Liseden Üniversiteye 86 ~ bir atar iki atar ve mutluluktan duruverir küçük kalp



Liseden Üniversiteye 86



~~~ bir atar iki atar ve mutluluktan duruverir küçük kalp ~~~



~ Yaradan, kadın yüzü çizmiş sana eliyle,
~ İstek dolu sevgimin efendisi dilberi;
~ İnce kadın yüreğin öğrenmemiştir hile,
~ Bilmez kadınlardaki kancık döneklikleri;
~ Gözlerin daha parlak, kahpelikten yoksundur,
~ Neye bakarsa baksın altın yaldız kaplatır;
~ Erkeklerin en hoşu, en hoş şeyler onundur,
~ Erkekleri büyüler, kadınları çıldırtır.
~ Seni yaratmış olsa kadın olarak önce
~ Yaradan bile çılgın bir sevgi duyacaktı,
~ Ama bir hiç uğruna bir fazlalık verince
~ Varlığına doymaktan beni yoksun bıraktı.

~ Değil mi ki kadınlar için yaratmış seni,
~ Sen sevgimi al, onlar sömürsün hazineni.

~ shakespeare 20. sone


Yeni ders yılı, yeniden Mert’lerin evi. Elif’le Cihan’ın yeniden çıkmaya başlamaları. Yeni arkadaşım Buğra. Uzun yazın bitişiyle, yeniliklerle dolu günler başlayıverdi. Elif yeni evinde yaşamaya fırsat bulamadı. 

Ya mutfakta elleri işte ya da Cihan’ın yatağında muhtemelen bacakları havada. Özlem gideriyorlar ne yaparsın. Mert beni okul ve eve kapadı. Genelde geç geliyor bazen de hiç gelmiyor. Neredesin diye sormak haddimize mi? 

O da Ömer’le mi özlem gideriyor? Geldiği geceler beni de yokluyor eksik olmasın. Yoklamaları severim. Adım okununca burdayım deyip, hemen şeyimi kaldırıyorum. Parmağımı yani yanlış anlamayın. 

Okulda Buğra bir an ayrılmıyor yanımdan. Emel’le anlaşamadılar. Gelmiyor yanımıza, uzaktan dargın bakıyor bana. Mert neyse ki derslere giriyor bu yıl. Elif sağ olsun ilgileniyor onunla. Cihan iti iyi geldi kıza. Üzmez yine umarım cicim ayları bitince. 

Bunların ne zaman ne yapacağı belli olmaz ki. Mert’le aynı zamanda okulu bitirebilsek diye yine sabrediyorum herşeye. Okul bitince ne değişecek onu bilmiyorum ya. Derslerinin benimkinden erken bittiği günler kaçıp gidiyor Mert haber bile vermeden.

Benim ki erken biterse mesaj atıp bekleyeyim mi diyorum. Cevap hep aynı eve git. Ev kızı olduk amk. Evle okul arasında geçiyor günler. Bu gün cuma dersim erken bitti. Cevap belli ama yine de sahibe mesaj attım. Biraz bekledim sınıfta, cevap gelmedi mesajıma. 

Sınıf boşaldı. Tabi Buğra gitmedi. Ders aralarında bütün hafta filmlerden konuştuk. Baya bilgili sayılır. Ama tür konusunda zevklerimiz farklı. Ayrım yapmaksızın popüler veya puanı yüksek filmlerden hoşlanıyor. Bir de esas merakı animeler tabi. 

Nerdeyse Japoncayı sökmüş. Yabancı dile acayip bir yatkınlığı var. İngilizcesi süper ötesi. Bazen durup dururken İngilizce konuşmaya başlıyor farkında olmadan. İngilizce düşünüp Türkçe konuşuyor.

Mert cevap verir belki diye ekrana anlamsız bakarken Buğra elimden kaptı telefonu. Numarasını yazıp çaldırdı kendi telefonunu. Ben şaşkın bakarken kaydetti numaramı telefonuna. Ekranı bana uzattı. 

Mysterious Beauty diye kaydetmiş. Aptal mı nedir anlamadım. Telefonumu geri alıp son arananlardan numarasını sildim. Onunkini de alıp numaramı silicektim ama bir anda çok bozuldu suratı düştü. Kıyamadım onu üzmeye. 

Oğlum seni koruyorum ben. Mert görürse numaranı bir bok zanneder. Her şeyi bir bok zanneder zaten. Bir gıdımlık canın var. O güzel siyah gözlerinin mora dönmesine dayanamam. O zarif boynunu da koparıverir, kıyamam kız sana. 

Daha önce numaramı istemişti. Mert’in korkusundan verememiştim. Neyse zaten bozuldu yeterince bir şey diyemedim. Söylerim sakın arama ve mesaj atma diye olur biter. Yere bakarken takıldı gözüm. 

Çocuklar gibi sinirli sallıyor aşağı yukarı bir bacağını. Çocukken ben de çok yapardım bunu. Evde yaparsam babam çok kızardı görünce. Ona neyse, kendince kızılacak bir şey buldumu kaçırmazdı fırsatını.

“ Bak yanlış anladın numaranı silmemin amacı başka”

“ Sen neden kıl oluyorsun bana”

“ Yok öyle bir şey. Ne alaka ya”

“ İyi madem öyle neden sildiğini de söyle o zaman”

“ Sevgilim telefonumda bilmediği bir numara görünce kıllanıyor”

“ Senin sevgilinin adı ne”

“ Şu an bu konuya girmesek sorun olur mu”

“ imdb listeni kendin gösterdin. Bir erkek ismi olduğunu tahmin ediyorum. Bundan çekiniyorsan…”

“ Artık bir şeyden çekinmiyorum. Anla diye göstermiştim sana zaten. Geyim bunu da bütün dünya bilsin istiyorum. Yıllarca saklanmaktan o kadar bunaldım ki. Bağırmak, haykırmak istiyorum artık en kalabalık yerlerde”


“ Ailene açıldın mı”

“ Anneme söyledim. Babam da eskiden beri onun anladığı anlamda erkek olmadığımı biliyor zaten, ötesine gerek yok”

“ Kızmadı mı annen”

“ Daha çok üzüldü”

Neyse bacağını sallamayı bıraktı. Paçaları dar boyu da biraz kısa siyah bir eşofman altı giymiş. Çorapları da kısa soket olduğundan ayak bilekleri gözüküyor. Altın gibi ve incecik. Ayakları da elleri gibi çok güzeldir sanırım. 

Konuşurken ellerini dua eder gibi açıp onlara bakıyor. Bir de gözlerini kısıyor. Sevinç modundaysa gözlerimin içine bakıp dudaklarını güler gibi iki yana çekiyor. Bunlar beni kendimden geçiriyor. Üzerine atlayacağım nerdeyse. 

Siyah bir kuzu gibi bebe. Kuzu etini pek severim. Yesem mi acaba? O da beni yese. Deliriyor muyum acaba? Beyin frenlerim patladı durduramıyorum ki düşüncelerimi. Bunları Buğra bir anlarsa yandım ben.

Bu çocuk kabak çiçeği gibi açıldı dediğinizi duyar gibiyim. Ne yapayım kapan kapan ne geçti ki elimize. Laissez-faire, laissez-passer bundan sonra. Bu düşüncelerim korkudan öldürecek beni kaçmalıyım…

“ Benim gitmem gerekiyor”

“ Nereye gidiyorsun hep”

“ Hiiiç… Eve gidiyorum”

“ Bir yerlere takılıp, azıcık daha sohbet etsek. Okul ev sıkılmıyor musun. Ben bırakırım istediğin zaman seni eve”

Siyah kuzudan nasıl kurtulacağım acaba? Biriyle sohbet etmeyi ben de istiyorum. Sıkıntıdan patlıyorum. Ama Mert’in korkusundan da patlıyorum. Hele ilişkimizi kısmen düzeltmişken. Bu çocuk berbat ederse herşeyi.

Öyle melül ve üzgün bakıyor ki. Hayır demek mümkün değil. Mert mesajıma cevap attı. Yine aynı cevap, eve git. Dersten çıktılar demek. Arayıp izin istesem ne der acaba? Of be Mert, korkmaktan o kadar sıkıldım ki.

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

mertcim eve gitmeden önce bir arkadaşımla oturabilir miyiz çok sıkıldım bütün hafta

Ⓜ️ertiⓂ️ 📞 Can

ne ara arkadaşın oldu senin

Ben de bilmiyorum. Tanrı gökten bir kuzu indirdi. Ama kurban için değil. Sanırım beni alacak kurban olarak. Gözüne kestirdi bir kere. Uzatsam mı boynumu kuzu kuzu. Öte tarafta beraber olur muyuz seninle. 

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

bizim sınıfa yeni geldi başka bir okuldan yatay geçiş

Ⓜ️ertiⓂ️ 📞 Can

adı ne 

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

buğra

Ⓜ️ertiⓂ️ 📞 Can

yine bir haltlar karıştırmıyorsun değil mi

Ne zaman ne haltı karıştırdım ben. Halt karıştırmayı bırak herbir haltları yiyen sensin. Neyse artık eskisi kadar ağzına yüzüne bulaştırmıyorsun. En azından benim yanımda yapmayarak. Bu öküz soruya nasıl bir cevap verilir. Kuzu gibi tabi.

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

yok aşkım yapar mıyım seni kızdıracak bir şey

Bir şey söylemeden suratıma kapadı telefonu. Ben öpsün istiyorum suratımı. O ya telefonu kapatıyor ya ağır eliyle basıyor tokadı. Şaşkın ekrana bakarken ben Buğra’nın da dibimde benimle beraber telefonda konuştuğunu farkettim. Herşeye de ne meraklı.

“ Hımm adı Mert demek. Çok da sinirliyiz. İzin alabildin mi?”

“ E dibimdesin duymuşsundur herhalde, bir cevap vermedi işte. Sadece kapadı suratıma”

“ Sesi de ilginçmiş. Resmi var mı merak ettim seni böylesine etkileyen kişiyi”

Seni de biraz etkilemişe benziyor ya neyse. Açtım bir resmini verdim telefonu. Suratını ekşitir gibi yaptı. Epey baktıktan sonra geri verdi telefonu. Neden bozuldu bu şimdi. Kendi istedi görmeyi. Ben reklamını yapacak değilim ya Mert’in. Konuşmuyor da.

“ Neden bozuldun yine”

“ Bilmem çok değişik biriymiş”

“ Eee ne var ki bunda”

“ Neyse boşver. Hadi çıkalım. Hayır demediğine göre gidebiliriz değil mi?”

~~~

Okulun önünde bekleyen taksiye atladık. Bana sormadan caddebostan dedi. Benim düşüncemi sormak neden kimsenin aklına gelmiyor. Yine kıçımın dibine kadar girdi. Yine mis gibi kokuyor. Sarılsaydın bir de.

Bir sürü cafe ve lokantanın olduğu bir sokağa girdik. Taksinin parasını vericektim. Çok kızgın baktı bana. Ne var lan param var harcamak istiyorum suç mu. Cafe gibi bir yere girdik. Genç bir çocuk, hoşgeldiniz abi, dedi Buğra’ya. 

Bu kuzunun neresi abi anlamadım. Diğer masalardan görünmeyen, kuytu bir köşeye gitti tabi ben de. Bunun niyeti bozuk sanırım. Avlarını buraya mı getiriyor hep. Limonatama ilaç atıp kullanacak mı saflığımı. Çok safım ya. 

Bekledi masaya benim oturmamı. Yanıma oturmasın diye tam ucuna oturdum koltuğun. Neyse bu defa da, yanına oturabilir miyim demedi. Bozuldu karşıma oturdu. Karşıma oturunca da göz göze geliyoruz. Gözlerinin içine bakamıyorum yine. 

Mert arar belki diye avucumda tuttuğum telefon mu terletti elimi yoksa karşımda oturan mı? Menüyü uzattı bana gülümseyerek. Ben de ona gülümsedim. İyi alkol de varmış burda. Çayhanelerden hoşlanmam.

“ Ben bira içebilir miyim?”

Ne diye izin istedim. İnsanlara böyle davranıyorum sonra da beni takan yok diye bozuluyorum. Cevap vermedi. Saçma mı buldu sormamı yoksa bozuldu mu yine bir şeye. Bu da ne çabuk bozulup ne çabuk sevinç moduna dönebiliyor. Çocuk gibi.

“ Ben içki içemiyorum. Sorun olur mu?”

“ Neden olsun. İstersen ben de içmem”

“ Ne demek olur mu. Ne istiyorsan iç”

O latte söyledi. Ben de aynısından. Çok hoşuna gitti onu takip etmem. Neden içki içemiyor acaba? Sorsam ayıp olur mu? Bilemedim. Telefonu yanıp sönmeye başladı. Ekrana bakıp yüzünü ekşitti. İzin ver hemen geliyorum, dışarı fırladı. Biraz sonra döndü.

“ Kusura bakma babam beni kontrol ediyor da. İçki içemememin nedeni de o zaten”

“ Eskiden içiyordun da şimdi mi izin vermiyor”

“ Evet … Daha ehliyeti alır almaz, direksiyonda sarhoş sızınca kaza yaptım. Başka bir arabaya bindirdim. Araba pert ben de ölüyordum nerdeyse. İçkiyi yasakladı babam”

“ Kaza için geçmiş olsun çok üzüldüm”

Masanın üzerinde duran telefonumu tutan elimin üzerine koydu elini. Oha bacak tacizinden el tacizine geçtik. Yumuşacık ve sıcacık elleri. Gözlerimin içine öyle bir bakıyor ki. Hipnotize oldum. Çekemiyorum elimi.

“ Can”

“ Ne… ne var”

Nefes nefese kaldım. Ben neden etkileniyorum ondan bu kadar. Nasıl başarıyor bunu. Büyücü filân mı bu çocuk. Büyücü Kuzu. N’olur çek elini. Ben kilitlendim kaldım. Neden geldim onunla buraya salak kafam. 

Mert haklı sanırım. Ben rahat duramıyorum. Ne demişti bana Celâl’in mesajını görünce, nasıl kuyruk sallıyorsan artık ibne… Popoma o ayı gibi şeyle vurduğu gün de suçumun, Dani puştuna kuyruk sallamak, olduğunu ifade etmişlerdi yüce bilge.

Oysa ben Mert’in köpeğiyim. Başkasına kuyruk sallamaya ne hakkım var. Otur evinde bekle sahibini uslu bir kuçu gibi. Masanın üzerinden bana doğru uzandı. Benim kanım mı dondu. Yoksa çok hızlı akıyor da hızına mı yetişemiyorum. 

Sanırım ikincisi. Kalbim ince kaburga kemiklerimi kırıp dışarı fırlayacak nerdeyse. Gözlerimi kapadım belki etkisinden kurtulabilirim gözlerinin diye. Ama yanlış anladı sanırım. Önce dudağımın kenarına bir buse.

Sonra dudağımı öpmeye başladı. Karşılık vermeyince. Yavaşça geri çekildi. Dudaklarımı açmadığım hâlde bu mâsum öpücük bile o kadar hoşuma gitti ki. Onun kokusuyla birlikte. Elimi hafifçe sıktırdı. 

“ Ben sana aşık oldum Can”

“ Yalvarırım yapma bunu bana”

“ Ne yapmayayım”

“ Gözlerin diyorum…”


“ Ne olmuş gözlerime”

“ Bir bilsem”

“ Daha rahat ederiz. Bizim ev yakın gidelim mi?”

Aha bu beni götürmeyi kafasına koymuş. Daha rahat ederiz, diyor bir de. Ben seni gayet rahat gördüm zaten. Masanın üzerinden öpmek ne lan. Bir üstüme çıkmadığın kaldı. Aşk meşk ayaklarına atacak yatağa. 

Dışardan baksan gayet efendi bir çocuk. Hatta sesi konuşması bazı hareketleri biraz feminen bile denebilir. Ama tecavüzcü çıktı. Ulan ya da bu beni aktif filân mı zannediyor da kendini sunacak bana. 

Kafam çok karışık ama çok etkileyici bir velet olduğu kesin. Sadece sevişsen bile kesin getirir bu insanı sular seller gibi. Yapmadığım bir orospuluk kalmıştı. Yavaş yavaş kerhaneye giden yola taşları da döşemeye başladım. Can oğlum helâl sana. 

İstemsizce elimi uzattım mıknatıs gibi çekiyor. Saçlarını okşadım. İpek gibi kalın telli siyah kılıçlar içimi sızlattı. Mutlu oldu çekti dudaklarını iki yana yine. Kıracam o parlayan dişlerini senin. Bıraksan elinden tutup eve kadar koşarım ben bununla.

Aman bırakma… Neden olduğunu bilmiyorum birden ağlamaya başladım. Giderek arttı, arttı, arttı. En sonunda hıçkırıklara boğuldum. Salyam sümüğüme karıştı. Ne ara gelip yanıma oturduysa sarıldı bana.

Yumuşak mı sert mi belli olmayan incecik kolları da büyülü ya bunun. Gözleri gibi vücudu da bir şey yayıyor etrafa. Kokusu gözlerimin kapanmasına neden oldu. Gözlerimi kapadım diye öpeyim deme sakın büyücü.

“ Hadi kırma beni sadece sarılmak istiyorum sana ve senin de bana. İstemediğin hiç bir şeyi yapmayız yemin ederim”

Çok da demokratik biri. Öyle yaparım ederim değil de yaparız, yapmayız diyor. Benden de birşeyler beklemesi onu reddetmeyi daha da güçleştiriyor. Nasıl oldu bilmiyorum cafeden çıktık ve iki sokak öteye uçurdu sanki beni. 

İki dakika sonra, kocaman bir evin içindeyiz. Montumu ne ara çıkardı bilmem. Bir odaya girdik sanırım onun. Büyük bir çalışma masası, üzerinde iki tane bilgisayar var. Her duvara ayrı tema yapmış.

Birinde futbolcu resimleri, takım bayrakları ve imzalı formalar. Diğerinde anime posterleri Japonca yazılar. Birinde de film afişleri. Harry Potter, The Lord of the Rings, Star Wars, Matrix, Forrest Gump, The Usual Suspects, Léon…

Bir de kocaman yatak. Olmasa iyiydi ama var işte, uzandık beraberce. Bana tekrar sarılınca ben de ona sarıldım. Kemikleri kemiklerime değince yanağımı yanağına dayadım. Neler yaptırıyorsun lan bana. Hem de kendi isteğimle.

O kadar yavaşça ve minicik öpücükler konduruyor ki bütün suratıma. Her biri küçücük elektrik akımları gibi tatlı tatlı vücuduma yayılıyor. Dayanacak gücüm kalmadı yavaşça dudaklarını buldu dudaklarım.

Bal kaymak hikâye la bu dudakların yanında. Başım duman, içmeden sarhoş. Vücudum soyunmadan çırılçıplak. Dilini ağzıma sokup, tişörtümü çıkarmaya çalışınca, hemen kendimi çektim. Üstelemedi ama öpmeye devam etti. Sertliğini hissedince tekrar çektim kendimi.


“ Buğra seks yapmak istemiyorum. Bırak gideyim ben”

“ İstemediğin bir şeyi yapmayız diye yemin ettim sana. Sadece sarılıp yatmak bile yeter bana. Bırakıp gitme n’olur”

Üstüne çekti beni. Ben de sertliğe değmemeye çalışarak ince boynuna koydum yanağımı. Sımsıkı sarıldı bana. Dalmış gitmişim dumanların içine. Yükseklerdeyim bulutlar kadar yumuşacık, kayalar kadar sert bir şeyin üzerinde uyumak ne zevkli… 

Gözleri gibi derin bir uyku çektirdi bana. Ne güzel ve dinlendirici. Gözlerimi açtığımda. Batan sonbahar güneşi camdan üzerimize yağıyordu. Sırılsıklam oldum. Hâlâ sımsıkı sarılmış bana baktığını gördüm kafamı kaldırınca. 

Ben ne arıyorum burda. Belâmı tabi. Ayrılabilsem ondan ama olmuyor. Yapıştırdı beni kendine. Oysa kalkıp telefonumu bulmam gerek. Anladı gevşetti kollarını. Hemen kalktım. Komidinin üstünde duruyormuş. 

Oraya koyduğumu bile hatırlamıyorum. Nasıl büyüleyip sürüklediyse beni buraya. Neyse ki seks yapmadık. Bu sayılmıyor mu yani. Bacaklarını açıp altına yatmazsan birinin orospu olmuyor musun? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu çocuk çok tatlı bir büyücü. 

“ Geldiğin için çok teşekkür ederim. Bu güne kadar yaşadığım en mutlu saatlerdi inan bana”

“ Benim hemen gitmem gerek Buğra”

“ Tamam aşkım ben seni bırakırım”

“ Yalvarırım bana aşkım deme”

“ Tamam kızma sen ne istersen o”

Off öyle de deme. Bana iyi davranma alışık değilim ki. Olmayan dengemi bozuyorsun. Özgü Namal’ın oynadığı O... Çocukları (2008) diye bir film vardı. Özgü Namal’a bayılırım bu arada… Şimdi bu film nerden geldi aklıma. 

Aklım orospulukta mı bugün nedir, kafayı taktım. Biri de bana takmasın da. Filmi pek hatırlamıyorum ama bir sahnesi aklımdan çıkmıyor. Filmdeki evde akvaryum vardı. Leş gibi ama içinde rengarenk balıklar yaşıyorlar.

Birgün birisi balıklara iyilik olsun diye, akvaryumu yıkayıp temizliyor. Balıkları tertemiz akvaryuma geri koyduğunda hepsi nalları dikiyor. Bok içinde yaşamaya alışmış balıklar temiz ortama uyum sağlayamıyorlar.

Sen de bana böyle davranırsan hele gerçekten aşık olursan. Ya ben de sana aşık olursam. O kadar güzelsin ki bu olursa şaşırmam. Ve benim küçücük kalbime sığmaz ki iki dev aşk. Bir atar iki atar ve mutluluktan duruverir küçük kalp. 

~~~

Taksiyle bıraktı beni. Evin önünde inmeye korktum Mert görür Buğra’yı diye. Kezbanlara döndüm sonunda. Tam çıkarken taksiden öptü yanağımdan. Ne zaman öpse beni gözlerim kapanıveriyor başı okşanan kediler gibi.

“ Mesaj atsam sorun olur mu akşam”

“ Sorun ne. Ölüm olur”

Güldü bu söylediğime. Mert’le aynı evde kalıp kalmadığımızı merak ediyordur haklı olarak. Belki de cevabı duymak onu üzeceğinden soramıyor. Bir insanı üzmek içimi acıtıyor benim. Onun yerine üzülmeyi tercih ederdim.

Eve anahtarımla kapıyı açıp girdim. Hava karardı ışığı açtım. Mert salonda oturmuş bana bakıyor. Ben evdeyken gecenin bir yarısı geliyor. Ben dışardayım diye okuldan çıkar çıkmaz damlamış. Ben zor durumda kalayım diye ne zahmetlere girmiş yine. 

“ Aşkım neden aramadın evdeyim diye daha erken gelirdim, sen yoksun diye öyle lâfladık cafede”

Yerim senin lâflamalarını. Sen lâflarken dilini ağzına mı sokuyor konuştuğun kişi evinde. Suratıma öyle dikkatli bakıyor ki. Herşeyi anlayacak diye ödüm kopuyor. Olanları anlatıp kendimi öldürtüp kurtulsam bu ızdıraptan.

“ Ben yoksam gelemiyor musun eve. Çıkıcam birazdan. Siktir git istersen, sürtmeye devam et sokaklarda”

Sen dışardaysan adı gezmek, ben dışardaysam, sokaklarda sürtmek. Neden? Çünkü ben orospuyum senin gözünde. Ama merak etme, artık seni haklı çıkarmak için orospuluğa küçük adımlarla yürümeye başladım bile.

“ Özür dilerim Mert. Evde yalnız canım sıkılıyor diye gitmiştim. Bir daha gitmem”

“ Ne ayak bu Buğra”

“ Arkadaşız sadece. Elifcan Cihan’la meşgul. Emel’le eskisi gibi samimi değiliz. Hiç arkadaşım olmasın mı. Geberecem yalnızlıktan”

Azıcık benimle ilgilensen biraz beraber gezsek. Bir arkadaşa ihtiyaç duymam ki. Sadece sen yetersin bana. Ama yoksun işte. Sen de yoksun evde genelde, diyemedik tabi. Tanrı eleştirilmez. Ona eşkoşulmaz. 

Tek tanrıcı olmakta fayda var. Ben bugün bu günahı mı işledim. Buğra’da tanrı mı acaba? Başka türlü bu kadar nasıl etkileyebilirdi beni. Ama tanrılar büyü yapar mı ki. Bir şey demeden çekti kapıyı gitti. Siktir git, Ömer’ini sik. 

Beni sikmek istediğin zaman da dön gel. Dünya sana güzel. Bir gün eksik kalan girişimimi tamamlayıp koparacam o sikini. Sen gittin ya, ben de Buğra’ya mı gideyim. Girer sıcacık koynuna uyurum. 

Nasıl ilişki lan bu. Hep benden kaçan birine aşık olmak ne zor. İnsanım ben, bu kadar yalnızlığa nasıl dayanırım. Karnım aç ama birşey yiyecek hâlim yok. İçecek hâlim çok ama maşallah. Mert bana doğum günümde aldığı bilgisayarı odasına bir masa alıp kurmuş.

Mutfaktan viski şişesini alıp geçtim karşısına dev bebeğimin. Doldurdum bardağı iki parmak. Diktim kafaya. Spotify’dan açtım D minör senfoniyi. Donizetti’nin ki, ne alâkaysa bilmem artık. Soyadını sormuştum Buğra’nın.

Yazdım façeye isim soyad. Çıktı hemen büyücünün kamuya açık profili. Donizetti’nin küçük ve ürkek notaları eşliğinde ilerledim profilinde. Çocukluk fotoları filân. Bir çok arkadaşı var. Ailesinden sadece babasıyla bir fotoğrafını koymuş.

Normalde hiç ilgimi çekmeyecek embesil bir face profiline neden bu kadar daldım? Yüzlerce fotoğrafın hepsine en az iki defa baktım. İlişki durumu yok. Herhangi bir kızla samimi çekilmiş fotosu da yok.

Bunlar iyi mi? Bilmiyorum. Gay veya hetero olduğunu gösteren bir emareye de rastlamadım. Bolca anime ve futbol muhabbeti içeren paylaşımlar var. Bir de bilgisayar oyunları filan. Bildiğin ergen erkek çocuğu hâlâ. 

İki bölüm Skam (2015-) dizisini izledim. Türkçe altyazısı yeni çevrilmeye başlandı. Çevirmen zeycrin’e teşekkür. Aşağıdaki tatlılıklar diziden. Bunları görünce tekrar kanım kaynamaya başladı. Buğra’yı aklımdan çıkarmam gerekiyor.


Çıkaramadım. Dayanamadım tekrar faceye döndüm. Suratı gözümün önünden gitmiyor ki. Ne kadar içtim bilmiyorum. Yarı uyuklar vaziyette Buğra’nın resimlerine bakmaya devam ederken arkamda birinin olduğunu farkettim. 

Dönüp baktım arkama. İçim titredi korkudan ekranı kapadım hemen. Mert ekranı bıraktı bana bakmaya başladı.


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler