Yeni Yaşam 27 ~ orman ve göl atla ve öl
YY_ 27 ~ orman ve göl atla ve öl
Hiç böyle bir şey beklemiyordum. Yani Kaan’ın bana sormadan oldu bittiye getirip beni evine getirmesini. Bundan sonra burda yaşayacakmışız! Üstelik onun bile doğru dürüst kendi evinde kalmadığını ve babasıyla arasının pek de sevecen olmadığını düşününce… Bunu neden yaptı hiç anlam veremiyorum. Melissa’lardan çıktıktan sonra taksiyle en fazla beş on dakika yol gittik ve bir dağ yamacına geldik. Ne çabuk koca şehir bitti ki… Beni dağa mı kaldırdı acaba? Keşke:)
Diye düşünürken ben… Geldiğimiz yerin evi olduğunu anlayıverdik işte… Babasıyla tanıştım. Babası benim burda kalmama pek sıcak bakmadı. Ama oğluna yekten karşı da çıkamıyor gibi… Sonra beni odasına getirdi, eşyalarımı bile kendisi yerleştirdi ve şimdi babasıyla siyasi pazarlık yapıyor küçük diplomat… Büyük zirvede, kaderime nasıl yön verilecek acaba? Ben de her zaman olduğu gibi sadece bekliyorum…
Googleearth konumunu açtım. Görünüyor, gerçekten bir yemyeşil dağın eteğindeyiz. Ama ormanlık dağdan sonra şehir tekrar başlıyor ve İzmit’e kadar devam ediyor. Yani ormanlık alan bir dağ eteğindeyiz ama şehrin de içindeyiz. Burası, tam da Kaan ve babasına benzeyen gizemli ve tuhaf bir mahal. Hem doğanın içindeyiz hem şehrin. Hem de bir şatonun. Kötü haber, ne yazık ki kaçırmamış beni:)
Neyse ki giderken kokularını yatağında unutmuş… Onun yatağında, onun kokuları içinde uyuşuk bir şekilde sıcacık yatarken… Ben içinde bulunduğum durumun mutluluğunu yeni yeni fark ediyorum sanki. Aşık olduğum ya da olduğumu sandığım herifin yatağındayım. Üstelik bundan sonra birlikte yaşama şansımız var. Yani babası bir maraza çıkarmazsa.
O zaman fırsat bu fırsat. Kaan’a bundan sonra her gece evde olmazsan kalmam burda, desem? Böylece bir taşla, 2 kuş vururuz. Hem artık hiç ayrılmayız. Hem de o, o garip meslekten kurtulur… Benim minik kuşum yaa. Minik kuşla beraber, oldu mu sana 3 kuş:) Şu taşa bak sen, ne çok kuşlar vuruyor… O taş da benim işte:)
¨¨¨¨
Kaan ne konuştu babasıyla? Babası ne dedi ona… Sordum ama söylemedi bir şey… Biz Kaan’ın odasında kalmaya başladık bile. En cicisi, sabahları uyanınca ilk birbirimizi görüyoruz… Okula birlikte gittik. Okuldan çıkınca eğer Kaan, işim var bu akşam geç gelirim, filan cümleleri kurup sıvışmaya çalışırsa… Ben de o zaman eski eve geri dönerim, diyordum ona. Nasıl döneceksem? Anahtar bile ben de yok artık. Neyse ki o böyle ayrıntıları hatırlamaz. Belki de hiç unutmaz ama beni bozmamak için, hiç bir şeyi yüzüme vurmaz. Bunları, yani kafasının içinde ne düşünceler döner durur hiç bilemezsin…
Ne düşünüyor acaba? Diye onun o güzel gözlerinin içine bakıp duruyorum uyumadığım her dakika. Benden sıkılmaya başladı mı? Bunu da çok merak ediyorum. Aşağı yukarı üç haftadır Kaan’ların evindeyiz. Her gün birlikte döndük eve. Her gece birlikte, birbirimize sarılarak - ya da daha çok ben ona yapışarak ve göğsünü yastık ederek diyelim - uyuduk…
Bu süre boyunca futbol antremanları dışında, Kaan’ı hiç bir yere bırakmadım. Karılar devamlı aradılar, mesaj attılar… Ağladım zırladım… Olmadı, bağırdım çağırdım… Gerekirse ölümle tehdit ettim. Kimi mi? Duruma göre; ya onu öldürmekle veya kendimi intihar etmekle:) Ama hiç bir arama ya da mesaja cevap verdirmedim… Bir de futbol antremanına gittiğinde ben yanında olmadığımdan, o pipi kadar telefonunu benim cebimde artık. Çocuğun gül gibi mesleğini elinden aldım anlayacağınız. Bundan sonra birini becermek istiyorsa eğer, gece gündüz elinin altındayım zaten:) Buyursun beyim…
Para kazanmam gerek, konusunu da açamıyor artık. Çünkü biz evde uslu uslu oturup hayvanlar gibi ders çalışınca… Babası kesenin ağzını açtı. Kaan’a düzenli ve kalın harçlık vermeye başladı. Vedat amcanın oto sanayide dükkanı var. Ama sanırım esasen büyük bir sanayici kadar para kazanıyor. Altında son model bir Mercedes. Evdeki eşyalar filan baya havalı şeyler. Ev pırıl pırıl. Yemekler desen bonfile pirzoladan aşağıya düşmüyoruz. Ekmeğinden yoğurduna kadar her şey ev ve el yapımı enfes lezzetli şeyler.
Bu arada bunların hepsini Şahizer abla yapıyor. Artık evlere temizliğe gitmiyormuş. Sadece Kaan’ların eviyle ilgileniyormuş. Zaten bütün malikane Kaan’larınmış. Şahizer abla da oturduğu kat için kira vermiyormuş, çalışmalarının karşılığı olarak. Sanırım tekrar, zengin bir babam oldu:) Tek çözemediğim nokta, bu şatoyu neden varoş mahallelerin ve bir ormanın sınırına kurmuş ki?
Vedat amca gerçekten çok yumuşak huylu… Kaan’ın anlattığı profille pek uyuşmuyor. Belki de Kaan büyüyüp isyan bayrağını açtığı için değişti artık, bilemiyorum. Şimdiki hâli, etliye sütlüye karışmayan, tam delikanlı bir ev erkeği. Gerçi, pek kendini göstermiyor bize… Sadece evdeyse, akşam yemeklerini birlikte yiyoruz. Tanıma fırsatı buldukça onu, daha çok ısınıyorum…
Umarım Kaan da ilerde babası gibi olur. Gerçi, zaten Kaan ilk tanıdığım zamana göre çok değişti. Artık daha çok gülümsüyor… Daha az şeye sinirleniyor. Dolayısıyla, kavga dövüş yok. Birlikte geziyoruz, sahilde yürüyoruz. Kayalıklarda sote bir yer bulursak öpüşüyoruz. Birlikte netten dizi veya film izliyoruz… Hatta birlikte kitap bile okuyoruz. Yani ben okuyorum yüksek sesle, o dinliyor sessizce… Ama en fazla yarım saat dayanıyor, uyuyuveriyor sonra meleğim. O kadar mutluyum ki onunla…
Mutlu olunca insan, zaman da çabuk ve olaysız sakince geçiveriyor… Böylece, bahar geldi bile… Şubat’ta gelmiştim yeni okuluma… Dayak, aşk, sevişme, okul, dersler falan filan… Her şeyi yaşadık ve Mayısın ortasını bulduk. Yani, okulun kapanmasına az kaldı… Derslerimiz süper. Kaan bütün öğrencilik yaşamı boyunca ilk defa yüksek notlarla tanışmış oldu, sayemde:) Ben de şu anda sınıf, hatta sınıflar birincisiyim:) Yani başkanımı bile geçtim. Ama biraz da onun sayesinde tabii. Onunla birlikte çalışmalarımız olmasa, bu seviyeye gelemezdim.
Müdür, beni ve Kaan’ı çağırıp, çok çalışıp notlarımız böyle yükselttiğimiz için teşekkür etti bize. Önümüzdeki yıl da böyle çalışırsanız, üniversitede iyi bir yeri kazanıp, okulun gururu olursunuz da deyip, ara gazı vermeyi de ihmal etmedi. Bu arada müdürün hasta fenerli olduğunu ve yönetimden tanıdıkları olduğunu biliyorduk zaten. Bu olumlu gelişmeler üzerine futbol koçunu da arayıp Kaan’dan övgüyle söz etmiş. Bunları duyunca, Kaan’ın ağzı, kulaklarına kadar esnedi… Dışarı çıkınca da, mutlulukla anlamlı ve güzel yorumunu yapıştırdı. Sonra da hınçla, bahçedeki çalılıklara doğru tükürüğünü patlattı…
“Koç eskiden okuldaki durumuma çok kızıyordu… Artık, gelecek sezon ilk on birde yerim garanti amına koyum.”
Melissa’ya, sınıf birinciğini elinden aldığım için bana kızıyor musun? diye sorduğumda… Annenim lan, sütümle besledim seni, boynuz kulağı geçecek tabi, deyip beni dudaklarımdan öptü. Hem de sınıfın ortasında… Anneler oğullarına, böyle şeyler yapmamalı! Değil mi?
¨¨¨
En sonunda Haziran’a da geldik ve okullar kapandı nihayet. Notlarımızı internetten Vedat amcaya gösterdim. Kaan’ınkileri görünce ağzı açık kaldı adamcağızın… Kavgaları, olayları ve okuldan daha doğrusu okullardan atılmalarıyla ünlü oğlunun harika karnesi nasıl da sevindirdi ve belki gururlandırdı… Elindeki cep telefonunu göğsüne doğru götürdü yavaşça ve kalbine bastırıp gözlerini yumdu mutlulukla… Ben bu haraketi… Sanki ölen aşkına, yani Kaan’ımın zerafetini aldığı güzel annesine de, karneyi gösterdi diye yorumladım… Nitekim kalbinden çekerken karneyi, biraz gözleri buğulandı sanki… Sonra Kaan’a dönüp azarlıyormuş gibi konuştu…
“İkinizi de tebrik ederim. Kutlamaya, hafta sonu Abant’a gidelim hep beraber… İşim var filan deme sakın!”
“Demem… Berk’i bir yerlere götürmek istiyordum zaten.”
“Ben de Berk için düşündüm zaten bunu… Değişiklik olur. Geldiğinden beri çocuk peşinde dolanıyor, ders çalıştırmak ve evde tutmak için seni. Fark etmiyorum mu zannediyorsunuz?”
Geldiğimizden beri ilk defa bana bakarak ve beni överek konuşması… Yanaklarımın cayırdamasına yol açtı. Çok da sevindim… Hem Kaan’la babasının arası iyi hem babası beni seviyor artık sanki… Eskiden olduğu gibi çok sevindiğimde… Yani bu hep babam tarafından yapılan bir şeylerle iligili olduğundan ona koşar ve sarılırdım… Şimdi de ayıp olmasa ve utanmasam Vedat amcaya koşup sarılmak istedim…
¨¨¨
Ertesi gün yola çıktık Abant’a doğru… Hep beraberin içinde meğer Şahizer ablalar da varmış. Onun kocası okul servisçiliği yapıyormuş. Onun Mercedes van aracına doluştuk… Vardığımızda oraya… Öldük ve yeşil cennete kabul edildik zannettim. Orman ve göl, atla ve öl:) O derece yani. En güzeli de Kaan’la benim odam göl manzaralı… Bu gece acilen burda sevişmek istiyorum. Hatta biz bütün hafta sonu odamızdan hiç çıkmasak. Kaan da benden hiç çıkmasa:) Nasıl olur? Bütün okul hedeflerini tam on ikiden vurduğumuza göre… Sıra Kaan’da, bolca on ikiden vursa bana:) Bunu ona gerçekten söylesem, İstanbul’a benim naaşımla dönerler anca.
Akşam gölün kenarında masamıza çöreklendik… Kaan’ın bir yanında ben öbür yanında diğer aşkı Yasemin… Şahizer ablayla eşi belki de böyle ortamlarda pek bulunmadıkları için tedirgindiler. İçimiz de en rahat Kaan tabii. Mesleği gereği hayatı uluslararası otellerde geçtiğinden bu ortamlar onun evi gibi adeta. Neyse bu şaka tabi, çünkü icraatlarını hangi ortamlarda gerçekleştiriyor bunu bilmiyoruz. Magazin basını da bu konuda çok ketum, haber yapmıyor ne yazık…
Karnımız doymuştu… Güneş batarken… Yeşilin her tonu, mavi ve sarı öyle bir sarıp sarmaldı ki beni istemsizce masanın altından Kaan’ın eline yavaşça dokunuverdim. O hep ani biri olduğundan, sımsıkı sarıverdi elimi. Az daha sık da kırılsın bari… Benim içim acayip gıcıklandı. El ele tutuşmadık da french kiss yaptık sanki. Hep dediğim gibi artık birimiz azdı mı diğeri de tetikleniveriyor. Eş olmak böyle bir şey değil mi?
“Baba biz bitirdik yemeği odamıza çıkıyoruz.”
Tam da beklediğim cümleyi kurdu Kaan. Babası, daha yürüyüş yapacaktık, filan diyordu ki… Dinleyen kim? En azından biz değiliz. Kaan hâlâ sımsıkı tuttuğu elimden sürükleyerek odaya kadar eşlik etti bana. Eşimin mesleği diplomatlık. Çok kibardır kendisi. Çözülemeyen dünya siyasi meselelerini sıradan diplomatlar gibi masada değil yatakta çözmekte uzman kendisi. Üstelik problemleri öyle müzakere filan gibi uzun yollarla değil… Büyük İskender’in Gordion düğümünü çözdüğü gibi kısa yoldan patlatıverir. Düğümü çözmek için kılıcını kullanırdı Büyük İskender… Kaan da kendi kılıcıyla hallediyor sorunları.
¨¨¨¨
Odaya girer girmez, giriverdik birbirimize… Sevişiyor muyuz dövüşüyor muyuz belli değil. Küçük çocuklar neşelenince fazla da can yakmadan girişirler ya birbirlerine, öyle bir şeyler… Ama öylesine özlemişiz ki birbirimizi… Bu çok belli… O tüm gücünü kullanmıyor ve oynuyor biraz benimle… Ben nefes nefese tüm gücümle saldırıyorum ona. Onu altıma aldığımda, dayanamadım ve bir tane çaktım suratına! Resmen yumruk attım… Neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum. Anneler babalar çocuklarını severken kendilerini tutamayıp ısırırlar ya bazen, öyle bir şey belki…
Kendi yaptığımdan, kendim pişman oldum sonra… Hem o yumruk yemeye alışkın hem ben yumruk atmaya alışkın olmadığımdan… Yumruğum pek acıtmışa benzemiyordu neyse ki… Korktuğumu anladı ve gülmeye başladı… Ben de istemsiz gülmeye başladım. Gülmelerimiz kahkahaya dönüşürken beni soymaya başladı. Durur muyum? Ben de onu…
Kaan’ların evine taşındığımdan beri, hiç çıplak sarılmadık birbirimize. Hiç sevişmedik. Ben hiç boşalmadım, patlamak üzereyim. Ama aşkımın patlama tehlikesi geçirmemesi için… Onun topları, altın yumurta. Yani daha kıymetliler. Kalktığını hissettiğim zamanlar, yorganın içinde aşağılara kayıp… Ağzıma alıp aletini, boşalttım… Yuttum tatlı ekşi karışımı, o güzelim erkek hoşafını. Yani, çarşaflar kirlenmesin diye tabi:) Yoksa meraklısı değilim yani…
Yatağa geçeriz diye bekliyordum. Ama o fantezi dünyasında bir isim yaptığı için yenilik ve yaratıcılığını konuşturmayı tercih etti. Yerde, altına alıverdi beni. Aletine kaydı gözüm her zaman ki gibi ihtişamlı bir hazır olda görev bekliyor. Ben yanıyorum zaten, hemen parmaklarıma bastım tükürüğü ve deliğime sıvadım. Parmaklamama gerek yok, içine almak için aç bekliyor zaten…
Yanaşınca tepeme dizlerinin üstünde, elimle tutup kıymetlimi, koyverdim popomun yarığına. O ezberlediği yoldan buluverdi deliğimi… Büzüğüm emdi içime, koca top başını… Acı, tatlı gire çıka, ilerledi yavaş yavaş… İçimdeki o yerime sürtünmeye başlayınca, hep olduğu gibi gözlerim kapandı, nefesim hızlandı, karnım karıncalandı… Beynime elektronlar üşüştü… Poposunu kendime doğru çekip, bacaklarımı iyice tavşan gibi büküp omuzlarıma çektim. Anladı ne istediğimi ve beklediğim on ikiden vuruşlarına başladı.
Vurdukça, gidip geliyorum halının üzerinde. Popoma ve giderek sırtıma batan iğne gibi halının lifleri… İçimi döven devasa alet… Acıyla ciyaklarken, artık kemik gibi başı, sürtündüğü oramı iyice çıldırtıcı zevklendiriyor… Ben tutamadım kendimi ve inik pipimden işer gibi boşalmaya başladım… Geldikçe geldim zevkten beynim uyuştu, bacaklarım titredi… Sonra nöbet geçirir gibi tüm vücudum titremeye başladı…
Üstüme yattı tamamen, ezilince altında iyice sarıldık birbirimize. Sakinleştim ve iyice uyuştum. Sadece belini oynatarak sikmeye devam etti. Tekrar boşalamam içimde bir şey kalmadı ama tatlı tatlı zevk almaya devam ettim… Kulağıma fısıldadı.
“Boşalayım mı güzelim.”
“Sikinin keyfine kalmış aşkım… Ben halimden çok memnunum.”
“Ne zamandır içine girememiştim… Çok özlemişim… Sen boşalt beni emerek.”
“Gel o zaman ağzıma.”
“Yok öyle değil, tatlı poponla em beni.”
Yine, lider ve büyük komutana özgü bir emir geldi. Bu defa da, yenilikçi, büyüleyici ve zevk dolu bir yöntemi öğretecek biz askerlerine… İçime köküne kadar sokup dudaklarımı ısırmaya, dilimi koparır gibi emmeye başlayınca… Bir an önce getirmek için onu, büzüğümü sıkıp gevşetmeye başladım bütün gücümle… O hiç kıpırdamadan beklerken, başı iyice kemik gibi oldu… Sımsıkı sarıldım vücuduna, kaburga kemiklerimiz iç içe geçene kadar… Sıktım, gevşettim, sıktım, emdim tekrardan ufak bir orgazm yaşarken ben inlemeye başlayınca… Top başını da, fark etmeden sağıyordum ve nihayet açıldı adeta barajın kapakları… Foşur foşur aktıkça, içim sıcacık tatlı bir göl oldu… O kadar çok geldi ki, göl bir iç denize dönüştü…
İşte hayat da denizden başladı zaten… Bir de üstelik cennetteyiz… Yaşamdan önce, cennet var mıydı?
~~~~
Yorumlar
Yorum Gönder