Liseden Üniversiteye 81 ~ mecnuna çevirmiş çocuğu aranıp duruyor





Liseden Üniversiteye 81



~~~ mecnuna çevirmiş çocuğu aranıp duruyor ~~~



~ plenty of people on to the emptiness, but it takes real guts to see hopelesness ~

[revolutionary road (2008)]


Umut, gerçeğin olmazsa olmazıdır. Yani bir hayalden ibaret değildir. Hayal de gerçekliğe ilişkindir. Benim hayalim bir ömrü Mert’le geçirebilmek. Zaten o olmazsa yaşamamın bir anlamı yok. Aşk dünyanın en güzel acısı. Ama boşluktayım sanki.

Çoğu insan boşluğun farkındadır, ama umutsuzluğu görmek gerçekten cesaret ister. Peki ya umutsuz boşluk. En berbatı bu değil mi. Hele de benim gibi yaşamı boyunca kendi dışında hiçbir şeyle mücadele etmeye alışmamışsan.

Teslim almamış herşeye teslim olmuşsan. Yolları da teslim aldı, yolların kurdu. Ne acelemiz varsa. Yavaş yavaş, oynaşa dolaşa gitsek olmaz mı. Önünde araba görmeye dayanamıyor illâ geçecek herkesi. Ya da geçirecek herkese.

Kişi neyse o. Bunu değiştirmeye çalışmak bir işe yaramaz bence. Kumaş neyse elbise o misâli. Mayo kumaşından palto olmaz. Olamayacağın şeylere özenmemek gerek. Olmayacak duaya amin dememek gibi.

Hız beni korkuttu biraz ama birşey demedim. Şimdi şehirlerarası yolda atar yine arabadan, kamyoncuların eline düşmeyelim. Eve girer girmez marketten aldığımız viskilerden birini açtı bardağı doldurdu, vurdu. Kalanı da ben vurdum. 

Yolda hiç konuşmadı. Susma modunda yine. Bana da bakmıyor hiç. Gece beraber yattık sabah beraber uyandık ya sıkıldı mı benden hemen. Dün rakının üstüne içtiğim viski hâlâ dolanırken kanımda, bu yenisi iyi geldi.

Daha saat 3 bile olmamış. Ayık dolaşamayacak mıyız biz hiç. Annemin verdiği kışlık erzağı dolaba yerleştirirken Mert salona geçti. Biriyle konuşuyor telefonda. Hemen salonun kapısına seğirttim. Yine her zaman ki gibi, tamam, bakarız gibi kısa cevaplar veriyor. 

Çıldırtıcak beni. Daldım salona, kapadı telefonu. Kimdi o desem, sana ne diyecek. Sinirli dikti delici bakışlarını bana. Ne yaptım ben sana şimdi. Kokusu çekti beni yanına. Kucağına oturacakken bok gibi kaldım ortada, kalktı koltuktan.

“ Ben gidiyorum”

Git tabi. Bir gece mutlu olduk ya hemen çek git. Benim ömrüm seni merak etmekle, beklemekle geçsin. Mutluluğum bir günden fazla sürmesin. Ne diyebilirim. Bir şey söylesem kavga çıkartır yine. Mutfağa gidip iki parmak viski doldurdum.

Masaya oturup diktim kafaya hepsini. Kalbim sıkıştı. Ağlamaya başladım. Yanıma geldi bana bakıyor. Ben bakamıyorum. Kafama geçirdi bir tane. Ulan birşey desem de vuruyor demesem de. Deseymişim keşke.


“ Ne yaptım yine”

“ Neden ağlıyorsun”

“ Bırakıp gidiyorsun diye”

“ Her dakika kıç kıça mı olucaz”

“ Olsak ne olur”

“ Sıkılırım”

“ Ömer sıkmıyor seni değil mi”

Bir şey söylemeden çarptı kapıyı gitti. Kapı sesini duyunca, kafam düştü masanın üstüne. İyi geldi bir tane de ben geçirdim masaya. Zorlukla kalktım ayağa. Tansiyonum düştü, başım dönüyor. Elimdeki boş bardağı fırlattım gittiği kapıya.

Tuzla buz. Bilgisayarımı getirip kulaklığımı taktım. Masaya koydum Jim Beam abiyi, bir de yeni bardak. Müzik açtım, yüksek volum bir iki saat sikti kafamı. İyi geldi. Kardeş kardeş oturuyorduk ne güzel kafam da tam uçmaya başlamıştı.

Kulaklığı çekip aldı birisi. Sevinçle kaldırdım başımı Mert’i görebilmek umuduyla. Cihan gelmiş. Ben bu itle aynı evde nasıl yaşayabilirim. Mert de bırakıp gidecek hep. Ağlamaktan, suratım allak bullak gözlerim de kızarmıştır.

Karşıma geçip oturdu. Bana bakıyor dikkatlice. Bardağımda kalan viskiyi içip yenisini doldurdu. Ben kalkıp kendime yeni bardak aldım. Bardağı elimden çekip aldı, o da sokak kapısına fırlattı. Çattık belaya.

Aynı bardaktan içme fetişi tuttu manyağın. Demek girerken görmüş cam kırıklarını. Benim kırdığım bardakla birlikte antre cam kırıklarıyla doldu. Birşey yapmış olmak için gidip bir terlik giydim. Süpürdüm cam kırıklarını. Yatmak için içeri gidiyordum.

“ Gel buraya gel”

“ Yorgunum çok, yoldan geldik”

“ Biliyorum, koşarak gelmedin ya. Beni görünce uykun geliyor hep. Otur şuraya gıcık etme adamı”

Sen zaten gıcıksın benim birşey yapmama ne gerek var. Bardaktan bir yudum içip bana uzattı. Kafamı salladım iki yana, istemiyorum anlamında. Uzanıp yanağıma geçirdi bir tane. Kafam zaten ağrıyor Mert’in eli, sonra masa. 

Şimdi de bu it çalışıyor üstüne. Patlatsa biri kafamı da sen sağ ben selâmet. Elimi yanağıma götürdüm, hayvan gibi vurmuş yanıyo. Suratıma bakmadan tekrar uzattı bardağı. Hayvan baksana suratıma, madem yapıyorsun eserini de gör.

Havada kaldı eli. Ben önüme bakmaya başladım. Al şunu lan!! Ödüm bokuma karıştı bağırtısından. Aldım zorunlu bardağı, çektim büyükçe bir yudum. Masaya geri koydum. Alıp içtiğim yeri öpüp kalanını dikti kafaya.

“ Civciv senin tadınla daha güzel viski”

Hava ısınmaya başladı. Nabız arttı. Korku boyu aştı. Karnım ağrımaya başladı. Bu defa doğru zaman. Telefon çınladı. Hemen baktım. Elifcan’dan. Müsait olunca aramam için mesaj atmış. Cihan elimden aldı telefonu. Mesaja baktı. 

“ Sinan’la görüşüyor musun hâlâ”

“ Ne alâka Cihan. Elif’ten mesaj görmüyor musun”

“ Mert görüşürse haberim olsun dedi. Kontrol ediyoruz ne var”

Bir sen eksiktin hayatımı kontrol altında tutacak. Mert buna niye söylüyor ki, haberim olsun, diye. Ulan hayatımda asıl tehlike Cihan zaten, neden anlamıyorsun. Kuzuyu kurda teslim et, yesin. Birşey söylemiş olmak için konuştum.

“ Mert nerde biliyor musun”

“ Evet”

“ Nerde”

“ Bilmeni istese sana söylerdi değil mi”

Zekâ küpü bu çocuk. Lâf değiştirelim dedik. Bize girdi yine. Telefonuma uzandım. Kaptı benden önce. Tekrar bardağı uzattı bana. Diğer elini de kaldırdı. Ya bardağı al ya tokadı demek istiyor. En azından seçim hakkı tanıyor, ne düşünceli biri.

“ Elif’i arayacaktım izin verirsen”

“ Vermiyorum”

“ Neden”

“ Benimleyken başka birşeyle ilgilenince keyfim kaçıyor”

Keyfini eşşekler siksin senin. Eşek sikli hayvan. Çok terbiyesiz düşünceler bunlar biliyorum. Ama kendimi alamıyorum. Mert bununla beni mahsus mu yalnız bıraktı bugün. Bu kadar kendine güvenli olması Mert’in haberinin olduğunu çağrıştırıyor nedense.

Bardak hâlâ havada ne yazık ki diğer eli de. Alıp içtim küçük bir yudum. Elimdeki bardağa bakıp, çenesini kaldırdı. Büyük yudum al, demek istiyor. Hemen anlarım, zekiyim ne yapıyım. Aldım ben de ne gelir elden.

Ulan bu beni içirip içirip sızdırıp, fiili livata yoluyla tecavüz mü edecek. Telefonumu cebine attı, kalktı ayağa. Bana da gel anlamında bir kafa işareti çaktı. Salona geçen öncü birliği takip ettim zorunlu, zahir yanağım yanıyor hâlâ.

“ Yeni bir şişe viski getir”

Emredersin. Ulan Mert ne hayvansınız ikiniz de. Daha diğer şişe bitmemişti ama. Açılmamış bir şişe aldım dolaptan, iki de bardak bir şişe de su. Biraz daha susuz içersem kusacam. İkinci bardağı görünce delirdi, kaptı elimden tam atacaktı antreye doğru, önüne geçtim.

“ Tamam atma evde bardak kalmayacak ver götüreyim içeri”

“ Adam ol şöyle”

Adam oldum, bardağı mutfağa geri götürüp döndüm. Karşısındaki koltuğa oturdum. Yanına vurdu eliyle. Buraya otur, diyorlar. Ben yere bakmaya başlayınca, kalktı ayağa kolumdan tutup fırlattı kanepeye. Kolum çıkacaktı nerdeyse.

“ Cihan ne oldu sana bugün”

“ Burda kalıcakmışsın artık. Birbirimize alışalım yavaş yavaş”

“ Senin yavaşın buysa”

“ Mert’ten alışkınsındır sen”

“ Alışılmıyor, canımı yakıyorsun”

Kıcımın dibine kadar girip, oturdu yanıma. Kolunu doladı boynuma. Ben kapadım gözlerimi. Dua etmeye başladım Mert eve dönsün veya deprem filân olsun diye. Nefesi yaklaştı. Boynumu koklayıp, öpmeye başladı.

“ Mis gibi de kokuyorsun kara kafalı civcivim. Mert’in çocukluğu gibi aynı. Öldürüyorsun beni ibne”

Şimdi bu ibne ne alâka anlamadım. Ama Cihan lisanında ibne küfür değil. Bazen kendine de ibne diyor. Ama şu konuda ona kızamıyorum… Mert’in kokusunu alıp da unutmak mümkün değil. Çocuğu mecnuna çevirmiş, arayıp duruyor.

Dirseğimle ittim. Fırladım ayağa. Bu güç nereden geldi bilmiyorum. Lisedeyken benimle, ibne, diye alay etmeleri geldi bir an gözümün önüne. Mutfağa gidip kapıyı kapatmaya çalıştım ama yetişip ayağını koydu araya.

“ Cihan ne olur yalvarırım rahat bırak beni”

Kapıyı öyle bir itti ki arkasında durduğumdan yere düştüm popomun üstüne. Daldı mutfağa. Kaçıyorum olmuyor, yalvarıyorum olmuyor aq ne yapıcam. Çekmeceden bir bıçak alıp üzerine mi yürüsem ya da kendi boğazıma mı dayasam.

Namusumu korumak adına keserim ulan boğazımı diye ünlesem hayvana, takar mı acaba. Hayvanlar bile birbirlerine tecavüz etmiyorlar. Bu neden bu kadar coştu. Mert çocukken bunu becermiş becermiş bırakmış vermeden… 

İntikamını benden alacak şimdi. Yok kokum Mert’in çocukluğuna benziyormuş da filan da falan da. Gözümü açıp baktım tepemde dikilmiş pantolonu zorlayan önünü düzeltiyor. Kopar inşallah şeyin de kurtuluruz.

“ Can bir kere seviş benimle, istemezsen bir daha yapmam. Yıllardır Mert’in çocukluğuna benzeyen birini arıyorum. İçimde kaldı, yapamazsam deliricem lan”

“ Yaparsam da ben deliricem Cihan. Ne olur acı bana. Ben Mert’e aşığım yapamam başkasıyla”

“ Yeter be. Konuştum Mert’le yarım saat önce. Artık burda kalacağını söyledi. Ben de seninle sevişmek istediğimi söyledim. Kendi aranızda halledin dedi”

“ Tamam Cihan madem beni görünce deliriyorsun izin ver gideyim. Cafede kalmaya devam ederim. Gelirsen oraya çıkmam odamdan görmezsin beni”

“ Ben ne diyorum sen ne diyorsun. Bu güne kadar kimseye yalvarmadım lan ben. Bir kere diyorum ölür müsün. Birgün nasıl olsa kendimi tutamacağım zorla yapıcam. Bu belki bugün bile olabilir. Şunu canın yanmadan bitirelim hadi inat etme”

İnat etmeymiş, salak bu harbiden. Beraber akşam yemeğine çıkıcaz sanki. Teklife bak. Kabul etmezsem de zorla yapıcak. Oh ne güzel teklifler bunlar. Tokat attın hayvan gibi, kolumu çıkarıyordun.

Popomu da çatlattın sanırım, daha dün gece üstümden geçen buldozerin acısı geçmeden hem de. Daha ne canım yanacak ki. Öldürecen mi? Zaten istesem bile yatamam seninle. O önündeki şey öldürür beni.

Söylemiştim ya Mert’in haberi var diye. Birinci kuşatmayı yarmıştık ama bu defa gururu filân da bir tarafa atmış Cihan. Kuşatmayı yarmayı bırak, o beni yaracak sanırım. Mert senin de alacağın olsun. Bu kadar önemsiz miyim senin için.

“ Kalk yerden otur şuraya”

Hayvan sen düşürdün beni yere. Şimdi de vicdan mı yapıyorsun. Kapıyı biraz zorlasan zaten açabilirdin. Ne vardı öyle ayı gibi yüklenip uçuracak beni. Mert de böyle bu da. Karşılarında kendi sıkletlerinde biri varmış gibi davranıyorlar bana.

Kalkıp iskemleye oturdum. İçerden viskiyi getirdi. Bardağı uzattı. Aldım büyük bir yudum daha. Kafayı bulmaya başladım. Çok sıcak olmuş da, pantolonunu ve gömleğini çıkardı. Allah cezanı versin, koskoca boksere bile sığmıyor başı dışarı çıkmış. 

Neyse ki görünce eliyle içeri itti. Vücudundaki, kızıl pembe çilleri döküldü ortaya. Oturdu masaya o da. Tekrar bardağı uzattı. Şimdi içtim kusturucak mısın beni, dedim. İçme tükür içine, dedi. Nasıl yani der gibi baktım suratına.

Hadi yap, dedi sinirli. Alıp tükürdüm bardağın içine. İçti hepsini. Ohh, dedi. Bu bana harbiden kafayı takmış. Kim birinin tükürüğünü zevk alarak yutar ki. Gerçi benim ağzıma da Mert tükürmüştü ve ben zevkle yutmuştum, o ayrı mevzuu.

“ Çocukken Mert hep su kola filan ne varsa bardağımda, içine tükürüp içirirdi bana. Aynı onun ki gibi senin tükürüğünde bal sanki”

“ Cihan senin Mert’le birlikte olan çocuklarla yatmak gibi bir takıntın yok muydu. Ömer’le yatıyormuş Mert. O benden daha güzel. Onunla yapsana”

“ Yaptım zaten. Ama sen başkasın benim için. Mert gibi kokuyorsun ve ona benziyorsun. Seni istiyorum ben. Dayanacak gücüm de kalmadı ona göre. Biraz daha dalga geçersen benimle girişecem”

“ Tamam sakin ol lütfen. Sevişirim seninle ama içime girme lütfen. Nasıl istiyorsan getiririm seni”

Ne hâllere düştük allahım ya. Tam bir rezillik. Nasıl istiyorsan getiririm seni, nerden buluyorsun olum bu lâfları lan. Göt korkusu işte. Orospuluk benim ruhumda mı var nedir. Bir yerlerden fışkırıveriyor. 

“ Olmaz tam benim olman gerek. Her şeyinle ve isteyerek”

Benden de sana ulan. İstemediğim bir şeyi nasıl isterim anlamıyorum ki. Neyse şimdi şampiyonun nabzını artırmak değil düşürmek gerek. Eli önünde ve çekmiyor hiç. Karşımdaki kişi 13 yaş moduna girdi ve beni becermeden çıkacak gibi de değil.

“ Cihan sana defalarca söyledim seni reddedecek bir gay düşünemiyorum bile. Dün gece Mert’le bizim evde kaldık ve ben çocukluğumdaki mutsuzluklarımdan intikam almak için coştum biraz. Mert’de ben coşunca, anla işte. Mert’in üzerine yemin ederim, popomun üstüne oturamıyorum. Senin o şeyin öldürür beni. Biraz bekle yalvarıyorum sana”

Ne bok yemeye, biraz bekle, dedim ki. Durdu baktı bana. Ne yapacak acaba. Ama nabız pek düşmüşe benzemiyor. Bizim evde Mert’le yaptığımıza mı inanmadı. Her seferinde bir bahane bulmama mı kızdı. Hemen aklıma bir şey getirmem gerek.

“ İnanmazsan aç telefonu Mert’e sor Cihan. Gelene kadar yan oturdum arabada vallahi billahi”

Ulan böyle birşeye yemin edilir mi. Çarpılıcam ben kesin. Yukardan, aşağıdan bir de arkadan tehdit altındayım. Neyse biraz yumuşar gibi oldu. Bunun içinde insanlık var da bir yerlere kaçmış çıkarmak gerek. Sanırım bir hafta filân daha yırttık gibi.

“ İyi bakalım bu seferlikte ama son defa ok. Gel salona geçelim. Bir film aç seyredelim bari. Bir şey yapmıycam merak etme. Sana kıyamıyorum”

Kıysan ne yapıcan. Kolumu bacağımı kesip Dexter gibi açık denize mi atıcaksın. Sahipten izin aldım. İçeri gidip üstümü değiştirdim. Ama ev sıcak olmasına rağmen ben allahtan üşüyorum. Kat kat giyindim. 

Eşofman filan ve Mert’in olanlardan. Ne kadar çirkin gözükürsem o kadar iyi. Uyuyan şeytanı uyandırmayalım. İyi bir film bulmalıyım. Öyle seks çağrışımları yapmayan cinsten. Vurdulu kırdılı birşey olabilir.

Ama böyle şeyler de Cihan gibi hayvanları tahrik edebilir. Uçan sinekten etkilenir bunlar. Bence anın ruhuna en uygun şey bir komedi dizisi. Yeni indirdiğim süper esprili ve ultra oyunculu bir aile komedisi var elimde.

The Detour (2016). Tam Cihan’ın 13 yaş sendromuna ilaç olabilir. Klasik bir salak baba, akıllı mı salak mı belli olmayan bir anne ve ergen çocuklar temalı bir dizi. Ailenin oğlu rolündeki Liam Carroll tam bir yetenek ve tatlılık fışkırığı. Gülüp geçirir umarım Cihan’ı.


İlk görev, Cihan’ın önündeki topu vuruş alanımızdan çıkarmak. Kanepenin en ucuna oturdum bilgisayarımı kucaklayıp. Ama sanırım Cihan beni bilgisayarı zannediyor. Nerdeyse beni kucaklar vaziyette o da dibimin en dibine oturdu.

Oldu olacak al kucağına bari. Aman ha… Nasıl pizza sevdiğini sorup ona göre sipariş ettim internetten. Mutlu etmeliyiz efendiyi. Pizza yanında bira iyi gider, dedi. Ayağa kalkıyordum, beni oturttu. Sen film seç, dedi.

Kalktı mutfağa gitti. Bu baya insana dönüştü ya la. Biraları getirip sehpaya koydu. Nasıl da hizmet ediyor. Mert gör bunları. O arada kapı çaldı. Bizim bomba delivery boy gelmiştir diye fırladım hemen. 

Yine koltuğa sertçe bastırdı beni. Kendi kalkıp aldı pizzayı. Ben bu kanepeden hiç kalkamayacağım herhalde. Ulan kartım para dolu, maaşım bağlanmış. Keyfimce harcayamıyorum bile. Gelip yanıma oturdu tekrar. 

Sarıldı sıkıca. Bu olmasa iyiydi ama neyse. Baktım, ölümcül top normal sınırlarına çekilmiş, ohhh. Açtım diziyi, daha ilk sahnede kahkahalar atmaya başladı bizim tecavüzcü. Her güldüğünde beni sıktırıp öpmeyi de ihmâl etmiyor parmesan peynirli ağzıyla. 

Neyse bunlar tırıvırı bizim için. Onun güldüğü sahnelerde ağlıyorum ben. Ben hoşuma giden şeylere de ağlarım. Öyle bir manyağım işte. Ağladığımı görünce şaşırdı. Sarılıp kemiklerimi çatırdattığı için canımın yanmasından ağladığımı zannetti.

“ Özür dilerim ya… Yine mi canını yaktım”

“ Yok filme yani, çok hoşuma gitti de”

Atladı üzerime, yapıştı dudaklarıma. O kadar içten ve yumuşacık öpüyor ki. Karnım karıncalandı. Kaçamadım ondan. Mecbur karşılık verdim bu insanca öpüşe. Ama sadece ağzımı araladım. Dilini ağzıma sokunca dilimle ittim onu.


“ Ya Can… Çok tatlısın sen”

He ya çok tatlıyım, yeme de beni…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler