Liseden Üniversiteye 77 ~ benden adam olmaz aşkım



Liseden Üniversiteye 77



~~~ benden adam olmaz aşkım ~~~



~ Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen

~ Herkesin perde perde çekildiği bir akşam

~ Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun

【Şükrü Erbaş】


Okşama faslını bitirip pantolonumun önünü çözmeye kalkınca, ittim elini. Ama oldukça güçlü ya da ben çok güçsüzüm, engel olamadım ona. Nuri! diyebildim sadece. Eğildi önüme, donsuz pantolondan bir anda fırlayan apollo ağzındaydı çoktan. 

Mert’e baktım korkuyla. Bana bakıp gülüyor hâlâ. Neden gülüyor acaba? Nuri’nin de arkadaşlıktan anladığı bu sanırım. Herkes iç içe, kimin ki kimin neresinde belli değil. Kafasını ittirdim, kalkıp Mert’e baktı. Mert de benim kulağıma uzandı.

“ Bırak yapsın minik, doğum günü hediyelerin devam ediyor”

“ O zaman hediyemi sen ver Nuri’nin yerine geçip”

Fırsattan yararlanıp aceleyle apolloyu sokmaya çalıştım. Pantolon o kadar dar ki yuvasına giremedi. İnmesini beklemek gerek. Ama havalandı ya bir kere havalara girdi yine, inmez başımın tatlı belası. 

Nuri’nin yerine geç, teklifime de sadece güldü Mert. Bu gün çok güleç beyaz kurdum. Nuri’ye eliyle önümü işaret etti. Tekrar kapaklandı önüme. O kadar da güzel yapıyor ki, ay’a varmadan üssüne geri dönmez artık apollo.

Grup tekrar sahneye çıktı. Yüksek müzik kapladı heryeri. Nuri’nin ağzı da apolloyu hatta nerdeyse toplarımı bile kapladı. Yumuşacık, sıcacık ve bazen sımsıkı, geberecem nerdeyse. Pantolonumu aşağı çekmeye başladı. 

Ne yapmaya çalışıyor bu manyak. Sonunda çekiştire çekiştire olmayan baldırlarıma kadar indirdi. Toplarımı yalayıp, tükürüklü eliyle apolloyu okşamaya başladı. Cebinden bir şey çıkarıp diğer eline sürdü, birden arkama daldırmasıyla parmağı giriverdi.

Gözlerim kapandı istemsiz kaykıldım aşağı doğru koltukta. Popom açığa çıkınca ikinci parmağını da daldırdı. Müzik o kadar güzel dolduruyor beynimi. Nuri de içimi. Karnım tatlı tatlı kaşınıyor. Bu kaşıntı şeyimin ucuna uzanıyor. 

Ama Mert’in yaptığında ki gibi beynime ulaşamıyor. Parmak sayısı artınca içimde, dayanamadım kafasını tutup ağzına daldırdım apolloyu. Başını sıktırdı diliyle damağının arasına, ucunu hızlıca yalamaya başlayınca dayanamadım, güldür güldür gelmeye başladım. 

Minik ininceye kadar emmeye devam etti. Karıncalandı artık başı apollonun. Hafifçe ittim Nuri’yi. Anladı kalktı yavaşça, ben doğrulamadım. Mert’le Cihan bana bakıp gülüyorlar hâlâ. Utandım, pantolonumu çekiyordum, bekle, dedi Nuri. 

Viskiden bir yudum alıp ağzında çalkaladı ve yuttu. Tekrar bir yudum alıp, eğilip ağzına aldı miniği. Ağzıdakiyle yutamadı viskinin tümünü. Islandı her yerim, pantolonum dahil. Pipim de yandı viskiden. 

Dezenfekte etti apolluyu, sefer sonrası üssüne geri dönmeye hazır artık. Pantolonumu çekebildim sonunda. Küçülen ve temizlenen apolloyu yuvasına rahatça yerleştirdim. Bu kalabalıkta bir ilki daha yaşattı tanrı Zeus kuluna.

“ Tadı enfesti, teşekkür ederim”

Bana bakıp gülümseyerek konuştu Nuri. Ben cevap veremedim. Bardağı bana uzattı. Alıp dipledim. Orgazmın tatlı depreminden yeni çıkan başım döndü. Kapadım gözlerimi. Öylece bıraktım kendimi, beynimin içinde çalan müziğin ritmine. 

Neden olduğunu anlayamıyorum. Bir başkası beni emiyor yetmezmiş gibi parmaklarını da içime daldırıyor. İşin en boktan tarafı ben de orgazm oluyorum. Mert bey olan bitene gülüyor. Hatta bunları o istiyor, neden? 

Sakin huzurlu baş başa yaşayamaz mıyız? Yine hatırlamak gerek yüce bilgenin özdeyişini. Bizler normal insanlar değiliz. Neyiz aq. Onun da cevabı hazır. Sürüyüz. Yani hayvanlar gibi birbirimizle düzüşeceğiz 

Neyse negatif enerjiyle doldurmayayım şimdi tatlı tatlı uyuşan beynimi. Mert en azından yanımda bir boklar karıştırmayacağına söz verdi. Demin olan, bir doğum günü partisi şeysi meysi işte, boşver. Her şeyi kurcalamadan dur bi la.

Yarı yatar vaziyette biraz kendime gelince, gözlerimi açtım. Baktım Mert yanıma gelmiş. Bu da verse ya bir doğum günü hediyesi kendinden. Göt içi kadar cebime sığmayan telefonum titrekleşti. Çıkarıp baktım korkarak.

Neden herşeyden korkuyorum ben. Yine en olmadık zamanda en olmadık kişi. Babam arıyor. Cep telefonunun icadından beri beni ilk arayışı. Büyükelçisi annem vasıtasıyla diplomatik görüşme yapardık bugüne kadar.


Ben telefonuma bakarken Mert de bana bakıyor tabi. Telefonum da bir haraket olunca hemen kıllanıyor. Cep telefonumdan ondan başkası arayamaz, mesaj atamaz. Tek kişiyle iletişim kurulabilir bir tarifeye mi geçsem? Gösterdim ekranı. 

Babamı, persona non grata, diye kaydetmiştim telefona. Böyle şakacıklara bayılırım. Sonra yaptığım şeyi unutur, kendi yaptığıma kendim gülerim. Yani babam görse gülmezdi herhalde. Lâtince bilmediğine göre ve google’a bakmaya da üşeneceğinden anlamazdı herhalde.

Sorarsa bu ne diye, ben de sallar, çok sevdiğim babam, demek filan derdim herhalde. Anlamadı tabi kim olduğunu Mert. Babamı, persona non grata, istenmeyen adam olarak kaydettim, dedim. Kahkahalarla güldü beyaz tatlı kurdum. Sen gül de ben sana ne lâtince deyimler öğretirim.

Telefonu açsam bu müzik sesinde konuşamam. Açıp da ne diyeceğim ki zaten? Biraz önce tanıştığım bir arkadaşım doğum günü hediyesi verdi, ben de ona bu nazik davranışına karşılık menilerimi verdim, yuttu hepsini, desem. Neyse, mesaj attım.

Can 📧 persona non grata

baba doğum günümü kutluyoruz arkadaşlarla gürültülü burası ben seni sonra arasam olur mu kusura bakma

persona non grata 📧 Can

iyi eğlenceler aman dikkat et içki filan içme doğum gününü kutlamak için aramıştım seni nice yaşlara hep beraber inşallah canım oğlum

Canım oğlum? Ben miyim o? Ne oldu bu persona non grata'ya böyle. Babam olmaya mı karar verdi bu kadar yıl sonra. Ya da annem başkasıyla filân mı evlendi bu yaştan sonra. Burnumun direği hafifçe sızlar gibi oldu.

Ama ağlamak istemiyorum. Bunu bana önceden söyleyebilseydin, ben şimdi çoktan senin yanına koşar o kocaman kucağına atlar yanaklarından öperdim. Ama yok olmuyor işte, öyle bir kırdın ki benim çocuk kalbimi, sana karşı istesem de bir şey hissedemiyorum.

Bir çocuğun hele de erkek çocuğun, hele de benim gibi babasına aşık bir erkek çocuğun, babasının ona böcekmiş gibi bakması ne demek biliyor musunuz? Bırak canım oğlumu, oğlum bile dememesi yıllarca. 

Ufacık bir çocuğun kalbinin paramparça olması ne demek biliyor musunuz? Ne acıtıcı, biliyor musunuz? Bir daha kimsenin seni sevmeyeceğine inandırıyor insanı, bu acı. Bir daha kimseyi baban gibi sevemeyeceğini düşündürüyor.

Yok sayılmak hem de baban tarafından. Dünyanın en büyük işkencelerinden bile daha tarif edilmez ve dayanılmaz bir şey. Yine de güvenemedi bana Mert, alıp telefonumu mesajlara baktı gıcık şey. Ama ben daldım gittim yine çocukluğuma. 

Aldırmaz ve kederli hâlimi görünce Mert, üzüldü yaptığına sanırım, sıkıca sarıldı bana. Ben de göğsüne yattım. Elimi tişörtünden içeri sokup güzel karnından göğsüne kadar elimi gezdirdim. Bu gezinti dünyanın en güzel gezintisi. 

Kalbim titriyor sanki, onun tenine değince. Memesinin ucuna gelince parmağımın ucu dayanamadım, tişörtü sıyırıp yumuldum oraya. Sarhoş oldum, nerdeyse ucundan süt içiyorum, ne kadar tatlı bir tat bana geçiyor ondan.

Gözümü açtığımda bizim locada ayakta birinin olduğunu gördüm. Hemen çekip aşağı Mert’in tişörtünü, doğruldum. Garson gelmiş, pasta için çatal bıçak tabak filan getirmiş. Utancımdan yerin dibine girdim.

Yanıyor suratım. Neyse ki çocuk alışkın sanırım böyle rezilliklere. Bana bakıp hafifçe gülümseyip, servis yapamamı ister misiniz, dedi. Neden bana soruyorsa. Ben biran önce gitsin diye, teşekkür ederiz ben yaparım, dedim.

Ne de yaparım ya. Pastaya baktım. Nuri taş gibi Can’ı söndürürken sönmüş gitmiş pastanın üstündeki, CAN yazım. Mert neden yaptırdı bunu acaba? Böyle şeylerin hoşuma gittiğini mi düşünüyor. Yoksa dalga mı geçiyor benimle. Büyük bıçağı bana verdi Mert.

“ Neyi keseceğim bununla”

“ Senin miniğin de sürüde yeri olduğuna göre artık pastanı kes yeter”

“ Tamam ama sonra da bunu kesecem”

Diye bağırıp, bıçağı elime alıp salladım ve önüne attım elimi. Nuri kahkahayı bastı. Sonra Cihan da güldü. Mert gülmedi. Ben de beyaz kurt yavrusunun önünden çektim elimi. Yine utandım. Ne bok yemeye böyle saçmalıyorum. 

Yıllarca susturursan kendini konuşmaya başlayınca frenler tutmayabiliyor. Mert’in niyetine vurdum bıçağı pastama. Nuri bu işlerden anlamadığımı fark edince uzanıp aldı elimden bıçağı. Kesti pastanın tümünü ve tabaklara dağıttı. 

Mert yerde duran tepsiyi aldı, bize dört tabak ayırıp diğerlerini tepsiye koydu. Cihan’a verdi tepsiyi. Cin çocuk anladı ne istediğini kocasının, tepsiyle aşağı indi. Konuşmadan ne istediğini bile anlıyor. Sanırım mekân sahibine ya da gurup üyelerine götürüyor pastaları.

İlk dilimden koparıp bir parça, aşkım olan beyaz kurt yavrusunun ağzına verdim. Ayy ağzına verdim deyince içim bir hoş oldu. O da bana verdi. Ne mutlu mesut bir doğum günü gecesi. İlk defa doğum günümde mutluyum. 

Neyse kızmamış Mert bana, sarılıp öptü. Frambuazlı pasta çok güzel ama bir çatal yetti bana. Pastadan sonra Mert’in bardağındaki viskiyi vurdum dibine kadar. Dibine kadar yapmayı severim herşeyi. 

Mert’inkini de dibime kadar alırım. Pastanın tatlısı ve viskinin acısı. Aynı Mert gibi. Yumuldum dudaklarına, ağzında pasta varken. Birazını aldım ağzından ve yedim. Onun tadıyla daha da tatlanmış pastam. Kulağına yükseldim.

“ Sen benim hayatımın pastasısın. Ben de süsüyüm o pastanın. Üstünde, pardon altında yandım bittim, yeniden ben yaptın beni aşkım”

Coştu, o da bana yumuldu. Altına aldı harbiden. Yani oturduğumuz koltuk biraz daha büyük olsa indirecem pantolonu o derece. Şu karanlık cangılda ezse beni, suyumu çıkarsa. Eğer o su kaldıysa tabi. Epeyce yiyiştikten sonra, ben hiç istemesem de Mert kalktı üstümden. 

Öylece sonsuza kadar öpebilirim ben onu. Nasıl bir tatlılık. Dilim her döndüğünde ağzında, dudaklarımı her ısırdığında inci dişleriyle, ambrosiasını ağzının her yuttuğumda, dilini her ısırdığımda apayrı lezzetler alıyorum, daha önce tatmadığım.

Baktım Cihan’da Nuri’ye dalmış. Herkes kendinin olana dalsa, ne güzel. Gurup yine indi sahneden. Solistleri Nathan yanımıza geldi. Adam beni tebrik edip, pastan da pek tatlıymış senin gibi, dedi. Ben yine utandım, cevap veremedim.

Adam eğilip Mert’in kulağına birşey söyledi. Mert olmaz anlamında bir el haraketi yaptı. Ama adam Mert’i kolundan tutup götürdü. Bana birşey söylemedi nereye gittiği ile ilgili. Birşey söyleme bana, ben hep merak edeyim seni emi. 

Gitti gelmiyor Mert. Aşağıya bakıyorum orda da yok. Yanıma geldi yine Nuri. Demin Mert’e söylediğin şey çok hoştu. Ne komik ve tatlısın sen. Bu arada tadın damağımda kaldı, dedi. Sonra da içime daldırdığı parmaklarını ağzına sokup, yaladı. 

Elimi tuttu, ağzına götürüp orta parmağımı ağzına sokup emdi. Utanmaz şey. İçim ürperdi yine. Nasıl yapıyorsa artık, parmağından da insanın içi ürperebilir mi? Dilinin rengi karanlıkta bile belli oluyor. Kalın dudakları gibi kıpkırmızı. 

Koyu teniyle çok uyumlu. Bütünüyle bu işler için yaratılmış bu velet. Söylediğim şey de çok hoşmuş, sen onu bir de Mert’e sor. Herkes de bana bir iltifat bir iltifat bu gün. Babam bile, o derece. Sırılsıklam oldum iltifat yağmurunun altında. Ay her gün doğum günüm olsun. 

Gurup tekrar sahneye çıktı ama davulda Mert oturuyor. Ne alâka, yoksa bu davul çalmayı da mı biliyor. Her an şaşırtmadan duramıyor. Ben şaşkın ve ağzım açık aşağıya bakarken, Mert girdi davulla parçaya. 

Aman allahım nasıl da güzel çalıyor. Yavaşça başladı, kolları giderek hızlandı yaptığı soloda. Bagetler gözükmüyor artık davula vururken. Öyle etkili bir melodi çıkıyor ki, beynimde hissediyorum her vuruşu.

Bu çocuk neyi beceremiyor acaba? Dersleri dışında tabi. Süpermenim benim. Bu arada o benim mi? Gurup da parçaya girince Mert yavaş yavaş çıktı parçadan. Kalkınca davuldan, hayranlıkla Mert’i dinleyen kalabalıktan ve gurup üyelerinden müthiş bir alkış fırtınası patladı.

Mert elindeki bagetleri bizim locaya doğru kaldırdı. Herkes bize doğru baktı. Ayağa kalkıp, aşağı doğru sarktım. Aşkııııım!!! diye bağırdım. Bir gülüşme koptu kalabalıktan. Sonra beni alkışlamaya başladılar. 

Avuçlarımı patlatırcasına alkışladım ben de herkesi, zıplaya zıplaya deli gibi. Burda da ibne olduğumu öğrendi herkes. Biri çekip olanları, youtube’a koymasa bari. İndi sahneden Mert, kalabalığın içinden geçerken kızlar sarılıp öptüler. Hayran bıraktı millete kendini.

Ben nasıl elimde tutacağım bu tanrıyı. Dikkatlice izliyorum onu ve tabi kıskançlıktan ölerekten. Tam bizim locaya çıkan merdivenlere geldiğinde, orada bekleyen bir oğlan da sarıldı. Ben neler oluyor diye görmek için aşağı düşecem nerdeyse.

Delirecem, bırakmıyor çocuk Mert’i. Gülerek bir şeyler anlatıp duruyor, dibine de girdi ayrılmıyor. Ne olacaksa olsun deyip, fırladım dışarı indim aşağı. Yanlarına vardığımda sinirle soluyordum. Ne diyeceğimi bilemedim.

Sırtımdan popoma kadar bir sızı oldu korkudan. İkisi de bana baktılar. Konuşamadım, Mert’in kolundan tutup merdivenlere sürüklemeye çalıştım ama gücüm yetmedi. Sinirden ağlamaya başladım. Söz vermiştin, diye bağırdım.

Hâlâ çekiştirmeye çalışıyordum ama yerinden kıpırdatamıyorum ki ayıyı. Ağladığımı görünce, bu sefer o benim koluma yapıştı. Sürükledi yukarı merdivenlerden. Kolum çıkacak biraz daha çekiştirirse.

Locaya girmeden duvara yapıştırıp göğsüme bastırdı kolunun alt tarafını. Burnumun dibine girdi. Gözlerinin içinde delici bakışlar. Kaçırdım gözlerimi. Nefes zor alıyorum, sıkıştım duvarla onun arasına. 

Ne yaptığını sanıyorsun, dedi sakince. Bir şey aklıma gelmedi. Bir anda çıldırdım desem, neden diyecek. Bilmiyorum işte, kendimi tutamıyorum artık. Deliye dönüveriyorum. Yine aynı şeyi söyleyebildim sadece, bu defa sakince.

“ Söz vermiştin”

“ Saçmalıyorsun, çocuk bizim lisedenmiş, tanışmak istedi ne deseydim”

“ Neden dibine kadar giriyor saatlerce”

“ Nasıl duyacağız birbirimizi bu müzik sesinde başka. Saatlerceymiş ulan beş dakika oldu konuşmaya başlayalı daha. Sen adam olmayacaksın”

“ Çok canım yanıyor, bırakır mısın artık”

Nefes nefeseyim acıdan ama bırakmadı. Sinirinin geçmesi için biraz daha canımın yanması gerekiyor. Bunu öğrendik artık. Biraz da yalakalık. Tanışmak istemiş çocuk. Aman ne güzel, biz biriyle tanışınca ortalığı yıkmayı biliyorsun ama.

“ Tamam özür dilerim haklısın. Ne olur bırak artık kıracaksın kaburgalarımı”

“ Doğum günün olmasa ne yapacağımı bilirdim ben sana”

Bıraktı sonunda. Kolumu bırakmadı, içeri sürükleyip koltuğa savurdu. Düşüyordum nerdeyse ama adrese teslim etti. Uçtum koltuğa, popom acıdı. Yine başladı uçma seanslarım. Doldurdu bardağını Mert. Yarısını içti, kalanını da ben diktim. 

Şampayalardan sonra yuvarlayınca viskileri, kafam iyi oldu. Bana bakmıyor bile. Berbat ettim herşeyi yine. Nuri’yle Cihan bize bakıyorlar ne olduğunu anlamak için. Ne olacak her zaman ki gibi işte. Rutindeyiz merak etmeyin.

Yanlış yaptım o da bana dersimi verdi. Kötü niyetli değil, adam etmeye çalışıyor beni sadece. Ama ben de iş yok. Kafam almıyor bir şeyi. Bir inattır gidiyorum. Haklı olarak biraz tartaklanmamız gerekiyor. 

Elinin ayarı olsa bir şey değil de. İnce kemikliyim ben. Kıracak sonunda bir yerimi ya da kolumu çıkartacak. Çok korkarım oysa çocukluğumdan beri kemiğimin kırılmasından. Kolu bacağı alçılı birini görsem bile, sanki bana olmuş gibi korkuyla gözlerimi kapatırım.

Ama bir insan kendisi hiçbir boktan korkmayınca karşısındaki insanın korkularıyla empati kuramıyor tabi. Epey konuşmadan oturup, müziği dinledim. Arada kaçamak bakışlarla ona baktım belki göz göze geliriz diye. Ama bakmamaya devam ediyor.

Nuri bana bakıp duruyor, ne yapacağımı merak ediyor sanırım. Ne yapacağımı ben de bilmiyorum ki. Sonunda başımı çevirip Mert’e baktım. Biraz önce sinirden dikkat etmemişim. Davulu öyle bir performansla çaldı ki her yeri ter içinde kalmış. 

Saçları bile ıslanmış o derece. Top oynayıp bütün gün, kanter içinde eve dönen çocuklara benzettim onu bir an. Çantama üşürüm diye koyduğum pamuklu montumu çıkardım. Bir şey yapmadı. 

Öyle uslu bir çocuk gibi durdu sadece, ben silerken terlerini. Siniri geçtikten sonra bir de seviştikten sonra ki çocuğa benzeyen bu halleri öldürüyor beni. Ne yapmış olursa olsun bana, kızgınlığım geçiveriyor. Bir çocuğa kızamam ki ben hele aşıksam o çocuğa.

“ Mert tekrar özür diliyorum, doğum günüm hadi unut olanları, gecemiz güzel bitsin yalvarırım”

Bana döndü sonunda. Terden ıslanıp alnına ve omuzlarına yapışan saçlarına takıldı gözüm. O kadar güzel duruyorlar ki. O perçemin diyorum alnına düşen, ona ölürüm ya ben. Uzatıp parmağımla alnındaki perçem saçını okşadım önce. 

Sonra uzanıp öptüm orayı. Sonra yüzünün her yerini öpüp yaladım. Cihan’la Nuri gülüşmeye başladılar. Sonunda Mert’de gülümsedi azıcık da olsa. Ne olur bu gece güzel bitsin. Sarılıp uyuyalım sonra. 

Sevgiyle en sevdiğim yerde onun içinde uyuyup, yeni yaşıma orada uyanayım allahım. Allah da duamı kabul etse, bütün yaşamım onun içinde geçse sonsuza kadar. Birbirimizin içinde yaşasak, mutlu olsak.

“ Davulu harika ötesi çaldın Mertcim. Senin beceremediğin bir şey var mı aşkım?”

“ Var”

“ Neymiş o, dersler mi?”

“ Siktir et dersleri, ilgi alanım değil. İstesem yaparım uğraşmıyorum”

“ Ne o zaman”

“ Seni adam edemedim”

“ Benden adam olmaz aşkım”

Adam olmam. Ama kedin olsam, hiç inmesem kucağından sahibimin. Kuşun olsam, başının üstünde uçup dursam. Tamam lan, köpeğin de olurum hep peşinde koşturan. Sen iste yeter. Sen sadece benim ol da ben neyin istersen olurum senin.


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler