Liseden Üniversiteye 84 ~ her çeşitten yaratmış dünya renkli olsun kim kimi sevmek istiyorsa sevsin diye



Liseden Üniversiteye 84



~~~ her çeşitten yaratmış dünya renkli olsun kim kimi sevmek istiyorsa sevsin diye ~~~



~ aşık olacağınız kişiyi bulun
~ sonra bırakın sizi öldürsün


Mert’in gözleri parladı getirdiğim kumru içi ciğerleri görünce. Keşke ona iki tane alsaymışım. İki lokmada bitirdi, benimkine bakmaya başladı. Geberiyorum açlıktan ama dayanamadım yarısını koparıp ona uzattım. 

Nezaketen hayır deseydin bari. Saldırdı kurt gibi. Kalanı bitip elime bulaşanları yalandığımı görünce Elif, gülmeye başladı. Kendininkinin kalanını bana uzattı. Fedakârlık kızların özünde var. Alacağım ama Mert gibi saldıramam ben öyle.

Beğenmedin mi?”

Harika bir şey. Benden güzel yapmış, tarifini almam gerek. Ama senin karnın yine sırtına yapışmış suratın da hâyâlet gibi, ye canım”

“ Hayır diyemeceğim Elifcanım… Mert çıkışta beraber gideriz değil mi?”

Araya sıkışan bir soruyla akşamı garanti etmeliyim. Kendi başıma Kaptan babalara gidecek değilim ya. Kardeşimizi yalnız bırakmayalım. Aşk emellerine masum yavrucağı alet etme. Ay bir an önce büyüse bu çocuk.

Mert’e benzer mi acaba? Benzerse dünyaya bir meteor daha düşecek demektir. Artık tercihine göre, yanacaklar sıraya girsin. Sualimize cevap alamadık yine. Suratına bakıyorum ama o bana bakmıyor.

“ Dersler bitince arayayım mı seni”

“ Sıkboğaz etme minik. Zaten okul boğuyor beni yeterince. Bakarız çıkınca”

Derslere girip azıcık çalışacağına orospuları döllersen, boğar tabi. Benim veya Elif’in bunu ders çalıştırmamız şart oldu bu sene. Tekrar kalırsa sıkılıp çeker gider deli. Nerelerden toplarız o zaman?

“ N’olur sıkılıp çıkıp gitme bugün. Yıl nasıl başlarsa öyle gider. Derslerin hepsine gir. Elifcan bırakma onu lütfen”

“ Olur, gitmeye kalkarsa yatırır kucağıma vururum poposuna”

Ay kıyamam ben onun ufacıcık poposuna. Bembeyaz teni dokununca bile kızarıyor bebeğimin. Zorunlu yollandım bizim fakülteye. Emel sınıfın kapısında, muhtemelen beni bekliyor. Neyse âhiretlik sorularına geçemeden hoca geldi.

Sınıfa girdik. İkinci sıradan yer tutmuş bize üç kişilik. Tıkış pıkış oturmayı sevmediğimi biliyor. Ders benim av alanım. Rahat etmeliyim. Yanımda yöremde dikkatimi dağıtacak birileri olmamalı. Böylece hocaları beyinlerinden yakalayıp, kaldırıp atıyorum.

“ Buraya oturabilir miyim”

Ayy bunu kaldırıp atamam. Kim ola ki. Bizim sınıfta böyle bir yaratık yoktu. Yani olsa bilirdim. Unutulacak gibi biri değil. Dalgın simsiyah dumanlı iki göz bana bakıyor. Bebek gibi güzel bir surat, simsiyah kılıç gibi saçlar. Elim ayağıma dolaştı.


“ Ben Buğra, yatay geçiş yaptım sizin okula”

“ Be… ben de Can”

“ Memnun oldum. Cevap vermedin”

“ Can dedim ya…”

“ Yanına oturabilir miyim demiştim”

“ Ha haaa… Tabi otur, ne…”

Ne demek, diyecektim ama şaşkınlığı birden samimiyet noktasına getirmemek için tamamlamadım cümleyi. Neyse hoca konuşmaya başladı ben de normal seyrine döndürdüm beynimi. İlk gün olduğu için yarım saat sonra bıraktı bizi.

Araya çıktık. Buğra’yı Emel’le tanıştırdım. Emel yapıştı çocuğa hemen. Durmadan konuşuyor. Ben de Buğra’yı seyrediyorum. Sadece Emel’in sorduğu sorulara kısa kısa cevaplar veriyor. Sesi incecik ve gözleri gibi buğulu.

Emel’in sorularından öğrendiğimiz kadarıyla, İstanbul’da doğup büyümüş. Eski okulundaki tipleri beğenmediğinden çok çalışıp yüksek not ortalamasıyla bizim okula geçmiş. Ailesiyle yaşıyormuş. Bazen de arkadaşlarında kalıyormuş.

Dudak piercing o kadar yakışmış ki. O da bana bakmaya başladı. Emel’i dinlemiyor. Suratını ekşitti, sıkıldım demek istiyor. Ben de gülümsedim istemsiz. Sonra utandım gözlerimi yere çevirdim. Emel konuşmaya devam ederken.

“ Senin ailen İstanbul’da mı”

Kaldırdım gözlerimi, bana bakıyor. Emel’e baktım sözünün kesilmesine ve Buğra’nın onunla ilgilenmemesine bozuk. Yutkundum zaman kazanmak için. Bütün yaz hiç ilgilenmedim kızla, onu kırmak istemiyorum.

“ Hayır okul nedeniyle geldim”

“ Yurtta mı kalıyorsun”

“ Bu yıl yazılmadım”

“ Nerde kalıyorsun”

Ben de bilmiyorum. Nereye olursa atıyoruz postu. Bakalım bu yıl sahip nerelerde süründürecek bizi. Elif’de ev tutacak zamanı buldu. Cihan’la devam edeceklerse o güzel yemekleriyle yanımızda olsa. Tabi ben orda kalabileceksem.

“ Bakalım bir kaç alternatif var”

Güldü bu söylediğime Buğra. İyiymiş, der gibi dudağını büktü. Dudakları kumral teninden daha açık renk. Genelde tersi olur. Kirpikleri de kısacık. Bu simsiyah gözlerini daha da güzel gösteriyor. Allahım ben bu çocuktan ne çok söz ettim.

Emel ilgiyi kendinde toplayamamaktan sıkıntılı bir bana bir Buğra’ya bakıyor. Ben de buradayım demeye getiriyor. Biz susunca dayanamadı daha fazla, yine ortalık yere atom bombasını bıraktı. Duramaz.

“ Can’ın hayatı renklidir biraz. Nerde ne yaptığını biz de takip edemiyoruz artık”

Ondan sonra da hiç samimi arkadaşım yok diyor. Sen böyle davranırsan insanlara nasıl seninle samimi olsunlar. Daha fazla ifşa olmadan, işim var ders başlarken gelirim, dedim. Sınıfa gidip kitabımı aldım, kaçtım.

~~

Bahar güneşinin altına attım kendimi. Lisede olduğu gibi kuytu bir köşe bulup, Yukio Mişima’nın Bir Maskenin İtirafları kitabına daldım. Kitabın arka kapağında; bu uçurum yazar, kült metin ve eşcinlellik ifadelerini görünce hemen almıştım. Şöyle yazıyordu.

Mişima, bir ergenin kendi bedeni üzerinden giriştiği yaşam ve ölümle hesaplaşma sürecini, insan zihninin en uçlardaki serüvenlerinden birine dönüştürüyor. Ölüm, kan ve intihar saplantısı, modern yaşamın reddi, eşcinsellik gibi temalar üzerinde yoğunlaşıyor, her satırıyla ürpertici bir yolculuğa çıkarıyor…


“Genroku” çağının ahşap oymalarındaki sevdalı çiftlerin yüz çizgilerinde kadınla erkeğin ayırt edilmesini güçleştirecek ölçüde şaşırtıcı benzerlik vardır. Güzellik idealini gösteren Yunan heykelinde de aynı şekilde iki cins arasında kuvvetli bir benzerlik görülür. Aşkın sırlarından biri değil midir bu? Aşkın mahremiyetinde, kadın da erkek de diğerinin görüntüsüne dönüşme özleminin ulaşılması güç arzusunu duymuyorlar mı? Bu isteğin, iki sevdalının birbirinin karşıtı durumlara düşmesi gibi trajik bir sonucu olmuyor mu? Kısaca, karşılıklı aşkları, karşılıklı kimlikleri kusursuzlaşamayınca farklı noktalarını -erkeğin erkekliğini, kadının ise kadınlığını- vurgulamak yerine karşısındakini fethetmenin son derece karmaşık ruhsal sürecini denemezler mi? Aslında farklı bir benzerliğe varabiliyorlarsa bu sadece bir rüyanın geçici anıdır. Çünkü kızın cesurlaşıp delikanlının ürkekleştiği ölçüde her ikisi sınırlanmayı aşıncaya dek karşıt yönlerde birbirlerinin yanından geçip giderler.

Kitaptan bir paragraftı bu da. Sanırım fazla söze gerek yok… Yazar eşcinsel. Ölüm, kan ve intiharla kafayı bozmuş bir herif üstelik. Tam benlik. Ve harbi kült bir roman. Gerçekten uçurum bir yazar. Uçurdu beni de hem aşağı hem yukarı.

Her alanda, en uç ve başarılı insanların eşcinsel olduklarını öğrendiğimde öyle gururlanıyorum ki. Yaşama sevincim tavan yapıyor. Keşke çocukken bunları anlayabilse insan ve onca suçluluk duygusunu yaşamasa. Eğitim sistemi ne işe mi yarar?

~~~

Dersin başlamasına yakın döndüm. Emel arada başka bir çocukla konuşuyor. Çağırdı beni ama duymamazlıktan gelip sınıfa girdim. Buğra sıkılıp kaçmış sanırım yanından. Siyah nike postacı çantası yerinde duruyor ama. 

Sıraya oturdum. Emel geldi, bu defa diğer yanıma oturdu. Buğra’ya kafayı taktı sanırım. Onun yanına oturmak istiyor. Ben de birşey demedim not defterini ve çantasını verip onun yerine kaydım. Buğra geldi. Bana ters baktı. 

Allahım biri daha çıktı bana kızan. Yerine oturmadı, Emel’e’e bakıyor. Kıyafetleri de oldukça yenilikçi. Çöpten bacaklarında, Mert’in bana Zara’dan aldığı siyah skinny pantolon. Ayağında daha önce görmediğim değişik model siyah deri nike ayakkabı. 

Tişörtü koyu kurşuni sıfır açık yaka. Üstünde de siyah kapişonlu mont. Montun arkasından poposuna sarkıyor tişörtün uzun arkası. Made in H&M. Giyinmeyi biliyor gerçekten ve yakışmış hepsi de. Bu tişörtten benim de almam gerek.

“ Yer değiştirebilir miyiz”

“ Hayır ben Can’la yan yana otururum hep”

“ O zaman demin ki yerine geç. Zaten yan yanaydınız. Benim yerime neden oturdun”

Emel oflaya poflaya tekrar eski yerine döndü. Bu çocuk da zorlu çıktı. Tipine göre oldukça sert. Bana bakıp gülümsedi. Mecburen ben de dudaklarımı yanlara çekip bıraktım. Ders bitene kadar önüme ve hocaya baktım.

Öğlen arası olunca birşey demeden kaçtım tekrar bahçeye. Buğra ile Emel arasında kalmak istemiyorum. Filler tepişir çimenler ezilir hesabı. Çok mu korkağım. Onlar birbirlerini iyice tanıyıp arkadaş olup olmayacaklarına karar versinler önce. 

~~~

İlk gün böyle Emel ve Buğra’dan kaçmaca ile geçti. Öğleden sonra bizim dersler bitti. Kütüphaneye gidip internetten Mert’lerin ders programını indirdim. Akşama kadar dersleri var. Elif’e mesaj yazıp Mert’i sordum.

Bir kaç defa firar girişiminde bulunmuş ama Elif rica minnet tutmuş sınıfta. Mert’e mesaj atıp kütüphanede beklediğimi yazdım. Cevap vermedi. Bakalım takacak mı. Nasıl özlemişim burayı. Kokusu, havası, katılımcılarıyla. Kuzuların sessizliği.

Bugün girdiğimiz derslerde hocaların söylediği kitapları aldım. Epey karıştırdım. Basit geldi, deviririm ben bunları. Bakalım birinciliği koruyabilecek miyiz. Dekan bu yıl da kazık atar mı bana acaba. Karşıma biri gelip oturdu.

Kafamı kaldırıp baktım. Bu yüzü bir yerden tanıyorum ama çıkaramadım. Merhaba, deyince aksanlı konuşmasından hatırladım. Bu Hilmi ayısının iti. Geçen dönem beni lobide bekleyen, odamda olduğumu haber veren ve en son da odamı basıp Hilmi’yi çağıran çakal.

Daha ilk gün lan. Bir nefes alsaydık. Neyse ki kütüphanedeyiz. Yurttan ayrılmakla ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım. Bundan sonra okulda tuvalete bile yalnız gitmem. Cevap vermedim merhabasına. 

Önümdeki kitabı okuyor gibi yaptım. Ama masanın altındaki ellerim titremeye başladı. Nefesim düzensizleşti. Kalpten götürecek bunlar beni. Ya aşktan ya korkudan. Telefonunu çıkarıp birini aradı. 

Tamam abi veriyorum. Telefonu bana uzattı. Hiç oralı olmadım. Ama içimde fırtınalar kopuyor tabi. Ya Mert gelirse şimdi. Ne bok yemeye çağırdım buraya. Gitmem gerek, deyip kalktım ayağa. Kolumdan tutup oturttu.

“ Hilmi abi seninle konuşmak istiyor. Al şu telefonu kırmayayım kafanı”

Hilmi 📞 Can

nasılsın can

Can 📞 Hilmi

nasıl olsun karşımda biri var kafamı kırmak isteyen

Hilmi 📞 Can

şakayı bırak bak dekana anlattıkların yüzünden babam beni şehir dışında dandik bir okula gönderdi ispiyonculuğuna rağmen bu defa da seni affediyorum son bir şans vericem bunu bil istedim arayacağım seni sen de telefonumu al kaydet birşeye ihtiyacın olursa beni ara

Uzattım telefonu çakalına. Şaka gibi, birşeye ihtiyacım olursaymış, allahın ayısı ormanına dön yeter bana. Bi de, son bir şans vericem, diyor. Ulan ne şansı kâbusumsun sen benim. Kalktım çantamı alıp çıktım kütüphaneden. 

~~~

Elif’e mesaj attım, Mert yanındaymış ve dersten yeni çıkmışlar. Evet dönem hareketli başladı. Fazla haraketli. Neyse ki Mert’i okulda tutmayı başardık. Önemli olan bu. Gerisi fasarya. Biraz bekledim arar mı diye. Ses yok. Ben aradım. Neyse ki açtı…

Can 📞 Ⓜ️ertiⓂ️

mert nerdesin

Kapadı telefonu. Kafamı kaldırdım karşımda duruyormuş. Kolundan tutup uzaklaştırdım itten çakaldan. Hep ben sürüklenecek değilim ya. Mert bana şaşkın bakarken otoparka doğru gittim. Çıkıp gidelim bir an önce okuldan.

“ Nereye”

“ Babanlara gitmeyecek miydik”

Arabaya bindik. Artık Mert’in evine dönsek, her gün bu köprü trafiği de çekilmez. Gerçi evde de Cihan çekilmez. Tabi bir şey demedim. Gelme istemiyorsan der filân. Suratı allak bullak. Anlaşılan çok sıkılmış akşama kadar derse girmekten.

“ Nasıl geçti aşkım günün”

“ Bok gibi”

“ Sıkıldın mı”

“ Çok”

“ Bir yerlere gidelim istersen”

“ Bırakayım seni gidicem”

“ Nereye”

Cevap vermedi. Ne diye soruyorsam. Bu güne kadar nereye gideceğini hiç söyledimi bana. Beni Ömer Can’ın yanına bırakıp. Ömer’ciğine gidecektir. Alıp nereye götürüyor onu. Daha doğrusu nerde götürüyor acaba.

“ Seninle gelemez miyim”

“ Ne çok soru soruyorsun”

“ Merak ediyorum ya”

“ Bak son defa cevap veriyorum ama bir daha bana nereye gidiyorsun deme”

“ Özür dilerim”

“ Off hiç değişmiyorsun minik”

“ Sen de öyle. Kabul ettik işte söylesene”

“ Seni eve bırakacağım diye bu köprü trafiğini çekiyorum. Yollarda kaybolma diye. Öğleden sonra mesaj geldi, daha ilk günden antremanlar başlıyormuş. Okula döneceğim. Unuttun herhalde yüzme takımındayım. İstiyorsan seni de takıma aldırabilirim demiştim, onu da hatırlarsan tabi”

Sıçtık. Günahını aldık tanrının. Töbe tanrılar günah işler mi. Fırsatını buldu mu nasıl sokuyor lâfları. Neden yolda kaybolacakmışım ayrıca. Çocuk muyum ben ya da salak mıyım o kadar. Şu an yüzme takımının birincisi Mert.

Harbi yüzme takımına girsem ben, denizde yüzerken geçtiğime göre Mert’i, takımın da birincisi olabilirim. Ne yapardı acaba? Küçücük kaldırım taşı pırlantaya karşı. Ayy güldüm bu düşünceme. Daha Mert’le tanışmadan önce, onu izlemek için giderdim antremanlarına. 

Ayı boğan yüzme takımı hocası, Mert’in içine düşücek gibi baktığımı görmüştü. Bana bakıp şeyini düzelttiği gün kaçtıktan sonra yüzme havuzundan, bir daha önünden geçmedim oranın. Ne güzel antreman izliyordum oysa. 

Sapık herif. Neyse, ne işim var yüzme takımında ya. Havuz çok yüzeysel yüzmek için. Ben derin sularda değil orda boğulurum. Spor olarak da zaten yatak sporlarıyla ilgileniyorum. Eskiden kendi kendime yapardım. 


Şimdi de Mert’le maçlara çıkıyorum, yatak sahalarında. Bir de derin denizlerde yüzmeyi seviyorum. Azıcık da bisiklete binmek. Böyle, daha ötesi beni aşar. Mert’le aynı takımda olmak nasıl olurdu acaba?

Güzel vücutlu ama kassız, yüzücüleri ve bisikletçileri seyretmeyi severim. Şimdi o konuda da Mert yetiyor. Ara sıra gözüm kaysa da, vallahi yiyecek gibi kimseye bakmıyorum artık. Neyse şimdi nerden nereye getirdik lâfı yine.

“ Tekrar özür dilerim Mertcim. Keşke söyleseydin ben kendim giderdim. Otobüse dolmuşa filan binemiyorum pek ama artık param var atlar bir taksiye giderdim”

“ Yiyecem senin bu paranı da ha. İki sözünden biri bu oldu”

“ Yiyelim aşkım, para yemek için. Biriktirmem ben hiç. Ama harcatmıyorsun ki bana”

“ Komik şey, paranı değil ama seni yerim. İyi bari benim yanımda para ver bir de.. Ayrıca eskiden yok muydu paran. Kart vermedim mi sana istediğin gibi harca diye”

“ Doğru haklısın. Bu gün senin haklı olma günün sanırım”

Komik şey, o benim. Bunu söylerken güldü. Sen gül de ben sana soytarı bile olurum. Yeter ki ye beni. Paramı da ye beni de ye. Başkasına yedirme yeter. Bir de başkasını yeme. Biz birbirimizi yiyelim sadece. 

“ Ben hep haklıyım da… Bazen o zekâ küpü aklın nerelere kaçıyorsa saçmalıyorsun”

Yine hem övgü hem hakareti bir arada sunan ortaya karışık bir cümle. Buna cevap veremedim. Yani veririm de yine saçmalamış olurum. Bu gün açıldı aşkım, durmadan konuşuyor. Yüzme antremanlarının başlayacak olması moralini mi düzeltti.

“ Neden binemiyorsun otobüse dolmuşa filân sen”

Bunu alaycı bir şekilde gülerek söyledi. Yine buldu bir damar. Kafa yapıcak. Neden binemiyorum? Dolmuşta o iki çocuk beni sıkıştırınca gıcık oldum. Otobüsler çok kalabalık. Kostümlerim de pek beğeni toplamıyor kamuoyunda.

Ya da fazla ilgiye mazhar oluyorum. İkisi de bana ters. Beni iyi veya kötü, kalabalıkların ilgisi korkutur. Kendi hâlimde yaşamaya alışmışım. Cevap vermedim sorusuna. Camdan dışarıya baktığımı görünce bozulduğumu anladı.

“ Binme zaten. Şaka yaptım, bozulma hemen”

“ Tamam binmem, bozulmadım”

“ Birden çok uyumlu olmaya başladın minik. Hayırdır?”

“ Arada lâf çaksan bile konuşuyorsun çünkü benimle”

“ Akıllı ol ben konuşurum seninle”

“ Aptal mıyım”

“ Can!”

“ Tamam sahip kızma, elimden geleni yapacağım”

Güldü bu söylediğime de. Bir de takdir öpücüğü aldık, yanaktan ama. Ne mutluluk dolu bir gün. Allahım ne olur beni dünyanın en büyük yalakası yap. Sadece Mert’e karşı ama. Bak ne güzel, Mert’in şerit aralarından dalmalarıyla yolculuk bitti bile.

~~~

Mert beni Kaptan babalara bırakıp antremana gitti. Ömer’in yanına gitmesin de. Ben onu istediği kadar beklerim. O akşamı Kaptan babam, Ömer Can kardeşim ve hâlâ çözemediğim hollandalıyla geçirdik. 

Kaptan babayla bolca sohbet ettik. Dün akşam çok içtim herhalde, sarhoş olmamışımdır umarım. Kendi viski içti ama bana sormadı, içer misin diye. Ben de çekindim isteyemedim, canım çok istediği halde. 

Önemli değil çünkü onunla konuşmak da yeter. Adam hem denizler fatihi hem gönüller. Bu da yetmezmiş gibi entellektüel. Benim son okuduğum kitabı sordu, gösterdim. Bunu da okumuş ingilizceye çevirisinden.

“ Mert neden hiç kitap okumuyor”

“ Onun yaşlarındayken ben de pek okumazdım. Aldırma yavaş yavaş durulur. Bırak şimdi çağlasın biraz”

“ Ben daha okula başlamadan önce başladım kitap okumaya”

“ Sen farklısın Can”

“ Neden ama. Ben mi doğruyum Mert mi”

“ İkiniz de. Allah karar verememiş bir türlü hangi insanın mükemmel olduğuna sanki… Her çeşitten yaratmış… Dünya renkli olsun. Kim kimi sevmek istiyorsa sevsin diye”


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler