Liseden Üniversiteye 49 ~ vahşi ama bir o kadar da kırılgan






Liseden Üniversiteye 49



~~~ vahşi ama bir o kadar da kırılgan ~~~



Yarın bir aksilik olmazsa Mert’le buluşacağız. Emir’in de onunla beraber olması delirtiyor beni. Ama Mert’e söz verdim bir şey demeyeceğim. Ne yapayım, yoksa gelmeyecekti buluşmaya. Bu kadar uzun zaman onu görmeden, dayanamıyorum ki.

Kaptan çok sevindi, bolca şarap içti. Biraz çakır keyif olunca, izin isteyip kalktım masadan, ama onlara çaktırmadan bardağımı ağzına kadar doldurdum. Bu arada unutmadan, şarap kadehi yarıdan fazla doldurulmazmış. Biraz daha alkole ihtiyacım var ne yapayım, yemişim görgü kurallarını.

Özellikle fazla bir şey yemeden kalktım masadan. Böylece alkol kafamı daha iyi sarıyor. Ben de ona sarılıyorum, bebek gibi hissediyorum. Ne yapayım Mert’e sarılamazsam neyle avunacağım. Bardağımla başa geçtim bir başıma, kafayı çekicem.

Gece karanlığında açık denizin ürkütücü bir güzelliği oluyor. Ama bu gece ay var, dolunaya yakın, aydınlık her yer. Ay ışığının denize vurmasıyla, güneş ışığının vurması arasında çok fark var. Ay daha gizemli oynuyor denizle.

Güneşin denizle oynadığı oyunu ben güreşe benzetiyorum. Daha erkekçe bir eğlenme gibi sanki. Ay ise, oyununu yakamoz ile oynuyor. Daha uzaktan, daha ince, sanki biraz da bilinmezliklerle dolu gibi. Yakamozun gizemi bu.

Deniz kıpır kıpır ettikçe, yakamoz parlatır onun yüzeyini. Deniz şımarır o zaman, bulunmaz sanır kendini. Ama sonra belli günler, kaybolur ay. Tabi denizin de yakamozu yok olur. Küser deniz, aya. Sonra çıkınca yeniden zorunlu barışıverir. Onların oyunu böyle işte, daha dişil.

Güneşle denizin oyunları, daha coşkulu ve benim yapıma daha uygun gibi sanki. Ama genelde tercih aydan yana, çünkü insanlara, hele erkeklere gizem daha çekici geliyor. Bilinmezlikleri elde etmek, onun oyunlarına bile isteye kanmak belki de işlerine geliyor. Sadece çoğalma iç güdüsü de olabilir.

Ya da belki ayı daha saf, daha az korkutucu buluyorlar, bilemiyorum. Daha elde edilebilir, daha güçsüz. Daha az pırıltılı ama, gözleri kör etmeyen bir ışığı var. Kadınlar belki bu nedenle süslenmeye ve makyaja gereksinim duyuyorlar. 

Neyse bu kadar derine dalmayalım, hele de denizin ortasında mazallah boğulmaktan beter ederler. Beni cafeden alan Haluk abi teknenin fiili kaptanı. Bir de yardımcısı var Murat, joker eleman temizlik servis, yelken de yardım, her şeyi yapıyor.

Yemek ve çamaşırdan sorumlu ise, Yener amca, tonton bir şey, hep gülüyor. Çalışanlar baş altındaki üç kamarada yatıyorlar. Ortada da iki tane ikişer kişilik, iki tane de birer kişilik dört kamara var, bizim kaldığımız.

~~~

Ben şarabı bitirince başta tek otururken, hoş oldu kafam ama bir bardak daha olsa, Emir’i düşünmeden bayılıp yatabilirim hesabındayım. Bu çımacı bozuntusu Murat yapıyor servisi. Çaktırmadan ondan isteyebilirim, ama kıl oldum.

Beni ilk gördüğünden beri bakıp duruyor aptal aptal. 20 yaşında filan her halde, kumral, yanık tenli denizde olmaktan hep, six pack, kaslı kalın kollar, kıllı vücut. Kendini bir bok zanneden birine benziyor. Salak, Mert’e aşık olmasam bile senin türün erkekler zerre ilgimi çekmez benim.

İyice uykum gelsin diye denizi seyretmeye devam ettim. Murat gelip yerde duran halatları düzeltmeye başladı. Gerzek bu ya, gece vakti nerden aklına geldi kendi halinde duran halatları düzeltmek. Asılıyorsa, kötü bozarım acımam kıllı kılı.

“ Bu gece sabaha kadar yol almamızı istedi Pamir bey. Gece 1’de ben alacağım dümeni de, onu bekliyorum uykum gelmedi”

Bu arada size söylememiştim sanırım. Pamir, Mert’in babasının adı, Kaptan yani. Şu çımacıdaki özgüvene bak ya, geldi langır lungur konuşuyor benle. Olum benim kafa takık Emir’e, aklımda kanlı hikayeler, sen neyin kafasındasın kim bilir.

“ Doldurayım mı bardağını”

Dedi, çenesiyle vinçin arkasına sakladığım kadehi işaret edip. Pek de dikkatliymiş, şarabı alırken gördü demek ve içerken de izlemiş. Baktığı yerden kadehi göremez çünkü. Evet desem bir türlü, hayır desem bir türlü. Neyse yarın Mert’leyiz inşallah nasıl olsa, Kaptan’ın gemisindeki seyrim bitiyor.

“ Lütfen”

“ Kadehin hepsi mi yine”

Ben de kimseye çaktırmadan aldığımı zannediyordum. Kaptan da görmüş müdür acaba? Görmesi önemli değil de, gördüyse kızmış mıdır. Baba figürü ve bana kızılması veya en azından sevgisizlik, ben de öyle yerleşmiş ki.

Şimdi bana en yakın insan, bir baba figürü olarak, Mert’in babası. Sanki beni tanıdıkça, o da beni sevmeyecekmiş gibi geliyor. Öyle bir insan değil tabi. Olsaydı, Nevin hanım gibi davranırdı. Ama istemsiz bir korku veya kendine güvensizlik işte.

“ Evet ağzına kadar, boşver masa kurallarını bura açık deniz ve ben de yerde oturuyorum”

Güldü bu söylediğime Murat. Ağzımdan çıkanları duyduğumda pişman oldum, espri niyetine söyledim, yanlış anlamaz umarım. Şimdi iyice yılışıcak zannederken, neyse ki uzattığım kadehi alıp gitti ve daha büyük bir kadehle döndü, hepsi dolu.

Kadehi bana verdikten sonara teklifsiz benden uzaktaki vinçin üzerine oturdu. Neyse, bi de kıçımın dibine girseydi gıcık olurdum. Bakıyor öyle bana, deli mi ne bu ya. Elimdeki kadehe baktım ben de, yuvarladım bi yudum.

“ Pamir beyler yattılar”

Bu ne demek şimdi. Biz de mi yatalım yani. Uff ya kafam hep Emir kevaşesinde. İki lâfımdan biri Emir farkındayım, özür. Saçmalıyorum iyicene. Ne söylemem gerekiyor. Bakmaya devam ediyor bana. Ben de denize.

Bir yudum daha aldım elimdeki kadehten, ne yapacağımı bilemediğimden. Neyse sonunda, benden çekti bakışlarını, beraberce denizi ve yakamozu seyre daldık. Benim durmadan ufak ufak yudumlar alıp konuşmadığımı görünce,

“ Konuşmuyorsun hiç. Amacım biraz sohbet etmekti, Haluk abiden dümeni alana kadar. Yalnızız denizin ortasında sonuçta. Sen de sıkılıyorsun zannettim. Seni rahatsız ediyorsam, giderim hemen.”

Murat’la ilgili düşündüklerimin hepsinden utandım. Bir savunma bu her halde, birinden korkunca hemen, ben seni ne beğeneceğim, havalarına giriyorum. Sanki o bana bayılıyor da. Ya da biriyle sohbet etmek için illa ondan hoşlanmak mı gerekiyor. 

Ama işte; Celâl, Dani ve Hilmi’den; ha bir de Emel var tabi, onlar gibi zararlı olmasa da. Onlarla yaşadıklarımdan sonra fobi oluştu ben de sanırım. İnsanlar bana hep o niyetle yaklaşacaklarmış gibi düşünüyorum. Korkunca da böyle saçmalıyorum.

Biraz da Mert’in korkusundan. Sanki bütün erkekler gay ve bana asılıyorlar. Ayy bir an iğrendim kendimden ve kendimi bu kadar önemsemiş olmaktan. Doğru Murat’ın söyledikleri, yani bir teknedeyiz ve ıssız denizin ortasındayız.

“ Yok rahatsız etmiyorsunuz, sadece konuşacak bir şey gelmedi aklıma. Mert’i tanıyor musunuz”

“ Ben çocukken babam Pamir beyin teknesinde çalışıyordu. Pamir bey beni çok severdi sağ olsun. Mert’i gezdirirken tekneyle, beni de alırlardı. Mert’le deli gibi oynar, teknenin altını üstüne getirirdik. Çok güzel günlerdi. Bu arada bana siz deme lütfen”

“ Olur. Nasıl bir çocuktu çok merak ediyorum”

“ Çok neşeli, insan canlısı, kendiyle ve çevresiyle barışık, çok tatlı bir çocuktu. Herkes onunla arkadaş olabilmek için peşinden koşardı. O da kimseyi kırmamak için herkesle oynardı. Ama çok değişik de biriydi. İçten içe sezerdim bunu. Bir olay anlatayım ne demek istediğimi anlarsın. Sıkılmazsan tabi”

“ Yok ne sıkılması, siz, şey pardon, sen yani, bana Mert’i anlat sabaha kadar dinlerim hiç sıkılmadan”

“ Peki, anlatayım. Nasıl oldu bilmiyorum denizde yüzerken ve oynarken, ben buna bir tekme attım. Suratına geldi. Canı epey yandı sanırım. Çok küçüktük, ama bilerek yaptım. Belki kıskanıyordum onu. Bana bir şey yapamaz zannediyordum. Cılız güçsüz bir şeydi görünüşte. Babasına şikâyet edecek biri de olmadığını biliyordum. Tekneye geri çıktı sakince. Ben de çıktım, onu yenmiş ve yıldırmış olmanın kıvancıyla. O zaman daha oniki onüç yaşlarındayız ikimiz de düşün. Omuzlarımdan tuttu, şaşırdım, gözlerinden bir şey geçti sanki, anlayamadım, ağzıma bir geçirdi, kafasıyla. Uçtum denize ben. Gözümü açtığımda teknede yatıyordum. Beni çıkarıp yatırmış, başımda endişeli bekliyordu. Ne ben ne de o kimseye bahsetmedik olanlardan. Sonrasında ikimiz de bu olay olmamış gibi davrandık. Çok iyi arkadaşmışız gibi davrandı bana, buna zorunlu olmadığı halde. Zaten o günlerden sonra büyüdükçe Mert değişmeye başladı. Yelkeni bıraktıktan sonra da çevresinden iyice koptu”

Allahım, bir kişi bile Mert’le ilgili kötü bir şey anlatmadı bana. Herkes bir şekilde ona hayranlık besliyor sanki. Keşke onu çocukken tanıyabilseymişim. Hayatlarımız farklı olur muydu acaba? Ama küçük çocuk kalbim bu kadar büyük bir hayranlığı veya belki de aşkı kaldırabilir miydi? 

Onu bilemiyorum. Her halde, köpek yavrusu gibi onun peşinden hiç ayrılmazdım. O da beni sevseydi, mutlu bir çocukluğum olurdu diye düşünüyorum. Hayal işte. Yaşadığımız gerçeklere tahammül edebilmek için rüyaya ihtiyacımız var.

“ Daldın Can, devam edeyim mi?”

“ Evet lütfen ben dinliyorum pür dikkat”

“ Mert değişmeye başladıktan sonra, herkes gibi bana da mesafeli davrandı. Sadece Cihan’la samimiydi, şimdi olduğu gibi. Ben de babasının yanında çalışmaya başladım. Ama babasının yanında çalıştığımı da bana hissettirmedi hiç. İyi davrandı. Çocuk aklımla bir kaç defa onu denedim. Olmayacak şeyler istedim . Hep yaptı, yani beni sevmedi belki, ama arkadaşı gibi de davrandı. Kısaca onu tanımlayacak nitelik, delikanlılığıdır, diyebilirim. Ufak bir çocukken bile öyleydi sanki”

“ Delikanlıdır, bilirim”

Güldü bu söylediğime çok. Bu Murat da baya bilgi varmış. Bu gece geç yatarım artık, belki dümene geçince de yanında kalırım. Anlatsın dursun bana Mert’i. Onunla ilgili en önemsiz şeyleri bile öğrenmek hayaller kurmama yol açıyor ve mutlu oluyorum. Kendi yoksa hayali olsun.

“ Çok şirinsin. Biliyorsun sen Mert’le telsizde konuşurken ben dümendeydim. Duydum konuşmanızı. Sana, Emir de burda, dedikten sonra suratının aldığı ifadeden Mert’le aranızda birşeyler olduğunu sezinledim”

Birine içimi dökmeye o kadar ihtiyacım var ki. Belki bu Murat olabilir. Açıkça her şeyi anlatabiliyor, özellikle çocukken Mert’i kıskandığını bile söyleyebildiğine göre, bunu herkes yapamaz. En azından, o da delikanlı birine benziyor.

“ Aşığım ona. Ama duydun işte yanında bir başkası var. Böyleymiş o, istediği ile birlikte olurmuş. Benim bir şey yaptığımdan kuşkulansa, beni perişan ediyor. Benle kalsa neyse, ortalığı yıkıyor. Başı belaya girecek veya ona bir şey olacak diye ölesiye korkuyorum. Duymuşsundur belki, kavga ettiği bir çocuğun babasının adamları, tabancayla vurdular onu, ölüyordu nerdeyse”

“ Duydum, haklısın işin çok zor, değişik bir insan o. Pamir beylerle yemek yerken servisi ben yapıyordum. Sana denizde sıkılıp sıkılmadığını sorduğunda, hayvanat bahçesinden tekrar doğal ortamına geri dönmüş bir vahşi hayvan gibiyim sanki, öylesine şaşkın hatırlamaya çalışıyorum gerçek yaşamımı, demiştin, değil mi”

“ Evet, nerden aklıma geldi bilmiyorum, garip şeyler söylerim bazen. Saçma bulmadın ya”

“ Tersine, müthiş metafordu. Mert de öyle işte. Çok vahşi ama bir o kadar da kırılgan. Ben öyle hissediyorum en azından. O yüzden saldırıyor çevresine hep. Sevmediğinden değil insanları. Şaşkın sadece. Vahşi ortamdan hayvanat bahçesine gelmiş bir çita gibi o. İncecik ama çok güçlü ve yenilmez asla. Bence, o ne yaparsa yapsın altın gibi bir kalbi var, inan bana. Şunu da bil, ben gay ilişki filan o işlerden anlamam. Mert’in gay olduğunu duyduğumda, yalan yok, bu pek hoşuma gitmemişti. Ama şimdi senle olucaksa, sanki bilemedim. Kafam karıştı yani, neyse saçmalamadan ben gideyim. Ne diyeceğimi bilemiyorum çünkü”

≈≈≈

Demek ki, Mert de ben de, vahşiyiz. Bu mu ortak noktamız yani. Vahşi, arapçada, vahş, kökünden geliyor. Her şey tersiyle bir anlam ifade ettiğinden, tersine de bakalım. Üns, kökünden ünsiyet. Yakınlık kurmak, yakınlaşmak, alışmak, kaynaşmak, dost olmak anlamına geliyor.

Bu durumda, vahşi oluşumuz nedeniyle, aramızda ünsiyet peyda ediyor, denebilir. Vahşet, demek oluyor ki biraz da yalnızlıktır, ıssızlıktır. Neden izin vermiyor o zaman, ıssızlığımızı birbirimizle gidermemize. Neden hep aramızda başkaları var.

≈≈≈

Sonunda bitmeyen uykusuz gece ve sabah, bitti. Gece de yol aldığımız için öğlen vardık adaya. Murat’a haber vermişler telsizle Mert’ler, onlar varmış bizi bekliyorlarmış. Benim kafa hep olduğu gibi Emir de tabii. 

Neden bunu bana yapıyor Mert, neden bu kadar acımasız. Sevgiyi ve aşkı anlamıyor olsa, o neden en ufak şüphesinde beni deli gibi kıskanıyor. Neden benim de onu kıskanacağımı, hatta kıskançlıktan delireceğimi azıcık düşünmüyor.

~~~

Tekneyi açığa demirleyip, adanın küçük limanına botla gidip, çıktık karaya. Söyledikleri lokanta limanın önündeki yolun karşısında. Mert’le Emir yemek yiyorlar. Lokanta aynı zamanda pansiyon. Kaptanla masalarına yaklaşınca bizi gördüler.

Mert kalktı hemen ayağa, babasına sarıldı, Kaptan da onu kucakladı, bırakmıyor. E biz ne olacağız Kaptan amca. Geberiyorum kokusunu duyabilmek için. Sonunda bıraktı, ben farkında olmadan atlar gibi üzerine, sarıldım Mert’e.

Sıktı beni, özlemiş sanırım o da. Kokusu değişmiş denizde. Daha da güzel olmuş denizin kokusuyla karışınca. Boynuna gömdüm ağzımı ve burnumu. Dudaklarım tenine değiyor ve kokusunu içime dolduruyorum. Sarhoş oldum resmen.

İstemsizce gözlerimden yaşların dökülmeye başladığını farkettim. Mert hafifçe kendini çekmese boynunda öylece asılı kalmaya devam edecektim. Elimle suratımdaki gözyaşlarını sildiğimi görünce, Mert eğilip yanağımı uzunca öptü. Ayaklarım yere basıyor mu benim?

Kaptan masaya oturmuş bizi gülümseyerek seyrediyor. Emir gözlerini bana dikmiş bakıyor. Ama ne düşünüyor anlayamadım. Çok da bakamadım ona doğrusu. Ne düşündüğünü bilmek istemiyorum onun. Neyse ki Kaptan Emir’in yanına oturdu. Böylece Mert’le ben yan yana oturduk. 

Mert, Emir’le bizi tanıştırdı. Daha önce görmüştüm ama Cihan tanıştırmamıştı bizi. Kaptan pek ilgilenmedi onunla, sadece elini sıktı, hafif yan dönüp. Ben de elini uzatınca masanın üstünden, biraz bekleyip uzattım elimi. Yüzüne baktım, esmerdi zaten, yanmış iyice, saçları da uzamış.

Çok güzel olmuş bu ya, çukulatalı lokum gibi, gözleri de çok güzel. Eğer Mert benden daha çok beğeniyorsa, etlerini yolarım bunun ha. Mert’le babası konuşmaya başladılar sonunda. Bakalım ne olacak.

“ Nasılsın babacım”

“ İyiyim, ama seni çok merak ettim. Annene kızıp ortadan kayboluyorsun. Haber ver hiç olmazsa. Herkesi neden cezalandırıyorsun. Neyse uzatmayalım. Şimdi burdasın ya. Cihan nerede”

“ Özür dilerim haklısın. Cihan cep telefonlarını açmadığımız için, ailesine telefon etmeye gitti”

Ay, özür dileyen aşkımı yerim ben. Nasıl da saygılı babasına karşı. Birbirlerini çok sevdikleri ve iyi anlaştıkları her hallerinden belli. Bu çocuk ve babası, benim olmak istediğim, baba ve oğul işte. Ama ne ben Mert’im ne de babam Kaptan.

“ Çocuk gibisiniz, neden açmıyorsunuz telefonları anlamıyorum”

“ Annem arıyordu durmadan. Konuşursak daha da kıracağız birbirimizi, ne kadar inatçı olduğunu biliyorsun baba”

“ Haklısın, bu konuyu konuşmamız lâzım seninle”

Mert özel konuşmak isteyince, babasıyla ayrı bir masaya geçtiler. Biz Emir’le yalnız kaldık. Hala bana bakmaya devam ediyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Ne düşünüyor benim hakkımda acaba? Aşığım lan işte geldim Mert’in peşinden, ne yapabilirdim.

“ Can kızıyor musun bana”

Emir'in sesini ilk defa duydum. Çok yumuşak kadife gibi bir ses tonu var. Biraz genizden konuşuyor, feminen bir hava katıyor ona. Özgüveni de tam. Kafadan girdi söze. Ben nasıl rekabet ederim bununla. Uff nerden çıktı bu ya. Ben de kafadan girerim o zaman.

“ Kızmıyorum, sinir oluyorum. Elimde değil, Mert’in benden başka birisine dokunmasına bile dayanamıyorum. O kadar seviyorum ki, biriyle paylaşmak ölüm benim için. Anlarsan tabi”

“ Anlarım tabi. Beni tanımadan yargılama. Bak Can, yalan söylemem hiç. Ben Mert’le birlikte oldum. Ama yemin ederim senden, daha doğrusu senin Mert’e aşık olduğundan ve onun da seninle artık neyse bilmiyorum, yani diyelim ki, seni özel bir yere koyduğundan haberim yoktu”

Yani Mert beni sevmiyor, sadece özel bir yere mi koyuyor, bunu mu anlatmaya çalışıyor. Mert bey, becerdiği kişileri böyle mi sınıflandırıyor acaba? Özel yeri olanlar ve olmayanlar. Kim anlattı bunları Emir’e acaba, ya da kendi fikri mi?

“ Peki şimdi”

“ Yeni öğrendim aranızda özel bir şey olduğunu. Seninle telsizde konuştuktan sonra, kim olduğunu sordum. Bana, sana ne, dedi. Ben de kızdım. Kusura bakma ama senin için, yeni orospun mu, dedim”

“ O ne dedi peki”

“ Bir şey demedi, ağzımın ortasına bir tane geçirdi. İlk defa vurdu bana. Biraz ufak gösteriyorum, tipimden dolayı ama ben Mert’ten bir yaş büyüğüm. Yani erkekleri iyi tanırım çok ilişkim oldu. Şiddet kullanan erkekler, ikiye ayrılır. Çoğunluğu, kompleksli ve güvensiz tiplerdir. Kaba kuvvetle bunu saklamaya çalışırlar. Mert öyle biri değil, özgüveni tam, ama insanlara güvenmiyor. Gerçekten sinirlenmişse, kavga eder ancak. Senin için söylediğim lâfı, sana değer vermese önemseyecek birisi de değildir. O kadar tanıyorum. Eğer birine vuruyorsa, orada başka bir şey ara”

“ Keşke sevse beni gerçekten, o kadar ihtiyacım var ki ona. O olmadan bir hiçim sanki. İnanır mısın bazen, keşke tanımasaydım onu dediğim bile oluyor. Çok canım yanıyor çünkü”

Elini bana doğru uzattı, yanağımı okşadı, içten ve tatlı gülümsedi. Sanki biraz acıyarak, biraz sevecenlikle bakıyor. Elleri uzaktan göründüğü gibi değil hiç, sert ve güçlü. Çok değişik bir tip. Hele Mert’le ilgili söyledikleri, şaşırtıcı bir gözlem gücü var.

“ Aşk gerçekte var mı bilmiyorum. Ama benim de aşklarım oldu. Sonra yoruldum ve seksle yetinmeyi öğrendim. Yine de aşka saygı duyarım, ben beceremesem de. Senin böylesi tatlı bir insan olduğunu bilseydim, inan yapmazdım. Çok matah bir insan sayılmam, ama aşk varsa buna saygı duyacak kadar insan olmaya çalışırım. Senden de özür dilerim. İstiyorsan giderim de burdan. Çünkü ne Mert ne de Cihan beni sevmiyorlar, sonuçta ilişkimiz cinsellikten ibaret. Ha, bu işte çok iyiler o ayrı”

Güldük ikimiz de, sinirlerim bozuldu iyice. Gülerken birden yine ağlamaya başladım. Yanımdaki iskemleye ne ara oturdu bilmem. Birden sarıldı bana. Oha, ben buna biraz önce feminen mi demiştim. 

Kemiklerim kırılacak resmen, hiç kas yok gibi gözüküyor vücudunda, ama gizil bir voltran gibi bu çocuk. Bir de öpücük kondurdu bana. Mert’e baktım hemen. Neyse babasıyla konuşmaya dalmışlar. Ama bu Emir iyi bir insana benziyor ya. Çok şaşırdım.

Cihan gelmiş, görmedim bile. Karşımızda oturuyor, yılışık bakışıyla. Gülerek Emir’e göz kırptı. Emir de ona bakıp, ne var, anlamında dolgun dudaklarını aşağı doğru çekti. Ben bir ona bir Cihan’a bakıyorum. Ne dönüyor bunların arasında anlamadım.

“ Ne o sen de beğendin mi bizim civcivi. Dakka bir gol bir, bu ne hal”

Ne diyor bu Cihan sapığı.


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler