Liseden Üniversiteye 54 ~ güzel iyi doğru bambaşka şeylerdir bu dünyada




Liseden Üniversiteye 54



~~~ güzel iyi doğru bambaşka şeylerdir bu dünyada ~~~



Ayışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni

Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni

Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni

En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni

【Cemal Süreya】



Mert eğer ciddiyse, yaklaşan tehlikenin farkında mısınız? Ben ve popom farkındayız. Tekne, rüzgar ve deniz, bunu azdırmış iyice. Son sevişmemizde koparacaktı nerdeyse apolloyu. Gün ışığına çıkmamış saklı hazineme kıyamam...

Kamaradan hatta tekneden bir an önce zıplamanın tam zamanı sanırım. Mert sertleşmeden bir bahane bulmam gerek. Yani her bakımdan sertleşmeden. Telâş hep aklımı alır; sakin yavrum. Yaratıcı ol ve bir şey söyle.

“ Mert uyanır uyanmaz soğuk denize girmeyi çok severim hadi ne olur beraber yüzelim. İstersen yarışalım kıyıya kadar”

Bu iyi oldu. Yarışmaya hayır diyemez, bakalım yiyecek mi zokayı. Meydan okumalara karşı son derece hassas duyargaçlara sahiptir lüferim. Kandırabilirsek, yarışta bilerek yenileceğim tabii. Eskaza geçersem onu, sinir iyice tepesine çıkar.

“ Demek bana meydan okuyorsun minik. Benden derine daldın diye havalara mı girdin. Rüyanda ne görüyorduysan artık. Uykunda da beni becermeye çalıştın zaten. Giy mayonu hemen”

“ Şey... Ben bermudayla girerim”

“ Neden sana ne güzel mayolar almıştım, getirmedin mi yoksa

“ Getirdim de onlar çok küçük ve dar. Kız bikinilerinin altı gibi, her yerim belli oluyor”

“ Erkeksin sen neden utanıyorsun ki”

“ Mertcim ben de sendeki gibi herkese sergilenecek bir dev yok biliyorsun”

“ Neydi o zaman biraz önce üstüme çıkıcaktın nerdeyse, bana mı erkek oluyorsun lan yoksa sen”

“ Yok aşkım olur mu öyle şey”

“ Neyse, inikken biraz ufak ama sabah baya şahlanmıştı”

“ Mayonun içinde kaldırıp dolaşamayacağımıza göre, altımdaki bermuda kalsın lütfen”

Son söylediğime kahkahalarla güldü. Sevgi gösterisi babından tatlı sert bir tokat yedik. Sevinse de vurur, kızsa da. Türk Standartları Enstitüsü gibi, hiç sapma yok. Erkekliğinin önünde de saygıyla eğilince, siniri geçti sanırım.

~~~

Now swimming time. Soğuğu hiç sevmem ve çok üşürüm, bilirsiniz. Ama denizde, bu da ters ben de. Sıcak deniz suyunu hiç sevmem. Yazın Akdeniz, iyyk meselâ. Şu an bulunduğumuz yer ideal gibi. Daha güneş suyu ısıtmadığından, iyice soğuktur.

Uyku mahmurluğu, biraz da akşamdan kalmalık varken, çivi gibi suya atlamak muhteşem olacak. Önce kanın çekilir gibi olur, sonra yüzmek için kol ve bacaklar hareket etmeye başlayınca kalp atışların artarken, tekrar hızla kan yayılıyor tatlı tatlı, orgazm gibi nerdeyse.

Manyaklaştım yine biliyorum. Aklım fikrim sekste değil, sadece teşbih-i beliğ yaptım. Neden beliğ bu teşbih derseniz, seks bizatihi güzel bir şeydir, kendinde güzel, yani. Yukarı çıktığımızda, Emir'in çoktan uyanıp yüzmeye başladığını gördük.

Seyrettim Emir'i, Mert'in mayosunu giymesini beklerken. Yüzme stili gayet güzel. Vücudunu kullanmayı iyi biliyor, başka türlü balet olunamaz herhalde. Anlamadığım Mert neden mayosunu kamarada giymedi.

Her fırsatta gösterecek mi bu şeyini, gaza getirecek Emir'i. Sürü şeysi böyle oluyor demek ki. Herkesin malı mülkü meydanda ve ortak kullanıma da açık. Vücutlarımız üzerinde, müşterek mülkiyet, diyoruz biz buna hukukta.

Denizin kendisi zaten afrodizyak, bir de Mert'in çıplaklığı ile olayı perçinlemenin ne âlemi var. Mert bize doğru yüzen Emir'e Cihan'ı sordu. Karısından da vazgeçemez, hep merak eder. Beni günlerce arayıp sormaz ama. Sonunda yine ben arar bulurum onu.

Gece geç yatmışlar çok da içmişler, Cihan öğlene ancak kalkarmış. Aman hiç kalkmasın daha iyi. Bodrum'da da aynı evde kalacağımıza göre, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez sürü kuralları gereği; ben hiç yalnız kalamayacağım Mert'le.

Neyse ki şimdiye kadar, gece Mert'le yattık hep. Buna da bin şükür. Cihan'la yat sen, ben Emir'le yatacağım derse ne yaparım. Bu kıyamet günü gibi, hiç düşünülmemesi daha hayırlı olan bir şey benim için.

Cihan uyuyor da bu Emir ne bok yemeye kargalar sıçmadan kalkmış yüzüyor. Zıbarsaydı ya erkeğinin yanında cehennem meleği. En sevdiğim şey, zıplayarak belli bir eğimle denize balıklama dalmak. İlk temasta ki şok soğuk, dibe indikçe daha da artar.

En dibi bulduğumda, vücudum ok gibi, dibe parelel kurbağlama ilerlemeye bayılırım. Lüfer balıkları böyle dipte yüzer. Biliyorsunuz balıkların şahıdır lüfer. Ama pırlanta gibidir. Yani her zaman ve her denizde bulunmaz.

Bütün denizlerde bu familyadan balık var ama tadı en güzeli, Karadeniz'den Marmara'ya inen ve boyu lüfer'in boyutlarına ulaşanında. Balıkçıların o kadar değer verdiği bir balık ki, büyüme sürecindeki her boyunun ayrı adı var, diğer balıkların aksine.

Bebekken adı defne yaprağı; çocukken çinekop; delikanlılığa doğru oluyor sarı kanat; delikanlısı ve en tatlısı lüfer; sonra kofana. İsimlerin güzelliğine bakar mısınız? Benim de tadını sevdiğim nadir balıklardandır, Mertimin lüferi gibi.

Koca yunus balıklarına bile saldıracak kadar vahşi ve cesur, eti de bir o kadar lezzetli bu gizemli balığı bir kere avlama şansım da oldu. Bunu anlatmam gerek size.

~~~

Lise'ye başlayacağım yılın yazıydı. Temmuz ortası, sıcaktan dışarı çıkılmıyor. Sinan'lar yazlıklarında olduklarından sokağa çıkmanın benim için hiç bir anlamı da yok. Bütün gün, dışarıya göre serin evde kitap okuyor ve film izliyordum.

Güneş ışınlarına direk maruz kalmadıkça aslında sıcaktan pek şikâyet etmem. Soğuk daha çok rahatsız eder beni. Heyecanla tatile çıkacağımız zamanın gelmesini bekliyordum. Cânım denizime kovuşmak için.

Bütün yıl deli gibi çalışırken hep gideceğimiz bir hafta, eğer dualarım tutarsa biraz daha uzun süren deniz tatilini düşünürüm. Okulda veya evde boş kaldığımda hep kendimi, denizin içinde ve en dibinde, karanlıkla aydınlık arasında ârafta hayal ederdim.

Tatile çıkmak için tam hazırlıklara başlamışken, babamı işyerinde yeni bir göreve yükselttiler. Yeni işi nedeniyle, bu yıl tatile gidemeyiz, dedi babam. Babamın yıllardır beklediği bu yeni görev, tam tatile çıkacağımız zamanı bulmuştu. Yine benim uğursuzluğum diye düşündüm.

Annem'le ben gidelim o zaman, dedim babama. Kabul etmedi. O kadar kızmıştım ki, odamdan hiç çıkmamaya başladım. Babam bağırıp çağırıyordu hep, bana kızdığı için. Ama bu sadece benim daha da sinirlenmeme neden oluyordu.

İnadım tuttuğu için hiç geri adım atmadım. Bazen yapabildiğim tek şey bu sonuçta. Bütün gücünü, sadece bir noktaya toplayabilirsen, ki bu çok zor bir şey, ama becerebilirsen eğer, o konuda istediğini elde edebiliyorsun.

Bu arada bir çok şeyi kaybetmişsinizdir ama kimin umurunda. Pire için yorgan yakmak dedikleri şey bu işte. Bazen bir hiç uğruna hayatı ıskalar gidersin. Ama öfke gibi inat da baldan tatlı her halde. Vazgeçemiyor bazıları, ben?

Bir ay böyle geçti, yaz bitiyor ama ben denizime, dibime kovuşamadım. Tek yapabildiğim bütün yazı odamda geçirmek. Sıkıntıdan ve mutsuzluktan, yemek de yiyememeye başlayınca, babam sonunda geri adım atmak zorunda kaldı. Annemle beni tatile göndermeye razı oldu.

Babamla Sinan'ın babası aynı fabrikada çalıştıkları için arkadaştılar. Babam onu arayıp yazlıklarının olduğu Ayvalık'tan, deniz kenarında bir pansiyon ayarlamasını rica etmiş. Sinan'ın bulunduğu yerde denize kavuşacak olmak...

Bunu öğrenince, açlıktan ve üzüntüden bitap düşmüş bedenim iyice hafifledi, sanki göğe yükseldim. Hayaller kurmaya başladım tatlı tatlı, Sinan ve denizle ilgili. Hiç birinin gerçekleşemeyeceğini bile bile.

≈≈≈

Ayvalık'ta Sinan bizi karşıladı otobüsten inince, her zaman olduğu gibi kibar ve çekingen ama bir o kadar delikanlı tavırları beni kendimden geçiriyor ve çok da utandırıyordu. Hep olduğu gibi ona olan hayranlığımı belli etmemek için rol yapıyordum.

Bizi pansiyona yerleştirdikten sonra Sinan, ne zaman gelip alayım seni, diye sordu. Ben tekrar göğe yükseldim. Beni mi alacak? Hemen, dedim. Ama gitti. Bir saat sonra filân, bir kızla beraber geldiler. Bize tanıştırdı, kız arkadaşıymış, burda tanışmışlar. Yorgunum, dedim ve içeri gittim.

Ben gökteydim ya, inemedim, direk düştüm. Her yerim paramparça, ama nedense sadece kalbim acıyor. İmkânsız aşkla çarpan çocuk kalbim öyle bir kırılmıştı ki, gerçeği bildiği halde. Sinan'ın suratına bakmak istemedim bir daha o tatilde.

Ama bu düşüşün bana yaşamım boyunca unutamayacağım bir yararı oldu. Sinan'a olan aşkımın platonik olarak devam etmesi gerektiğini ve onun bir heteroseksüel olduğunu kabullendim. Daha önce kız bir sevgilisi olmaması, beni hep umutlandırmıştı çocuk aklımla. Bu umut bitti.

Anladı sanırım o da, kızı gördükten sonra bozulduğumu. Beni bulamasın diye kaçacaktım ondan. Sabahları erkenden evden çıkıp tek başıma denize gitmeye, hava kararınca da dönmeye ve yatıp uyumaya karar verdim erkenden, erkenden kalkmak için.

Geçirdiğimiz ilk gece açık pencereden gelen deniz kokusuyla, annemle aynı yatakta derin uykuya daldım. Bu güzel uykudan sonra, güneşin ilk ışıklarıyla bebek gibi uyanıp fırladım annemi uyandırmadan. Doğruca denize gittim yüzdüm ve büyülü deniz tuzu, vücudumu sardı.

Bulunduğumuz yer Ayvalık'ın bir köyüymüş. Keşif yaptım, uzunca tahta bir iskele görünce üstüne çıkıp en ucuna gittim. Tişörtümü ve converselerimi çıkarıp şortumla daldım denize. Biraz daha açılıp, en dibe varınca, Sinan'ın güzelim suratını gördüm.

Çıkmak istemedim yüzeye ve nefesim yettiğince onun peşinden gittim, balıklarla beraber. Tükenince nefesim, dipten iskeleye doğru gidip, fırladım yüzeye ve bir sıçrayışta çıktım üstüne. Karşımda başka bir yüzle, yüz yüze geldim.

Sarışın ama denizin tuzu ve güneşten teni kayış gibi olmuş. Gözleri buz mavisi ve çok güzel. Burnu kulakları elle çizilmiş sanki. Yaşı ve boyu benim kadar. Uzun, tatlı su görmemiş saçları, tutam tutam dikleşmiş, manga karakteri Naruto Uzumaki'nin saçlarına benziyor.

O sıralar Naruto mangasını okuduğumdan bu geldi aklıma. Shonen mangalardan Shonen Ai'lere geçiş yaptım sonraları. Erkeklerin erkeklere aşık olabileceğini ilk defa bu mangalarda görmüş ve bana özgü bir, hastalık, olmadığını öğrenince rahatlamıştım.

Burnumun dibine kadar geldi, bakıyor dik dik. Ne ileri ne geri gidemeyince, dönüp denize geri atladım, arkamdan ok gibi o da atladı. En dibe mekânıma indim, o da geldi arkamdan. Hızla yüzdüm ama yetişti bana.

Kaçamayacağımı anlayınca durdum. Bakalım nefesi ne kadar yetecek diye bekledim. Yine dibime kadar girip, dikti gözlerini. Nefesimi kuvvetli sanırdım ama bu durdukça duruyor. Patlayacak gibi olana kadar ciğerlerim bekledim... Nafile pes etmiyor Naruto Uzumaki.

Sonunda yüzeye fırladım, bu manyakla inatlaşmak bir işe yaramıyor gebertecek ikimizi de. Arkamdan o da fırladı. Keşke biraz daha dayanabilseydim, olmadı işte. En iyi olduğum tek işte yenildim tanımadığım bu ilginç tipe. Tekrar iskeleye zıpladım, o da tabi. Bırakmıyor peşimi.

“ Çok iyiydin, arkadaş olalım seninle güzel yüzüyorsun”

Ben, nasıl yendim seni, filan diye çocukça bir şeyler söylemesini bekliyordum, şaşırdım. Beni yendiği halde övünmek yerine beni övmesi ve arkadaşlık teklif etmesi çok hoşuma gitti. Kanım kaynayıverdi ona.

Sanırım ilk defa yaşıtım bir arkadaşım olacak. Uzattığı elini sevinçle sıktım, ikimiz de güldük birbirimize. Çenesinden deniz suyu damlıyor. Saçları denizden yeni çıkmasına karşın dik hâlâ. Ayakkabımı ve tişörtümü bıraktığım yere gittim.

Giyinirken ona baktım, altında garip eski sarı bir mayo var o kadar. Ayakları ve üstü çıplak dolaşıyor. Ayaklarım çıplak dolaşamam ben hiç, acır. Beraber sahilde yürüdük. Birbirimize isimlerimizi söyledik. Bana bütün köyü gezdirdi. Gelen geçenle selamlaşarak.

Sonra ne yapmak istediğimi sordu. Gözlerinin içine baktım, neşeli ama bir o kadar da öfkeliler. Daha derine baktım, gördüm beynini. Sadece ve sadece saf macera var, amaçsız tehlikeli oyunlar oynayan çocuklar gibi.

Çok hoşuma gitti beyni, kendi gibi. Balık tutabilir miyiz? dedim. Hem nasıl, dedi. Kolumdan tutup çekti beni. Şaşkınca koştum peşinden, mutlulukla ve merakla. Dar sokaklara daldık, denizden uzaklaşarak.

Bir eve vardık, cumbalı, beyaz renkli, siyah tahta kirişlere yaslanmış. Ağır gibi duran kahverengi küçük kapısını vurdu Naruto. Kendi gibi sarışın ve mavi gözlü ama şişmanca bir kadın açtı kapıyı. Babası kılıklı nerdesin sen, diye bağırdı ve sövüp sayıp içeri gitti.

Güldü buna sadece Naruto. Kapıyı açan kadının arkasından da fısıldarcasına, siktir, dedi. Ben de şaşkınlık tavan tabi. Annesi sanırım ve birbirlerine küfür ediyorlar. Koşarak girdi eve ve ben de arkasından. Evin içinden avlu gibi bir yere geçtik ve oradan da bir kulübeye girdik.

Loş penceresiz bir yer, büyülü gibi. Duvarlarda bir sürü şeyler asılı. Dikkatlice baktım etrafa, kuş tüyleri asılı her renkten. Mantarlara sarılı misinalar. Oltaların ucunda zokalar ve zokalara sarılı tüyler. Burası gizli bir balıkçı mabedi. Hayran oldum.

Ortadaki masanın üstünde duran kocaman mantarlara sarılı iki oltayı aldı ve fırladı dışarı. Ben doyamamıştım bu ortama aslında, takip ettim maceracı bu yeni arkadaşımı. Tekrar denize doğru koştuk nefes nefese.

Köyün limanına vardığımızda düşüp bayılacak gibiydim yorgunluktan. Bu çocuk sınırsız bir enerji küpü gibi yorulmak bilmiyor. Ben peşinden gidemiyorum artık. Anladı sonunda, dayan mucize için, dedi sadece. Dayandım zorunlu, merakla.

Beni küçük sarı yeşil bir kayığa atlattı. Adı, sevinç. Denizle aynı seviyede nerdeyse küpeştesi. Kano gibi ama içine girince epey geniş, ince uzun civan gibi. Bir mühendislik harikası. Tekneyi tutan kemerler şiir gibi iç içe geçmiş.

Belli ki yapan usta epey emek vermiş bu, sevince. Severek yapmış yani. Severek yapılan işler, şiir gibidir. Oku oku doymazsın ona, eğer güzelse. Güzel başkadır, iyi başka, doğru bambaşka bu dünyada. Sakın birbirine karıştırmayın derim ben...

“ Şimdi bu denizin piranasını avlayacağız seninle Can, hazır mısın?”

“ Hazırım”

Dedim kekeleyerek, koşmaktan kalbim gümbür gümbür atarken...


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler