Liseden Üniversiteye 91 ~ şehirden bir çocuk sevdim yine



Liseden Üniversiteye 91



~~~ şehirden bir çocuk sevdim yine ~~~



1.  Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
    En geniş zamanlı bir şiir yazacağız

2.  Harbi karşılık verecek ama herkes
    Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya:

3.  Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır
    Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar?

4.  İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
    Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden?


~ [Ece Ayhan~Yort Savul]


İçimde istediğim o kokunun içine çekti beni gömüldüğüm boynu. Elimi önünden çekemiyorum. Boynunu öperken diğer elim ensesine uzandı, saçları: siyah kılıçlar parmaklarımın arasından sert dalgalar gibi akıverdi. 

Canım acıdı. Dalga değil tsunami mübarek. Uyuştu beynime kadar bütün vücudum. Dudaklarıma yapıştı, deniz kokulu ağzından dili, o güzel boynunun ısırığından hâlâ kamaşık dişlerimde gezindi. Açtım ağzımı, sert dili nerdeyse boğazıma değecek.

Oralara değmeyen bir senin dilin kalmıştı. Neyse daha öncekine göre çok masum. Önünden elimi bir çekebilsem. Eşofmanın üstünden öylece tutuyorum sımsıkı, dondu kaldı elim, hem de sıcaktan. Onun eşofmanlarından birini donsuz giymiştim. Buna da kötü alıştım. 

Don çıkartacak zamanım bile yok mesajı veriyor bilinçaltım. Daldırdı elini içine. Bu günlere kadar benden pek hayır göremediğinden, apollo uykuda. Uyandırmadan, çektim kendimi biraz. Anladı çekilip üstümden, elini çekti. Ben de çektim. 

Zeytin gözleri karanlıkta parlıyor. Sevinçle bakıyor bana. Bakmasana öyle. Her dediğini yapmaya başlarım… Sonumuz yine aynı olur. Ben yelkenleri rüzgârlara göre ayarlayabilen bir kaptan değilim ki. İndiriveririm onları hatta herşeyi.

Denizleri çok seven ama kaptan olamamış biriyim. Olsa olsa tayfayım. Zorlarsan beni böyle, teknem kapılır gider esen yele. Sana… Alabora oluruz. Yazık değil mi bize. Zeytin ağacı gibi kokan birine ben bunu yapamam ki. Neden yaptım Buğra’yı? 

Bundan sonra, kendimi sikeyim en iyisi ben, ne boka yaradı ki bugüne kadar. Eğer doğru söylüyorsa kimseyle birlikte olmadığı konusunda… Bana aşıksa gerçekten… Ve asıl önemlisi, içinden gelmeden, sadece benimle beraber olmak için onu yapmama izin verdiyse…

Yine kafamdaki düşünceler benden hızlı ve yetişemiyorum onlara. Karşımdaki insanları düşünmekten kendime zaman kalmıyor. Okul ve dersler dışında kendimle ilgili, sonu iyi biten bir planımı gören oldu mu?

Suratıma bakmaya devam ediyor. Biraz önce öperken özellikle dudaklarıma çok yapışmadı. Yaradan dolayı. Kafamdaki ve dudağımdaki küçük de olsa bandajları sormadı bile. Öyle bir ince insan işte. 

“ Hadi eve gidelim Can. Erkeğim ol yine”

Bu kadar da ince olmasan iyiydi. Ben ne düşünüyorum o ne diyor. Erkeğim ol yine mi? Ne zaman oldum? Nerden aklına geliyor böyle şeyler. Bu çocuk cinsel karmaşalara nereden tutuldu. Benim yüzümden mi? Ama dün gece çok değişikti gerçekten. 

Ve korkutucu. Peki ama onun için de güzel miydi? Korkutucu olmasa bu kadar heyecanlı olmazdı. Heyecanlı olmasa bu kadar zevkli olmazdı. Çocuğu bıraktığı alkole de tekrar başlattım. Başka yapacak bir şey kaldı mı?

Birini tanıyıp insan bir günde gay olamaz ya. Nasıl hetero olamazsa. Hiç gay olmayı hele de pasif olmayı aklında geçirmemiş biri pat diye, erkeğim ol yine, der mi? Buğra, sen ya her konuda benimle kafa buluyorsun ya da çok değişik birisin.

Tekrar elimi atmamak veya onun bana atlamaması için bu gürültülü ve karanlık yerden çıkmamız gerek. Onu kırmadan içkili ama karanlık olmayan ve gözlerden de uzak olmayan bir yere gidip adam gibi konuşmalıyız.

“ Hadi çıkalım burdan n’olur. İçim sıkıldı karanlıktan”

Suratını buruşturdu. Haklı ne diyim. Hiçbir şeyden memnun olmayan amcık orospular gibi davranıyorum. Ne yapayım kafam karmakarışık. Daha bir yılı biraz geçti İstanbul’a geleli. Boştaysam, gördüğüm her güzel erkeğe aşık oluyorum. 

Boşta mıyım ben şimdi acaba? Aşık mıyım Buğra’ya? Mert için, soruyorum anlatmıyor birşey. Ama çok içiyor, deyişi Sabri abinin… Beynimde yankılanıp duruyor. Hem de giderek artan bir volümle. Liseyi bitirene kadar kimseyi becermeyi aklımın bir yoctosundan bile geçirmedim. 

Ama bir kız bir de oğlana geçirdim bile şimdiden. Hadi Elif neyse zaten daha önce Cihan’la yatmıştı ve kendisi çok istedi. Buğra kimseyle yatmadıysa ya gerçekten. Kolundan tutup kaldırdım suratını ekşitip oturan Buğra’yı. 

Geçerken barın yanından, Kirpi ve barda oturan üç beş çocuk bize baktılar meraklı ve şaşkın. Yeni gelmişler. Sanırım, lise tayfası, bunlar. Hey çocuklar ben de tayfayım. Denizlerde, uzun yol seferlerinde. Görüşürüz artık sefer dönüşü, başka safere. 

Arkadaşlarına veda etmesine izin vermeden çekiştirdim dışarıya. Bu hakkaten kuzu. Sesini bile çıkarmadan, karşı koymadan peşim sıra geldi. Çok da güçlüyümdür ya. Dışarı çıktığımız da hava hâlâ aydınlık ama kurşuniydi yağmurdan. 

Yer gök beton, buna rağmen doğa gâlip gelmiş. Güzel bir koku var havada. Bir apartmanın saçak altına girdik. Ne çok severim dışarda sokağa yağan yağmuru seyretmeyi. Kısa yaşamım hep evde geçtiği için sokakta olmak nefes benim için.

Çantamda duran şişeyi çıkarıp küçük bir yudum aldım. Elimden alıp büyük bir yudum aldı. Şişenin dibini buldu. Sarıldı bana. Saçlarını boynuma sürttürdü. Ben de kolumla boynunu sarıp başını bastırdım kendime. Yumuşadı sanki, kavradı kollarıyla belimi.


Yanıyor muyum yine. Biri daha mı? Yetmedi mi? Şehirden bir çocuk sevdim yine… Nerden aklıma geldi şimdi. Cezmi Ersöz’ün şiiri çağrıştırdı bu cümleyi. Hatırladığım kadarıyla şiiri, kulağına fısıldadım.

Ah! bir bilsen herkes tetikte; 
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle 

Ah! bir bilsen 
sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın 
kapılarını 

Yaktın masum hırslarını geliyorsun, 
şehirden bir çocuk sevdin yine...

Şiir böyle birşeydir işte. Kutsal kitaplar gibi en olmadık zamanlarda insanın imdadına yetişiverir. Çare oluyor mu? Hayır ama tahammül gücü veriyor. Yoksa her derde çare olan birşey bulunsa, yaşam da son bulurdu herhalde.

Dertlerimiz var olduğu kadar varız. Bunu Peter mi söylemişti. Annesinden mülhem. Hatırlamıyorum. Ama eğer doğruysa, ben çok, varım. O kadar da olmak istemiyorum. Allahım, beni o kadar var etme ben razıyım senden. Azıcık mutlu olsam, ha.

~~~

Saçak altında yağmurun durmasını beklerken birbirimize sarılmayı hiç bırakmadık. Ben başımı onun boynuna sokunca, saçlarımı kokladı. Sırtımı okşadı. Ben sadece sıkı sıkı sarıldım. Hareketsiz. 

Öyle donuyor benim ekran bu gün. Kesintisiz çalışmaya başlarsa neleri oynatacağı korkutucu çünkü… Yağmur durunca, elimden tutup o beni sürüklemeye başladı bu defa. Neyse ilerleme kaydettik. 

Kolumdan çekmiyor bu hiç olmazsa. Arkadaşlarının yanında onu sürüklememe hiç ses çıkarmaması hayret. Zaten onun herşeyi hayrete şayan. Wonderkid, İstiklâl’de elimden tutmuş uçuruyorken beni, dönüp baktı. 

Yine güldü. Her şeye hemen neşelenir mi bu çocuk ya. Ben de ona güldüm. Ama nefes nefese kaldım. Biraz daha koşarsam dalağım şişecek. Neyse ki tekrar yağmur başladı. Etrafa bakındı büyülü gözleri.

Biraz ötedeki apartmanda odaklandı. Bu defa büyük kapısı olan, kocaman bir apartmana girdik. Devasa girişte mermer her yer. Apartmanlarda ihtişamın, metrekare birim fiyatına galebe çaldığı zamanlardan kalma. Apartman değil bir apartımandayız.

Eski usûl çift kapılı vitraylarla süslü sanat eseri asansöre binip en üst kata çıktık. Bar mı lokanta mı öyle bir yere girdik. Buğra garsondan cam kenarı bir masa istedi. Gıcık garson da benden kimlik istedi. Sanırım illuminatinin tepe yöneticisi olduğumu anladı.

Ben Buğra’nın arkasına saklandım. Cebinden birşey çıkartıp garson kılıklı kontrespiyonaj elemanına gösterdi. O güzel başını da yana eğdi tatlıca. Sanırım kimliğimi gösterdi. Nasıl da işini bilir şirin kuzum benim. Tatlılığı ile yapamayacağı bir şey yok. Beni bile erkek yaptı. 

Ne erkeği la saçmalıyom. Garson, ya sabır tarzı tevil edilebilecek hareketler eşliğinde, bakmadan kimliği cebine attı. En güzel masaya bizi oturttu. Haliçten boğaza kadar heryer ayaklar altında emrinize âmâde. Seyre daldım.

“ Ne içersin”

“ Farketmez kafayı tuttum sayılır”

“ Bira içelim o zaman”

“ Ok… Ne verdin garsona”

Cebinden 100₺ çıkarıp gösterdi. Bu mu benim kimliğim. Elbet milli paramız hepimizin kimliğidir. Ve her kapıyı açar. Onur duydum. Aldım baktım. Ön yüzünde Atatürk resmi var. Ulu önder. İyi güzel. Arka yüzde ki kim ola?

Resmin altında, Buhurizade Mustafa Efendi yazıyor. Yani ki Itri imiş. Hey gidi günler hey. Sizin için ne besteler yaptım ben. Lâkin yaşlanmışım epey. Hep diyorum ölmem gerek benim artık. Yol verin geçek 

“ Ben senin erkeğinsem, o önündeki kalın şeyle sen ne oluyorsun?”

“ Sen ne istersen onu olurum”

“ Dün gece gerçekten hoşuna gitti mi?”

“ Complicated. Erkeklere hep ilgi duydum. Senin gibi erkeklere. Yani güzel olan… Böyle olabileceğini düşünmemiştim. Ama sorun yok, devam et alışırım ben. Sen mutluysan ben de mutluyum”

“ Buğra bir soru iki defa sorulmaz biliyorum… Kızma ama gerçekten daha önce kimseyle birlikte olmadığına inanamıyorum. Girişken, yetenekli, akıllı, sevimli, kendiyle barışık harika birisin. Ve tabi uzay güzel. Sizin okul gibi bir yerde en azından kızların seni boş bıraktıklarını sanmam”

“ Ben sana ilk defa sorucam bu soruyu. Kızarsan, kızma sadece sadece cevap verme yeter. Olur mu?”

Heyecandan ellerim titremeye başladı. Sanki bir suç işlemişim Buğra’da beni yakalamış. Çocukken -evde tabi okul ayrı bir destan- en çok babamın beni mastürbasyon yaparken yakalamasından korkardım. 

Annemden çekinmezdim o kadar sadece utanırdım. Annem hep anladı kızmadı hiç. Gün aşırı çarşaf veya yastık kılıfı değiştirdi. Nereyi bulursam oraya sürtünüyordum köpek gibi. Hep aynı son. Yanıma hazırladığım kağıt mendile uzanamadan titremeye başlardım.

Titrediğimi farketti sanırım. Bu defa ki orgazmdan değil. Neden korkuyorum Buğra’dan. Kendimden korkuyorum sanırım. Onunla herşeyi açıkça konuşmaktan. Dahası yaşamaktan. O kadar sakin ve aklı başında cevaplar veriyor ki…

Ya binersem onun teknesine. Açılırsak denizlere. Vurursa dalgaların beyaz köpükleri tekneye. O köpüklere birlikte uzanırsak. Tutup tekneye alırsak. Mutluluğumuza onlar da katılırsa. Beraberce kaçarsak uzaklara. 

“ Özür dilerim Can… Seni üzmek istememiştim”

Üzmedin. Bir soru soralım dedik tuş ettin yine. Ben binersem senin teknene Mert ne olacak. Arasa da konuşsak insan gibi. Ne diycem ki. Ben Buğra’yı yaptım. Onun da beni yapma hakkı doğdu, desem. Belki de hoşuna gider. 
Cihan pasif de olmuş geçmişte. Belki şimdi de oluyordur. Der mi onu da yap. O da seni yapsın. Yapışalım, tam sürüm sürü. Yine tutuldum. Çok tutukum bu gün. Cevabımı bekleme sor işte meraktan çatlayacağım. Konuşamıyorum çene kemiklerim yapıştı birbirine. Kafamı salladım.

“ Ne oldu dudağına ve başına. Sen anlatırsın diye bekledim. Ama içki filân da çözmüyor seni”

İçki ne oğlum. Ne işkencelerden geçirdiler bizi vermedik kimsenin adını. Herkes bizi illuminati zannederken biz önce vatan dedik. Gerekirse canımız vermeye hazırdık. Ama insan ölmek isteyince ölemiyor işte.

“ Masadan düştüm”

Gülmeye başladı. Ben de gülmeye başladım. Sonra kahkahalar atmaya başladı. Bu defa herkes bize bakmaya başladı. Kontrespiyonaj yanımıza geldi. Daha biralarımız gelmemişti. Buğra elimden tutup sürükledi beni yine. Arkamızdan gelen garsona dönüp bağırdı.

“ Evde çocuk uyuyordu da. Unutmuşuz dönmemiz gerek. Kimlik siz de kalsın. Başka zaman misafiriniz oluruz”

Ne yani masadan düşmedim mi? Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Tekrar indik İstiklâl’e. Kurtulduk biz de. Hava karardı. Biraz yürüdük. Büfe görünce, bira aldı dört tane. Siyah poşet elinde yine yürüdük. 

Sonra karanlık bir ara sokağa girdi. Köşedeki ilk binanın sokağa bakan yüzünde büyükçe ve derin bir pencere girintisi var. İki berduş oraya oturmuş içiyorlar. Emrah Serbes’in Müptezeller kitabında okumuştum. 

Berduşlar için, şu dünyada hâlâ biraz ruh ve ateş kaldıysa onların yüzü suyu hürmetinedir, diyordu. O demiyordu tabi Bakır diyordu. Buğra saçı sakalı birbirine karışmış, kat kat giyinmiş berduşların karşısına geçip bakmaya başladı. 

Ben doğal olarak korkmaya başladım. N’olur bu da kavgacı filân çıkmasın. Sonra Buğra karşılarına yere çömeldi. Torbadan bir bira çıkarıp açtı. Adamlara doğru uzattı. Avuç içlerini göğüslerine götürüp başlarını hafifçe eğip gözlerini kapadılar. 

Bu, sağ ol, demek oluyor sanırım. Buğra kutu birayı indirmeyince, onlar da yanlarındaki gazete kâğıdına sarılı şarap şişelerini kaldırdılar. Bu da, skoll, demek oluyor herhalde. Yani sizin dilinizde, şerefe. 

Skam izleye izleye Norveçli oldum ben artıkın. Isak’a aşık oldum. Ha bi de ayrık dişlerine. Bi de gülünce çıkan yanak çizgilerine. Ha bi de, bi de iyice sapıttım di mi. Di, neyse şimdi devam edeyim. Ben hariç herkes birer yudum çekti.

“ Afiyet olsun abi. Rahatınızı bozmak istemem ama biz eskiden sevgilimle burada otururduk. Size yeni bir tapu versem bize verir misiniz burayı. Acil gerek bu mağara bize”

Adamlardan biri cebinden sigara paketi çıkarıp Buğra’ya tuttu. Bana da uzattı kafamı iki yana salladım. Ne olacak diye merakla bakabiliyorum sadece. Yine ben hariç, herkes birer sigara yaktı. Öylece dikkatle birbirlerine bakıyorlar ben de onlara. İki fırt sonra adamlardan biri.

“ Bonzai filân çekmedin değil mi delikanlı. Tapu ne iş”

“ Abi şu yüzü güzel Atamızın resmini taşıyan bir yüz ₺ takdim etsem size. Tapunuzu alıp Kasımpaşaya doğru inseniz?”

Adamların gözleri faltaşı gibi açıldı. Sanırım ikisi de koyu Atatürkçü. Teşekkür edip tapularına kavuşmanın sevinciyle yeni yuvalarına doğru kanat çırptılar. Oturduk Buğra için kıymetli büyük niş’e. Bana da bir bira açtı.

“ Gerçekten sevgilinle mi gelirdiniz buraya”

“ Sen masadan düşmeden önce…”

Devam edemedi, yine gülmeye başladı, ben de. Ya ne tatlı bir bebe bu. Herşeye gülüyor. Hep gülümsüyor. Surat assa en fazla üç beş saniye sürüyor. Ben aslında espri olsun diye kurmadım o cümleyi. Şaşkınlıktan çıkıverdi ağzımdan.

“ Ne olmuş ben masadan düşmeden önce”

“ Soru sormuştun ya. Onun cevabını vermek için getirdim seni buraya”

“ Hangi soru”

“ Senden önce biriyle olup olmadığım şeysi”

“ Dökül bakalım o zaman kıçımız donmadan”

“ Oldum… Sana yalan söylediğim için çok özür dilerim. Sadece bir kızla. Heteroyum zannedip benden uzaklaşırsın diye korktum. Pasif olarak ilk senleydi. İtirafnamemi imzalayabilirim”

“ İddia oynamak dışında hukukla da ilgilisin ha”

“ İlgili olmasam en yüksek not ortalamasını tutturamazdım korku filmi gibi geçen, geçen yıl”

“ Aferim sana hem yüksek not ortalaması hem de pert arabanın içinden canlı çıkma becerisi az insanda bir araya gelir”

“ Kızmadın diil mi?”

“ Niye kızıcam”

“ Can anladın işte kıvrandırma beni”

“ Sen de dondurmadan beni anlat artık. Sakın neyi deme ama. Ayrıntıları. Sen de anladın işte”

Oyun oynamaya devam etmek istiyordu. Ama benim canım istemiyor. Ne anlatacaksa anlatsın. Birine aşıksa bilelim. Ben herşeyi açıkça söyledim ona. O bana yalan söylüyor. Şimdi de itiraf ediyormuş.

“ Sevgilim vardı. Bir kız. Lise bitince beni bıraktı. Bunalıma girdim. Alkol komasına girdim. Sonra da hastaneye girdim. Bir ay tedaviden sonra bıraktılar. Babam olanları unutayım diye araba aldı. Anlatmıştım ya haftası dolmadan onu da pert ettik. Hayatımın amına koydum…” 

“ Üzüldüm… Yani ayrılmanıza ve başına gelenlere zaten üzülmüştük”

“ Sormıycan mı seni niye bıraktı diye”

“ Sormam doğru olur mu bilemedim”

“ Bilirsin. Sen benim herşeyi bilenimsin. En doğrum, en güzelimsin”

“ Buğra konuya gir. Neden ayrıldınız”

“ Ayrılmadık. O beni bıraktı. Bok gibi hem de”

“ Neden diye sormuştum”

“ Ben de sormuştum. Erkek olamamışım. Öyle dedi”

“ Erkekliğin amına koyıyım. Sen insansın, erkek nasıl oluyormuş”

“ O anlamda değil. Bağımlıymışım ona. Çocuk gibiymişim. Ama o benim annem değilmiş. 15 yaşında çıkmaya başladık. 16 da yatmaya başladık. 18 de ayrıldık. Bunu yeni mi anlıyorsun. Annem değilsin. Olamazsın da. Beni doğurup bırakan annemin de. Üç yıl benimle çıkıp, iki yıl altımda erkeğim diye inleyip. Şimdi de beni terk eden senin de…”

Burda ağlamaya başladı. Ama ne ağlamak. Gözyaşları yağmurla yarışıyor, sesi gök gürültülerini bastırıyor sanki. Sarıldım ona hiç kimseye ama hiç kimseye sarılmadığım kadar sıkı. Çünkü hiç kimsenin ihtiyacı olmadığı kadar bana ihtiyacı var onun.

“ Kalk ayağa ne söyledin devam et anlatmaya”

“ Aslında hiç birşey söylemedim. Sallıyordum demin. Sana söylediklerimi sadece içimden geçirdim. Haklıydı annesiz büyümek çok ters etkiledi beni. Ona çok bağlandım. Ama benim kızdığım kullanıp kullanıp beni atması. Annem gibi aynı. O da herkes gibi evlenmiş çocuk yapmış. Beni mi beğenmedi yoksa bu işlerin kendine göre olmadığını mı anladı ve bırakıp gitti beni”

“ Ne söylemek isterdin o kıza avazın çıktığı kadar bağır gökyüzüne. Allah mazlumların sesini duyar. Bak, göz yaşlarına saygıdan yağmuru bile durdurdu”

“ Tanrıya inanır mısın sen”

“ Kim inanmaz”

“ İyi o zaman dikkatli küfür edeyim”

Teoloji de girdi araya. Kim inanmaz, ne alâkaydı. Ne biliyim ben, öyle saçma konuşuverdim işte. Hâlâ sular akıyor burnundan. Kolunu kaldırdı. Sinirden elleri titriyor. Bugün de ne çok titredik. Kolunun alt tarafıyla sildi burnunu. Çocuklar gibi aynı. 

Bunun anasını bulup kör kuyuya atmak lâzım. Olmaz ama, Yusuf’a saygısızlık olur. Onun mertebelerinden birisi orası. Doğrudan vercen ateşe. Yavaşça kalktı ayağa. Ben de kalktım. Elimle oturduğumuz yeri gösterdim. Çıktı oraya. Elini havaya kaldırıp gökyüzüne döndü.

“ Eylem!!! Anam da sen de orospusunuz!!! İkinizin de ta amına koyıyım!!! Bütün İstanbul siksin sizi!!! Kıyamam o kıymetlilere ama sokak köpekleri dâhil!!!”


İnce sesiyle öyle bir bağırdı ki, İstiklâl’den geçenler bile duydu. Nefes nefese kaldı. Ama içindeki bütün öfkeyi kustu. İnip oyuktan, duvarın kenarına gitti. Tek eliyle tutundu, eğilip kusmaya başladı. İçinde de ne var ne yoksa çıktı.

İçimdeki kolsuz tişörtü çıkarıp sildim ağzının kenarlarını ve yüzünü. Tekrar ağlamaya başladı. Öptüm gözyaşlarını. Sarıldı bana, yavaşça oturduk tekrar. Epey hıçkırıklarını tutamadı. Sonunda duruldu.

“ İlk defa doğru biriyleyim Can. Eylem beni bırakıp gidince anladım. İşkence etmiş üç yıl bana. Dediğin gibi varsa allah, duydu sesimi. Rezil ettim kendimi ama sen yanımdasın hâlâ. N’olur sen de bırakma beni. Bak allahın isteklerine karşı gelmek istemezsin değil mi”

Kolunu boynuma attım başımı omzuna dayadım. Yavaş yavaş yürümeye başladık İstiklâl’de. Burayı sevdim. Kimse ters bakmıyor caddede olduğu gibi. Meydan’a çıkmadan büfeye gitti. Ben su alıcak zannettim. Yahu insan kustuktan sonra su içer değil mi. İki bira aldı. 

“ Buğra daha yeni kustun”

“ Ben içkiden kusmam”

“ Neden kustun o zaman”

“ Beni bırakıp gitse bile beni doğuran kadına küfretmeyi içim kaldırmadı sanırım”

Nasıl anlamadım. Öyle ya ben de anneme gay olduğumu söylediğimde aynısı olmamış mıydı. İçim dışıma çıkana kadar kusmuştum. Ama iyileşmek için bazen bunları yapmak gerekir. İçinde tutarsan kanser hücresi gibi büyür ve yutar birgün seni.

Taksiye binip biraları açtık. Boynuma yattı. Taksici bize baktı. Ben kırmızı tuborg’u dikiz aynasına doğru kaldırdım. Skoll… Elini attı Buğra. O kadar da değil lan yavaş ol. Neyse, cebimdeki telefonu yokluyormuş. 

Ben anlamadım çaldığını. O anladı. Ne duyarlı çocuk. Aramızdaki iletişim çağıldıyor bentlerini aşaraktan. Sen çalmasan iyiydi siktiğimin telefonu. Mert’in hediyesi lan o ne dion sen. Ne dediğimi bilmiom. 

Çıkardım baktım. Yine bir numara dönüyor. Ekranda ki bilmediğim bir numara...


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler