Yeni Yaşam 25 ~ ağlayana kadar gülmek

 



YY_25 ~ ağlayana kadar gülmek



Meşum olayın vuku bulduğu bu menhus evde… Açık mavi gözlü Kaan’ım yani Beyaz Kurdum… Pürüzsüz koyu altın rengi teniyle kara gözlü Emre yani artık Kaptan Ahab’ım ve bal rengi saçları, bembeyaz duru teniyle lokum etli Melissa Başkanım kurtarıcı meleğim ve… Vahşi beyaz balinanın viagra destekli şehvetinin kurbanı ben zavallıcık… Öylece oturuyorduk… Kurban masum olmalı ki, tanrı onu kabul etsin. O zaman ben kurban filan da değilim. Benden olsa olsa orospu olur. 


Bile isteye Kaan’ın altına yatmadım mı? Hem de viagra desteksiz saf şehvetimle… Birinin altına girince viagraya ihtiyacınız yok zaten, neyse… Üstüne üstlük bir de erkeğim ben… Artık o da kalmadı ya… Neyse o ayrı mevzuu… Hem ibne hem orospuyum o zaman. Oldu mu, kombin yakıştı mı! Aşık olduğum kişi de bir nevi orospu sayılmaz mı? İkimizde orospuyuz. O para için yapıyor. Ben ne için… Belki, ona olan hayranlığımdan… Belki de korkaklığımdan sadece, bilemiyorum. 


O halde, iki orospunun aşkı bizimkisi. O da beni seviyorsa tabii. Ama Kaan erkek… Üstelik tam erkek, yarımı da mı oluyor erkeğin, demeyin… Anlayın işte… Tam erkekler orospu olmuyorlar. Orospuluk yaparlarsa jigolo deniyor onlara… Jigololuk bir mertebe, bir meslek… Serbest meslek erbabı oluyorlar. Orospuluk bir küfür oysa… Mesela, hiç bir çocuk orospu çocuğu olmak istemez. Bir çocuk, Jigolo çocuğu olmakla da övünmez belki ama mecbur kalırsa, kabul edebilir yani…


Bu minvalde, Kaan meslekten orospu. Benimkisi meslek olarak değil de önüne gelenle yatmak anlamında orospuluk oluyor. Hangisi daha iyi, hangisi daha kötü… O sizin zevkinize kalmış bir konu… Yeri gelmişken son bir derkenar bilgi daha geçeyim. En iyi, orospular aşık olurmuş. Neden mi? Çünkü her gün biri ya da birileriyle yattıkları için aşık olacakları kişiyi seçerken seksüel arzularından etkilenmeden saf aşk güdüleriyle hareket ederlermiş. Pür aşkı yakalamanın biraz maliyetli bir yolu anlayacağınız:)


Neler diyorum ya ben. Hem de Kaan’la ilgili. Bu düşünceler yakar beni. Eros’um ve Asklepios’um tanrım, çarpsın… Esas yirmi dört ayar saf, orospu çocuğu olduğuna emin olduğum kişi Sermet… Onun içime boşalttığı sümüksü sıvısı, zehirledi belki de beni. Kafam da, vücudum da ve en çok da ruhum, yanıyor gibi. O nedenle böyle garip rahatsız edici ve rahatsız ettirici düşünceler dönüp durmaya başladı zihnimde, affedin. Ne demiştim en son… Öylece oturuyorduk… Melissa’ya sokuldum yine ve kimseye belli etmeden kulağına, kurtar beni dedim, çok utanıyorum Kaan’ın yanında kalmaktan… 


Melissa bütün evi kolaçan edip bana ait olduğunu düşündüğü ne varsa doldurdu çöp torbalarına ve evin anahtarını da antredeki ayakkabılığın üzerine bıraktı. Böylece iki üç aydır bana barınak olan ve bir çok ilkime de ev sahipliği yapan evden ayrılmış oldum… Bu ani ve kararlı terk ediş de, benimle hiç ilgilenmeyen ve tecavüze uğramama vesile olan ablama kapak olsun…


¨¨¨

Taksiye binip doğruca Melissa’lara gittik… Ne olduysa artık, her zaman bir yerlere sıvışmaya çalışan Kaan kuyruk oldu peşimizden ayrılmıyor. Melissa’ya baktım Kaan’ı işaret ederek çenemle, yardım ister gibi. Melissa’da aynı şeyi Emre’ye yaptı. Emre, kolundan tutup kenara çekti Kaan’ı… Bir şeyler anlatıyor. Epeyce neyse artık, konuyu istişare ettiler… Sonunda ikna oldu sanırım Kaan. Yanımıza geldi. Gözlerini dikti, delici ama bir o kadar da hüzünlü baktı gözlerime. Benim gözlerim yaşardı yine… Ota boka ağlar oldum karılar gibi… Sonra sarıldı bana sımsıkı… Oha sokak ortasında üstelik Melissa’ların mahallesinde dudağıma da bir buse koymasın mı? Umarım suratımdan bir türlü geçmeyen, balina dölünün kokusunu almamıştır. 


“İstediğin saatte ara beni, hemen gelirim.”


Kaan’a başımla tamam işareti çekip, Melissa’nın koluna girdim… Eve çıktık… Neyse ki annesi babası, yine karşıya gitmişler misafirliğe. Pazartesiye kadar yoklarmış. Bu iyi işte, kimseyi görmek istemiyorum. Çünkü, suratıma bakanlar, beni değil de kocaman bir orospu yazısını görüyorlarmış gibi geliyor. Üstümdeki iğrenç Sermet kokusunu da atmak istiyorum. Melissa, seni ben yıkıycam, dedi. Zaten elimi kaldıracak halim yok. Ne istiyorsa yapsın. 


Birlikte girdik hamam gibi kocaman banyolarına. İkimiz de anadan üryan. Ondan hiç utanmıyorum artık. Çünkü her şeyimi benim dışımda birinin de bilmesi gerekiyor sanki. Bu son başıma gelen olayın biraz da benim suçum olduğunu düşündüğüm için Kaan her şeyimi bilmemeli. Yoksa beni artık sevmez diye düşünüyorum. Ama Melissa… O benim bu güne kadar hiç olmayan annem gibi sanki… Her şartta sever beni… Her yerimi inceleye inceleye ayrıntılı olarak yıkadı. Popom, pipim artık ne kadar hususi yerim varsa hepsini kurcalayıp merakını giderdi.


Banyodan sonra, kendi gece takımlarından birini giydirdi bana. Şortlu ve üstü askılı çok seksi bir şey, kumaşı da ipek gibi. Çıplak tenimi okşayınca kız giysileri, tüylerim diken diken oldu. Gerçi bana çok bol geldiler ama neyse. Kendisi de aynısının başka rengini giydi. Biraz üşüdüm, dedim. Gülümsedi ve yatağın içine çekti beni, yatmadık da gömüldük yatağa sanki. Yumuşacık ve kocaman ve mis gibi kokuyor pembe çarşaflar. Sarıp sarmaladı beni ve kocaman memelerinin arasına daldırdı başımı. Ben de ona sarılınca hemen ısınıverdim. Yatağı çift kişilik değil de, dört kişilik gibi büyük. Kaan’la Emre de gelselerdi keşke. Kardeş kardeş yatardık. 


“İstersen emebilirsin.”


“Neyi?!”


“Neyi olucak ağzının ucundaki memeleri. Anne sütü strese iyi gelir.”


Birden gülmeye başladım… O da gülünce, birbirimizi tetikledik ve gülmek, kahkahalara derken anırmalara dönüştü… Karnım ağrırken kendimize gelebildik ancak… Gülmekle ağlamak arasında bir fark yokmuş gibi geliyor artık. Ağlayana kadar gülmek diye bir şey var değil mi? Ağlamak ve gülmek, diyalektik bir bütünlük içerisindeler. Bu diyalektik olayını ilk kim anlatmıştı bana acaba? Babam mıydı? Ne kadar değiştim. Dümdüz düşünen basit insandan - ya da sade mi demeli basit biraz küçümseme gibi sanki… Her şeyi hatırlamaya başlayarak, evrilip felsefi düşünen sofistike insana mı dönüşüyorum?


Sütyen filan giymediğinden bıngır bıngır memeleri yanağımı okşuyordu zaten. Memesini eliyle çıkarıp varla yok arası gecelik üstünden, ağzıma doğru tuttu ucunu. Memesi kocaman ama ucu küçücük, sütlü çikolata rengi bir emzik gibi… Annem beni bebekken emzirmemiş. Zaten annelik adına ne yapmış ki? Hayatta ne istersin? Bence, iyi bir annen olsun. Daha iyisi tabi iyi bir anne ve baban olsun. Bu pek denk gelmiyor sanırım. İyi bir annen yoksa bari iyi bir baban olsun. Benim mükemmel bir babam vardı. Ama yok artık. Ne ananız ne babanız iyi değilse hayatınızda, bari şansınız iyi olsun. O da yoksa talihinize küsün ve kaderinize razı olup acıdan zevk almaya bakın… Çok acımasız oldu… 


Anne sütü, bu güne kısmetmiş belki de… Dudaklarımın içine alıverdim küçük başını. Emdikçe hoşuma gitmeye başladı ağzımdaki doluluk. Ellerimle de kavrayıp okşamaya başladım yumuşacık göğüslerini. Emdikçe ucu sertleşti.. Ben de dilimle oynadım orayla. Sanırım bu Melissa’nın pek hoşuna gitti ve nefes alış verişleri hızlanıp, hafifçe inlemeye başladı… İkimiz de zevk alıyorduk ve ben iyice açtım ağzımı ve daha kuvvetli ve sert emmeye başladım… Derken, ağzıma ılık ılık süt akmaya başladı… Şaşkınla uzaklaştım memeden. Akmaya devam eden süt, suratıma fışkırdı birden. Ağzımda kalan sütü, biraz çevirip dilimle tadına baktım. İyiydi, yutuverdim ben de. Melissa başımı çekip tekrar memesini dayadı ağzıma…


“İç hadi bebeğim benim.”


Ben de cork cork emmeye başladım ve gelenlerin hepsini içtim… Karnım doyunca yavaşça çıkardım ağzımdan ve yüzümün her yerini kaplayan memelerinin arasında öylece yattım… Gerçekten ne stres kaldı ne bir şey. Sımsıkı sarıldık bir birimize. Heryeri yumuşacık ve teni mis gibi kokuyor. İlk defa kadın kokusunu bu kadar yakından, hatta içinden duyumsadım. Göz kapaklarım kendiliğinden ağırlaşırken, tatlı ve sıcacık bir uykuya düşmeye başladım…


Yastık gibi sarılıp pufuduk Melissa’ya sabaha kadar uyumuşum deliksiz… Uyku unutmak için en iyi ilaç. Uyandığımda onun kokusu yoktu yatakta ama uzaktan nefis kahvaltı kokuları dolanıyordu etrafta. Tam da pazar sabahına yakışan şey. Dün hiç bir şey yemediğimi hatırladım. İçtiğim anne sütü dışında. Dünkü performansımı devam ettirebilirsem eğer, saçma sapan işler ana bilim dalında Nobel kazanacağım, az daha gayret koçum.


¨¨¨¨

Telefonum nerde acaba diye düşünürken, Melissa geldi. Telefonumu elinde sallıyor. Yüzünde de sinsi bir gülümseme. 


“Başkanım, bana bir eşofman ver lütfen, bu kıyafetlerle yataktan çıkamam.”


“Annecim diycen bundan sonra hayırsız, sütümle besledim lan seni. Benim takım çok yakıştı kız sana, ayrıca. Kalsın üstünde gözümüz gönlümüz açılsın.”


“Üşüyorum ya… Hem de utanıyorum.”


“Utanacak ne var. Seni güzelleştiriyorsa alışıcaksın aşkım benim.”


Kalktım yataktan, adım atınca olayın sıcaklığıyla hissetmediğim, yediğim boynuz yüzünden delinen popomun çok acıdığını fark ettim… Bana üstü kedili medili desenlerle bezeli, uzun polar bir sabahlık verdi. Tabii yine kendi gardrobundan. Beni feminenleştirmeye kararlı. Siktiret, şu gecelik tenime değdikçe içim kıpraşıyor zaten… Üstüme giyiverdim sabahlığı. Toplumsal cinsiyet saçmalıklarına hayır diye haykıralım meydanlarda!


Bana uzattığı telefonu da alıp baktım. Gülümsemesinin sebebi Melissa’nın belli oldu. Beyaz Kurdum, altı tane mesaj atmış. Tanışalıberi, toplamda anca o kadar atmıştır. Kıymete mi bindik ne? Okumadım mesajları direk aradım… Sanırım giysilerim beni azdırıyor gibi…


~ ne çok mesajlamışsın beni… eline sağlık aşkım… üşendim okuyamadım, neler yazdın bana? ~


~ merak ettim seni… hem de özledim… melissa’lardasın değil mi hala ~


~ eveeet ~


~ kaybolma bir yere geliyorum ~


Bu güne kadar nereye kayboldum ayol ben. Köpek gibi seni beklemek dışında zaten ne yapıyorum ki. Melissa’nın kutsal tapınağına girdik: mutfak… Tabii buranın baş rahibesi elbette Muazzez teyze. Yani büyük annem:) Benim için bir sofra kurmuş ki… Nerdeyse şeyim bile kalkacak… Ağzımın harbiden suları akıyor… Kendi gibi yumuşacık pufuduk ekmek gibi bir şeyler var ortada… Pişiymiş bunlar… Peynirler, zeytinler, pastırma, yumurta, daha neler neler… Sarıldım ona ve pembe yanaklarını ısırarak öptüm… O da memişlerini bastırarak sarıldı bana…


Kahvaltıya yumuldum ve pişi denilen dünya harikasının tadına aşık oldum… Kapı çalıverdi eş zamanlı olarak. Melissa gitti açmaya. Aşk kapıyı iki kere çalar. Pişiden sonra gelen kim dersiniz? Kaan tabe. Ne kadar da çabuk. Uçtu mu acaba? Mutfağa da hızla daldı. Baskın basanındır. İyi basar aşkım. Üstümdeki sabahlıkla alay etmez umarım. Bir de içindekileri görse! Suratı yine yorgun ve uykusuz. Yine işe çıkmamıştır umarım. Öğrenmezsem çatlarım. Konuşmayayım diyorum bu konularda ama duramıyorum işte…


“Kaancım gel otur. Şu pişilerden ye. Senin gibi çok harikalar yaa! Yorgun görünüyorsun. Bir yere mi gittin dün akşam.”


Cevap vermek yerine ters ters baktı. Evet sormamam gerekiyormuş. Her şeyi, biliyorum ama uygulama dersim çok zayıf. Belki de dersin hocası taktı bana. Elimi uzatıp parmaklarımla yanağını okşadım. Gözlerimi de kıstım, ben senin kedinim kızma bana, demek istiyorum. Ulan üstümdeki sabahlıkta kedili ya zaten. Vay abi ne tesadüf ya. Anlarsa tabii… Anladı heralde ki, cevap bahşetti…


“Bir yere gitmedim Berk… Puşt Emre kaçtı gitti, döve döve konuşturmayayım diye. Mesajlarıma da cevap vermedin… Dün sana neler oldu merak etmekten uyuyamadım doğru dürüst gece…”


Benim için Kaan uyuyamamış mı? Yok artık. O senin uykusuz kalan suratını kedi gibi yalar, köpek gibi koklaya koklaya severim lan ben. Şimdi ayağa kalkıp sabahlığımı çıkarıp atsam… İçimdeki seksi ve her yerimi de gösteren geceliğimle kucak dansı mı yapsam vesikalı yarime?


~~~

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 1 ~ ben ata