Pasajda 8
Pasajda 8
Hayvan gibi sikiştik, insan gibi seviştik, ergen gibi emiştik… Ortaya karışık bir iş çıkarttı yetenekli bay Ersin… Aşkolsun lan sana, bu kadarını beklemiyordum doğrusu. Güzelliğinle gönlümü, at gibi gücünle azgınlığımı fethettin… Ben onun bir yerlerine, kıyısından köşesinden yaklaşabildim mi acaba? Ne düşünüyor benimle ilgili?
Bir sürü güzel şey söyledi bana… Ama onlar boşalmadan önceydi. Erkeklerin boşalmak için, orgazm öncesi söylediği ve yaptığı şeylere itibar etmemek gerek. Esas olay o tatlı düşüş sonrası ne yapıyor?… Devrilip uyumuyorsa, siktirip gitmiyorsa, öpüyorsa, insan gibi konuşuyorsa… O senin erkeğindir işte, pamuklara sar sarmala, sakla… Bunları bir kitapta okumuştum. Evet, az da olsa kitap okudum yani…
Dudaklarım memesinin ucunda, göğsünde sarhoş gibi yattım ona sıkı sıkı sarılarak. Teninden bana, sanki beni yeniden var eden bir güç akıyormuş gibi geliyor. Onu hiç bırakmak istemiyorum. Sonsuza kadar böyle kalsak, şu anda yaşasak hep. Olmaz mı? Olmazmış, kıpırdandı. Sıkıldı sanırım. Çekinerek, baktım ona, alttan… Anladı tedirgin olduğumu.
“Sen yat, içecek bir şeyler alacağım… Ne istersin?”
Nasıl da korktum, hadi giyin gidelim filan diyecek diye. Siker sikmez sıkılan ergen sendromu, olmasındı yani. Ayy, sikildikçe beynim açılıyor adeta. Ne güzel lâflar buluyorum böyle… Ondan önce fırlayıp kalktım,
“Aşkım sen yat asıl, yoruldun, ben getiririm… Ne istiyorsun?” dedim heyecanla.
Ben sana hizmet ederim, deseydim bari. İyice saçmaladım sanırım. Gülümseyerek, o da kalktı… Alay etmez umarım benimle.
“Sıkıldım yatmaktan, beraber gidelim o zaman.”
Servet abi, delikanlı çocuktur, derken az bile söylemiş. Baya baya, adam gibi adam ulan bu herif.
O çıplak çıkınca yatak odasından, ben arkasından külotumu hızla giyip, takip ettim onu. Külotumu giydim çünkü, benim onunki gibi gururla sergileyecek bir şeyim yok sonuçta. Salona girdik, bir kumanda alıp, bastı. Televizyonu açıyor zannettim. Panjurlar açılmaya başladı, yerden tavana kadar pencereler görünür oluverdiler. Aydınlık doldu salona.
Pencerelerden görünen, uzaktan da olsa, alabildiğine deniz manzarası ve ufukta adalar. Salona baktım, acayip güzel döşenmiş saray yavrusu gibi bir yerdeyiz. Bir an korktum, sanayi çırağı ve ben. Bir sarayda çırılçıplak… Burda ne arıyoruz ki? Bu defa başka bir kumandayı alıp dokundu, her taraftan birden müzik sesi yükseldi… Rihanna yavrum, Diamonds’ı şakıyor.
Neler oluyor, neler. Ben sormaya korkuyorum tabi, kızdırırım onu diye. Manzara beni içine çekti. Pencerenin önüne gittim. Çok güzel bir tablo gibi görünen… Uzaktaki mavi denize, daldım gittim. Biraz sonra, arkamdan sarıldı… Beni kanepeye çekti. O oturdu, ben de yatıp, başımı onun kucağına koydum…
Böylece o güzel suratını görebilecektim. Ayrıca başımın biraz altında, yemelere doyamadığım patlıcanım… Sevdiklerim yanı başımda:) Bira almış, açıp bana uzattı…
“Aşkım ben içmiyorum sağol… Sana afiyet olsun.”
“Başka bir şey getireyim.”
“Yok, seni içtim ya ben… Sen yeter bana, aşkım.”
Bu her cümlenin sonuna veya başına aşkım, ne oluyor acaba? Bu beni siken heriflerdeki, ortak bira merakı da dikkatimi çekmedi değil. Bir şey içecek halde değilim, çok açım çünkü. Sabah her zaman olduğu gibi kahvaltı etmeden çıktım evden. Ersin’nin ersuyu da iştahımı açmış olabilir:) Biradan bir koca yudum alıp, yine çok dikkatlice bana bakmaya başladı… Utandım, gözlerimi kaçırıp kıkırdamaya başladım.
“Niye öyle dikkatli bakıyorsun yaa???”
“Gözlerin, uzun süre bakınca renk değiştiriyor gibi, çok ilginç.”
Bu kadarı da fazla, kesin kafa buluyor bu velet benle. Onu çözmem gerek, ama nasıl? Bakışları, benden daha akıllı olduğunu anlatıyor gibi. İşim çok zor yani… Denemem gerek ama…
“Kızmazsan, sana bir şeyler sorabilir miyim?”
“Sana kızmam.”
Sorabilirsin mi diyor yani? Bilmece gibi, kısa kısa konuşuyor. Karnında duran başımı, biraz aşağı götürüp bacaklarına koydum. Güzel şeyi burnumun dibindeydi. Ya tam inmemiş ya da inik hali bile heybetli. Sünnet derisine saklanmış başını çok hafifçe öpüp, eski yerime, karnına geri döndüm…
“Ersin, seninki sünnetsiz değil mi?”
“Evet.”
“Neden öyle, anlatsana merak ettim.”
“Uzun hikâye ama kısaca, Almanya’da doğmuşum… Annem Alman, babam Türk. Ben çocukken ayrıldılar. Babam Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Ben annemle Almanya’da kaldım. Annem Kiliseye filan kaydettirmedi beni ama sünnet de ettirmedi. Doğduğum halimle kaldım yani.” dedi gülerek.
“Yani, şimdi annenle Türkiye’ye mi geldiniz siz de?”
“Annem Almanya’da. Ben de onun yanındaydım zaten… Liseye geçtikten sonra, biraz azgınlaştım… Sonra, salak saçma bir iki kavgaya filan karıştım, başım belaya girdi. Annem epey sabretti, sonunda, baş edemiyorum seninle artık, deyip beni buraya babamın yanına gönderdi. Üç dört aydır burdayım.”
“Peki, bu ev kimin, yani baya pahalı bir mekân. Üstelik Moda’da. Biz nasıl girdik buraya.”
“Burası annemin evi. Türkiye’ye beni görmeye gelince, kalmak için yeni aldı. Biraz da yatırım için herhalde.”
“Annenin durumu iyi o zaman, buralar çok pahalıdır.”
“Annem doktor, Almanya’da doktorlar iyi kazanır derler.”
“Madem annenin durumu iyi. Peki sen neden hem okuyup, hem de çalışıyorsun ki, zor olmuyor mu? Üstelik meslek lisesi yerine anadolu lisesinde okuyabilirdin… Çok mu soru sordum, sıkmıyorum değil mi seni?”
Biradan bir yudum daha çekip, dudaklarıma yumuldu… Her tarafım karıncalandı. O ne ballı ağız içi amınakoyum ya… İçine giresim geliyor. Dilini emdim, dudağını hafifçe ısırdım… Onu ısırmak o kadar hoşuna gidiyor ki… Karşılık olarak, popoma çelik gibi eliyle iki üç tane çaktı… Kendime geldim…
“Sadece seni tanımak istiyorum, hadi anlat n’olur…”
“Ya bu meslek lisesi ve çıraklık işi babamın buluşu. Aslında babamın maddi durumu anneminkinden bile daha iyidir. Almanya’da başımı belaya soktum ya, aklı sıra bana ceza veriyor ya da beni adam etmeye çalışıyor. Ahmet usta, yani çalıştığım dükkânın sahibi babamın ortağı aslında. Gebze’de büyük bir imalathanenin sahipleri ikisi. Almanya’dan beri tanışıyorlarmış. Ama şimdi çalıştığım yerde kimse gerçek babamın kim olduğunu bilmiyor. Babam kendi işyerine de, patronun oğlu diye görüp kimse beni kayırmasın diye almadı. Ortağının pek kimsenin bilmediği küçük işyerine koydu beni. Benim oğlum olduğunu da kimse bilmesin demiş Ahmet ustaya. Yani kimsenin torpil geçmediği bir şekilde çalışmamı istiyor heralde. Meslek lisesi de, işte diploma olsun meselesi… Eğer akıllı durursam, üniversiteye gönderecekmiş beni.”
Ersin’in hikâyesi baya sürprizlerle doluymuş. Benim gözüm Mert’ten başkasını görmezken, aynı takımda oynayan bu nadide parçayı nasıl gözden kaçırmışım? Aşkın gözü kördür dedikleri bu mu oluyor acaba? Ama artık gözüm açıldı, yeni aşkım, Ersin… Aşk zor tabii de… Keşke, en azından o da benden hoşlansa. Hoşlanmasa bile birlikte olmaya devam etsek, ben onunla her şeye razıyım…
“Acıktın mı?” Bu arada, karnım gurulduyor ve bunu duydu sanırım.
“Dün akşam yemeğinden beri, hiç bir şey yemedim… Tabii seninki hariç:)” İkimiz de güldük bu söylediğime…
“Ben de acıktım, ne yiyelim o zaman.”
“Benim ne yiyeceğime, sen karar ver. Hem de her zaman ve her konuda.”
Önce anlamadı espriyi. Ben gülmeye başlayınca çaktı dalgayı… O da gülmeye başladı. Hem ana neşe kattım hem de ona olan itaatkârlığımın altını çizdim böylece… Ben ona hayran hayran bakarken, telefon uygulamasından sipariş verdi. Kollarımdan tutup kucağına çekti beni. Biraz öpüşüp koklaştık.
“Sen benimle ilgili hiç bir şey sormuyorsun. Senin hiç ilgini çekmiyorum sanırım.” dedim şımarıkça.
“Aslında, hemen her şeyi anlattı Servet abi seninle ilgili. Anlatacağını söylemiş zaten sana. Sakıncası yoktur umarım.”
“Peki, bütün orospuluklarımı bilmene rağmen, neden ilgilenip mesaj attın bana. Nasıl olsa yollu, bi de ben koyarım diye mi düşündün yoksa?”
Bu düşünmeden konuşmalarım yüzünden hiç arkadaşım yok benim. Son söyleyeceğim şeyleri en başta saçtım ortalığa yine. Ben neden bazen en mutlu anımda, her şeyi berbat edecek garip konuşmalar yapıyorum acaba? Sanırım onun kadar iyi birini haketmediğimi düşünüp, kendi kendimi batırmaya karar verdim…
Söylediklerime, benim gibi Ersin de şaşırdı. Soran gözlerle bana bakıyor…
“Şaka yapıyorsun herhalde. Ben cinselliğin özgür olarak yaşandığı bir yerde büyüdüm. Almanya’da isteyen istediği ile ve istediği şekilde seks yapar… Bunu kimse yargılayamaz… Ben de böyle düşünürüm. Yani senin hakkında, söylediğin şeyleri düşünmedim.” dedi sakince konuşarak.
“Peki, neyim ilgini çekti o zaman. Doğru söyle ama lütfen.”
İlk söylediklerimden pişman, biraz utanarak kısık sesle konuşabildim. Gözlerine bakamadığımdan, suratımı boynuna gömmüştüm.
“Dükkânın önünde görmeden önce seni, bizim maçlarda görüyordum hep. Daha önce hiç bir erkeğe ilgi duymamıştım. Sana da duymadım ya da öyle zannettim. Ama neden maçlara geldiğini merak ettim hep…”
“Mert için geliyordum. Bunu da anlattı mı Servet abi.”
Başını salladı sadece, Mert’ten bahsetmem pek hoşuna gitmedi gibi geldi bana. Ne güzel anlatıyordu çocuk. Yine yırtık dondan çıkar gibi çıktım. Neden lâfını böldüysem…
“Neyse sen devam et anlatmaya dinliyorum.”
“Sonra o gün bizim ustayla dükkâna geldiğinizde seni görünce, gey olabileceğini düşündüm. Çünkü, ustanın oğlancı olduğunu Servet abi bana çıtlatmıştı. Belki de beni biraz parlak görünce, uyarmak için de söylemiş olabilir, bilemiyorum. Ama senin arabanın içinden bana bakışın, sanki orda isteyerek bulunmadığını hissettirdi. Köşeye sıkışmış yardım isteyen bir kedi gibiydin.”
“Ama sen bana o gün baya bir küçümseyici bakmıştın.”
“Gözünden de hiç bir şey kaçmıyor… Doğru, ilk başta öyle biraz kötü düşünmüş olabilirim, orada olmanla ilgili… Kim bilir belki de kıskandım Ahmet ustadan seni. Ama sonradan düşündükçe, sana aslında ilgim olduğunu anlamaya başladım. İlgimin nedenini tam çözemiyordum. O masum halinden, belki de güzelliğinden etkilenmeye başlamıştım. Hatta tekrar maçta seni görürsem tanışmaya bile karar vermiştim. Tesadüfün böylesi, Servet abi gelip senden söz edince, hele de Ahmet ustayla birlikte olmak istemediğini ama yaşıtın birileriyle arkadaşlık istediğini söyleyince, seninle kesin tanışmaya karar verdim.”
Beni güzel bulduğunu söylemesi biraz da olsa, kendime güven duymamı sağladı. Saklandığım boynundan çıkıp, gözlerinin içine bakmaya başladım.
“Beni kafaya almıyorsun değil mi Ersin.” dedim ağlamaklı bir sesle. Suratımın her yerini yalayarak öptü…
“Yemin ederim doğru söylüyorum. Daha tanışır tanışmaz seks yapmak istediğim için mi bunları düşünüyorsun?” dedi sevecen bir bakışla.
O sırada kapı çaldı, yemek siparişi geldi sanırım… Pizza söylemiş, dört peynirli hem de, en sevdiğim yani… Ayy ya ne harikayız, ne güzeliz… Birlikte boşalıyoruz, birlikte gülüyoruz, aynı pizzayı seviyoruz… Bu beraberliğimizi, evlenerek sonsuzlaştırsak ya biz:)
Pizzayı kuryeden almak için, en azından altına şort giydi. Böylece pizzaya odaklanabilirim. Mutfağa geçtik, aşkım litrelik kola da söylemiş. Pizzanın oynaşı odur. Ama benim için tabi. Ersin yine bira içmeye devam etti.
Yemeğe hayvan gibi saldırdı… Büyük boy pizzadan ben ancak iki dilim yiyebildim. Gerisini o sildi süpürdü. At gibi gücü nerden bulduğu anlaşıldı erkeğimin. Yesin aslanım, bana ondan aldığım güç yeter. Karnı doyunca aklına ilk gelen şey seks oldu sanırım.
“Yatağa gidelim mi?”
“Sen nasıl istersen.”
Yatakta yine en sevdiğim pozisyona geçtim. Aslanımın, pürüzsüz parlak sadece iki tane minicik meme ucuyla süslenmiş bağrına koydum başımı… Karnı bu kadar yemek yemesine rağmen hafif içe göçük, bel kemikleri belli oluyor. Çok seksi bir görüntü…
“Hiç erkekle ilişkin oldu mu bana kadar” dedim.
“Olmadı.”
“Peki, kaç kızla birlikte oldun.”
“Burda olmadı ama Almanya’da çok oldu… Sayısını bile bilmem. Orda kızlar ergenliğe girince kız kalırlarsa bundan utanıyorlar. Bu nedenle bir erkeğin de bakir kalması pek rastlanan bir durum değil.”
Bir de senin gibi bir güzellik ve asalet abidesi olursa o erkek, bırak bakir kalmayı karılar üzerine atlar. Hele o sana özel ve de güzel yarağını yiyen, bir daha da peşinden ayrılmaz. Şanslı Alman kızları, annesi yüzünden Ersin’den mahrum kalmışlar. Bana nasipmiş diyelim…
“Ersin, beni gerçekten güzel buluyor musun?”
“Güzel bulmasam, seninle tanışır tanışmaz sikim öyle kalkmazdı değil mi? Ayrıca senin dışında hiç bir kıza seks yapalım demedim ben. İlk teklif hep onlardan geldi. Anla işte nasıl etkilenmişim senden.”
Senin dışında hiç bir kıza, dedi aşkım… Beni de kız gibi görmesi çok hoşuma gitti… Mutlulukla kıkırdayıp, dudağına uzanıp öptüm… O da bana sarıldı. Çevirdi beni, arkama geçti ve anladığım kadarı ile, biri iki hareketle şortunu çıkarıp fırlattı. Kalkmış sikini dayadı popoma…
“Giricen mi aşkım.”
“İstemez misin?”
“Hep içimde olsan keşke ama biraz önce dağıttın beni… Acıyor hâlâ, sen de bana acı n’olur.”
Kafamı çevirip ona bakarak, yalvaran bir ses tonuyla konuştum… Avucunu ağzına götürüp tükürük bıraktı ve deliğime sıvadı. Demir gibi olmuş yarağının başını haşırt diye geçirdi. Acıdan ciyakladım istemsiz, elimin yanını ağzıma götürüp ısırdım…
“Merak etme sikmiycem, sadece içinde dursun, lütfen” deyip yüzümü çevirdi kendine doğru ve dudağıma yapıştırdı o güzel dolgun dudaklarını…
Biraz sonra, ballı dili ağzımda dolanıyordu. Bana sarılı kollarını öyle bir sıktırdı ki, kaburga kemiklerim kırılmak üzereyken, belini hareket ettirip, yarağının tamamını da oturttu içime… Yine istemsiz aynı anda inledik. Ama o “Ohhh!!!” derken… Ben tatlı bir “Ahhh!!!” çektim… Eşitsizlik her yerde hüküm sürüyor!!!
Yorumlar
Yorum Gönder