Liseden Üniversiteye 79 ~ biz birbirimiz için yaratılmışız mommy yalan mı al bak işte



Liseden Üniversiteye 79



~~~ biz birbirimiz için yaratılmışız mommy yalan mı al bak işte ~~~



~ kimseyi suçlama
~ suçlanacak biri varsa o da sensin
~ sonuçta o sana küçük bir umut verdi
~ sen ise ona her şeyini verdin

~ cemal süreya


Sarıldım eşsiz güzelliğime. Kollarının içinde oldum önce, sıktırınca beni girdim içine, baktım ne var ne yok diye. Hınç gibi, kavga gibi şeyler gördüm. Vücudundaki gerginliği hissedebiliyorum. İçinde patlamaya hazır bir bomba var sanki.

Kafamı kaldırıp baktım ona. Gözlerimde biraz rahatlatabildim gibi. Boynunu aşağı çekip, yanacığından inen kurumuş yaraya baktım. Keşke hemen gelseydin, kanarken orası yalaya yalaya iyileştirirdim. Emer alırdım acını. 

Nuri, Mert’i görünce çok sevindi. Ama suratının hâlini görünce de biraz şaşırdı. Koca poposu heveslenmesin, benim yanımda yaramazlık yok. Kabuklarını yaladım yaranın, dilim tatlıca acıdı. Manga tanrım, tatlıca güldü.

Ben kıkırdadım, Mert beni öptü dudaklarımdan. Ben uzay yolunda gezindim. Ben çok mutlu oldum bir an. Sonra tekrar korktum. Kavga mı etti, ne oldu? Bir bilebilsem, yaşamaya devam edeceğim. Ama, kapat bu konuyu, buyurdular, soramam ki. 

Nuri, Mert’in birasını getirdi. Birayı almak için beni kollarından bıraktı. Boşluğa düştüm. Her yerim acıdı. Bardağı yarıya indirdi. Üstündekilerin hepsini bir çırpıda çıkardı. Nuri canavar görmüş gibi Mert’in önündeki dev tank topuna baktı.

Ben güzellik kralımın o güçlü ama narin, az bulunur, ne az bulunuru ya hiç bulunabilemez, sadece ona özgü tenine baktım. Altından kemikleri belli olan beyaz kadifeye baktım. Küçücük açık renk memişlerine baktım.

İncecik sütun gibi bacaklarına baktım. Belli belirsiz dizlerinden öpmek istedim. Bir sanat harikası olan burnuna hayran kaldım. Deli gibi bakan simsiyah gözlerinin içine düştüm. Yuvarlandım ben de havuza onunla beraber. Yunuslar gibi dala çıka yan yana yüzdük.

Keşke denizde olsak, dalsak en derinlere sarılıp öpüşsek, birbirimizin nefesinde mutlu ölebilsek. Bizim sonumuz mutlak ölüm ya da mutlak yaşam. Bunu düşündüm, aynı şey ikisi de çünkü. Suyla kaplanınca vücudu, gerginliği tamamen gitti. 

Nuri hâlâ şaşkın bizi izledi elinde Mert’in tutuşturduğu bira bardağı ile. Deli yunusum çıkınca ben de çıktım. Havlumu verdim ona. Çıplaklığını, Nuri’nin görmesi bile çıldırtıyor beni. O sadece bana ait olmalı.

Ben o, o ben; mümkün olsa, biz olsak. Akdeniz, dünyanın en güzel iç denizi gibi. Balıklar mutlu ve mükemmel yaşasalar içimizde. Onlar çırpındıkça, gıdıklanıp gülsek. Doğanın düşüncesiz, endişesiz kısaca kusursuz yaşamı olsak.

İnsanlığı aşıp, tanrı olsak. Boğaz manzarasıyla ne kadar yakışıyorlar birbirlerine. Şezlonga uzandı, göğsüne yattım. Uyumak istiyor canım. Rahat yok ki, elimde tutmama gerek kalmayan telefonum şezlongun üzerinde bıngırdadı.

Annem tabi, bugün evde olmam gerekiyordu. Ama bu durumda Mert’i bırakıp nasıl gideceğim. Biriyle kavga ettiyse hadi bunu geç, devam ettirirse, onu düşünürken meraktan cesedimi bulurlar odamda.

Açamadım telefonu, söyleyecek birşeyim kalmadı artık. Babamın ağlaması hoşuma gitmiyor ama umursayıp harekete de geçemiyorum. Mert en önemli şey benim için. Gözlerim kamaşıyor, herşey onun dev gölgesinde görünmez oluyor.

“ Açsana telefonu”

“ Ararım ben sonra”

“ Sinan efendi mi yoksa”

Aldı telefonu, mommy, yazdığını görünce rahatladı. Zavallı Sinan’ın beni arayacak hâli kaldı mı? Çocuğu hastanede, beni arama, deyip bıraktım öylece. Mert açıp telefonu bana uzattı. Ne yapacağıma kendim karar verebilirim, gıcık şey.

Mommy 📞 Can

nerdesin!!!

Bu gün de herkes, nerdesin, nidâsı ile açıyor telefonu. Hayırlara vesile olsun. Boğaza hâkim bir tepede, sevgilimin kucuşunda, renk değiştiren memişlerini seyrediyorum. Mert’i görmek nasip olmadı sana anne. Bir görsen, ne hârikulade bir tanrı olduğuna şahitlik ederdin.

Yehova şahidi olurdun anacım.

Can 📞 Mommy

geliyorum anneciğim akşama ordayım

Cevap vermeden kapadı telefonu. Söylediklerimin inandırıcılığı kalmadı sanırım. Başka ne diyebilirdim. Söyleyiverdim işte. Mert’e baktım umutsuzca. Zor durumda kalmam nasıl da hoşuna gidiyor. Gülüyor bana tatlış gamzeleriyle.

“ Mert seni böyle bırakıp eve gitmek öldürüyor beni. Ne olur söyle yüzünün nasıl bu hale geldiğini”

“ Gitme o zaman”

“ Sanki bayılıyorum gitmeye. Çaresizim işte anlasana”

“ Ben bir çare bulurum”

Çare sensiz zaten. Varlığın, yokluğun değil. Olmadığın her yer cehennemim. Memişlerin ve sen de gelseniz ya. Memişlerini emdirerek uyutsan beni, çocukluğumun yapayalnız geçtiği yatağımda. O acı ve uzun yılların intikamını alsak beraberce. 

“ Ölürüm sana bulursan bir çare bana”

“ Hadi çıkalım o zaman”

Çıkalım, en yükseklere seninle. Zirve yarışında tüm rakiplere takalım. Şampiyonlar ligi şampiyonu olalım. Dünya kupasına uzanalım, çekip alalım. Genç yıldız Emre Mor’u renklerimize katalım. Makineden çıkardığı elbiselerimi kurutma makinesine attı Nuri. 

Mayoyu çıkarıp, ortalık yere serdim apollomu, giyindim. Acelem var utanacak zaman değil. Külotsuzum yine. Havluyu attı Mert de giyindi, utanmaz ki. Nuri’nin gözleri bayram etti. Ama gideceğimiz için süzgün bir surat takındı. 

Hazırım selamı çaktım Ⓜ️ert komutana. Güldü, güldüm. Kolumdan tutup kendine çekti hoyratça. Bal akıttı dudaklarından, açtım ağzımı kuş yavrusu gibi. Besledi beni, güçlendim. Dudakları dudaklarımda, özledim seni, dedi. 


Allahıma şükrettim. Komutanım beni özlemiş❗️ Ne ara acaba? Ölürüm sana ben, dedim. Ölürüm de ha, korkmam ben komutanımın komutasında hiçbir şeyden. Yürürüm silahların, tankların, uçakların üzerine.

Haftalarca görmez, arayıp sormaz, bu ne şimdi. Dün ne oldu da özledi beni acaba. Meraktan çatlatana kadar konuşmayacak bu konuda. Öpücük bitince ben de bittim. Çıktık, üzgün Nuri’yi arkamızda bırakıp. 

Küheylan bizi bekliyor evin önünde. Terkisine attı beni. Önüne alsa daha iyiydi. Boşala boşala içimiz çıksın istiyorum. Kısaca sapıttım iyicene. Bir gün oldu beni sıktıralı ama öyle özledim ki onu. Hele o da beni özlemişse. 

Hani derlerler ya hep, aşk tek taraflı yaşanır diye. Bilemiyorum çok tecrübeli değilim bu konularda. İçimden nasıl gelirse, bodoslama dalıyorum hayata. Benim bildiğim aşk için ölümüne mücadele gerekiyor. 

Belki de yanlış bir düşünce. Şu doğru ama; aşk karşılıklı yaşanabilirse cennet yeryüzüne iniyor. Bu ne kadar sürer? Size deseler, şöyle bir girip çıkacaksın cennete, istemez miydiniz? Ben biraz önce, özledim seni, dediğinde ve sonra sarılıp öptüğünde, bir girip çıktım oraya. 

Tavsiye ederim. Ama cennetin hemen komşusu cehennem, bunu da bilin. Her şeyi göze alacaksan çıkacaksın bu yola. Çıktık yola. Tem’e girince ben şok. Sormaya korkuyorum. Komutanım beni kaçırıyor. Keşke önce eve gidip babamdan isteseydi. 

“ Allahın izni peygamberin kavliyle nereye gidiyoruz”

Tam saçmaladım. Yine bilinçaltı modunda dilim. Herşeye gülüyor bugün bu çocuk. Bir yerleri yaralanınca neşesi yerine mi geliyor? Bana baktı, o kadar sevecen ki. Bana mı öyle geliyor acaba. Değil ama hislerimde pek yanılmam.

“ Eve götürüyorum seni”

Eve mi? Mert beni eve götürüyor? Götür be koçum. Neyse ki suratındaki yarası benim oturduğum tarafta değil. Onun bir yerine bir şey olunca, etim koparılmış gibi içim acıyor. Bazen sevişirken dayanamayıp ısırıyorum, o zamanlar ben, ben miyim?

“ Mert sen ciddi misin? Bizim eve değil mi?”

“ İstersen”

“ İstemez miyim hiç. Tanışır mısın annemlerle peki”

“ Bilmem”

“ N’olur tanış. Annem çok iyidir. Babam için bir şey diyemeyeceğim. Geçen gün ilk defa benim için ağlamış. Ben onu affedemiyorum ama seni görünce belki değişir ha”

“ Bence tam çıldırır”

“ Deneyelim ne kaybedersin ki”

“ Bakalım”

Benden sonra, benim doğum günümde ne oldu? Bunu nedense öğrenmem gerekli. Mert’in benim haberim olmadan yaptığı çok şey var ama şu an sadece bunu öğrenmem gerek. Bu neden önemli, bunu da bilmiyorum.

Yine her şeyi bok etmeden ne demeliyim. Mert’le gerçekten normal konuşabilsek. Neden ben ona karşı hep şeffaf, o bana karşı kapalı kutu. Yavaşça level atlama modumdayım bu gün ev yolunda. O ev ve şehir benim cezaevimdi.

“ Ben gittikten sonra ne yaptınız gece”

“ Sen kendinle de çelişmeye başladın farkında mısın?”

“ Farkındayım, ben yokken ne yaptığını sormayacaktım”

“ Neden soruyorsun o zaman”

“ Ömer yüzünden, onunla mıydın?”

“ Ne fark eder”

“ Korkuyorum seninle ondan, anlamıyor musun”

“ Dönmek istiyorsun anladığım kadarıyla”

“ Cevap versen olmaz mı sadece şu soruma. Yargılamıyorum ki seni, bilmek istiyorum sadece”

“ Kendini kandırıyorsun Can”

“ Aşk bu değil mi zaten”

Aşk bu değil aslında. Olmamalı yani. Ama herşeyi olmaması gerektiği gibi yaşıyorum. Konuşamadım yol boyunca bir daha. Ben susunca o konuşmaz zaten. Durmadan kavga çıkaran taraf olmak, bu ben miyim?

~~~

Saat 19:15, an itibariyle, beyaz kurt ve canısı evin önünde. Mert’in beni eve bırakacağını öğrendikten sonra mesaj atmıştım, yoldayım diye. Annem camda bekliyor. CLK’yı görünce ilgilenmedi, beklediği taksi ve içinden inecek olan yalnız ben. 

Artık yalnız değilim anne. Seni özledim diyen bir sevgilim var. Bence kusuru başkalarıyla yatması ve durmadan kavga etmesi. Sevgilim değil dese de son belâm Ömer. Nuri’den öğrendim, yatıyorlarmış. Sence kusuru ise, umduğun gibi bir kız olmaması sevgilimin. 

İstanbul’un, Türkiye’nin, dünyanın, uzayın; en uzay güzelidir o. Biz de böyleyiz anne. Mert’in deyimi ile, pek normal sayılmayız. Ama eninde sonunda kabul edeceksin bizi. Babam da kabul edecek ya da ben onu kabul etmeyeceğim. Hepsi bu 𝟑 n⚫️k⊤a

~~~

Mert, düşünceli, gözü uzaklara daldı. Yukarı gelip gelmemekte kararsız mı yoksa vedâ mı edecek burada bana. Babamla ilgili hiçbir şey sormadı bile. Ne kadar meraksız bir insan. Bana baktı, en sevdiğim masum çocuk bakışıyla.

Kafasıyla, hadi, dedi. Hadi bana mı bize mi, dedim. Kapısını açtı çıktı dışarı. Allahım neler oluyor, benim kapımı da açtı. Sevinçle indim arabadan. Elimi kaldırdım, çaktık beşliği. Cesur aslanım benim. 

Babam da kendince cesur aslanlığa soyunursa; bir daha gelmemek üzere benim için karanlık bu şehri terk ederim. Annem pencereden bizi gördü, şaşkınlıktan aşağı düşmez umarım. Bahçeye girdiğimizde, bir şimşek çaktı. 

Benim için karanlık şehir, benim için aydınlandı birden. Sonbaharın habercisi bir yağmur başladı akabinde. Küçük beyaz kurdum, bereketiyle ve ışıklarıyla geldi karanlık ve kurak şehrimize. Durup ıslandık beraberce. 


Mutluluktan ve şaşkınlıktan göğü ağlatırken ben, toprak mis gibi koktu. Bizim bahçe hep böyle güzel kokar gök boşalınca ona. Mert’de bana yağsa keşke böyle. Biz yukarı çıkarken merdivenlerde karşıladı annem. 

Nasıl saldırdı üstüme, gözlerim doldu o ağlarken hüngürtüyle. Babam da kapıda karşıladı. Bahçede veya kapıda karşılama seremonisi, ikinci defa oluyor. Gözlerindeki sevecenliğe Mert’i görünce şaşkınlık da katılıverdi. Halit bey amca kendi içinde bir devrim yaşayacak gibi.

~~~

Devrimler sancılı olur. Bir yararı olur mu insanlığa o da meçhul. Devrim önce kendi oğullarını yermiş. Beni yemese bari, yaşadığı bu içsel devrim sonrası. Yedi bitirdi bu kadar yıl zaten. Mert’i ısırsa bile, ben de onu yerim. 

Afiyet olsun dedikten sonra azıcık gereksiz bilgi. Daha önce , antik devrimlerden söz ettim. Şimdi, sizce yeni olmasa da, tarih baba için taze olanlara geldi sıra. Önce burjuvaziye ilk kapıyı açan 1789 Fransız İhtilâli. 

Yaktı yıktı ortalığı. İnsanlığa kazancı giyotin aleti oldu. Açlık, yokluk, eşitsizlik alabildiğine devam etti. İmparatorluklar tek tek parçalara ayrıldı. Ulus devletler kuruldu. Bu da ilk dünya savaşına yol açtı. Daha çok insan öldü.

İkincisi, parçalanma sürecine giren Çarlık Rusyası’nda oldu. Güya işçi sınıfının yaptığı 1917 Rus Bolşevik Devrimi. Ama bu devrimi başlatan ve başarıya ulaşmasını sağlayan ne hikmetse, St. Petesburg’daki Kronşdat zırhlısı askerleriydi. 

Devrimden sonra bu askerler, devrim iktidarınca öldürüldü. Daha sonra da milyonlarca insanı öldürdüler, düzeni tesis adına. Nasıl devrimcilikse. Ölümden başka getirdikleri birşey yok. İnsanları kandırmak ve harekete geçirmek bu kadar kolay mı? 

Son kuple, 1979 İran Devrimi. Bir dini lider öncülük etti. Halkın her kesiminin katılımı olduğu için, devrim olarak nitelendi. Kimilerince büyük toprak sahiplerinin yabancılara karşı bir hareketiydi. İran’ın Amerikan bankalarındaki petro-dolarlarına el kondu. 

Böylece batmakta olan bir Amerikan bankası kurtuldu. Alan memnun veren memnun. Halkın dışında herkes kazandı. Hiç bir devrimde halk kazanmadı. Hiç bir devrimin, getirdiği yeni bir şey yok eski düzenden daha iyi. 

Aslı, yalan oyunlar. Ya da görünürde yeni hâkim sınıflar yaratma sanatı. Nöbet değişimi, bir yenilenme aldatmacası. Gerçekte eski tas eski hamam. İşin özünde değişen birşey yok. Çalışması gereken kitleler yine çalışıyor. Yemesi gerekenler yine…

~~~

Bizim devrimimiz bunlara benzemesin. Bir de kansız olsun mümkünse. Babam Mert’i gördükten sonra öylece dondu kaldı. Ne diyeceğini bilemedi. Kendinden emin, neyin ne olduğu konusunda sanki doğduğu gün kararını vermiş, yaşlı doğan bir çocuktu bu güne kadar.

Hiçbir zaman büyüyememek ve hep çocuk kalmak; yaşlı doğup hiç çocuk olamamaktan evlâdır. Çünkü bütün güzel gizem ve sırlar çocuğun doğal düşüncesinde saklıdır. O kuyudan çektiğin şifalı suların tadına doyum olmaz.

Hepimiz şaşkın birbirimize bakarken annem yetişti yine imdada. Kadınların doğurucu ve buna bağlı onarıcı gücü olmasa yaşam devam edemezdi. Ama bir o kadar acımasız olabilirler çünkü vücutları doğanın emrinde çalışıyor, aklın değil.

Akıl mı acımasızdır, doğa mı? Aslında akıl acımasızdır ama insan aklıyla doğanın bileşimi, ondan korkulur işte. O nedenle, annem dışında kadınlardan daha çok korkuyorum. Ne yapacakları belli değil gibi hissediyorum.

Salona geçerken annemle babama Mert’i tanıştırdım, alelacele. Babam Mert’e elini uzatırken suratına bir an bakıp büyülenmiş gibi çekti gözlerini ya da bana öyle geldi. Yaşlı doğan çocuk utandı birden. Her zaman olduğu gibi kendinden emin atılamadı öne.

“ Demek meşhur Mert sensin”

Konuşan annem, ortalığı toparlamak adına batırmaz herşeyi umarım. Meşhur? Mert anlamadı tabi söyleneni. Gözleri önünde oturdu annemim gösterdiği yere. Bazen çok akıllı bazen şaşkın aşkım. Heyecandan ne yapacağımı bilemedim.

Mert’in yanına oturdum. Sarılıp heryerini öpmemek için zor tutuyorum kendimi. Mıknatıs gibi çekiyor yanakları. Yarası? Tam da zamanını buldun Mert. Herşeyi ters bu çocuğun. Annem ve babam ne düşünüyorlardır kim bilir.

Bebek gibi bir surat, gözünün altından, dudacığına kadar taze bir yara. İki saat önce birisi Mert’in bizim evde annemle babamın karşısında öylece sessiz gözleri yerde oturacağını söyleseydi bana, ne derdim ona bilemem.

Benim dünyam, dünyaya geldiğim yerde bir vahşi kurt olarak arz-ı endam etti. Annem büyük bir hayranlıkla bir Mert’e bir bana bakıyor. Söylemiştim görünce şaşakalacaksın diye. Biz birbirimiz için yaratılmışız mommy, yalan mı? Al bak işte. Bunu en iyi sen görebilirsin.

Konuşacak bir şey bulamayınca annem, yoldan geldiniz açsınızdır, diyerek ana karargâhına gitti. Babam bizimle yalnız kalınca, iyice tedirgin oldu. Elini ayağını nereye koyacağını bilemiyor. Annem sezgilerini çalıştırdı beni çağırdı.

Sofrayı kurmak için yardım istedi. Bu da bir ilk. Hoşuna gitmez ev işlerine erkeklerin yardım etmesi. Hele benim gibi bir beceriksizin hiç. Ne o evin kızı mı olduk şimdi de. Annem hiç konuşmadı yemeği ve sofrayı hazırlarken benimle.

Sofraya oturduğumuzda ne ara zuhur ettiği belirsiz bir 70’lik rakı bize bakıyordu. Mert bana ben ona bakarken, bu gerçek barış çubuğu gözlerimizi parlattı. Babamın ki de parlayınca bunun annemin bir hediyesi olduğu anlaşıldı.

Annemin içerden getirdiği rakı kadehleriyle, babam sanatını icra etti. İnce diplilere rakı doldurmuyor da sanırsın cam üzerine desen çalışması yapıyor. Taksim etti kadehleri bize ve kaldırdı kendininkini havaya. Önce Mert sonra ben vurduk dibine en aşağıdan.

Yüzü güldü babamın geldiğimizden beri ilk. Ben de Mert’in kadehinin dibine vurdum. İkisi olmasa da biri çıktı güzelim gamzesinin gözlerimin içine gülerken. Anneme doğru da yükselttim kadehimi. O da güldü. Ne güzel herkesin gülmesi.

Eşsiz deha Ⓜ️ert komutanımdan öğrendiğim, konuşmadan anlaşma sanatını anneme ve babama da öğrettim sanırım. Gurur LAN‼️ Demek aynı okuldasınız, dersler nasıl, okulda neler yapıyorsunuz, kabilinden boş sohbetle geceyi getirdik.

Meselenin özüne girmedik. O kadar büyük bir devrim için daha çok şafak var. Ben, olur da devrimi tamamlayıp, sürekli devrim sürecine geçmek adına bir kalkışma yaparım korkusuyla, iki kadehte stop ettim. 

Mert’le babam içtiler. Babam korkusunu yenip, sevecen bakmaya başladı Mert’e. Mert şaşkın, tedirgin ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Babamın konuşması kaymaya başlayınca annem kadehinin üstünü eliyle kapadı.

Babamı yatırıp yanımıza geldi. İkimize tekrar baktı. Mert’ten gözlerini alamadı. Misafir odasını hazılayacağını söyleyip, tepkimi ölçmek için bana baktı. Ben renk vermedim. Annem içeri gidince, Mert’in rakıdan hafif kızarmış dudaklarına yumuldum.

Bal dudakları emdim ama ısırmaktan korkup çektim kendimi geri. Boynunu koklaladım. Mert’in bana sarılacağını anlayınca tekrar geri çekildim. Mert odasına ben odama, annem de babamın yanına yattı.

~~~

10 dakika sonra parmak uçlarımda odamdan çıkıp karanlıkta salona geçtim. Camlı dolapta duran viskiyi aldım, açmayı denedim ama beceremedim. İki bardak kapıp odama götürdüm. Sonra Mert’in yanına gidip, alıp beyaz kurdumu odama götürdüm. 

Yatağıma yatan beyaz kurt yavrusunu hayran seyrettim. Öyle garip ki; ne korkular, ne heyecanlar, iyi kötü ne rüyalar gördüğüm bu yatakta onunla olmak. Onun kokusunun bu yatakta olması, gerçek devrim bu işte. Ben yaptım devrimimi darısı babamın başına.

Mert’e verdim viski şişesini, açtı. Bardaklara doldurdum ateş suyunu. Attık yandık, birbirimize baktık. Karanlıkta çakan gözlerimizde yandık. Sanki bütün yaşamım gözlerimin önünden ışık hızında geçiyor gibi hissettim.

Kalkıp kapıyı kilitledim. Film bitti mutlu sonla. Atladım yanına, birleşti dudaklarımız. Daha ileri gitmek hem istiyorum hem istemiyorum. Annemler içerdeyken, benim yatağımda Mert’le sevişmek utandırıyor beni.

Anladı benim atlamak isteyip de atılamadığımı tatlı kurdum. Geri çekilip güldü bana. İstemiyorsun değil mi? dedi. Utanıyorum, dedim. Göğsüne bastırdı beni. Sıktırdıkça öyle hoşuma gitti ki. Nerdeyse kedi gibi gırlayacağım.

İstediği zaman ne kadar anlayışlı, ne kadar sabırlı ve sakin bir kurt. Nasıl hissetti bilmiyorum, ben sormaya cesaret edemezken meraktan çıldırtan sorularımı. İlk defa ben bir şey sormadan kendiliğinden konuşmaya başladı.

“ Ne oldu dün gece biliyor musun?”

“ Ah bir anlatsan çatlatmadan beni meraktan”

“ Dün anladım bir kere daha. Biz farklıyız ve çok küçük bir azınlığız. Birbirimizi korumalı ve güvenli bir yaşam kurmalıyız”

“ Mert yorum yapma, ne olduğunu ayrıntısıyla anlat yalvarırım”

“ Sen gittikten sonra Ömer geldi. Bir iki mekâna daha söz vermiştim uğramak için”

“ Kavga çıktı yine değil mi? Sen öldüreceksin beni sonunda”

“ Gittiğim mekânları işletenler arkadaşım veya tanıdığım kişilerdir. Ne olduğumu bilirler ve kimse lâf edemez bize. Eden olursa dayağı yer, atılırlar mekândan. Oralarda bir şey olmadı. Geceyi bitirdik sabaha karşı. Karşıya geçtik, Ömer’i evine bırakıp biz de eve gidecektik. Önce Kızıltoprakta işkembeciye uğrayalım dedik. Biz çorba içerken, sarhoş bir çocuk, yanımıza geldi, Ömer’e bakıp, kızlar çok güzelmişsiniz tanışmak isteriz, dedi. Cihan’la ben anında daldık. Kalabalıklarmış, arkadaşları üzerimize çullandı. Ama kof çıktılar, marizledik hepsini. Dükkân dağıldı tabi. Ömer’i de alıp çıkıyorduk. Sanırım mekân sahibi, garsonlardan birini gönderdi. Elinde bir saldırma vardı, tam göremedim. Suratıma salladı, sıyırdı geçti. Anında çekilmesem suratımın yarısı yoktu şimdi. Çocuğun üzerine atılınca Cihan’la ben, apar topar tuttular tüm garsonlar bizi. Polise haber vereceğiz dediler. Arayacakları filân yok, korkutmaya çalışıyorlar”

Ne de korkarsınız ya. Belâyı görünce balıklama dalan deliler. Bana bunları anlatırken ben korkudan titriyorum. Onunsa karanlıkta gözleri parlıyor. Neden kavgadan ve bir yerlerinin yaralanmasından hiç korkmuyor bu çocuk.

“ Ben de arıycam dedim. Polisi değil tabi, Sabri abiyi aradım. Bulunduğumuz yerin adını söyledim. O gece bizim dışarda olduğumuzu bildiğinden, ne olur ne olmaz diye sabahlıyormuş neyse ki Hasan’la beraber. 10 dakika sonra geldiler. Çorbacı orospu çocuğu Sabri abiyi görünce tanıdı. Eli ayağı titremeye başladı. Suratımdaki yarayı görünce Sabri abi, deliye döndü. Nasıl oldu dedi, anlattım. Bunu kimin yaptığını sordu, mecbur söyledi puşt çorbacı. Önce bana saldıran çocuğun sonra mekân sahibinin ağzını burnunu dağıttı. Yarın, kardeşime kız diyen ibne bizim mekâna gelsin, dedi. Çıktık gittik. İşte olan biten bu. Rahatladın mı?”

Aman nasıl rahatladım anlatamam. Sıradan bir Mert günü işte. Hele benim doğum günümde Ömer’le buluşmana çok mütehassıs oldum. Çok basit birşey söyler gibi, anında çekilmesem suratımın yarısı yoktu şimdi, diyor bir de. 

O güzel suratına bir şey olursa, bana ne olur o aklına bile gelmiyor. Biz farklıyız ve çok küçük bir azınlığız. Birbirimizi korumalı ve güvenli bir yaşam kurmalıyız. Bizim eve kadar gelip yatağıma girmesinin nedeni bu mu? 

Bana farklı mı davranacak bundan sonra. Peki Ömer? Onu da beni koruduğu gibi koruyacak mı? Hep birlikte mi, güvenli, yaşam kuracağız. Her zaman olduğu gibi, bir verdi bin aldı. Sorularlayım yine ben. Yine kavga, ama allahtan yine Sabri abi.

Kaptan babam olmasa, çocuk Sabri abim hapishanelerde harcanıp ölecekti belki. Sabri abi olmasa benim küçük beyaz deli kurdum da ormanda kaybolup gidecekti. Bastırdım yanağımı boynuna, göğsümü göğsüne. Keman yayı gibi gergin göğüs kemiklerimiz, geçti birbirine.


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler