Yeni Yaşam 14 ~ başka insanlar bizim ruhumuzu besleyen yağmurlar

 



YY_14 ~ başka insanlar bizim ruhumuzu besleyen yağmurlar ~



Filmden duygusal yönden etkilendiğimden, beni hem rahatlattı hem de içimde tanımadığım bazı yerleri tetiklediği için huzursuz etti. Eskiden o kadar kendi içimde yaşıyormuşum ki başka insanların duygularına kendimi kapamışım. Şimdi yavaş yavaş anlıyorum ki; başka insanlar bizim ruhumuzu besleyen yağmurlar gibi. Onlarla ıslanmak alışık olmadığımız bir şey olsa da bizi doyuran, değiştiren, dönüştüren can suyumuz…


Şimdilik filmlerde bunları yaşıyorum. Kim bilir, filmleri yapan başka insanların beslendiği kaynaklara da bir gün ulaşabilirim. Ablamın her ota boka söyleyecek bir sözü vardır. Bildim bileli çok kitap okur çünkü. Ben okulda verilen ödevlerde bile bir tek kitabı baştan sona bitiremedim. Kıçımı kırıp kitabı okuyacağım zamanı, ablama yalvarıp yardım istemekle veya google’da özet arayarak harcamışımdır.


¨¨


Öğlen oldu. Kar tekrar başladı. Hava iyice aydınlandı. Pencereden dışarıya baktım. Sokak bomboş. Hafta sonu dışarı çıkmak zorunda olmayan herkes evlerine sığınmış anlaşılan. Yerleri hafif kar tutmaya başlamış. Keşke bembeyaz olsa her yer. Temizlense dünya. Kar neyi temizler? Bilmiyorum, duygusal bir saçmalık sadece. Neyse ki benim gibi saçmalayan biri daha var. 


Sokağın başından karda slalom yaparak ilerleyen bir motosikletli yaklaşıyor… Evet, yine şaşırtan bir mucize bana doğru geliyor… Bu havada motosiklete binen deli… Tabii beklenen arıza Kaan… Başka kim olabilirdi ki? Kalbim gümbürdemeye başladı… Kanım damarlarımı otobana çevirdi. Ne tatlı tehlikeler bunlar… Sitenin girişinde kayarak durdu. Nerdeyse düşüyordu salak.


Bir şey olmamış gibi sakin, mavisini itinayla park etti. Kararsız etrafa bakınmaya başladı, birini bekler gibi. Biri de geldi gerçekten, bizim bahçe kapısını açtı şifreyle. Kaan, diğer küçük mavisini çıkarıp arama yapıyormuş gibi yaparak ya da gerçekten arama yaparak neyse… Hızla kapıya doğru ilerledi. Adamın açtığı kapıya son anda ayağını koyup kapanmasını önledi.


Aradan süzülüverdi bahçeye. Her halinden önleyici espiyonaj yaptığı belliydi. Neeyaptığıı? Tatlı sarman kedi ne oyunlar çeviriyor acaba? Az sonra, zil çaldı. Daha önce bu sesi duymadığımdan irkildim birden. Seni alıcam demişti ama bunun bir baskınla olacağını söylememişti. Kapı numarasını nerden biliyor? Bahçeye girerken telefonla konuştuğu yer merkezdi sanırım. 


Ordan öğrenmiştir. İşini bilir benim muamma ajanım. Hani bendim ajan… Kapıyı hemen açtım. Gecikirsen ateş açabilirler. Ateşe hiç gelemem, zaten ateş bastı beni. Karşımda gülümseyen Kaan. Bu havada bir palto bile giymemiş. Kalınca bir mont var üstünde. İçinde yine kalınca bir kapüşonlu. Altında bilek boy skinny kot… 


En komiği ayağında soket çoraplar ve konçsuz siyah yıpranmış converseler. Neden her şey bu kadar yakışıyor bu piç velete… Dünden eser yok. Yenilenmiş bir Kaan var karşımda. Pırıl pırıl gözler geri dönmüş. Ben de mi futbola başlasam? Antreman mı iyi geliyor? Yoksa melekler uykuda yenileniyorlar mı? Kulağında kablolu kulaklık. Kablo cebine gidiyor. Akıllı telefon mu almış bu…


“Kendine gelmişsin bir gecede.”


“Şahizer abla sağolsun takviyeledi beni.”


“Şahizer ne ya? Takviye?”


“Mahalleden komşumuz. Sağolsun emeği çoktur ben de. Takviye dediğim de, dün beni görünce, paça çorbası yaptı. Hepsini içirdi, dualarıyla. Bir de kurşun döktü. Sabaha antremanda tozunu attırdım dereağzının.”


Şahizer de Muhtar abi gibi hiç duymadığım bir isim. Dualarla iyileştirmeyi de hiç duymamıştım. Dereağzı nere onu da bilmiyorum. Bildiğim, gözlerine bakarsam biraz daha düşüp bayılacam… Benim de tozumu atar mısın? Ya ben neden böyle gevşek biri oldum? Düşünceme düşen şeyleri birileri öğrense hakkımda neler düşünür acaba? 


Kendi hâlinde yaşamım, tepetaklak gidiyor… Nereye acaba? Bana soran yok. Kapıldım bahtımın seline… Öylece ona bakmaya devam edince kapı ağzında, bana sormadan eliyle kenara itip beni içeri uçtu bile.


“Kaan özgüvenine hayranım ama eve böyle dalman… Yani biraz garip değil mi?”


“Yalnız yaşadığını biliyorum.”


“Nee!! Nerden biliyorsun?”


“Dün Melissa gelmedi mi bu eve.”


“Geldi de… Ne alâka.”


“Evin özellikle mutfağın durumundan bu sonucu çıkarmış. Ben de zaten seninle ilgili araştırmalarımdan… Böyle düşünmüştüm. Çift teyit bilginin doğruluğu için yeterlidir dedim ve geldim. Bahçedeyken Melissa’dan kapı numarasını öğrenip zili çalıverdim… Hepsi bu. Düşündüğüm şeyi yaparım ben, bir kez daha düşünmem. Rahatsızlık verdiysem giderim ama… Sıkıntı yok…”


“Yok ya ne gitmesi. Git demedim ki, zaten… Üff, şaşırdım sadece. Daha doğrusu sana şaşırmamayı öğrenemedim bir türlü… Geç otur istediğin yere.”


Nasıl korktun lan gidicek diye. Biri eskiden gideyim istersen dese bana… Direk, “siktir git” derdim düşünmeden. Aslında bunu desem bile pek gideceğe benzemiyor bakışları… Neye benziyorlar acaba?


“Kaan şimdi kendine geldiğine göre… Bu arada maşallah baya gelmişin hem de… Neyse saçmaladım. Şimdi günlerdir cevap vermediğin sorularıma geçebilir miyiz?”


“Nasıl ev sahibisin sen ya. Antremandan çıktım doğrudan buraya geldim. Aç mısın, bir şey içer misin filan diye sormayacak mısın?”


“Çay yapıyım mı? Sadece o var, onu da yapmayı yeni öğrendim. Ama yemek dersen… Ben beceremem, dolaptakilere bak istersen.”


“Şaka yaptım lan. Dışardan söyleriz. Çay may içmem ben zaten.”


“Yeni telefon mu yaptın Kaan abi. Kulaklıklar filan. Cebinde ne var merak ettim.”


“Yok be müzik çalar mı ne sikim. Dün gece yatarken dinleyim diye Yasemin verdi. Ben de kalmış.”


Cebinden nuh nebiden kalma bir ipod nano çıkardı. Abi ben beş yaşındayken filan vardı bunlar. Bu bebenin her şeyi bir başka âlem… Sikicem ama ha, bu Yasemin kim acaba? Küçük mavi telefonundan büyük talimatlarını verdi yine. Muhtar abiye tabii. Tabii yine bira ve bu defa benim fikrimi de alarak pizza söyledi. Çok kibar bir abimiz. Çok da alkolik… 


Muhtar abi gelene kadar ajan görev başına. Aslında şu an en çok Yasemin kim onu merak ediyorum ama… Her şeye de yeni gelinin sike sarıldığı gibi atlamamak gerek… Sırayla gidelim…


“Önce şu kahvaltıcıdaki çocuğa neden o kadar çok para verdin bununla başlasak.”


“Sen neden bu para konularına bu kadar meraklısın önce onu irdelesek.”


“Kaan ben seni şimdi bi irdelerim, ebenin amını görürsün.”


“Tamam küfür etmeyi de biliyormuşsun anladık.”


“Hadi abi, tatavayı kes konuş.”


“Abi dediysen tam sinirlenmişsin demektir. Bu aslında özel bir konu ama sanırım sen arkadaşlığımıza devam etmek için özel konu filân dinlemem diyorsun öyle mi?”


“Aynen… Gitme demiştim sana demin ama rahatsızlık verdiysem de gidebilirsin… Sıkıntı yok…”


“Benimle oyun olmaz. Lâflarını sana geri yediririm diyorsun. Buna da tamam ve teslim… Anlatıyorum… Kahvaltıcıdaki çocuk Mahmut. Abisi Selo bizim takımda altı numara. Ben de dokuzum. Çok iyi anlaşırız sahada. Doğudan göç etmiş fakir bir aileler. Bir de küçük kız kardeşleri var bildiğim. Babaları inşaatlarda çalışıp çocuklarını okutuyordu. Selo, çok yetenekli dürüst bir çocuk. İlerde A takıma çıkıp ailesini kurtarma rüyalarıyla yaşıyordu. Babası inşaatta iş kazası sonucu öldü. Tabii sigortasız kaçak işçi. Hiç bir güvenceleri yok. Kurbanlık koyun gibi, inşaata kurban vermişler… Selo, önce takımı sonra okulu bıraktı. Çalışmaya başladı ailesine bakabilmek için. İşte gördün o gün Mahmut’u. El kadar bebe, o da bırakmak zorunda kalmış okulu. Mahmut’a ne para verirler ki orda. Hatta Selo’ya bile, daha on altı yaşında, sigorta bile yapmazlar. Evlerine gittim. Perişanlık ama oranın kirasını denkleştirip ödeyemiyorlar. Yardım edeyim diyorum. Kabul etmiyorlar. Ne yapayım, sanki bir işe yararmış gibi Mahmut’u görünce cebimde ne varsa çıkarıp verdim işte… Elimden gelen bu… Deli oluyorum bu duruma.”


Aynı o günkü gibi… Gözleri doldu yine. Nasıl bir insan bu? Acımasız bakışları var, asabi, saldırgan… Ama bir takım arkadaşının başına gelenlere deli gibi üzülüyor, kafaya takıyor. Dünya’nın yükü omuzlarında sanki… Ben eski yaşamımda tanıştığım hiç bir akranımda burda tanıştığım insanlarda rastladığım tavırlara denk gelmedim. Bu insanlar mı bu kadar farklı? Yoksa ben mi yaşadıklarımdan sonra değiştim?


Olaylara, insanlara farklı gözle veya boyutta bakabilmeyi mi öğrendim? Belki hepsi… Ama şu var ki, Kaan… O bir başka ya… Bana yaptıklarını başkası yapsa yüzüne bakmazdım… Ama ben onun yüzüne bakınca… Bir melek olduğunu bile düşünebiliyorum. 

Bu ne şimdi. Bu kadar acıyı ben bir erkek meleğe tutulmak için mi yaşadım yani. Melekler cinsiyetsiz miydi? Unutuyorum hep. Onun gözlerini dolu dolu görünce benim içimden hüngürdeyerek ağlamak geliyor. Bu da yeni… Neyse şimdi göreve devam. Hazır konuşmaya başlamışken emmeliyim onu…


“Biraz ailenden bahsetsene. Baban ne iş yapıyor meselâ. Annen çalışıyor mu? Onlarla başlasan anlatmaya…”


“Onlarla başlasan dediğine göre çok uzun cevap bekliyorsun benden.”


“Evet merak ediyorum seni. İyi bir şey değil mi bu? Sen de beni araştırmışsın, kendin söyledin. Sen arkamdan iş çeviriyorsun. Ben açıkça soruyorum.”


“Bu gün çok agresif giriyorsun topa. Sabah yaptığımız antreman maçında bu kadar yorulmadım. Deplasmandayım diye mi böyle? Neyse ama doğrusu bu, kendini savunmalısın. Hatta bu sert tavırlar yakışıyor sana.”


Aslında bu sert tavırlar sana hep. Çünkü senin karşında başka birisi oluyorum ben. Kendimi sana beğendirmek için her şeyi yaparım bilesin. Gerekirse sert gerekirse olurum pamuğun… Sen oyuncu kediysen ben sarman, pamuk, kara artık ne istersen… Yeter ki birlikte oynayalım. Kavga etmek istiyorsan ona da evet. Sen sıkılma yeter. Sarılsak, her şey geçer gider...


¨¨¨¨¨


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 1 ~ ben ata