Liseden Üniversiteye 55 ~ onu mutlu edeceksin o mutlu olunca mutlu oluyorsan eğer





Liseden Üniversiteye 55



~~~ onu mutlu edeceksin o mutlu olunca mutlu oluyorsan eğer ~~~



Erkek güzeli

Gözlerim gözlerine kitlenir
Doyamam seyretmelere seni
Özlerim bir kaç saat fazla gelir
Yağızım yiğidim erkek güzeli
Gel de eğ, eğ şu asi başını
Kaçırma gel şu olgun yaşımı
Anladım korkunu telaşını
Görünce çakmak çakmak yeşillerini
Seni pamuklara sarmalar sararım
Ne bedel isterim ne hesap sorarım
Ne sitemle güzel kalbini yorarım
Sakınma tatlı dillerini

【Söz-Müzik: Sezen Aksu】



Küreklere asıldı Naruto, bana da arkaya ve tam ortaya oturmamı söyledi. Öne oturmak istedim ama, bu çok hafif bir kayıktır, öne oturursan çöker önü denize hızlı gidemeyiz, dedi. İncecik kollarıyla öyle bir çekiyor ki kürekleri, denizi yara yara gidiyor, Sevinç.

Benim de sevinçten içim içimi yiyor. Böylesine çılgın bir arkadaşla denize açılmak ve balık tutacak olmak, bir ilk benim için. Bütün ilklerde olduğu gibi heyecanımı bastıramıyorum, hatta bastırmak da istemiyorum aslında.

Oltayı denize salmamı söyledi, ama anlamadım bir şey. Beni küreğe geçirdi, önce düz gitmeyi beceremedim, daha önce kürek çekmediğim için. Kısa sürede kaptım ama. Gerçekten de çok güzel bir kayık hem hafif hem de sanırım sürtünmesi çok iyi ayarlanmış.

Uçuyoruz, Naruto iki oltayı da attı denize, arkamızdan sürüklenirken yavaş yavaş açtı misinayı. Şöyle bir baktı, önce karaya sonra ufka. Tamam burası, si'le duralım, dedi. Si'lemek ne bilmiyorum. Yavaşlayıp, durduk ve oltanın birini bana verdi. Ne yapacağımı anlattı.

“ Çok şanslısın bu yıl erken indi lüfer ve çok da bol. Lüfer oltası normal misinadan kalın ve kurşunu da çok ağırdır. Parmak uçlarını kesebilirsin, bak benimkiler kesile kesile nasır bağladı. İstersen ben iki oltayı da idare ederim”

“ Hayır öğret tutmak istiyorum. Kesilsin önemli değil, akmasına alışkınım, kan tutmaz beni”

Güldü bu söylediğime ve sanırım hoşuna gitti. Çok kavga ettiğimi filan zannetti her halde. Oysa benim kavgalarım, kaçamadığım zamanlar dayak yemekten ibaret. Bazen iki kişi tutar biri vurur, bazen ona da gerek kalmaz; bir an önce hıncı geçsin vuranın diye çuval gibi dururum.

Bakalım liseye başlayınca ne belalar açılacak başıma. Okuldaki oğlanlar yazın iyice serpilmiş olarak dönecekler. Güçlerini kanıtlayabilecekleri en bilindik ve kullanılabilir hedef benim. Görünmez olmayı ne çok isterdim.


“ Kurşun dibi bulana kadar bırak oltayı insin. Sonra bir beş on santim yukarı çek. Hafif hafif salla ki, tüy oynaşsın suda. Lüferin dolaştığı su derinliği budur, dipleri sever. Oltanın ucundaki tüy denizde parladığı için, onu küçük balık zanneder ve atlar üzerine ve yutar zokayı. Ama iğne ağzına girince, diğer balıklar gibi kaçıp iyice geçmesine izin vermez, çok akıllıdır. İğneden kurtulmak için, hızla yukarı doğru yüzer ve misinanın gerginleşmesini önler. Çırpınıp ağzından çıkarmaya çalışır iğneyi. İşte senin maharetin burada başlar, ondan hızlı çekmelisin oltayı ki, misina gerginleşip iğne ağzına iyice yerleşsin, çıkartamasın. Bazen de dişleriyle keser misinayı, bıçak gibidir dişleri. İğne ağzında kaçar gider. Diğer balıkları tutmaya benzemez, gerçek bir avdır bu”

Av ve avcı. Ben hep av oldum bu güne kadar. İlk defa avcı rolündeyim. Bir balığa karşı hem de. Bakalım becerebilecek miyim. Gerçi bu iş çok vahşice geldi, korktum biraz. Ama sonra insan beyninin et yemeye başladıktan sonra büyümeye ve evrilmeye başladığı gerçeğini hatırlayınca, avın insan için zorunlu olduğunu düşündüm.

Onu izledim oltayı sallarken, bütün gün güneşin altında dolaşmaktan teni gibi saçlarının rengi de değişmiş sanki, iyice açılmış. Kaşları nerdeyse yok gibi bembeyaz, kirpikleri de beyaz ve uzun. Biblo gibi bir şey, suratındaki organlar ufacık.

Sarılıp öpesi geliyor insanın. Aklıma ilk gelen, birimiz kız olsaydık kesin sarılır öperdim onu. Seksle ilgili bir şey değil bu, gerçekten çok tatlı. Ama tabi o zamanlar böyle şeyler düşündüğümde sadece göğüs kafesime tonlarca ağırlık binmiş gibi oluyor ve utançtan ölüyordum.

Ben güneşten korunmak için, evden çıkmadan eczaneden annemin özel aldığı en etkili güneşten koruyucu kremi sürüyorum, sırt çantamda da devamlı duruyor. Etkisi geçerse tekrar sürüyorum. Yoksa hastahanelik olurum bu güneşte.

O arada benim olta aynı Naruto'nun dediği gibi boşlandı, sanki kurşun düşmüş gibi. Lüfer vurdu sanırım. Hızla çekmeye başladım oltayı. Ama benden hızlıydı lüfer. Boşunu alamıyordum oltanın. Naruto sevinçten çılgına dönmüş zıplıyordu kayığın içinde.

Onun sevinci ve benim beceremem bu işi, olacak şey değil. Kanıtlamam gerek başarabileceğimi. Beceriksiz biri olduğumu anlarsa belki de benimle arkadaş olmak istemez. Tek şansımı da kaybetmek istemiyorum. Yine yapayalnız bir tatil, Sinan o kızla beraberken üstelik.

Yardım etmemesine sevindim, sonuçta bu işi bir başıma başarmam gerekiyor. Bu gizemli ve vahşi balığı tek başıma avlayabilmeliyim. Kolum makina gibi çalışırken birden ağırlık geri geldi, hızla çektim yukarı sanırım kanca iğne, takılmıştır iyice lüferin ağzına.

Olta elektriğe tutulmuş gibi tir tir titriyordu çekerken ama pes etmiyordu delikanlı lüfer. Müthiş büyülü bir şey gerçekten. Neden sonra kayığın içine aldım balığı. Tut ve sök iğneyi ağzından, dedi Naruto. Yapamam, dedim. Dene, dedi. Hala çırpınıyordu balık. Solungaçları açılmış kıpkırmızı.

Tam sırtındaki yüzgeçlere dikkat et keskindir onlar, göğsünden tut, dedi. Elime aldım, doğru tutamadığım için elimden kaydı. İki elimle ancak tutabildim, yerden alıp. Ellerimin içinde nasıl bir güç olduğunu hissedebiliyorum ve zorlukla tutabiliyorum.

Uzattım ağzını Naruto çıkardı iğneyi. Sevinçten gözleri gülüyor hâlâ. Bu civan gibi, koyu kurşuni parlayan koca balığı ben tuttum, inanamıyorum. Boyu aşağı yukarı yirmibeş santim. Hızla karaya doğru asıldı küreklere Naruto.

Ben hayranlıkla lüferin haraketlerini izlerken. Onu yiyeceğiz, dedi. Köyden biraz uzak, ıssız bir yerde karaya çıktık. Başaltından kibrit ve bir teneke parçası aldı. Çalı çırpı toplayıp ateş yaktık. Tenekenin üzerinde pişirebilmek için avımızı.

Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) romanında gibi hissediyorum kendimi. Issız bir adada ve büyük bir macerada. Nobel Edebiyat Ödüllü İngiliz romancı ve şair William Golding'in 1954 yılında yazdığı alegorik, harika romanıdır bu.

Kitap iki kez filme de çekildi. İlki 1963 yılında Peter Brook'un çektiği filmdir. Siyah beyaz olarak çekilen bu filmden sonra 1990 yılında da Harry Hook tarafından filme çekildi roman. İkinci filmi eleştirmenler birinci kadar başarılı bulmadılar. Bence ikisi de çok güzel ve özgün filmler.

Güzel ve vahşi arkadaşım Naruto'yla, yaktığımız ateşin üzerine koyduğumuz tenekede pişirip yedik, nerdeyse bırak parmağı ellerimizle beraber, avımızı. Avladığım lüferin hikâyesi de bu işte. Sonra size harika Naruto'yu daha uzun anlatırım.

≈≈≈

Teşhirci çıplak Zeus ve tacizci küçük apollo, Sea Lion'da suya dalmak üzere hazırlar. Mert'le ilk defa bir yarış yapacağız. Bu sadece denizde olabilecek bir şey benim için. Onun dışında hiç bir konuda onunla yarışamam ve mücadele edemem, zaten öyle bir merakım da yok.

Ben ona her konuda yenilmeye dünden razıyım, yeter ki sevsin beni. Sevişmelerimiz dışında benimle ilgilense mutluluktan deliriyorum. Ama o kadar az ki, benimle konuşması. Gizemli tanrı, hep yeni maceralar, hadi bu neyse kavgalar peşinde.

Kimseyi bulamadı şimdi de annesiyle kavga ediyor. Bu iş benim başıma patlayacak gibi doğuyor içime, umarım yanılıyorumdur. Sonunda atladık denize aynı anda, o serbest stil yüzerken ben yine dibe dalıp kurbağalama gittim.

Ara sıra baktım yukarı. Geçtim onu dipten bile olsa. Sahile epey yaklaşınca, dipte bekledim onu, üstümden geçince çıktım yüzeye arkasına. O sahile çıkarken nefes nefese ben de çıktım. Az daha gecikse Mert, dipte soluksuz kalacaktım. Bana baktı, biraz şaşkın gibi.

“ Senin nefesin nasıl yetiyor dipte bu kadar. Benden öndeydin gördüm, bilerek mi yenildin yoksa”

Ne yapsaydım? Minik apollo tanrılar tanrısını yenecek değildi ya. Ama yine de yan yana salak gibi numara yapıp yüzemedim. O kadar da değil. Sahil fındık büyüklüğünde değişik renklerde taşlarla kaplı. Sahil şeridinden sonra toprak alanda bulunan bir kaç tane çam ağacının altına gittik.

Ağaca yaslanıp oturdu soluk soluğa. Ben de ona, kendi ağacıma yaslanıp oturdum. Islak omuzuna, sonra yavaşça aşağı inip, estetik harikası minik meme ucundaki su damlasıyla beraber onu yaladım. Nasıl da tatlı bir tuz bu, yalamamıştım bu güne kadar böylesini.

Elimi pürüzsüz diğer göğsüne attım. İçe göçük enfes karnına kadar okşadım elim bayram etti. Ve büyülü yere geldim. Karnının bitip şortunun başladığı yer. Bir şeyin bitip başka bir şeyin başladığı yerler hep başımı döndürür benim.

En çok da kıyının bitip denizin başladığı yer. Burası bir de dalganın gidip gelmesiyle yer değiştirir durur hep. Mert'in karnının bittiği yerin devamında da onun dalgası var. Onun da bana gidip gelmesi öldürüyor beni.

Elimi atmamak için zor tutuyorum kendimi şortundan bile belli olan kalın dalgaya. Ama tutmalıyım kendimi. Apollo'yu tehlikeye atmayalım şimdi. Birazdan damlar zaten röntgenci cehennem meleği. Bu ıssız doğa harikası yerde, insanlık harikası aşkımın omuzunda onu okşamak da yeter bana.

“ Ne düşünüyorsun”

Ayy aşkım bana soru sordu. Hem de her hangi bir konuda kızdığı için değil. Sadece, ne düşünüyorsun, dedi. Bu kadar basit bir kelime, ondan duyunca benim için olağanüstü. Hep böyle normal ve sıradan insanlar gibi, monoton yaşayabilsek keşke.

Ama, biz normal değiliz. Öyle demişti Mert. Bence gayet normaliz, aşk kime duyulursa duyulsun en yüce ve normal duygudur. İnsan taşa da aşık olabilir ağaca da, göğe de, tanrıya da. Ve bir erkek bir erkeğe de aşık olabilir.

“ Kafama bir şeyler takılıyor da söyleyebilir miyim”

“ Takıntılısın da ondan. Kısaca ve kestirmeden söyle ama bayıltma şimdi”

Ben takıntılıyım da sen değilsin sanki. Ben soruyorum diye aklına gelip, beni sorguya başlamaz umarım yine. Bayıltıyormuşum onu. Sen de beni bayıltıyorsun çocuk. Ama benim ki farklı biraz, aşktan bayılıyorum. Nefessiz bırakıyorsun beni, bayılıp gidiyorum.

“ Çok konuştuğumu düşünüyorsun belki ama kafamda milyon düşünce var. Kızma diye ancak bir tanesini söylüyorum”

“ İyi hadi söyle yine lafa boğdun ortalığı”

“ Annen Bodrum'da ya kızmayacak mı bizi birlikte görünce”

“ Kızacak ama merak etme ben yanındayım”

“ Merak ettiğim de tam bu. Yanımda olacak mısın hep. Kızma ama eskiden takıldığım çocuklar var sitede demiştin. Beni bırakıp onlarla buluşacak mısın”

“ Senin asıl derdin belli oldu minik”

“ Mert sıfır empatisin sen. Benim yerimde olsan sen düşünmez misin bunları”

“ Düşünürüm, öyle bir şey olsa da elimde kalırsın. Ama biliyorsun ben kafese girmem”

“ Ama ben senin kafesinden çıkamam. Çıkmayı bırak kafeste bile her an senin istediklerin olacak yoksa terkedersin beni. Neden bu kadar eşitsiz ilişkimiz. Senin söylemene gerek yok yorulma. Baştan kabul ettim her şeyi biliyorum. Ama canım yanıyor çok. Tahmin edebileceğimden çok daha fazla aşık oldum sana. Aşık bir insan bu yaptığına katlanabilir mi?”

“ Neye”

“ Neye mi? Mert sen aptal mısın? Ya da beni moron yerine mi koyuyorsun. Ne konuşuyorum ben dinlemiyor musun hiç... Önüne her gelenle yatmana tabi”

Aldırmadı bile söylediğime. Ayı, bana acı çektirince tahrik mi oluyor nedir. Dalga boyu aşmış, yıkıp geçecek nerdeyse şortu. Ensemi tutup bastırınca aşağı doğru, şorttan çıkarıp saldım devi dışarı. Bu ne ya? Büyüyor mu bu durmadan...

Sonra kedicik eğdi başını, önce öptü başını ve sonra açtı küçük ağzını sevdi büyüğünü, okşadı diliyle her yerini. Toplarını ağzımın içine alıp emdim tuzlu tuzlu. Kalktı ve beni de kaldırıp, belimde zor duran bermudayı sıyırdı aşağıya.

Ellerim ve dizlerim yerde popom havada, mâlum pozisyonu aldırdı bana. Kafamdan bastırıp, yanağımı ağaca bastırdı. Nereye bağladı olayı anlamadım, ağaç kabukları canımı yakıyor. Hemen tükürük koydum deliğe, kendinden geçti yine, parçalayacak.

Dönüp Mert'e, yavaş lütfen, dedim. Duydu mu duymadı mı veya takar mı beni, bilmem. Aptal mısın, dedim diye mi kızdı acaba? Olayı akışına bırakmaktan başka çarem yok gibi. Akışlar içinde akıp giden yaşamım, bakalım ne bok yicez. Ne olduğu belli, demeyin aman, onu kastetmedim.

Pek orman sayılmaz burası üç beş büyük çam ağacı ve etrafı makilik. Neyse fantezi bu ya, ormanlık alanda vahşi hayvanlar gibi düzüşeceğiz sanırım. Açık hava gerçekten de insanda ki ilkel duyguları depreştiriyor.

Sonuçta ilkel insanlar da böyle seks yapmamışlar mı? Değişmeyen en ilkel ama en zevkli şey de seks değil mi? Koy gitsin o zaman Mert, aslanım benim... Koydu da, duymuş gibi düşündüklerimi... Koca ağaç bile sallandı sanki. Yanağım sıyrıldı ve kesin kanıyor. Yanıyor yüzüm.

Harbi hayvan la bu... Gerisi zevk oldu yine, çünkü ben ona aşığım. Benim için seks mekanik bir şey olmaktan çıktı Mert'i tanıdıktan sonra. Eskiden biraz azdığımda veya hoşuma giden türde porno film falan izlesem, ellediğimde kendimi deli gibi zevk alır ve gelirdim.

Ama Mert'i tanıdıktan sonra hiç ellemedim kendimi, uzun zaman boşalmadan dursam bile. Size saçma veya seksi aşkla karıştırmak gibi gelebilir bunlar ama bence bu kadar güçlü bir güdüyü bile boyunduruk altına alabilmeli aşk.

Seks olmadan aşk olabilir belki, ama aşk varsa bir başkasıyla -kendinle bile- seks yapamazsın, bence. Kendini ellemek sonuçta, kendinle seks. Tek handikap, bu kadar teslim olunca, kendini bile unutunca yani, aşık olduğun kişi seni pek umursamıyor.

Mert'le benim ilişkim de -moda deyimle- ayrıksı. Yani ne o, ne de ben birbirimize numara yapmayız, neysek oyuz. Böyle de iyiyiz, benim tek derdim, aramıza giren başkaları, hepsi bu. Onlar olmasa benim için Mert ne derse o.

Benim kutsalım o, ama onun kutsalı yok. İnanmıyor çünkü aşka. Kendince neler yaşadıysa artık ya vazgeçti aşktan, aynı Emir gibi ya da baştan beri hiç inanmadı. Tek umudum ise, acaba ben hatırlatabilir miyim bunu ona.

Çünkü herkesin içinde aşık olabilecek bir damar vardır. Yeter ki, can suyu kan, oraya doğru aksın veya aşık onu akıtabilsin. Ona uğraşıyorum işte. Ama kanını sadece, en azından şimdiye kadar, aletine doğru pompalayabildim. Bulacağız öbür damarı da, bakalım.

Devamlı uçurumun kenarında yürüyemezsiniz. Atlamak uçuruma ya da kaçmak gerekir ordan. O gerilim, ne kadar tatlı da olsa öldürür, fark ettirmeden insanı. Kan damarlarında adeta jiletler gibi yürür insanın, paramparça eder seni sonunda...

Büyülü cümle burada -belki her yerde- sabır. Derviş misali. Eğer bir şeyi çok istiyorsan üzülme ya şanslısın, en azından ne istediğini biliyorsun. Çoğu insan ne istediğini bile bilmez, ama üstünlük taslama, acı çekmeye de hazır ol.

Zahmetsiz yemek olmaz. Güzel yemek pişiriceksen, yemekle birlikte pişeceksin. Gerekiyorsa yanmayı göze alarak hem de. Aşk budur işte. Yanmayı bile göze almak, en acıtıcı şeyi yani, yanmak kolay mı. Aşk kolay bir şey değildir yani. Ha bir de, strateji oyunu hiç değildir.

Apaçık olacaksın. Göğsünü çırılçıplak açacaksın her şeye. Eğer güveniyorsan aşkına, herşeyi göze alan bir aşık olacaksın. Ben öyle olmaya çalıştım bu güne kadar. Bir şey kazandım mı? Bunu sormayacaksın hiç. Onu mutlu edeceksin, o mutlu olunca mutlu oluyorsan eğer.

≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler