o böyle olduğu için ben daha çok zevk alıyorum. Bir ihtimal da benim yaşadıklarımı hep o anladığı için, bu kadar yükselebiliyor bana karşı… Kim bilir? Yine tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan hikayesi…


Bildiğim biz bir şekilde birbirimizi tamamlıyoruz ve sürekli daha yüce zirvelere çıkıyoruz birlikte… Bu bazen korkutmuyor de değil beni… 


~~~

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 1 ~ ben ata