Liseden Üniversiteye 46 ~ aşığım anne ölecek kadar hem de!






Liseden Üniversiteye 46



~~~ aşığım anne ölecek kadar hem de! ~~~



annenin sözünü dinle, ve sakın güneşe bakma!
güneşe bakmayı denersen, bu sefer seni suyla değil kanla vaftiz ederler.
yahya gibi değil, isa gibi.
tanrı korusun, bir daha günah bile işleyemezsin!

【d. cündioğlu (hiçlikte basılmak)】




Tek kişilik yatak, ben de tek başımayım, teke tek takılıyoruz, çok sıkıcı… Bu kadar yıl nasıl yaşamışım bir başıma bu odada ve şimdi tekrar başa sardık, yine tek başınayım aynı yerde… Ama farklı tabi, şimdi gerçekten dokunabildiğim, sevişebildiğim biri var.

Yanında olmayan bir aşık, ne acıtıcı… Bir de beni bırakıp tatile gidiyor. Kaymaklı ekmek kadayıfı. Ne alâka ama çok açım, aklıma geliverdi. Aşkın yaptığı en büyük değişiklik, artık yalnız olmadığımı fark etmekti benim için.

Acı da çektirse sana aşk, yalnızlığa bir daha geri dönmek istemiyorsun… Koskoca kozmosda bir zerre de olsan, eğer aşıksan kendini mutlu anlarında, bir dev gibi hissediyorsun… Hem de mutlu bir dev.

Mutsuzsan eğer aşıkken, zerre halin, daha da küçülüyor, hiç oluyorsun… Bunun tadı da bir başka güzel. Aslında aşıkken her an mutluluk ve mutsuzluk, iç içe… Aşkım güneş gibi, o kadar güzel ama o kadar parlak ki, çok hayran olur da gözünü alamazsan, kör ediyor insanı.

Yatağımda öylece yatıyorum, tavanı keşfe çıktım… Olmayan şekiller görüyorum ya da hep oradalardı da ben göremiyordum… Annemle babamın konuşmalarını duyuyorum içerden… O kadar sıkıcı geliyorlar ki… Mert dışında herkes, sadece Peter Pan’ım hariç… Katkısız sevgi dolu biri o, yaşamla dost.

Mert dünyaya karşı ne kadar yıkıcıysa, Peter o kadar yapıcı… Biri yıkar biri yapar, ying ve yang gibi… Biri olmadan diğeri de olamıyor sanki… Neden yıkıcılık da gereklidir: çünkü öyle bir sarsıyor ki seni, ne olduğunun farkına varıyorsun; bir hiç.

Ölümüne korkutuyor; işte o zaman, varlık ile hiçlik’in aynı anlama geldiği andır… Günahın acımsı tatlılığı ve yaratıcılığı gibi, hep o çağırır seni, şeytan gibi… Masallar, bir varmış bir yokmuş, diye başlar… Unutmayın, masallar en derin gerçekleri anlatır…

~~~

Kalktım, çantamı açıp, gizlice koyduğum Mert’in şortunu ve tişörtünü aldım… Hava karardı, elbiselerimi çıkardım, sadece külotla yorganın içine girdim… Yazın bile yorganla yatarım ben… Mert’in yanındayken değil ama, o beni ısıtır çünkü.

Kıvrıldım, önce sarıldım, göğsüme ve karnıma sürdüm, öyle güzel gıdıkladılar ki… Sonra suratıma kapadım Mert’in giysilerini… Var gücümle sen diye içime çektim nefesimi. O, burada sanki, ne güzel kokuyor, ne farklı, ne yoğun, ne sıcak.

Sarhoş gibi, göz kapaklarım ağırlaştı, içim geçti, dalıp gittim onun içine… Uykuya, ölüm hiçliğine. Ne kadar uyudum bilmem, evdeyken çoğu zaman olduğu gibi, annemin sesiyle uyandım… Neyse kızgın değil her halde, kolumu çekiştirmedi uyandırmak için.

Kızgınlık ölçerim budur… Sabah olmuş, rahat bırakmaz ki uyuyalım, nerede olduğuma bakınca iyice hüzün çöktü… Mert gitmiş midir? Bodrum’a… Yine arayıp sormayacak her halde… İnsan vardın mı filan diye merak eder ya.

“ Kaç saattir uyuyorsun, geldiğinden beri suratını bile göremedik… Bunlar ne, suratına kapatmışsın, nefes alamayacaksın”

Suratımı görmeyin diye işte, saklanıyorum dünyadan… Onlarla nefes alabiliyorum ancak, bu koku olmazsa uyuyamıyorum, hatta yaşayamıyorum… Aşığım anne, ölecek kadar hem de!.. Birden kendime geldim, Mert’in giysilerini yastığın altına tıkıştırdım.

Neler düşünüyorum ben uyku sersemi, annemin anlayacağı şeyler mi bunlar sanki… Ne çok isterdim anneme Mert’i anlatabilmeyi… Ne kadar sevdiğimi onu… Hatta tanıştırabilsem, ne güzel ve değişik bir insan olduğunu görse.

“ Günaydın anneciğim, gece uyandırmadığın için teşekkür ederim… Ancak kendime gelebilmişim, biliyorsun yolculuk beni perişan eder… Çok acıktım, var mı bir şeyler”

Evet annemin yumuşaması için ondan yemek istemeniz yeter, olan biteni unutur… Ama bu sefer hafiyeliği tuttu, çantalarımı boşaltmaya başladı… Kışlık giysilerimi cafede bıraktığımdan, yeni aldıklarımızı getirmiştim sadece… 

“ İki saatlik yol, perişan olmuş bir de… Neden çıplak yattın sen… Bu giysiler ne, nerden aldın bunları… En son kulağında küpe vardı yetmedi mi, ne bu kaşını gözünü her yerini de deldirmişin, dün bir şey demedim, baban evde diye… Konuşucağız bunları Can bey”

Konuşalım Canan hanım ama biraz az soru sorsanız, kafam bulandı… Evet, bulduğum her yeri deldirdim… Böyle hoşuma gidiyor, delik deşik… Yaşama karşı benim silahlarım da bunlar işte… Neyse giysileri dolaba koymaya başladı, fazla üstelemedi. 

Oysa ben kalıcı değilim, nasıl izin alacağım dönmek için… Okulu değiştirmem gerek ve gidip bir an önce araştırmaya başlamam, neyse… Şimdilik babamdan kurtuldum ya… En azından artık bana bulaşacağını zannetmiyorum.

≈≈≈

“ Ne yapacaksın bu gün Can bey”

Annem bu soruyla karşıladı beni mutfakta… Açım diyorum ama hala soru sormaya devam ediyor. Mis gibi de kokuyor etraf… Bu koku neydi ya, unutmuşum… Çocukluğumdan beri hatırladığım bir koku ama… Can bey, annemin, seninle yüz göz olmayacağım, demek istediğindeki hitap şekli budur.

Olmayalım zaten, yalnızım ben, hiçim hatta… Taktım buna da ha… Neyse, ilk hareketi ben yapayım, sevinsin kadıncağız biraz… Dün akşam epey soğuk davrandım, üzüldüm aslında, ama babama asla… Hatta, ilk defa çaresiz kalışı karşımda, hoşuma gitti.

Mutfak tezgahında bir şeyler yapan anneme arkasından sarılıp, boynuna uzunca bir öpücük kondurdum… Elleri, çaresizce iki yana düştü, yaptığı işi bırakıp… Kıpırdamıyor hiç, ama bırakmadım, devam ettim sarılmaya.

Sonunda direnemedi, aniden döndü, biraz önce çaresiz iki yana düşen kollarını kaldırıp, yetişebildiği kadar boynuma sardı… Sonra, eğdi boynumu aşağı ve öpmeye başladı suratımın her yerini… Ben de ona bıraktım kendimi, pek hoşuma gitmese de bu durum.

“ Anneciğim tamam, boğulacağım ne olur”

“ Saçların iyice uzamış, çok özledim ama artık istediğim gibi sevemiyorum bile seni… Ne olur bu kadar zaman uzak kalma bir daha evden”

“ Tamam anne”

“ Soruma cevap vermedin”

“ Ne yapacağım, evdeyim işte… Kitap filan okurum, yorgunum hala”

“ Neler yaptın İstanbul’da o kadar zaman, bir şey anlatmıyorsun. Telefonda da hiç konuşmadın benimle”

“ Dersler okul filan işte, başka bir şey yok… Zaten, sağ olun para göndermeyi kestiğiniz için, okuldan pek çıkamadım”

Bu iyi olmadı, tam sevindirmişken, bu lafı ne bok yemeye soktum bilmem… Ya ben bu dilimi neden tutamıyorum artık… Dile geldi bir defa yıllardır susmaktan bunalmış dilim, durduramıyorum… Masadan kalkıp tekrar, kısa bir öpücük yaptım.

“ Şaka yaptım anneciğim özür dilerim… Bu güzel koku ne bu”

“ En sevdiğin şey… Elmalı pasta yaptım sana, sevdiğin gibi kokulu… Kahvaltıdan sonra yersin”

“ Yaşasın teşekkür ederim, ölüyorum açlıktan, hadi ne olur ver bir şeyler de yiyeyim”

Bir çocuk için annesi bulunmaz bir hazine, hele annem gibi ev kadınıysa ve kendini ailesine adamışsa… Ne istersen yapar, mutlu olasın diye uğraşır durur, bıkmadan… Bu da her halde bizleri şımartıyor ve değerini bilemiyoruz yeterince. Tamam söz, bir daha kötü davranmayacağım sana, becerebilirsem…

Annem bir sofra kurdu, aman allahım yok yok… Masada yer kalmadı, dört beş aydır bu kadar çeşidi bir arada görmemiştim… Ekmeği bile kendisi yapmış, benim sevdiğim gibi, ekşili maya mı ne, öyle bir şeyden.

~~~

Sırtımdan uzaklaştı sonunda karnım… Anneme bol bol teşekkür etmeyi ihmal etmedim… Ettiğim boktan lâftan dolayı suçluluk duydum, onun ne kabahati var ki? Neyse unuttu bile ve mutlu oluverdi işte… Ne de olsa, anne… Ezilip duran, babamla aramda…

Mutfaktan çıkıp salona giderken, antredeki aynaya takıldı gözüm… Mert’in aldığı kıyafetlerden giymiştim… Lacivert bermudanın üzerine bembeyaz sıfır yaka ve açık mavi renk cepli tişört, çok güzel, zevkli it…

Salona gittim, baktım… Buraya da yabancı gibiyim… Neler oluyor bana böyle… Umutsuzca telefonumu çıkardım, whatsapp’da bir hareketlenme var, hadi ne olur ya… Bir mesaj at hiç olmazsa.

Tabii ki Mert’ten değil… Peter Pan atmış gece, bir de Emel. Her hafta düzenli olarak atıyor Emel, cevap vermediğim halde… Geldin mi eve, diye sorup duruyor, burda kanka arıyor kendisine ya da başka şeyler işte… Neden ısrar ediyor anlamıyorum.

Peter Pan ► Can

merak ettim nasılsın?

Cevap verdim hemen Peter’ime… Bu arada ona yine ajanlık teklif edeceğim, umarım alınmaz bana… Mert’in Bodrum’da ne haltlar yediğini merak ediyorum. Bilsem ne olacak? Bilmiyorum ama deli gibi merak ediyorum işte.

Can ► Peter Pan

kusura bakma yeni gördüm iyi sayılırım sen

Peter Pan ► Can

neden iyi değilsin

Can ► Peter Pan

biliyorsun işte

Peter Pan ► Can

mert abi değil mi

Can ► Peter Pan

eveet gitti mi bodruma ne yapıyor deliricem bir şeyler öğrenebilir misin hasan ne olur

Peter Pan ► Can

olur annem orda nevin hanımın yanında akşam arayacağım sorarım

Can ► Peter Pan

hep senden bir şeyler istiyorum özür dilerim

Peter Pan ► Can

iste ben yaparım ama bir an önce gel ne olur 🌺

Can ► Peter Pan

iyiliksin sen 🌻

Eskiden beri kapıyı çalmadan girer annem odaya… Kapıyı kapadığımda, mutlaka içerde bir haltlar karıştırdığımı düşünüyor, sonra kendi kendine kuruyor ve dalıveriyor, soran bakışlarla içeri… Yine öyle oldu, yeni telefonu görürse bitmez sorulara başlar yeniden diye, attım cebime hemen.

“ Ne yapıyordun”

“Mesaj atmış arkadaşım ona cevap veriyorum, izninizle”

“ Dalga geçme, baban aradı akşam amcanla lokantaya gideceklermiş, Can da gelsin, dedi”

En son 12 yaşlarında filan götürmüştü beni lokantaya, daha doğrusu arkadaşlarıyla devamlı gittikleri meyhaneye… Orada futbol üzerine yaptıkları saçma sapan ve hiç bir şey anlamadığım konuşmalarından ölesiye sıkılmıştım…

Yine de numaradan eğleniyormuş gibi davranmıştım, sırf babam beni yanında götürdü diye… Ama anladı sanırım ya da arkadaşlarına gösterip övüneceği bir evlat olmadığımı düşündü… Eksik olmasın bir daha da götürmedi…

Biraz daha fazla oyunculuğu becerebilseydim çocukken belki babam severdi beni ama olmadı işte… Belki en başından, bir çok insanın yaptığı gibi, toplumun istediklerini oynayabilseydim, yaşamım çok farklı mı olurdu? Taklitçilik yani…

~~~

Okuduğum bir kitap geldi aklıma, İtalyan yazar Niccolo Ammaniti’nin bir romanı Sen ve Ben adıyla Türkçeye çevrildi… Kitap ünlü yönetmen Bernardo Bertolucci tarafından filme de çekildi ama ben filmi hiç beğenmedim. 

Bir defa, baş kişi Lorenzo’yu oynayan Jacopo Olmo Antinori, hiç uymamış role. Ukalâlık olmasın ama yönetmen de kitabı hiç anlamamış sanki. Ben zaten Bertolucci’den pek hazzetmiyorum.

Kitabın bir yerinde taklitçilik; duygusal, zeki, düş gücü kuvvetli ama içe dönük ve yalnızlığı seven kitabın “kahramanı” Lorenzo’nun anlatımıyla, aşağıdaki gibi…

Bir sabah baş ağrısı numarasıyla evde kalmıştım ve televizyonda taklitçi böceklerle ilgili bir belgesel izledim.

Tropikal kuşakta bir yerlerde yabanarılarına öykünen bir sinek anlatılıyordu. Kendi türünde sinekler gibi dört kanadı vardı ama üst üste tuttuğu için iki kanatlı gibi görünüyordu. Karnı sarı siyah çizgiliydi, duyargaları ve gözleri fırlaktı, yalancı bir iğnesi de vardı. Hiçbir şey yapmıyordu, zararsızdı. Ama yabanarısı gibi olduğundan kuşlar, kertenkeleler, hatta insanlar bile korkuyordu ondan. Dünyanın en tehlikeli ve en çok gözlenen yabanarısı kovanlarına rahatça girebiliyordu ve kimse onu fark etmiyordu.

Tümüyle yanılmıştım.

Ne yapmam gerektiğini o anda anladım.

En tehlikeli olanlara öykünmeliydim.

Öbürleri gibi giyinmeye başladım. Adidas jimnastik ayakkabıları, yırtık blucin pantalon, kapüşonlu siyah kazak. Saçlarımı ayırmamaya ve uzatmaya başladım. Küpe de takmak istiyordum ama annem yasakladı.
Onlar gibi yürüyordum artık. Bacaklarımı aça aça. Sırt çantamı yere atıyor ve tekmeliyordum.

Onlara abartmadan öykünüyordum. Birisine öyküneyim derken gülünç duruma düşmek anlık bir olaydır.

Derslerde sıramda oturup dinliyor numarası yapıyordum, gerçekte kendi dünyamda yaşıyor, kurgubilimsel öyküler uyduruyordum. Jimnastiğe bile gidiyor, başkalarının esprilerine gülüyor, kızlara aptalca şakalar yapıyordum. Birkaç kez de öğretmenlerle saygısızca konuştum. Sınavda boş kâğıt da verdim.

Sinek herkesi aldatmayı başarmış, yabanarısı toplumuna kusursuzca ayak uydurmuştu. Onlardan biri olduğumu sanıyorlardı. Doğru biri.

Eve döndüğümde annemle babama arkadaşlarımın beni sevimli bulduklarını söylüyor, gerçekten başıma gelmiş gibi eğlenceli öyküler anlatıyordum.

Ama bu güldürüyü sahneledikçe kendimi daha da farklı hissediyordum. Beni başkalarından ayıran uçurum daha da derinleşiyordu. Tek başıma olduğumda mutluydum, başkalarının yanında rol yapmak zorundaydım.
Sanki içimdeki sinek bana doğru şeyleri söylüyordu. Arkadaşlarının seni bir anda unutabileceğini, kızların kötü yürekli olduklarını ve seninle alay ettiklerini, evin dışındaki dünyada sadece yarışma, baskı ve şiddet olduğunu anlatıyordu.

~~~

“ Cevap versene oğlum her şeyi iki defa soruyorum, dalıp gidiyorsun hep”

“ Anneciğim ne olur istemiyorum bir yere gitmek”

“ Babanı üzüyorsun ama, adamcağız seninle birlikte olmak istiyor işte, hep ilgilensin istemez miydin”

“ Bitti artık”

“ Ne bitti”

“ Eski ben herhalde”

≈≈≈

Akşama kadar, Peter’in bir şeyler öğrenip Mert’le ilgili, anlatması için bekledim, hep bunu düşünerek… Akşam babam geldi, vazgeçmiş her halde lokantaya gitmekten. Benim için gideceklerdi demek. Neden şimdi birden merak sardı bu adam bana ve lokantalara.

Annemin zoruyla, akşam yemeği için çıktım odamdan… Salona kurmuş sofrayı. Önemli bir yemekteyiz demektir bu. İsteksizce ve kimseye bakmadan oturunca sofraya, babamın gözlerini bana dikip baktığını fark ettim.

“ Teşrif ettiniz sonunda yanımıza”

Baktım gözlerine, neyse kızgın değil. İlk geldiğim zaman ki gibi sevecen ve meraklı biraz da şaşkın bakıyor. Ne demem gerekiyor acaba? Şu, taklitçi sinek, olsa ne yapardı. Ama ben beceremem, yabanarısı gibi yapmayı, yalancı bir iğnem de yok üstelik.

Sadece, ne demek istiyorsun, der gibi bakabildim ona… Zaten aklım Peter’den gelecek haberde, elim cebindeki telefonumda sürekli, titresin diye bekliyorum. Annem bir babama bir bana bakıp duruyor… Sonunda dayanamadı ve ortamı değiştirmek için babama,

“ Sana rakı getireyim mi”

Annem hiç bir zaman babama, rakı getireyim, demez. Evde içmesini istemez çünkü. Ne yapacağını şaşırdı kadın. Neyse, bu iyi oldu, cevap vermekten kurtuldum. Belki bir kadeh de bana verir de kafayı dağıtırız biraz.

İçip içip Mert’i unutabilsem, alkol dolu havuza bile dalarım. Babam içip de, benden rakı sofrası muhabbeti beklemesin de… Onunla ne konuşacağımı bilemiyorum çünkü. Bu güne kadar bir şeyler konuşmadık ki, çocukluğumdan beri.

“ Can sana da getireyim mi bardak”

Annem seslendi içerden. Ben öylesine demiştim yahu. Bunlar beni iyice adam yerine koymaya başlamışlar. Şaşırdım, babama baktım, bu sefer anladı konuşmasam da ne demek istediğimi.

“ Sen de iç istersen oğlum biraz, şöyle karşılıklı kadeh tokuşturalım”

Tokuşturalım Halit amca be, ihtiyacım var alkole. Ama ben pis içerim ona göre, yatırırsınız odaya artık, oh sızar kalırım. Babamın gözleri parladı rakıyı görünce, pek iyi bilir bu işin ritüellerini. Dibi ince olmazsa hayatta içmez o kadehle, kalkıp kendisi değiştirdi kadehlerimizi. 

Oğluna hizmet ediyor, Halit amcanın ilklerini yaşıyoruz, hadi maşallah… Zevkle ve yavaşça doldurdu kadehleri… Kaldırdı gözlerimin içine bakıp kadehini. Ben de baktım onun gözlerinin içine, hafif müstehzi bir eda ile.

Alttan vurdum kadehine, Mert öğretmişti, karşındakine saygı ifadesiymiş. Babam şaşkın, bakışlarımdan ve yaptığım hareketten, ama mutlu da oldu. Bir şey söyleyecek ama ne diyeceğini bulamıyor gibi.

Abartmadım, ufak bir yudum alıp, yüzümü ekşittim numaradan. Seni gidi, taklitçi sinek, isteyince nasıl da beceriyorsun. İçimden gelecek, zorla yapamam ben… Annem de şaşkın bana bakıyor.

“ Sen rakı içmeye mi başladın”

Dedi babam. Alkol olsun, ne bulursak içiyoruz işte. Ama bu rakıya yeni başladım, iki günde favorilerimde birinciliğe yükseldi… En zevklisi de Mert’le içmek, sonra da sevişmek deli gibi. Sızmazsam tabi. O zaman Mert’in şeyi elinde kalıyormuş. Bunu da bil istedim.

“ Bir iki defa içtim”

Geldiğimden beri ilk defa babamla direk konuştum. Yüzü güldü hemen. Ben rakıya, babam da bana susamış sanırım. O daha birinci kadehi içerken ben çaktırmadan bitiriverdim. Kafam hafif döndü, kendime geldim.

Kadehimi boş görünce babam kendininkini de yuvarladı. Şişeyi bardağıma uzatıp, suratıma baktı, koyayım mı, diyor. Ben de avucumun içiyle, pek tabii, dedim bardağın içini gösterip… İkinci kadehte, sırıtmaya başladım ben, olur olmaz.

“ Hızlı içme oğlum. Sigara filan da içiyor musun yoksa”

“ Yok daha başlamadım”

Ne saçma bir cevap oldu. Başlayacağım yakında, der gibi. Oysa babam on yıl önce filan sigarayı bıraktı ve nefret etmeye başladı tabi bırakınca. Kokusunu da yüz metreden alır. Ben liseye yeni başladığımda bir gün üstümde sigara kokusu var diye dövecekti beni nerdeyse.

Ben içmemiştim ki. Okuldaki çocukların hemen hepsi, büyüdük artık liseliyiz, diye sigaraya başlamışlardı ve tuvalete girip çıkınca sigara içmiş kadar oluyordu içmeyenler de. İnandırana kadar ne çekmiştim…

“ Aman başlama oğlum sakın, sigara içki gibi değil nerde olsan yakarsın bir tane sonra bırakamazsın. Okulun nasıldı anlatsana biraz”

Anlatayım da neyi anlatacağım. Celâl’i mi, Mert’i mi, Dani’yi mi? Ya da babamın sıkletine uygun Hilmi ayısını mı? Neyse en iyisi derslerden bahsetmek. Severim anlatmayı rakı içerken, gerçi bu üçüncü içişim ama olsun çabucak uyum sağladık birbirimize aslan sütüyle. 

Çocukken de çok süt içermişim. Rengi mi çekiyor acaba? Bilemiyorum ama bu anasonla alkol iyi bir bileşim, kimin aklına geldiyse, aklını seveyim… İşte biraz esprili filan anlattım okulu, yurdu, dekanla olan muhabbetlerimizi… Esas olan biteni sansürleyerek tabi.

Dekanın benimle ilgili övgü dolu sözlerine babam bayıldı. Ben de menüyü ona göre hazırlamıştım zaten… Rakı beynimi açtı, babam ne duymak istiyorsa onları anlattım. İyice neşelendi. Arkadaşlarıyla yaptıkları gibi, mutluluk ve sevgi belirtisi olarak, kalkıp öpmez beni umarım… Aha, cebim titriyor, fırladım tuvalete.

~~~

Peter Pan arıyor, hemen açtım merakla ve heyecanla.

Peter Pan 📞 Can

annemle konuştum can ama mert abiden haber yok tam yola çıkacaklarken annesiyle kavga etmişler yine o da uçağa binmemiş arabayla gelirim deyip çıkmış gitmiş oysa uçakla gideceklermiş beraber arabayı başkası götürecekmiş bodruma

Can 📞 Peter Pan

ne zaman çıktı yola acaba biliyor musun

Peter Pan 📞 Can

hayır ama dün akşam üzeri annesinden ayrılmış sonra ne yaptı bilen yok sen arayamıyor musun

Can 📞 Peter Pan

beni bırakıp tatile gitmesine bozuldum diye kızdı biraz şimdi ararsam yine bir şey der diye korkuyorum

Peter Pan 📞 Can

bozulma sakın ama yine ne kadar ayrıntı düşünüyorsun istersen ben arayıp sorayım ne yapıyorsun mert abi filan diye senden söz etmeden

Can 📞 Peter Pan

harikasın hasan ya sen olmasan ben burda çıldırırım inan içkili mi yola çıktı filan kurar dururum kafamda hadi hemen ara bana da haber ver ne olur

O akşam babama bir şey belli etmedim, ama merakla Peter’in tekrar aramasını bekledim. Annem ikinci kadehten sonra bana rakı koydurmadı. Babama kalsa daha içecektik, sevdi muhabbetimi. Onun da dili peltekleşmeye başlayınca, annem yatmamızı söyledi. 

Anne sözü dinlemekte fayda var, yoksa evde de sarhoş olursam, ertesi gün annem canımı okur, dilinden kurtulamam. Fazla bir şey yemedim sabah kahvaltısı yetti bana, iki duble rakı da iyidir benim bünyeme. 

İyi geceler demek için, annem yine aşırı sarıldı, babam da yeltendi kaçtım hemen… Bu geceki performansım beğeni topladı sanırım sofra hazirununda… Ama ben Mert dışında, kimseyle vücut temasını sevmiyorum.

Odama gidip, telefon elimde beklemeye başladım yatakta. Ama arayan soran yok, elbiselerimle öylece uyuya kalmışım. Sabah erken telefon elimde titrerken uyandım. Annem gece üstümü örtmüş, yoksa donarak ölürdüm, bermuda ve tişörtle.

Peter Pan 📞 Can

kusura bakma dün aramadım bulamadım çünkü mert abiyi iz yok telefonu kapalı nevin hanım da çılgına dönmüş en son babasını aramış mert abinin şimdi ondan haber bekliyoruz

Can 📞 Peter Pan

teşekkür hasan bir şey duyarsan hemen haber ver lütfen

Annesine kızgınlığından yapıyor her halde ama beni düşünmüyor hiç tabi. Burda ölüyorum meraktan… Eğer kötü bir şey olmadıysa, onu sağ salim ve sağlıklı görürsem; bir tokat patlatmak geçiyor içimden… O güzel yanacıklara kıyılır mı?

≈≈≈

Akşama kadar odamda müzik dinledim. Farkında olmadan tırnaklarımı yemeğe başladım sinir ve meraktan… Akşam da yemek için çıkmadım odamdan, sabah kahvaltısı yetti bu gün de… Babam odama geldi, görmeden yapamaz oldu beni.

İki gün geçti Mert’ten haber yok… Annene kızdıysan benim kabahatim ne. Ya da bana da mı kızgın, bilmiyorum. Hiç bir boku söylemez ki. Ne bencil bir insan ya. Akşam saat 9’a gelirken telefonum titredi, kayıtlı olmayan bir numara.

kim ki o? 📞 Can

can sen misin?

Can 📞 kim ki o?

evet siz kimsiniz?

kim ki o? 📞 Can

ben mert’in babasıyım nasılsın iyi misin evladım

Oha bu yelkenci dev amca, beni arıyor, hayırdır. Yoksa Mert’e bir şey mi oldu? Tutuldum kaldım epey zaman konuşamadım. Sonra zorla kekeleyebildim ancak…

Can 📞 kim ki o?

şey evet efendim gerçi pek iyi sayılmam mert’e bir şey mi oldu yoksa hemen söyleyin ne olur

kim ki o? 📞 Can

yok iyi öğrendim nerede olduğunu yunan adalarına gitmişler cihanla istanbuldaysan konuşmak istiyorum seninle

Benimle konuşmak mı istiyor? Neden acaba? Deliririm meraktan şimdi. O zaman hemen dönmem gerek İstanbul’a. 

Can 📞 kim ki o?

efendim bir iki güne döneceğim istanbul’a konu ne acaba

kim ki o? 📞 Can

tamam gelince beni bu numaradan ara konuşuruz başka bir şeye de ihtiyacın olursa arayabilirsin çekinmeden

Ne bu şimdi


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler