Liseden Üniversiteye 76 ~ yıldızlara doğru bembeyaz kılıç gibi yükseldi köpükler



Liseden Üniversiteye 76



~~~ yıldızlara doğru bembeyaz kılıç gibi yükseldi köpükler ~~~


Kurt gözlü, kar tanesi tenli, kömür karası saçlı devimin kutsal koynunda uyuyuvermişim. Uyandırdı, hem de menili yanaklarımdan öperek. Gerçekten bir yere gidecekmişiz. Kalkıp yarım kalmış duşumuzu aldık. 

Her yerini yavaşça hayranlıkla seyrederek ve dokunarak itina ile yıkadım dev aşkımın. Yere eğilmiş poposunu sabunlarken, daha doğrusu seyrederken, çocuk gibi küçücük yanaklarını ayırıp içine baktım. Dayanamayıp parlayan deliğini dilleyip öptüm. Kafama sert olmayan bir tane şaplattı.

“ Sen benim arkamla çok ilgilisin bu aralar”

“ Merak işte tadına baktım”

“ Uzak dur ordan sopa yersin”

“ Tamam ya kızma, şu elinle konuşmak huyundan vazgeçsen. Yapma dersin yapmayız”

Çıktık duştan. Güzel şeyler giy, dedi. Ne giyeceğim bilemedim. Havalar serinlemeye başladı bermuda filan akşamları üşütüyor beni. Pantolonlarımın hepsi cafede. Cefeye uğrayabilir miyiz, dedim. Cevap vermedi.

“ Şimdi sıra hangi cennette, nereye götürüceksin aşkım beni”

“ Ne diyosun anlamadım”

“ Biraz önce sevişirken bulutların üstüne götürdün de”

“ Gidince görürsün”

Yine gizem nehrinde Ⓜ️ert kaptan komutasında yol alıyoruz. Kaptan seyir defterini biz uyurken gizlice yazıp rotayı da belirliyor. Arabaya binip caddeye indik. Zara’nın önünde indik. Arabayı vale çocuğa verdi. 

Siyah süper skinny düşük bel, dar ve kısa paça bir pantolon beğendi otorite. Üstüne de koyu yeşil ve siyah kalın çizgili sıfır yaka tişört. Giyecekleri denerken külotumu çıkarıp öyle giydim pantolonu ve çıktım dışarıya. 

Kasaya gittiğimizde, param var artık ben vereyim, dedim. Hiç kaale bile almadı. Dışarı çıkıp yolun karşısına geçtik. Spor ayakkabı satan bir dükkândan da quiksilver üstü bez açık yeşil ayakkabı aldı. 

Dışardan bakınca bu işlerden hiç anlamaz görünmesine rağmen, ne zevkli bir beyaz kurt bu allaım. Pantolon vücudumu ve apolloyu öyle bir sardı ki, tahrik oldum kendime resmen. Kalkarsa apollo bile belli olur, o kadar dar ve beli o kadar düşük ki. 

Eve mi dönsek ne? Sıksa suyumu çıkarsa yine. Mert beni nereye götürecek acaba? Söylemiyor ki. Çatlatacak meraktan. Onunla beraberken hiç sakin olma şansınız yok. Defansa çekilip orta sahada top çevirip biraz dinleneyim dersin, ceza sahasının dışında bir muz, yersin golü. 

İleri çıkayım belki bir gol bulurum desen, topu çalar hızlı sürer sen yersin golü yine. Maç sonucu hep belli. Korkudan, acıdan, meraktan, mutluluktan, sevinçten, orgazmdan en önemlisi de aşktan hep bir bir kalp çarpıntısı yaşatır insana. 

Köprüdeyiz karşıya geçiyoruz. Bir yere götürecekse beni neden bizim yakada bir yere gitmiyoruz anlamadım. Mert köprü trafiğinden nefret eder, avrupa yakasını da taksim dışında sevmezmiş. Arkadaşlarının işlettiği mekânlar varmış orada ama beni götürmedi hiç. 

Söz edince bundan ben istemiştim gitmek, çekemem köprü trafiği şimdi, demişti. Neyi ne zaman çekeceği belli olmaz ki. Taksim’i hiç görmedim. Beni oralara mı götürecek onu da hiç bilemedim. Doğum günü kutlama şeysi filânsa yerim ben bu beyaz kurt yavrusunu. 

O da ne akmerkezin önünden dönüp Kaptan Babaların sitesine girdi ya la. Benim elim viteste duran elinde hep arabaya bindiğimizden beri. Sanki bu defa bana verdiği sözü tutacağını düşünüyorum. Dokunmadan duramıyorum. 

Bırakamıyorum onu. Bıraksam kaçacakmış gibi geliyor. Vitesi bırakıp Mert’in vitesine mi geçsem, girmeden önce eve. Beşe taksam, o da bana taksa. Uçsak yeniden. Bizim koç fena dirildi. Bu pantolon da sımsıkı sürtündükçe azdırıyo beni. Birine mesaj attı.

“ Babanlara mı gidiyoruz Mert”

“ Bir uğrayıp çıkıcaz”

Hava karardı, gizem devam ediyor. Mert kapıyı kendi anahtarıyla açtı. Salona geçtik evde kimse yok karanlık her yer. Biz salona girince birden renkli ışıklı konfetiler patlamaya başladı. Işıklar bir yanıp söndü.

Salon insanlarla dolu ama seçemedim kim olduklarını. Karanlıkta Mert bana sarıldı ve yapıştı dudaklarıma. Ayaklarımı yerden kesti gözlerim kapandı. Tekrar ışıklar yandı, biz öpüşürken, odadaki herkes etrafımızı sarmış bizi alkışlıyorlar.

Ben ellerimle yüzümü kapatıp hüngürdeyerek ağlamaya başladım. Kendime geldiğimde ilk Kaptan babamı, sonra Sabri abi eşi ve çocuğunu, Peter Pan’ımı, Cihan, Elifcan ve Emel’i gördüm. Kaptan babanın ekibi Haluk abi, Murat ve malikâne yöneticisi Yasemin hanım da kenardalar.

Ben ağlamaya devam ederken Mert’in kucağına uçtum tekrardan. Tekrar tekrar öptüm kurdumu bal dudaklarından. Sonra Kaptan babama koştum, öptüm onu da yanaklarından, dayanamadım o istemesede zorla ellerinden de öptüm.

Herkesi öptüm sonra, herkes doğum günümü kutladı. Ben herkese teşekkür ettim. Ben çok mutluyum şu an. Ölücek kadar mutluyum hem de. Allahım bu günü gösterdin ya bana, bu güne kadar çektiklerimin hepsini unuttum.

Mert kolumdan çekip sürükledi beni. Sürükle aşkım, kır kolumu istersen. Al fırlat beni bir yerlere. Uçuyorum çünkü ben zaten. Kanatlandım senin meleğinim artık ben. Şöminenin önüne götürdü. Kocaman bir hediye paketi var.

Yuh artık benim mi bu. Kutunun üzerindeki yazıya baktım. Canımıza yazıyor. Benim o. Bunu da böyle bilin. Bütün dünya bilsin bunu. Bizim filmimiz çekilsin. Film festivallerinde ayakta alkışlansın. Bütün ödülleri toplayıp heybesine atsın.

Bütün ülkelerde aynı anda vizyona girsin. Bütün zamanların gişe rekorunu kırsın. Ne var ne yoksa kırıp geçirsin, yakıp yıksın bizim aşkımız. Kutuyu kaplayan hediye paketini açtım. Kutunun üstünde 27-inch 3.3 GHz iMac with Retina 5K, yazıyor.

Bu en çok istediğim şey. Daha Türkiye’de yeni satılmaya başladı. Dani’nin de vardı ama onun ki 21,5 inch ve 4K’ydı. Bu da sana kapak olsun Dani bey. Bu aletin fiyatı 9 bin ₺. Artık salonda kanepede aşkımın kucuşunda film izleyebiliriz.

Bokunu çıkarıp tekrar öptüm beyaz kurdumu. Gözlerim acımaya başladı ama durduramıyorum ağlama selini. Servis elemanı kız elinde kadehlerle geldi. Yener amca da bir kocaman şişe şampanya getirdi. Kaptan Babaya verdi. Kaptan Baba yanımıza gelip şişeyi Mert’e verdi.

“ Patlat bakalım deli oğlan”

Deli oğlan, bu doğru işte. Nasıl da seviyor oğlunu. Bu Mert melek mi şeytan mı? Ya da en kötüsü ikisi birden mi? Patlatsın yakışır deli kurduma. Ayy benim delim sürpriz de yaparmış miniğine. Onun doğum günü Mayıs ayında şimdiden telâş bastı beni. Ona ne sürpriz hazırlamalıyım.

Geçen yıl o kadar sormama rağmen söylememişti doğum gününü gıcık şey. Sonra ehliyetinden bakıp öğrendim. Mert boğa burcu ben başak. En iyi anlaşan burçlardanız. Ama bunun yükseleni var bir de. Onun yükseleni deli kurt olduğundan pek anlaşamıyoruz işte.

Balkona çıktık hep beraber. Şişe de nerdeyse bir metre, ben bunu kaldıramam bile. Ama Mert’im kaldırır. Her şeyi kaldırır o. Kaldırıp patlatır bir de koçum benim. Salladı şişeyi, bomladı. Gece karanlığında yeşilliklerle çevrili balkonda yıldızlara doğru bembeyaz kılıç gibi yükseldi köpükler.

İlk doldurduğu kadehi bana verdi Mert. İkinciyi babasına. Sonra şişeyi Yener amcaya verdi, diğer kadehleri doldursun diye. Kaptan Baba ve Mert kadehlerini bana doğru kaldırdılar. Ben de onlara doğru. Kadehlerimiz yıldızlarda buluştu.

“ Can oğlum sana nice mutlu yaşlar uzun ve güzel bir yaşam diliyorum”


Bir yudum aldım, heyecandan ne yapacağımı bilemiyorum. Herkes kaldırdı kadehlerini bana doğru. Ben herkese doğru ama en çok Mert’e doğru kaldırıp bu defa fondipledim. Her yerim yandı. Kafam döndü, kendime gelir gibi olunca bağırdım.

“ Hep birlikte mutlu bir yaşam diliyorum ben de kendime. Bu deli oğlanla mümkünse tabi”

Herkes kahkahalarla güldü en çok da Kaptan Babam. Neyse ki Mert de güldü. İkinciyi alırken masada duran kadehlerden, Mert elini aşağı doğru salladı. Bu, yavaş, demek oluyor sanırım. Yavaş olamam çok mutluyum ki ben.

Sen taşırsın eve bu gece beni. Bir de sızmışken sıktırırsın beni. Bu deneyimi yaşamamıştık hiç. Tekrar içeri girdik. Mert güzel bir müzik açtı. Keşke dans etmeyi sevse de herkesin içinde sarılıp birbirimize öpüşe koklaşa döktürsek aşkımla. Elif geldi yanıma.

“ Tebrik ederim yeni yaşını Canısı. 13 mü bitti şimdi”

“ Dalga geçme Elif”

“ Tamam ya şaka yapıyorum. Böyle düğününüzü de yaparız artık. Ama bir şartla beni de alın evinize, bir kadın gerek size, iki erkek bok edersiniz ortalığı”

Elif iyice saçmalama modunda gidiyor. Nereye gittiğini de bilmiyor. Her fırsatta benim erkek olduğumu vurguluyor artık. Ne bok yemeye yattım bu kızla. Emel anladı ya Mert de anlarsa. Emel uzaktan bize bakıyor.

Cevap vermedim Elif’e. Mert’le Cihan salonun bir köşesine oturmuşlar, hem de kıç kıça, sardırmış birşeyler konuşuyorlar. Benimle neden böyle uzun uzun konuşmuyor Mert. Sonuçta Cihan’dan daha bilgiliyim.

Hangi konuda olsa edecek iki çift kelâmım vardır. Ama bizim işlevimiz farklı tabi deli kurt yavrusunun yaşamında. Gıcık oluyorum bu Cihan’a. Yapıştı mı bırakmıyor Mert’i. Bunlar yatmaya devam etselermiş, dünyanın en uyumlu gay çifti olurlardı herhalde.

~~~

Ulan ağzından yel alsın, deli ben. Benim kurdum o. Kimseye vermem. Planladığım gibi, Amsterdam’da evlenip, Londra’da yaşayacağız. Bir erkek çocuk evlat edineceğiz. Ne yapıp edeceğim, dünyanın en mutlu gay çifti de biz olacağız. 

Çocuğumuz da dünyanın en mutlu çocuğu olarak büyüyecek. Ben yaşamımı Mert’e ve ona adayacağım. Adak koyunu olucam. Çok çalışıp çok para kazanacağım. Hafta sonları Barcelona’daki evimize gideceğiz. 

Oğlumuz Britanya’nın en iyi erkek okulu, Eton Collage’de okuyacak. Ben çocukların temel eğitiminin sağlam ve düzgün olması gerektiğine inanırım. Ondan sonra ne istiyorsa hayatıyla ilgili kararlarını kendi almalı.

~~~

Kanepe tarzı bir şeyler hazırlamış Yener amca onlardan yedi herkes. İlk defa gerçek bir doğum günü partim cereyan ediyor an itibariyle. Mert’in yanına gittim. Cihan’ı bırakıp bana bakmıyor. Sinir oluyorum. Sevgilin o mu ben miyim anlamıyorum ki.

“ Doğum günü çocuğu benim Mert. Cihan’ı bırakıp benimle ilgilensene”

“ Birazdan çıkıcaz, ilgileneceğim seninle merak etme”

Eve mi gideceğiz herkesi burda bırakıp, anlayamadım. Tekrar karısına döndü bok gibi kaldım ayakta. Emel bir an gözünü benden ayırmıyor. Kız benim için buralara kadar gelmiş. Hiç ilgilenmedim ayıp oldu. Emel’in yanına gittim.

“ Nihayet benim de burda olduğumu farketti beyimiz”

“ Beyimiz ne âlâka Emel ya. Nerden buluyorsun bu lâfları”

“ Neden sadece Elif hanımın beyi misin?”

“ Emel hastanede de söyledim, bu konuyu açılmamak üzere kapatmazsan yemin ediyorum konuşmam seninle bir daha”

“ Ben de sana bunun yolunu söyledim. İlgilen benimle biraz. Unutayım bu olayı”

“ Emel sen beni ne zannediyorsun ya”

“ Elif ne zannediyorsa onu”

Bu kızların ikisi de kafayı yemişler. Mert’in yanında bir şey imâ ederlerse ikisini de öldürürüm. Ne de yaparım ya. O zaman saçlarını başlarını yolarım. Bu uydu mu? Mert bize doğru geliyor. Emel’e dönüp, ağzıma götürdüğüm parmağımla, sus, işareti yaptım.

“ Daldın kızlara Can, bir Elif’lesin bir Emel’le. Dikkat et kızlar tehlikelidir. Hadi gidiyoruz biz artık. Vedalaş herkesle”

Bu şimdi bana bir şey mi söylemek istedi yoksa öylesine mi konuştu. Ensemden popoma kadar bir bıçak geçti sanki. Ben dayanamıyorum Mert’ten bir şeyler saklamaya. Söyleyip kurtulayım diyorum ama yapamıyorum.

En korktuğum şey kızıp beni dövmesi filân değil. Kızar mı onu da bilmiyorum ya. Ama, hani benden başkasıyla yatamazdın, dese ne cevap vereceğim. Bunu düşünüp duruyorum bir cevap bulamadım daha. 

Tek tek malikâne hazirununa veda ederken, nasıl olduysa Elif’le Emel yan yanalar. Bunların ne zaman ittifak edip ne zaman savaşacakları belli olmaz. Elif, biz de gelebilir miyiz, dedi. Ben Mert’e baktım. Mert Cihan’a. 

Cihan hâlâ konuşmuyor Elif’le. Cihan, başını kaldırıp ağzını eğdi, hayır, anlamında. Ben özür diledim Elif’ten. Aslında gelmelerini isterdim ama ikisinden de korkuyorum artık hele Mert’in yanında iki bin misli. Birşey anlayacak diye ödüm patırdıyor. 

Arabayı babasının evinde bıraktı Mert, bir taksi çağırdı. Eğlenceye gideceğimiz anlaşıldı. Ne önemli insan oldum ben bir anda böyle ya. Tabi beyaz kurdumun sokak köpeği karısı da yanımızda. Neyse sokak köpeği söylemini geri çekiyorum. 

Çok severim çünkü sokak köpeklerini. Aslında Cihan’ı da seviyorum. Hatırlamak bile istemediğim, sürü dalgaları olmasa ne kadar mutlu mesut yaşıyorduk. Elif’i delirttiler ben de kıyılarda dolaşıyorum.

En azından mücadele ediyorum. Elif gibi salmadım kendimi. Ama bir erkeğin bir kızı dövmesi gerçekten iğrenç bir şey. O nedenle Elif’in pes etmesini anlayabiliyorum. Tamam Mert de beni dövüyor ama ben alışkınım sonuçta.

Elif, babamdan bir kötü söz bile işitmemiştim bu yaşıma kadar, demişti. Nasıl alışır bir kız buna bu yaştan sonra. Neyse sıktı bu kız erkek muhabbeti. Taktım son zaman buna. Mert taksiciye, in ben kullanıcam arabayı, dedi.

Taksici amca şaşırdı. 100 ₺ verdi adama. Mert direksiyona, şöför yanına Cihan’la ben de arkaya oturduk. Adam şaşkın bakıyor, nereye gidiyoruz bari onu söyle oğlum, dedi. Taksim’e, kestirme yolları bilirim de tarifle uğraşmamak için, keyfine bak paranın üstü senin.

Sonunda dünya başkenti İstanbul onun da merkezi Taksim’i de göreceğiz. Bu gece karanlığında ne görebilirsek artık. Bu Mert harbi deli. Taksi tutup kendin kullanmak nesi anlamadım. O zaman arabasını niye bıraktı.

Sanırım sıkı içicek bu gece dönüşü düşündü. Araba gitmiyor diye şikâyet ederek basıyor gaza. Daracık karanlık sokaklardan kalabalık ışıl ışıl bir yere çıktık. Biraz ana caddeden gittikten sonra tekrar karanlık bir sokağa girdik. Buraya kadar, dedi Mert.

“ Oğlum bu trafikte nasıl çıktık biz tarlabaşına anlamadım”

“ Ara sokakların sihri”

İndik taksiden karanlığa. Mert Cihan’a, bak kapıda kim duruyor, dedi. Cihan gitti, aradan geçip başka bir sokağa. Sokak o kadar karanlık ve ıssız ki. Binaların hepsi güzel ama çok eski ve içinde birilerinin yaşadığına dair emâre yok.

Ben şimdi burda yalnız olsam korkudan altıma etmiştim bile. Sıkıca tuttum Mert’in elini. Cihan geldi biraz sonra. Dudağını kaldırıp, cık, gibi bir şey yaptı. Bunu anlamadım işte. Konuşmadan anlaşma dilinde gerilerdeyim hâlâ.

Mert yanımızdan uzaklaşıp birini aradı telefonla. Biraz sonra karanlık sokakta karşısında durduğumuz küçük siyah demir kapı açıldı. Kapıyı açan 2’ye 2’lik kalasla Mert ve Cihan amerikan filmlerindeki gibi avuçlarını garip birleştirip selâmlaştılar.

Girdik kapıdan. Kapıyı kapadıktan sonra, adam Mert’e kapının nasıl açıldığını gösterdi. Baskın olursa ön kapıdan haber çakarlar bana, ben de size, burdan çıkarsınız yine, dedi. Doğum günümde korkudan öldürecek, ya da gerçekten hepimiz öleceğiz. 

Ne baskını. Allahım, Mert nereye getirdin bizi. Uzunca dar, karanlık bir koridordan başlarımızı eğerek geçtik. Bir kapı daha açtı adam aydınlığa ulaştık. Tuvalet kapılarının bulunduğu bir yere çıktık. Çıldırtıcı bir gürültü var.

Bu kapıyı da kapatınca adam, baktım girdiğimiz yerden kapı olduğu belli olmuyor. Duvarın tahta döşemesine gizlenmiş. Adam, buraya da bir omuz vurursan açılır, dedi Mert’e. Niye böyle gizlice girdik ve gizlice çıkacağız baskın yersek, anlamadım.

Büyükçe yüksek tavanlı karanlık bir mekâna girdik. Sahne var sadece orası renkli ışıklarla aydınlık. Bir gurup bangır bangır müzik yapıyor sahnede. Karanlıkta Mert beni elimden sürükledi. Merdivenlerden çıkıp loca gibi bir yere girdik. 

Girdiğimiz yerde küçük bir masa ve iki yanında ikişer kişinin ancak sığabileceği iki koltuk var. Oturduk tam sevgili koltuğu, dip dibeyiz Mert’le. Karanlığa gözüm alışınca aşağıda dans eden kalabalığı seçebildim. 

Mert sarıldı bana. Korkum geçti, doğum günün kutlu olsun, dedi. Nihayet… Ödülümü ödümü koparmadan vermez. Cihan gitti. Yalnız kalınca kafamı kaldırıp gözlerine bakmaya başladım o da bana. 

Çok teşekkür ederim aşkım bugün ölümüne mutlu ettin beni, sen herşeyi ölümüne yaparsın zaten, dedim. Dudaklarımız birleşti dilini emmeye başladım, sarıldım. Kapadım gözlerimi. En sevdiğim yere götürdü kurdum beni.

~~~

Bu güven ve mutluluk denizinde serin serin kulaç atarken, kollarımı açıp dibe doğru çektim kendimi. Su giderek soğuyor derine daldıkça. Etraf masmavi, balıklar bana bakıp selam veriyorlar. Ben de onlara.

En dibi bulduğumda, kumlara parelel yüzmeye başladım. Hareket eden bacaklarım ve kollarım hafifçe kuma değiyor. Kum hafifçe havalanıyor. Nefesim yettiği kadar gittim en dipten. Boğulmama ramak kala zıpkın gibi fırladım yüzeye.

~~~

Denizden çıkıp gözümü açıp baktım, masanın üzerinde dev gibi bir pasta duruyor. Pastanın üstünde minik havai fişeklerle CAN yazıyor ve can yanıyor. Pastanın gerisinde Cihan ve Bodrum’da eve gelen çocuklardan biri oturuyor.

Bir anda kan beynime sıçradı. Sinirimi engelleyemiyorum, ellerim titremeye başladı. Sevinçten ve sinirden ağlamak üzereyim. Can yanmaya devam ediyor. Mert’in kulağına, bu çocuk Ömer mi, dedim.

Dik dik bakıyor bana. Sinir illeti bir de sinirlendi söylediğime. Kalktım yerimden gidiyordum ki, Mert sertçe kolumdan tutup oturttu tekrar. Cevap ver o zaman, dedim bu sefer bağırarak. Neyse ki müziğin sesini bastıramadım. Kulağıma eğilip, 

“ Ömer değil Nuri bu, sinirlendirme beni. Nuri o geceden sonra İstanbul’a döndü görmedim hiç”

“ Sen yattın mı o gece bununla”

“ Hayır o gece Cihan’la yattılar. Şimdi de ilk defa bugün beraberler”

Cihan’la beraberlerse nasıl olsa Mert’le de yatıcak. Derin sularda serin serin yüzerken, tam mutlu oldum diyorum. Neyse, Ömer değilmiş hiç olmazsa. Bir de Nuri’miz oldu nur topu gibi. Cihan da benim hatırıma hep yalnız dolaşacak değil ya. 

Sonuçta gay, yanında bir erkek olucak. Çocuğa baktım hafif balık eti, neyse çok Mert’in tipi sayılmaz. Ama yüzü çok güzel, parıl parıl yuvarlak hafif çekik siyah gözler. Teni esmer, saçları kısa onlar da siyah ve dümdüz, parlıyorlar karanlıkta bile. 

Korelilere benziyor. Ben ona bakıyorum ama çocuk bana bakamıyor. Uzaklara bakıyormuş gibi yapıp beni süzüyor çaktırmadan. Sanırım Bodrum’da olanlardan ve biraz önceki hareketimden dolayı korktu.

Cihan huzursuz oldu. Bizi tanıştırdı. Müzik sesi çok yüksek olduğundan çocuk yanımda oturmak için Mert’ten izin istedi. Mert Cihan’ın yanına geçti. Oturup elini uzatıp gülümsedi. Aman allahım dişleri kar gibi beyaz ve iri iri o kadar güzel duruyor ki. Yanakları da pofuduk, sıkmalık. Sıktım elini.

“ Çok memnun oldum Can. Seninle tanışmak için ben çok ısrar ettim Cihan’a. Davetsiz geldiğim için kızdırdıysan özür dilerim. Senin doğum günün istersen hemen giderim, bozulmam da merak etme”

Ayy bu çocuk pek tatlı ve içten bir şey. Konuşurken hep gülüyor ve insanın gözlerinin içine bakarken gözleri de ayrıca gülüyor. Dayanamadım yanağından bir makas aldım. Yumuşacık yanakları. Bu yaptığım hoşuna gitti. 

“ Yok biraz aşırı tepki verdim. Asıl ben özür dilerim. Kalırsan da mutlu olurum”

“ Seni o gece Bodrum’da gördüğümde hayran oldum. Her bakımdan hem de. Yaptığın hareket ve sen harikaydınız gerçekten. Tabi bu söylediğimi Mert duymasın, o kızdı sana çok çünkü. O geceden beri deli gibi seni merak edip duruyorum. Tanışmamız doğum gününde kısmet oldu. Umarım seninle iyi arkadaş oluruz, çok tatlısın çünkü. Bu arada, iyi ki doğmuşsun. Seni öpebilir miyim?”

Çok şirin lan bu. Öpebilir miyim, derken kafasını bir yana eğişi var. Sanırsın pofuduk bir kedi. Mert Cihan’la bir şey konuşuyor. Nuri dibimde, kıç kıçayız. Mis gibi de kokuyor neyle yıkandıysa. Sorsam mı acaba?

“ Öpebilirsin tabi”

Atladı boynuma sarılıp, bir o yanak bir bu yanak öpüp duruyor ıslak ıslak. Öpebilirsin, dedik. O sanırım, yapabilirsin, anladı. Ortalık karanlık yatır bir de becer bari. Aynı sürüdeniz nasıl olsa. Mert’le Cihan gülerek bize bakıyorlar.

“ Sevdin bizim pofuduğu bakıyorum. Sevmesen de zorla sevdirir kendini zaten”

Mert normal konuşma modunda olduğuna göre siniri geçti sanırım. Canlı müzik durdu. Daha kısık sesle tekno müzik başladı. Milletin kulağını dinlendiriyorlar. Gurup indi sahneden ama gurubun solisti sahnede elini gözüne siper etmiş bizim tarafa bakıyor.

Eliyle bir işaret yaptı, sahneyi aydınlatan ışıklardan biri bizim locaya döndü. Bir ışık da adamın üzerinde. Diğer tüm ışıklar söndü. Müzik de sustu. Adam QaF.UK’da Nathan rolünü oynayan şeker Charlie Hunnam’a benziyor. Tabi yaşlanmış hâli.

“ Genç yaşımda yaptığım hatalar nedeniyle düştüğüm karanlıklardan beni çıkaran bir abim aradı sahneye çıkmadan önce. Kardeşim geliyor sizin mekâna bu gece, dedi. O benim de kardeşim Mert… Arkadaşı Can için herkesten bir alkış istiyorum. Bu gün doğum günü onun”

Bir alkış koptu. Arkasından adam cep telefonunun flaşını yaktı. Eliyle herkese de işaret etti. Herkes cep telefonlarının flaşını yakıp bize doğru döndü. Bütün ışıklar söndü. Club müzik yüksek sesle çalmaya başladı. 

Ben şaşkın olanlara bakıyorum. Yaşıyor muyum ben, çimdirsene Nuri, dedim. Karanlıkta Nuri sarıldı bana, elini önüme attı. Okşamaya başladı. İçimde külot yok pantolon da daracık ve ince, sanki yok gibi. Kulağıma nefes nefese şuh bir sesle konuştu,

“ Gördüğün gibi yaşıyorsun hem de taş gibi”

Müziğin sesi iyice yükseldi. Millet deli dans ediyor. Işıklar bir yanıp bir sönüyor. Mert’i bir görüyorum, bir görmüyorum. Gülüyor bana.


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler