Liseden Üniversiteye 48 ~ mavi ve beyaz






Liseden Üniversiteye 48



~~~ mavi ve beyaz ~~~



~ ana rahmindeki bebekler
~ kâinatın tüm esrarını vakıftır
~ lâkin bebeğin vuslatından hemen önce
~ bir melek gelip parmağını 
~ bebeğin dudaklarının üstüne koyar
~ bebek her şeyi unutur
~ kaybolan o sırların bir hatıratı olarak
~ o sabilerden bazıları
~ çenelerinde melek izi ile işaretlenir
~ bir gün geçmişte bildiğimiz tüm o sırları
~ hatırlayacağız değil mi?

~ bab’aziz (2005)




Açık denizde böylesi güzel bir teknede olmak harika bir şeymiş. Hele de Kaptan’la beraber. Çok iyi ve yumuşak huylu sakin bir insan. Oğlu da biraz sakin olabilse keşke. Hollandalı kadın hamileymiş. Kaptan’ın dediğine göre, bir çocuk olmazsa insanın hayatında, insan da olmazmış.

Bir de, sevdiğin birini büyütemezsen, sen de asla büyüyemezmişsin. Böyle filozofik lâflar ediyor Kaptan ara sıra. Kamarada küçük de olsa bir kitaplık var. Çoğu psikolojiyle ilgili İngilizce kitaplar. 
Zaten biliyordum, kitap okumayan kimsenin gözlerine bakınca beyninde güzellik gözükmez. 

Tabii bir de kendinden bilge olanlar var. Onlar, bırak kitap okumayı, okuma yazma bilmeseler bile, herşeyi bilirler, anlarlar. Onların bilgisi, saflıklarındandır. Haz ve çıkardan arınmışlıklarında. Yani hep çocuk kalabilmelerinde. Ve bütün sırlara hatıralarında sahip olabilmelerinde.

Onlar bütün sırları, yaşadıkça tek tek hatırlarlar. Yukarılarda bir yerlerdeki sırlarla hemhâl olurlar. Bu işte, sadece onlara verilmiş bir yetenektir. Saf ve temizliklerinin bu dünyaya ait olmamalarının, bir ödülü olarak.

~~~

Yemek hep beraber yiyoruz. Onun dışında Hollandalıyla Kaptan'ı yalnız bırakıyorum. Ben tek takılıyorum baş tarafta. Rüzgarı hissetmek ve dalgaları seyretmek, hep özlemini çektiğim açık denizde rahatlatıyor beni.

Mavi ve beyaz, ne kadar yakışan renkler. Mavi, deniz: beyaz dalgaların köpüğü. Mavi; benim hatırladığım ilk kâbusumda, içinden düştüğüm renktir. O nedenle uzunca süre sevememiştim, korkumdan. Artık en sevdiğim renk. Öyle bir barıştık ki onunla. Ve derin denizdeki yeşil, yosun, bir de.

Denizin köpüğü ile mavinin dansını seyretmek. Mavi Mert, beyaz benim. Ama sevişmelerimizdeki o en heyecanlı anda, yani ikimizin de geldiği zamanlarda; bir ben mavi oluyorum o beyaz, bir ben beyaz o mavi. Bembeyaz köpüklerimizi birbirimize akıtırken.

Mert’in de bu denizde olması heyecanlandırıyor beni. Tekrar denize ve rüzgara dönmesi umutlandırıyor. Ama beni hiç arayıp sormaması da deli gibi üzülmeme yol açıyor. Ben onu bir an düşünmeden edemezken, beni hiç umursamaması çok acıtıyor canımı.

Oysa Peter her gün mesaj atıyor, nasıl olduğumu sormak için. Onu özlüyorum, hep gülümseyen yüzü, güzel gözleri, bazen ellerini kollarını nereye koyacağını bilemeyen şaşkın tavırları. Ne kadar içten ve sahici. 

~~~

İkinci akşam, yemek için yine masada toplandık. Hollandalı bana artık gülümseyerek bakmaya başladı. Ben de ona gülüyormuş gibi yapıyorum, ama ondan korkuyorum nedense hâlâ. Saçma uzun sorularına kısa cevaplar veriyorum. Kaptan sezinledi tedirginliğimi, araya girdi

“ Denizde sıkılmıyorsun umarım Can”

“ Denizde olmak harika ötesi. Sıkılmıyorum hiç. Kokusu bile yeter bana denizin. Hele açık denizin dalgaları ve rüzgarı. Hayvanat bahçesinden tekrar doğal ortamına geri dönmüş bir vahşi hayvan gibiyim sanki, öylesine şaşkın hatırlamaya çalışıyorum gerçek yaşamımı”

“ Peki bu vahşi, mutlu mu bari şimdi”

“ Mutluluk benim ancak kısa sürelerle yaşayabildiğim bir şey. Çoğunluk, kaygı ve korku. Ama alışkınım. Hep böyle yaşadım ben. En azından şimdi Mert’le beraberken, o da çok az oluyor ama, mutluyum. Anlayacağınız mutluluğumun peşindeyim şimdi de sayenizde”

Güldü bu söylediğime Kaptan. O da katılsın sohbete diye, söylediklerimi Hollandalıya tercüme etti. O da güldü. Söylediklerimde gülünecek ne var anlamadım pek. Beni derinden üzüyor bunlar oysa. Bu vahşi meteforu, nerden aklıma geldi, bunu bilemedim.

Kaptanın talebi üzerine, Hollandalı da duhul etsin mükâlememize diyerekten, İngilizce devam ettik. İyi ya bana da pratik olur. Ama bu kadın, asil Londra aksanımı bozmaz umarım. Onlar şarap içiyorlar ama bana soran yok. Kaptan bana çocuk muamelesi yapıyor.

“ Sıkılmıyor musun yalnız oturmaktan, gelmiyorsun yanımıza hiç”

“ Hayır, alışkınım ben. Tabi Mert olsa, o başka. Ben yalnızken öğrenirim her şeyi zaten. Ruhumu dinleyerek”

“ Derin bir söz. Platon gibi mi yani. Bütün öğrenebileceğimiz, içimizde zaten var olan bilgiyi hatırlamamızdır, gibi bir şeyler hatırlıyorum”

“ Aynen, beni en çok etkileyen filozof Platon’dur zaten. Bence filozofların peygamberi. Onun bilgi anlayışı, zaten önceden edinilmiş olan ve ruhta saklı bulunan bilgilerin açığa çıkarılması, hatırlanması esasına dayanır. Ben de böyle olduğunu düşünüyorum”

“ Seninle sohbette pek zevkli delikanlı, nereden biliyorsun bunları bu genç yaşında. Bu arada sen içki içiyor musun? İçmesen daha iyi gerçi, yaşın küçük sayılır”

Sonunda be Kaptan, iki gündür gözünün içine bakıyoruz. O bana, su yerine kola filan ister misin, diye soruyor. Yok süt getir bari. Ama aslan sütüne hayır demem. Babam da izin verdiğine göre, yeterince büyümüşüz demek ki.

“ Şey size ayıp olmazsa içerim”

İşaret etti, servisi yapan çocuğa. Hay bin kunduz, getire getire dev bir şarap kadehi getirdi. Şarap hiç içmedim, bu nasıl bir şey ola ki. Neyse, şimdi onlar şarap içerken, bana rakı getirin lan, demek şık olmaz sanırım. Buna da alışırız ne yapalım.

Rakı ve viskiyi yakalayamaz, ama biradan iyi koşar bu şarap. Kadehleri tokuşturduk ilk yudum güzel, Mert aklıma geldi. Kaptan tahmin ediyor mudur acaba, oğluyla kadeh dışında şeyleri de tokuşturduğumuzu. Her halde ediyordur, utandım lan şimdi. Kaptan,

“ Şimdi niye korkuyor veya kaygılanıyorsun ki” 

Bir büyük yudum aldım şaraptan, kafam döndü, Kaptan bana şaşkın bakarken. Cesaretimi toplayıp, yola çıktığımızdan beri içimi kemiren soruyu sormak istiyorum. Ama buna Mert kızar mı öğrenirse diye korkuyorum da. Ya da Kaptan garip karşılar mı, bilemiyorum.

“ Kızmazsanız ve aramızda kalırsa size bir şey söylemek istiyorum”

“ Elbette, sen de bir oğlumsun dedim sana unutma. Herkese söylemem bunu”

“ Biz çıkmaya başlamadan önce Mert bana, ben istediğimle istediğim şeyi yaparım, sen yapamazsın, demişti. Ben de zorunlu kabul ettim. Şimdi merak ettiğim, Mert ya yalnız değilse teknede. Yani yanına birini almışsa. Sorsak Sabri abiye, belki biliyordur. Ayıp olur mu acaba”

Bu söylediklerimden tedirgin oldu Kaptan. Boku yedik sanırım, yine tutamadım dilimi. Ne salağım ya. Durdu epey düşündü, sonra bana baktı, neyse ki gülümsedi. Ohh öyle korktum ki bana kızacak diye, zaten herkes kızıyor. Türkçe’ye geri döndüm. Hollandalı bunları duysun istemedim.

“ Aslında Mert sizinle geldiğimi bilse bile kızar bana. Ondan izin almadım. Neyse söylediğim şeyden vazgeçiyorum, sizi zor durumda bırakmak istemem sonuçta”

“ Sen iyice tutulmuşsun Mert’e. Ama bu kadar ayrıntı düşünme. Mert bu ne yapacağı belli olmaz, onunla gerçekten birlikte olmak istiyorsan bazı şeyleri görmezden gelmen gerek. Benim görüşüm bu tabii, sen ne düşünürsün bilemem. Sonuçta Mert’le senin aranda bunlar”

Biri daha, ayrıntı düşünme, dedi bana. İnsanlarda bıraktığım izlenim bu mu? Ayrıntı düşünen bir zavallı. Bazı şeyleri görmezden gelmem, gerekiyormuş. Şimdi Mert’in başka biriyle birlikte olması,
ve asıl ünlü, sürü, düşünceleri.

Bunlar, ayrıntı, mı oluyor. Ama Kaptan sanırım bu konuda benim yanımda olmayacak. Tavrını açıkça belirtti, rüzgarın oğlundan yana. Daha fazla deşmemek en iyisi. Git ve gör, diyor. Gider görürüz Mert bey yanına kabul ederse bizi tabi. Daha bunu bile bilmiyorum ki.

Her şey güzel olacak, dedim Peter'e, ama buna inanarak söylediğimi sanmayın. Neyin ne olacağını bilmiyorum ki ben. Kendimle ilgili karar alıcı olamadım hiç. Öylece dolanıyorum sadece ortalarda ve birileri beni kolumdan oraya buraya çekiştiriyor.

“ Bana Mert’in annesiyle kavgasının nedenini anlatacak mısınız peki”

“ Anladığım sizin aranızdaki sevgi derin. Her derin şey gibi de sanki biraz karanlık. Anlatacaktım ama iyisi mi buna Mert karar versin. Buluşunca sorarsın, aranıza hiç bir konuda girmemek gerektiğini düşünüyorum”

Karanlık?

≈≈≈

Sabri abi Mert’lerin tekne kiraladığı şirketten onlarla telsizle bağlantı kurmuş. Babasının ve benim denizde olduğumuzu, ondan haber beklediğimizi söylemiş. Mert annesi onu aramasın diye telefonunu kapalı tutuyormuş.

Sabri abi bunları Kaptan’a anlattıktan sonra, yolculuğumuzun üçüncü akşamında, teknede görevli çocuklardan biri gelip telsizde Mert’in olduğunu söyledi. Koşarak dümenin oraya gittik. Allahım inşallah sinirlenmemiştir benim babasıyla beraber olmama.

Mert Kaptan

baba sabri abinin söyledikleri doğru mu?

Kaptan Mert

evet yanımda can istersen buluşalım bir yerde ben de görmek istiyorum seni can da ne dersin?

Epey cevap vermedi Mert. Kaptan biraz sinirlenir gibi oldu Mert’in susmasına. Konuşmamaya devam edince Mert, Kaptan telsizi bana uzattı. 

“ Görev sen de”

“ Ne desem doğru olur”

Dedim mandala basmadan Kaptan’a.

“ Sen yalnız konuş biz gidelim. Artık ne dersen bilmiyorum, ikna et yeter”

Can Mert

mert benim can konuşabilir miyim?

Yine cevap vermedi epey. Bu annesiyle neyin kavgasını yaptı da dünyaya kapadı kendisini böyle. Tabii teknede Cihan’dan başkası veya başkaları da var mı? Bilmiyoruz. Sonunda dile geldi, rüzgarın oğlu.

Mert Can

tamam söyle

Tamam söyle. Köpeğiyle konuşuyor sanki. Köpeklere, söyle, denmez gerçi ama neyse. Ben değişik bir türüm sanırım. Annene kızdıysan benim ne suçum var, neden bu kadar ters ve soğuk davranıyor bana.

Can Mert

kızma ama ne olur buluşalım, konuşalım sonra istemiyorsan babanlarla dönerim ben yine hiç olmazsa seni bir göreyim yalvarırım

Mert Can

yanımızda başkası da var ama sonra trip yapma

İşte dedim ben, o kadar zaman yalnız yatar mı Zeus. Götürmüşler birini işte. Hep özledikleri gibi aynı kişiyi becerip, ne diyorlardı, eskiden seviştikleri günlerine dönüyorlardır. Ne olur sanki, kimse o kişi artık, Cihan’la beraber olsa ben de Mert’le. Neden olmuyor bu.

Can Mert

kim var mert yanınızda

Mert Can

bak söylüyorum sana daha duyduğunda sinirleniyorsun benim de kafam bozuluyor bırakalım bu konuşmayı

Can Mert

tamam kızma tamam kabul buluşalım bir şey demeyeceğim söz ama söyle yine de kim var

Mert Can

sana ne ama neyse madem bilmek istiyorsun cihan tanıdığını söyledi emir

Emir kevaşesi. Sonunda Mert’le birlikte oldu demek. Ya da önceden olmuştu bilmiyorum. Sürü oluşmuş. Telsizi dümeni tutan çocuğa verdim, en yakın bir adayı belirlediler Mert’le beraber, bulunduğumuz koordinatlardan.

Kaptan yarın akşama doğru orda oluruz, dedi. İyi olalım bakalım, deli gibi özledim ve deli gibi kızgınım kıskançlıktan. En önemlisi o kadar güzel bir çocuktu ki Emir, bu kıskançlığımı bine katlıyor. Ne yapmam gerekiyor hiç bilemiyorum, ama belli etmemem gerek Mert’e.

Benim ve onun aynı anda sinirli olması demek, benim abuk sabuk konuşmam demektir. Bunun sonunun neyle biteceği de belli; ya bırakır beni çeker gider ya da ben dayak yerim. Bu hep böyle oldu, ağzımı tutmam gerek.

~~~

Kaptan sevindi Mert’in buluşmayı kabul etmesine. Beni de kutladı onu razı ettiğim için. Yumuşak davran, demeyi ihmâl etmedi. Öyle yapmasak zaten Mert kabul eder miydi buluşmayı Kaptan amca. O hep sinirli, ben de hep yumuşak olmak zorundayım.


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler