Liseden Üniversiteye 72 ~ tanrı günah olmadan var olmaz



Liseden Üniversiteye 72



~~~ tanrı günah olmadan var olmaz ~~~



~ Kütükler kalın, sert ve yıkılmaz görünürler ama cansızdırlar, 
~ fideler ise ne denli kırılgan görünseler de taze ve canlıdırlar 

~ Tarkovski



Yaşam yazılmış garip bir kod aslında. Çok karmaşık ama aslında çok da basit. Tek çare bu kodun işleyişini anlayabilmek. Anladım sandıkça daha da karışıyor bazen, dikkat. Balık tutmak gibi; odaklanma, hüner ve sabır istiyor.

Biraz da inanç tabi. İnanmadan hiç bir şey olmuyor. Güçlü insanlar genelde inançsız olurlarmış. Belki de hiç bir şeye boyun eğmek istemedikleri için. Ya da boyun eğmeye gereksinim duymadıklarından.

Günah işlediklerini düşünmezler. O nedenle de tövbe etmezler. Oysa insan günahkârdır. Günah olmasa tanrı da olmaz. Tanrısızlık mümkün mü? Tanrısızlık da bir başka tanrı düzeni olduğundan bu pek mümkün görünmüyor bana.


Sinan bana bakarken, telefon bıngırdadı cebimde. Aslında bakmama gerek yok. Bu durumdayken kimin arayacağı belli. Hep aramasını istediğim ama en olmadık zamanda arayan biridir yine. Zurnanın zırt dediği yerde Celâl mesaj atar. Şimdi de Mert üflüyor. Hemen açtım.

Can 📞 Mert 

efendim mert

Mert 📞 Can

neredesin cafeye geldim yoksun

Can 📞 Mert

tamam geliyorum hemen

Kapadım telefonu suratına. Allahım neler yapıyorum ben ya. Sinirden deliriyordur şimdi. Ne yapabilirdim ki başka. Sinan beni yiyor caddedeki cafede, gel sen de katıl üçlü yapalım mı deseydim. Gelir mi gelir.

" O aradı değil mi. Suratın yine kireç gibi oldu. Neden korkuyorsun ondan bu kadar. Seni birşeylere mi zorluyor yoksa. Bak söylemen yeter gider ağzını burnunu dağıtırım"

" Saçmalama Sinan. Benim hemen gitmem gerekiyor kusura bakma"

" Bırakayım ben seni"

Bana bakıyor kızgın. Kızmayan bir sen kalmıştın Sinan, sen de katıl hac kervanına. Ne olacağını zannediyordu anlamıyorum. Topraktan neşv-ü nema eden gül fidesi gibi birdenbire ortaya çıkınca kucağına atlayacağımı filan mı?

Fırladım, arkama bakmadan koşmaya başladım. Niye koşuyorsam, Naruto kovalamıyor ki. Ben Naruto'mu istiom yaa. Sanırım cafede ki herkes bana gülmüştür arkamdan. Irzını korumaya çalışan çocuk, sapığın kollarından kendini kurtardı ve caddede imdat! diye bağırarak kaçmaya başladı.

Günün sürmanşetini attılar. Yine manşetlerdeyim. Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Ama benimkiler nedense hep kötü. Bekleyen boş bir taksiye atladım. Cebimdeki balya işe yarayacak, ilk maaşımı çektim de. ATM'ler en iyi dostum bundan kelli. I♥️🏧

Sinan'dan mı kaçıyorum, yoksa Mert'e mi koşuyorum acaba? Nereye, diye soran taksiciye 50 ₺ verdim. Moda'ya ama uç abi üstü senin, dedim. Kaptan ara sokaklar filan harbi uçtu. On dakika sonra cafenin önündeydik. Saat daha 1 sayılır. Mert bahçede Cihan'la viski içiyor.

Koşarak gittim yanına. Bu da sinirli bakıyor bana ya. Herkesi aynı anda nasıl sinir ediyorum ben. Ulan bir iki saat kadar bir arkadaşımla oturdum. Biraz ahlâka mugayir şeyler olmadı değil ama ben kılımı bile kıpırdatmadım ki. Ne yapayım üstüme saldırdı.

Tabi esas suçlu tecavüze uğrayanlar değil mi. Kuyruk sallamıştır muhakkak. Ben sallamadım valla. Eski sallamaları yürürlüğe koydu Sinan. Ama onlar zaman aşımına uğramadı mı. Hukuken geçersiz. Tecavüzcülerde hukukun üstünlüğüne saygı duyacak feraset nerede.

Mert ne diyecek diye ayakta bekliyordum. Kolumdan hayvan gibi çekip oturttu sandalyeye. Oturduğum pardon otutturulduğum sandalyeyi de sertçe kendine doğru çekti. Kalbim yine patlayacak gibi atmaya başladı. Bütün vücudum titriyor.

Burnumun dibine girdi. Of nefes alışları hızlı, boku yedik. Bana bakıyor ben yere bakıyorum. Şimşek çakıyor delici bakışları. Bugün ikinci defa korkudan altıma etmek üzereyim. Ama Sinan'a yaptığım gibi, ben bir tuvalete gideyim, diyemiyorum tabi.

" Suratıma telefonu kapattın farkında mısın? Nerdeydin sen"

Sakince söyledi bunu. Bu iyice sinirli olduğunun nişanesi. Sinan'la birlikteydim, desem. Ben sana gitmeyeceksin demedim mi, diyecek. Dedin evet. İyi de ben Sinan'a ne diyecektim. Annem izin vermiyor sokağa çıkmama, top oynayıp terler hasta olursun, diyor mu?

Gerçi annem öyle bir şey söylemez. Çünkü ben ne top oynarım, ne terlediğimi gören var. Ne de sokağa çıkardım çocukken. Tam tersi ben sokağa çıkayım diye annem gözümün içine bakardı. Ama ben hep eve demir atardım.

Yalan söylesem Mert'e, kim olduğunu bilmediğim güçler tarafından nasıl olsa yalanım orta yere foşurt diye saçılır. Bu defa iyice delirir, üstüme saldırır. En iyisi ne olacaksa önceden olsun amk. Ne kadar çok küfür etmeye başladım ben ya.

Hani ben artık Mert'in suratına bakabilecektim. Nerdesin der demez koşturduk, suratım yerlerde yine. Ne oldu verdiğim kararlar. Kanun hükmünde kararnamesi bile yayınlanmıştı Resmi Gazete'de.

Resmi Gazete'yi bile takan kalmadı. Madem aldık uygulayalım kararı. Kararlı kaldırdım kafamı. Gözlerinin içine baktım, yanıyor. Ben de yanıyorum. Hâlâ burnumun dibinde. Yüzümde dolaşan mis gibi bourbon kokusuna karışmış güzel nefesini çektim içime.

Masada duran viski bardağını alıp, ne kadar kaldığına bile bakmadan diktim kafaya. Yandım ama nasıl tatlı. Önce mideme kadar bilâhere ayak parmağımdan beynime kadar güzelce uyuştum. Titreyen sesimle zor da olsa konuştum.

" Sinan'la buluştuk, söylemiştim sana biliyorsun"

Elini kaldırdı vurucak gibi. Sonra yavaşça indirdi. Eliyle ağzımın iki yanından tuttu, sonra sıktırdı. Tavşan dudağı yakıştı mı acaba? Acıdan gözlerim doldu, hoşuna gitti hayvanın. Göz gözeyiz, hafifçe güldü. Bu ne acaba? Ne demek istiyor?

" Ben sana gitmeyeceksin dediğim halde gittin ha"

" Bi saat otuvdum sadece. Sen ayayınca da gedim heen"

" Eskiden seviyor muydun bu Sinan'ı sen"

Cevap bekliyor ama çenemle ağzımı birbirinden ayırmaya çalışırken nasıl konuşabilirim ki. Ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Yavaşça elimi kaldırıp, parmağımla mengene gibi sıkan elini gösterdim. Biraz gevşetti mengeneyi. Güçlükle konuştum, bazı harfler yok.

" Yani şidi niye soyuyosun bunu"

" Ya bırak soruyu cevap ver sen"

" Seyiyodum"

" Bundan sonra sevmiyceksin"

Ben susunca tekrar sıkıştırdı mengeneyi. Başımı salladım, olur anlamında. Bıraktı. Başüstüne sevmeyiz. Senden başka kimseyi sevmeyiz. Sen benden başka herkese çakmaya devam et ama aksatma sakın.

İskemleyi yerine çektim geri. Cafenin bahçesinde bir kaç masa var neyse ki. Garip bakıyorlar haklı olarak. Denizin o tarafa doğru baktım. Bazen uzaktan daha güzel görünüyor. Eylül ayı ne güzel ay. Çünkü denizin en masum göründüğü mevsim.

İstanbul'da denizle sürekli birlikteliğimiz ikinci yılına girdi, mutluyuz onunla. Çok alıştım ve iyi tanıdım onu. Geçen yıl ben ilk geldiğimde de böyleydi. Utangaç çocuklar gibi sanki. Hem çok tatlı hem çok gizemli. Ha bi de ben Eylül'de doğdum la. Yarın doğum günüm. 🎉

Bakalım hatırlayacak mı Mert. Elli defa söyledim nerdeyse. Sanmıyorum hatırlayacağını ya. Kendi doğum gününü bile kutlamıyor ki. Gerçi ben de 11-12 yaşlarımdan beri kutlamadım hiç doğum günümü.

Annem güzel pasta yapar üstüne mumlar filan dikerdi. Ama ben somurtur otururdum. Doğum günümü kutlayacak arkadaşım yoktu ki. O zamana kadar annem komşu çocuklarını filan çağırır yapay bir cümbüş yaratmaya çalışırdı.


Ama artık bunlara kanacak kadar çocuk değildim. Onlardan ne kadar farklı olduğumu anlamıştım bir kere. Okulun bana faydası bu oldu, öteki olduğumun keşfi. Yoksa okulda edebiyat hocam dışında hiçbir öğretmenden bir şey öğrenmedim ve sevmedim onları.

İdiot öğretmenlerin anlattıkları şeyleri her zaman ben onlardan daha iyi biliyordum. Ve benim için yalnızlığın daha iyi olacağına küçük aklımla karar vermiştim. İstemedim kimseyi bir daha, Sinan dışında. İlk geçen yalnız doğum gününden sonra pasta da istemedim bir daha.

Doğumumun kutlanacak bir şey olduğunu da düşünmedim. Annem babam da bu durumu ister istemez kabullendiler. Ama şimdi Mert'le kutlamak istiyorum doğum günümü. Bana bir şey yapsın da ne olursa olsun bu fark etmez.

Benim için bir şey yapsın. İsterse silahı çıkarıp alnıma dayasın, boşaltsın şarjörü kafama. Ben gülümserim ki ona ölürken bile. Mert duruldu neyse ki. Cihan'la okulun yüzme takımından, basketboldan filan konuşmaya başladılar.

Ben de sessizce oturdum sadece. Sinan'a çok ayıp ettim. Elini bile sıkmadan kaçtım gittim. O da yapmasaydı o şeyleri bana. Heyecan ve korkudan ölecektim nerdeyse. Ya görseydi Mert bana yaptıklarını. Ne derdim ona.

Onlar konuştu ben denizi seyrettim. Ara sıra da Mert dalmış konuşurken Cihan'la, viskisinden çöplendim. Gördü tabi ama görmezliğe geldi. Mengenesini çenemden çektiğinden beri konuşmadı benimle ve suratıma da bakmadı.

" Yukarı çıkabilir miyim ben"

" Ne yapıcan yukarda"

" Film seyrederim"

" Otur işte hem beraber olalım diyorsun hem de gitmek istiyorsun"

" Sen benim söylediğim şeyi düşünüp bir karar verdin mi?"

Ayağa kalktı kolumdan tutup beni de kaldırdı. Kötürümüm ya kendim kalkamıyorum. Sürükledi beni. Ulan ağzın dilin yok mu söylediğin bir şeyi mi yapmadık da zor kullanıyorsun. Ha bir şey hariç. Koparır gibi sıktırarak kolumu, yukarı odaya kadar sürükledi.

~~~

" Ne senin zorun"

" Bilmek istiyorum sadece"

" Neyi ulan"

" Senden rica ettiğim şeyi kabul edicek misin?"

" Etmiycem amına koyıyım. Sen istiyorsun diye bırakmıycam da seni. Sinan denilen çocukla görüşürsen bir daha onun da bacaklarına sıkıcam. Kötürüm kalsın ibne. Var mı bir diyeceğin!!!"

Yok bir diyeceğim. Ellerin dert görmesin, sık. Ben de ibneyim, bana da sık. Ama benim kafama sık. Hatta Sinan'ın da kafasına sık. Öyle bir güzellik sakat kalmamalı. At soylu bir hayvandır. Sakat atları vururlar biliyorsun. Atları da vururlar unutma.

Sakatlık ölümden beterdir onlar için çünkü. Sinan da soyludur. 3 yaşlı ingilizim benim. İlk yarışında sakatlatır mıyım ben onu. Kapalı gözlükle koşuyor zaten. Hep merak etmişimdir, atlar koşuyor ama yarışları düzenleyen kurumun adı Türkiye Jokey Kulübü.

Neden amk. Neden her şey ters bu dünyada. Ya da ben mi tersoyum. Bana mı ters geliyor herşey. Neden ben lan. Ne suçum var. Sinan bana dünyanın en masum insanısın demedi mi? Bunlar ne o zaman.

Kural bu değil mi. En masumdur kurban olan. Biz itirazsız boynumuzu uzatırız çünkü keskin bıçağa. İlahi baba, merhametli baba değil midir Abhiram. Neden oğlu İshak'ı, neredeyse kurban ediyordu.

Neden çocuklar babalarını taparcasına severler ama bazı babalar çocuklarını sevmezler ve kıyıcıdırlar onlara karşı. Tanrılar acımasız mı olmak zorundalar? Yoksa tanrı olunmuyor mu? Zor ve şiddet mi gerçekten yaşamın ebesi.

Neden İshak'ı seçti Abhiram. Ben neden seçildim. Sen istiyorsun diye bırakmıycam seni, diyor. Ben ne istedim de yaptın ki bugüne kadar zaten. Bırakma. Bir de tasma tak, köpek gibi dolaştır yanında. Bunları anlatsam mı Kaptam babama. Sadece onu dinliyor Mert sonuçta.

" Bu Sinan kafanı mı karıştırıyor senin"

Taktı Sinan'a kafayı. Takacak illâ bir şeye. Bana tak derdim ama seks yasak bana artık. Sen git Ömerciğine tak. Gitti o artık evden sanırım, cafeye geldiğine göre zalim sahip. Bana bakıyor bir şey söyleyeyim diye.

Car car konuşmama alıştı ya. Yanıt yok koçum bundan sonra sana. Verecek yanıt kalmadı tükettin, siktin attın her şeyi. Sinan'ın bacağına sıkmak ne olum. O biraz sıkar. Ben siper olurum ona. Ya da görmem onu bir daha.

Kimseyi de görmem. Oyarım gözlerimi seni de görmem. Gördüğümde nasıl olsa hep bir arızasın. İçimdeki koçu da kurban ettiğime göre bir şey yapamayız senle. Ancak böyle anlamsız bakışırız. İlk defa bırakıp beni gitmesini istiyorum.

Bitkinim dayanacak gücüm kalmadı artık. Uyuyabilirsem uyumak istiyorum sonsuza kadar. Unutmak herşeyi ve uyandığımda yepyeni bir dünyaya uyanmak. Güneşli hep, denizde hep, yüzmek hep, derin soğuk sularda nefessiz kalmak hep.

Böyle bir dünyada yapayalnız kalmak istiyorum. Tekrar yalnızlığa dönebilir miyim bilmiyorum. Neden hiç normal arkadaşım yok benim. Herkesle mutlaka bir olay yaşamak zorunda mıyım. Sıradan biri olamaz mıyım.

" Hep susucan mı sen ya. Bir kıl kuyruk çıktı bütün huyun değişti. Ne yaptı bu it sana"

" O bir şey yapmadı sen yaptın. Bitirdin beni. Yokum ben artık. Sinan'ı da görmeyeceğim bir daha. Seni de görmek istemiyorum. İzin verirsen tabi. Onun için de senden izin almamız gerekiyor"

" Hadi toparla eşyalarını eve gidiyoruz"

Sandalyeye çöktüm, başımı da masaya dayadım. Ne yapacağım şimdi. Mert beni çağırıyor ama ben öylece duruyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bu ben miyim onu da bilmiyorum. Kafamı kaldırıp şaşkın baktım ona. O sakince bakıyor bana.


" Duymuyor musun beni Can. Gitti Ömer evde yok artık. Hadi gidelim diyorum sana. Sen ne yapıyorsun?"

" Nothing sir"

" Düzgün cevap ver"

" Bir şey yapamıyorum efendim"

" Can!!!"

" Bundan sonra, Ömer'i veya bir başkasını getiricen mi eve"

Bak şu konuşana, der gibi bakıyor bana. Neyse ki sinirli değil. Bundan sonra beni dövmeyecek herhalde. Yoksa çoktan çakmıştı kafama. Direnişimiz kır çiçekleri gibi bitiyor dağlarda. Bakalım ne cevap verecek ulu önder Atamert.

" Hadi uzatma artık"

" Yalvarırım soruma bir cevap ver"

" Tamam düşünürüz"

" Neyi düşünürsünüz"

" Kaşınıyorsun ama"

Kalktım mecburen. Düşünceli çocuk, düşünecekmiş. Çok düşünerek haraket eder kendileri. Çantamı hazırladım. Haftaya okul açılıyor, bir iki tane kitap aldım formdan düşmemek için. Beni yatağa doğru itti.

Gözlerimi kapattım. Yanağımı öptü yavaşça. Boynuma indi oradan. Kokusunu çektim içime sadece. Bu bana yeterli artık. Daha büyük şeyler yaşamak istemiyorum artık. Altına girmek istemiyorum artık.

İçime girsin istemiyorum artık. Kendimden geçmek istemiyorum artık. Kalbimin zevkten de korkudan da, patlar gibi atmasını istemiyorum artık. Bu çok acı veriyor bana artık. Sırt üstü yatırdı beni yatağa.


Üstüme çıkıp öpmeye başladı dudağımdan. Karşılık vermedim ya da veremedim. Kendimi öyle şartlamışım ki. Mert'in benim yanımda başkalarıyla olması öyle içimi yaralamış ki. Hem de yavaş yavaş kanserli hücre gibi büyümüş içimde. Kalktı üstümden.

" Hadi gidelim eve. Canın istemiyorsa zorla yapacak değilim"

Zorla yaptığını da biliriz biz senin ya... Neyssse…

≈≈≈

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler