Yeni Yaşam 11 ~ sanki anasıyım bana neyse
YY_11 ~ sanki anasıyım bana neyse ~
12 şubat cuma
Sabah kalktığımda bir ilki daha yaşadım: akşamdan kalmaydım. Babam böyle olurdu bazen ondan biliyorum. Özenirdim onun sabahki bitkin hallerine. Ama cesaret edememiştim hiç, içkiden bir yudum almaya bile. Evet bu sefer yaptım. İki şişe bira hem de. Neyse ne kendi rekorum olan bir şişeyi geçtim mi geçmedim mi? Ona bakın siz. Bozmayın havamı. Biraz bitkin ve derbederim işte, ne yaparsın.
¨¨
Bira çenemizi düşürdü gece, epeyce sohbet ettik. Söz hep döndü dolaştı tekrar Emre ve Kaan’a geldi. Bu zamanlarda Melissa’nın gözleri hep doldu. Neyse ki bir daha taşmadı.
Sonra, Love, Simon diye bir film açtı, onu izledik. Meğer film gey temalıymış. Bilerek mi açtı filmi diye düşündüm, gıcık oldum. Filmi seyrederken, biraz da rahatsız oldum. Ama filmin sonu muhteşemdi. Nedense hafif gözlerim doldu. Aslında filmin tümü güzeldi. Baş oğlan, Simon Spier ne anlatmak istedi bize acaba? Peki kabul bana diyecektim aslında. Bana Melissa bu filmi neden izletti acaba?
İyi tamam Simon Spier rolündeki Nick Robinson’da çok güzel hatta çekici biri. Evet, erkek olmasına rağmen! Evet, hiç benzememesine rağmen, aynı Kaan gibi, iç gıcıklayıcı. Ama bunlardan kimseye söz edemem. Hatta filmden hoşlandığımı belli etmeli miyim? Onu hiç bilemedim. Melissa’ya bile belli edemedikten sonra… Bir film bu sadece ya.
Bu kadar korkak mıyım ben? Hep öyleydim sanırım. Bundan sonra? Değişecek mi bazı şeyler; yeni yaşamımda… Bunları ve Kaan’ı düşünmekten yorgun düştüm. Bira da çarptı sanırım…
“Ben bittim uyuyalım artık hadi.”
“Tamam ama kardeş kardeş beraber yatalım.”
“Yok artık.”
¨¨
Ben salondaki divanda Melissa’da karşımdaki kanepede uyudu. Kendi odasına gitmedi, beni yalnız bırakamazmış. Sabah benim eski zamanlarımdan bile daha harika bir mutfak meleği kahvaltısı yaparken biz, mesaj geldi. Melissa’ya tabii bana değil. Uzattı telefonunu bana, ordan okudum. Emre gibi erkekleri kıskanmışımdır hep. Bildiğini yapar ondan sonra da özür dileyip hiç bir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederler.
- prenses dün akşam için özür dilerim kafam dağınıktı biraz çıkmayın evden alıcam sizi -
Ne rahatlık değil mi? Melissa’da alabildiğine kışkırttı çocuğu. Emre dün akşam çekip gitmek dışında bir kabahat işlemedi aslında… En azından benim bildiğim kadarıyla. Ama bir konu da Melissa haklı, bu gizemli kaybolmalar, sarhoş gibi gelmeler filan, çok tuhaf. Sarhoş da değildi üstelik, ne olduğu belli olmayan bir durumdaydı. Ayrıca, neden nerde olduğunu söylemiyor?
Neyse yine tahlil yapmayı bırakayım. Sonuçta prensesini ağlattı ya. Bundan büyük suç olur mu? Aslında babam da annemden hep özür dilerdi. Ama bu özür dilemelerde babam zaten hiç bir zaman kabahatli olmazdı. Annemin garip kaprisleri nedeniyle kavga çıkmasın ailenin tadı kaçmasın diye uğraşırdı babam.
Bir de en çok da ablam ve ben üzülmeyeyim diye ortalığı toplardı. Benim kahramanım babişkom. Ben de büyüdükçe ona benzeyebilsem… Becerebilsem o kadar güçlü olabilmeyi keşke… Ben de o kumaş var mı? Yoksa anneme mi benziyorum? Doğrusu hiç istemem onun gibi biri olmayı…
- geldim aşağıdayım güzellikler -
Epey bekledik. Tam artık ilk derse geç kalacağız derken mesaj geldi. “Güzellikler” ne lan! Neyse, bizi taksiyle okula götürdü. Hep aynı soru kafamda: bunlar parayı nerden buluyorlar acaba?
¨¨
Hocadan hemen önce girdik sınıfa. Girer girmez de kokuyu aldım bile, rahatladım. Ya bugün gelmeseydi? Beni görünce gülümsedi. İstemsiz mi bilerek mi? Benim de yayıldı dudaklarım mutlulukla. Yanına oturunca, kokusu dışında bir terslik sezdim. Dikkatlice baktım suratına. Coşkun dalgalı okyanus mavisi gözleri, durgun soluk yosunlu göl rengine dönmüş.
Suratı beyaz mor bayrak gibi. Göz altları uykusuzluk ve yorgunluktan mosmor. Yanakları kireç gibi. İçim acıdı, karnım buruldu, gözlerim doldu. Ona bir şey olucak diye neden aklım gidiyor? O kimseyi umursamazken üstelik. Sanki anasıyım bana neyse. Anladı bakışlarımdan suratının hâlinin hiç de normal olmadığını fark ettiğimi. Ona garip hatta kızgın bakmaya başlayınca konuyu değiştirmek için belki de, sessizce konuştu.
“Ne yaptınız akşam.”
Nasıl da top çeviriyorsun bu dayak yemiş gibi halinle bile… Ne mi yaptık? Ne yapıcaz abi, seni konuştuk hep. Burda olsaydı keşke… Gülüp bebek dişlerini gösterseydi bize… Güzel ince parmaklarını okyanus dalgası saçlarından geçirseydi, rüzgarı suratımıza vursaydı. Emre itine haddini bildirseydi. Ama yok aslında, o daha mı piç acaba? Gibi şeyleri düşündük.
Sen yokken bile yoruldum senden. Neden yoruyorsun böyle insanları sen. Neden bu kadar tatlısın lan… Puşt piç orospu çocuu - annen hariç… Bu kadar küfür biliom…
“Hiç ya naapalım. Melissa’nın harika yemekleri, Emre geç geldi biralarla. Sonra erken gitti. Takıldık işte biz de… Film filân izledik. Sonra uyuduk, şimdi de geldik işte… Kaan abi.”
“Ne, yine mi abi?”
“Şeyy karıştırdım.”
“Kimle karıştırdın yaa.”
…
“Cevap yok, peki bakalım. Alıştın bakıyorum biraya…”
“Evet iki tane içtim biliyor musun!”
“Aferin. Ama çok da içme. Hangi filmi izlediniz?”
“Bilmiyorum, saçma bir şeydi uykumuzu getirdi.”
Filmi beğendim ama konusu utandırdı beni, demeliydim aslında. Aslında benim de ona sen ne yaptın? ayrıca suratının hâli ne? diye sormam gerekirdi. Ama bunlar olmadı. Gerçekten ne yaptığını söylemeyeceğine eminim. Neden bilmiyorum. İçgüdülerim kuvvetlidir dememiş miydim? Ordan biliyorumdur belki. Hoca ters bize bakınca fısıltı sohbetimiz sonlandı el mecbur.
Teneffüs olunca sevindim. Konuşuruz belki diye. Ama o sıraya kolunu uzatıp yattı. Dün bana anlatacağı şeyden kaçmak, bu günkü bitik durumunu açıklamamak için mi yapıyor bunu. Beni ciddiye alıyor sanıyordum. Umursuyor mu yoksa öylesine kafa mı buluyor boş zamanlarında benimle. Unutmuş gitmiştir bile, dün sorduğum şeyi. Dün nerde ve ne zaman söndürdüyse mumu, uyuyor işte muamma gıcık şey.
Ben de yanına yatıcaktım ama… Neyse dışarı çıktım. Havamı almak için… Bütün teneffüslerde uyudu. Konuşamadık hiç. Ben yine derslerden bir şey anlayamadım. Böyle devam edersem bırak istediğim üniversiteyi kazanmayı liseden atılacağım. Ablama ne diycem? Bir şey dememe gerek kalmasın. Gebertsin beni. Kızdığında öyle derdi hep.
Babam da ona kızardı. Demesin yapsın artık. Nihayet hepsi bitti, hiç bir şey anlayamadığım derslerin. Kaan’a bakmadan kalktım. Hemen çantamı toplayıp montumu giydim ve yürüdüm. Sınıftan çıktıktan sonra dayanamadım arkama baktım. Ne Kaan ne de Emre’ler var peşimde. Öyle alıştım ki beni oraya buraya çekiştirmelerine ve sonuçta birlikte okuldan çıkmaya.
Mecbur sınıfa geri döndüm. Herkes gitmiş. Kaan, derslerin bittiğinin bile farkında değil. Yine sıranın üstüne yatmış uyuyor. Emre’yle Melissa’da onu uyandırmayan korkuyorlar sanırım. Ne yapacaklarını şaşırmışlar öylece ona bakıyorlar. Nasıl da korkutup sindirmiş çevresini bu zargan bebe. Ben de korkuyorum… Ama korkup da ondan uzak olmak… Beni nedense daha da çok korkutuyor.
Yaklaşıp omuzuna hafifçe dokundum… Sıçradı birden. Beni görünce gülümsedi. O senin ağzını yüzünü… Önce yerim sonra sikerim. Ne garip oldum ben ya… Tekrar yatacak gibi olunca… Hep istediğim şeyi yapıverdim. Saçına uzattım elimi. Avucumun içini kafasına yavaşça bastırdım. Yumuşacık, dopdolu, kumral sarı pamuk tarlası gibi. Parmaklarımı soktum aralarına… Yanına oturuvermişim öylece…
Tekrar, sevilen kediler gibi gözlerini kısıp kalktı ve sarıldı bana… Ohaaa!!! Ben onu sikecem derken o beni… Benim parmaklarım pamuk tarlasında kaldı. Diğer elimi de sırtına koydum, kolumu ona sararak… Böylece ilk defa sarma sarılış oluverdik. Ben kıpırdayamıyorum. Bu an bitsin istemiyorum. Sarhoş olmak istiyorum mis kokusuyla.
Gözümü açtığımda epey sonra… Melissa’yla göz göze geldik. Gözleri kocaman ağzı açık şaşkın ve mutlu bize bakakalmış. Kaan’ın ensesindeki çenemi kapıya doğru uzattım. Anladı akıl küpü başkanım. Hemen Emre’yi yavru kedi gibi ensesinden tutup dışarı alıverdi.
Yalnız kalınca, dudaklarımı boynuna yapıştırıp öptüm, sonra dilimle çenesine iniyordum… Öyle bir sıktı ki beni kollarıyla. Kemiklerim birbirine geçti. Okulda olduğumuzu farkettim sonunda… Zorlukla kurtuldum hiç çıkmak istemediğim kollarının arasından ve ben de onu kendi kedim olarak sınıfın dışına alıverdim.
Sonunda tamamen uyandı. Birlikte çıktık okuldan… En sevdiğim cuma günü güneşinde yıkandık birlikte. Alt taraftaki parka gittik. Güneş gören bir banka oturduk. Keşke el ele tutuşup koklaşabilsek. Ona dokunmaya öyle çok ihtiyacım var ki… Bana baktı yorgun gözleriyle;
“Benim yine gitmem gerek.”
“Siktir git abi!”
“Kızdın, yine abi diyosun.”
“Sen de yine gidiosun.”
“Gitmek istemiyorum.”
“Ne istediğini biliyor musun?”
“Biliyorum.”
“Neymiş.”
“Senle olmak.”
“Saçmalama.”
“Saçma değil. Sen sordun ben de söyledim.”
“Kafa yapıcak başkasını bul.”
“Neden inanmıyorsun bana.”
“Daha tanışmadığı birine yok yere vuran birine sen güvenir misin?”
“O bir andı. Hataydı söyledim. An ile zamanı karıştırma birbirine.”
“Benim kafam senin kadar çalışmıo kusura bakma. Felsefe yapma bana.”
“İyi tamam. Çok yorgunum inan. Eve gidip uyuycam. Yarın sabah antremanım var. Bu halde gidersem, hoca takımdan atar beni. İnanmazsan sen de gel benimle eve.”
“Ben gece uyudum zaten saol. Sen ne yaptın gece, bu halde olmana neden olan acaba? Söyleyebilir misin?”
“Sen benimle zaman geçirmek istiyor musun onu söyleyebilir misin?”
“Soruya soruyla cevap veriyorsun. Söyleyemem.”
“Neden.”
“Ben karşımdakileri çözmekle görevli bir ajanım. Beni çözemezsin.”
“Yarın cumartesi. Antremandan sonra alsam seni… Çözer misin beni?”
“Çözerim… Şeyy… Saat kaçta alırsın?”
¨¨¨¨¨
Yorumlar
Yorum Gönder