Yeni Yaşam 5 ~ sarıl bana sıkıca düşersin yoksa
YY_5 ~ sarıl bana sıkıca düşersin yoksa ~
Birazdan parka motorlu bir kurye girdi, yanımıza geldi. Kaan kalktı hemen adamın yanına gitti. Kuryenin getirdiği koca torbayı aldı. Cebinden bir tomar para çıkardı. Hiç saymadan bir kısmını adama verdi…
“Muhtar abi sağol zahmet oldu.”
Adam işaret ve orta parmağını selam verir gibi kaskının üst kısmına götürdü. Bu da onun teşekkürü sanırım. Ve geldiği gibi uçtu gitti… Emre hemen cebindeki parayı çıkarıp Kaan’a uzattı.
“Al abi, ben ısmarlıycam demiştim ya.”
“Sok lan cebine paranı götoş.”
Ulan herkesin cepleri balya balya para dolu benim ceplerim bomboş ya. Sikiyim böle kaderi… Torbadan üç kutu bira çıkardı Kaan, bize verdi. Sonra da üç tane 30 cm'lik Subway sandviç… Bu iyiydi işte. Torba da noel baba torbası gibi, yok yok.
İkisi de hemen biralara asıldılar. Şimdi burda bizi polis falan görse hem yaşımız tutmuyor hem parktayız… Karakola götürseler. Ben ne bok yiycem. Tek başına yaşayan bir çocuk olduğumu öğrenseler. Ne yaparlar bana acaba? Birayı açmadığımı görünce Emre, elini uzattı.
“Ver ben açıyım.”
“İçmiycem sağol, ne olur bırakın da ben eve gidiyim…”
Kaan güldü yine. Dişleri de göründü bu defa. Bembeyazlar ve araları da açık. Ne değişik, inci taneleri gibi dizilmişler… Çocuğun her şeyi bi değişik zaten ya… Ama müthiş de kombin ha… Bu arada ben neden, bu itin her şeyiyle bu kadar ilgiliyim acaba? İçimden geçenleri anlamış gibi, elini bacağıma koydu… Elektrik çarpmış gibi oldum bir anda.
“Sen neden korkuyorsun, suratın bembeyaz oldu…”
Ne diyceğimi şaşırdım. Nerden anlıyor ne düşündüğümü, ruh hâlimi filân. Sırf lâfı değiştirmek için, iş olsun diye sordum…
“Abi kurye muhtar mı hakkaten…”
İkisi de kahkaha attılar. Epey güldüler bana bakıp. Kaan hâlâ bacağımda duran elini sıktırdı. Acıdı bacağım.
“Oğlum adamın adı Muhtar lan…”
Neyse küfürlü hitaplardan oğlum lana terfi ettik. Muhtar diye de isim hiç duymamıştım bu arada. Emre gibi kıvırtmanın alemi yok açıkça konuşmak en iyisi. Böylece benim onlarla takılamayacak kadar süt çocuğu olduğumu da anlarlar. Belki peşimi bırakırlar. Kurtulurum bu korku gerilim karışımı filminden.
Derin bir nefes aldım. Kaan’ın gözlerine baktım. İçine daldım kaldım… Epey öyle durmuşum heralde… Kaan elini parmaklarını kıpırdatarak gözlerimizin arasından geçirdi. Parmakları da ne çok işe yarıyor. Uyanmış gibi oldum, rezil de oldum.
“Ben daha önce bira içmedim hiç. Daha doğrusu hiç içki içmedim.”
“Tamam istemiyorsan içme, ama bira bu beş derece alkol bi şey yapmaz hele yavaş içersen.”
Bilge Kaan, buyurdular. Sorunlu Kaan gitti, başka biri geldi sanki. O kadar yumuşak ve sevecen konuşuyor ki artık. Sabah ki gibi ya da Emre’yle konuşurken savurduğu küfürleri de kullanmıyor bana. Ne yapacağımı şaşırdım. Gözlerimi alamadım ondan. Bir şey yapmış olmak için yine, kutu birayı uzattım. Açıver demek istiyorum sanki. Kutu bira aq neyini açamıyorsun, yine iş olsun işte.
Aldı açtı birayı ve gülerek bana geri uzattı. Açlıktan geberiyorum sabah da az bir şey yemiştim zaten. Torbanın üstünde duran sandviçi alıp yumuldum. Ağzım doluyken, ufak bi yudum aldım biradan… Acı ya la bu. İkisi de bana bakıyor. Neyse çaktırmadım. Bi yudum daha çektim, sanki tadını beğenmişim gibi. İlk içkimi içirmiş olmanın gururu ve başarısıyla mutlu gülümsediler.
Ben bu manyakları mutlu etmek zorunda mıyım? Sandviçi gömdüğümde Emre ilk birayı bitirip ikinciyi aldı bile. Başladı yine ordan burdan anlatmaya. PC de yeni başladığı bir oyunu anlatıyor. Sonra izlediği bir diziye geçiyor. Ama susmuyor hiç. Elini de omuzuma attı, nerdeyse sarıldı bana. Biraz sonra, parmaklarının arasına ensemdeki saçlarımı aldı, oynamaya başladı. Kaan’a kayıyor gözüm hep.
Gözünü Emre’nin saçımla oynayan eline diktiğini görünce, utandım, kızardım sanırım… Kaan uzanıp Emre’nin kafasına, elinin içiyle sıkı bir tane oturttu. Emre oturduğu yerden düşüyordu nerdeyse. Kaan, hangi mevkiide oynuyor bilmiyorum.
Ama santrforlar, hani 9 numara diyelim. Öncelikle tekniği iyi oyunculardır. Fiziksel güçleri de varsa. Kaleyi gördüklerinde, kollarını martı kanadı gibi iki yana açarlar… Hiç gerilmeden filân, topa dokunur gibi sıkı bir çakarlar ya… Topu göremez bile kaleci. Ağlar havalanır, sonra tribünler tsunami… Maçın en güzel anı o andır işte… Aldığı sıkı darbeye, Emre şaşırdı… Kaan’a elini uzatıp,
“Nooldu abi ya!!!”
“Sikseydin olum bari çocuğu…”
“Özür dilerim Berk rahatsız ettiysem… Kendimi kaptırmışım, farkında değildim…”
“Yavaş iç şu birayı, bi de ağzına iç. Eline koluna hakim ol. Farkında değilmiş… Bilirim ben senin o ellerinin nerelere uzandığını, göt…”
Bu defa Emre kızardı. Başını eğdi yere bakmaya başladı. Yanımdan kalktı, biraz önce aldığı birayı patlatarak açtı. Karşımıza geçip yere oturdu. Bu torbada kaç tane daha bira var? Biradan kocaman bir yudum alıp Kaan’a doğru kaldırdı kutuyu.
Kaan küfür eder gibi baktı, sonra bacak bacak üstüne atıp birasını dikti kafasına. Bitirdi hepsini. Kutuyu iyice ezdi avucunun içinde… Havalı oyuncular, bunu hep yapar. Üç beş metre uzaktaki çöp kutusuna fırlattı. Potasız daldı kutu çöpe. Herif hem santrfor hem şutör… Emre yalakalık yapıp alkışladı.
Son zamanlarda yaşadıklarım o kadar boğucuydu ki… Birayı meme emer gibi ufak ufak yudumlamak iyi geldi. Beynim aydınlandı, ayaklarım yere popom da banka değmiyor gibi… Eve gitsem ne yapacaktım sanki… Ara sıra yine Kaan’a kayarsa gözüm… Ona bakarken, dalıp gidersem, beni yakalıyor… Heyecanlanıyorum.
Her bakışımda farklı bir şey görüyorum sanki. Kızgın olmadığı zaman, ne kadar masum gözlerindeki ifade… Sadece gözleri mi. Resim yapmayı seven bir tanrı tarafından yaratılmış. Mavi ve beyaz renkleri kullanmış en çok. Daha önce hiç görmediğim bambaşka, güzel, gölgeli ve gizemli hatlar saçılıvermiş.
Parkta zaman, pek de ilgimi çekmeyen konuşmalarla geçiyor… Hep söylüyorum, o kadar kötü günlerim oldu ki son zamanlarda, ben yine de eğleniyor gibiyim. Emre konuşuyor, Kaan pek konuşmuyor. İkisinin yanında olmaya alıştım gibi. Son yudumu büyükçe alıp, birayı zar zor da olsa bitirmeyi başardım. Hava kararmaya başladı.
Ama beni evde merak edecek kimse yok. Birden bire bu kadar özgürlük beni sarhoş etti. Yoksa biradan mı? Onlar hâlâ içiyorlar, kaçıncı biralarını bilmem… Üşümeye başladım, titredim sanki. Kaan kemik elini yine bacağıma koydu. Sert ama sıcacıkta. Sarhoş baktım ona… Yüzü, her şeyi anlıyor gibi bir ifadeye sahip.
“Üşüdün mü?”
Üşümek ne donuyorum. Demin Emre’nin sarıldığı gibi biri sarılsa ya bana… Sıcacık olsam. Saçlarım da okşanabilir. Gerçekten mi sarhoş oldum ben? İyice saçmalayan düşüncelerimi dışa da dökmeden, siktirmem lâzım buradan…
“Benim hemen eve gitmem gerek, çok geç kaldım.”
“Ben seni bırakırım… Hadi kalk lan Emre. Sen yürürsün eve, göt oğlanı.”
“Off abi ya göt oğlanı dedin de, götüm donmuş ya benim.”
Salak, Kaan’dan kafasına yediği tokattan sonra yere oturdu bu soğukta. Arkasını oğuşturarak kalkıp, torbada kalan son birayı da aldı. Bu arada dar eşofmandan belli dolgun poposu, çok… Off sus artık içimdeki sapık ses…
“Abi, bana bağışladığın bira paralarıyla taksiye binerim ben, siz gidin.”
Birayı açıp içerek uzaklaşıp yanımızdan, yola indi.
“Geri zekalı, bu kafayla eve de birayla girmese bari. Babasının elinde kalıcak yakında…”
“Abi ben yürüyerek giderim ev çok yakın zaten…”
“Sen niye abi diyosun bana.”
“Bilmem… Emre öyle diyor ya, yani…”
“Kaan desen, yeter. O deliyi örnek alma hiç bir konuda. Yanlış anlama delikanlı çocuktur ama kafa gidik biraz… Hadi gel motor şurda hemen, avm’nin otoparkında…”
Bi motora binmediğim kalmıştı bu gün. Bir sokak ötede ev, beni dinlemiyor ki hiç… Neyse ki motor korkulacak, büyük bir şey değilmiş. Nokia telefonu gibi minik. Kızların bindiği ufak tekerli şeylerden… Bunun rengi de mavi!
“Sarıl bana sıkıca, düşersin yoksa”
Sıkıca olmasa da, sarıldım olmayan içe kavisli karnına. Sırtına yasladım göğsümü ve kaskımı. Isınmak için. Ohh sıcacık. Arkasına da dayansam mı acaba? Ama Emre’nin ki gibi dolgun değil… Çocuk poposu gibi…
Bu düşünceler bana ait olamaz, deliriyor muyum ben. Bir an önce eve girebilsem artık… Motoru da baya iyi kullanıyor. Slalom yapmasa iyi olur düşücez diye korkuyorum. Neyse ki, iki dakkada evin önüne geldik bile, benim tarifimle.
“Burda mı oturuyosunuz.”
Şaşırmış gibi bakıyor. Oturmuyoruz. Doğrusu, oturuyorum. Çünkü ben tek başıma yaşıyorum. Sadece kafamı sallayabildim. Bir şey diyemedim, çünkü… Konuşmaya devam edersek, saçma sapan bir şeyler söyleyeceğimden eminim.
“Saol bıraktığın için.”
Hemen yürüdüm, şifreyi yazıp bahçe kapısından girdim… Birden, aklıma geldi, döndüm. Öyle durmuş, arkamdan bana bakıyor.
“Sandviç ve bira için de teşekkür!”
Öyle de güzel bakıyor ki. Elini kaldırdı salladı, gözüm elinde kaldı…
“Hadi gir üşüdün iyicene, yarın görüşürüz…”
Ben apartmana girene kadar gitmedi… Bu piç, bu velet beni allak bullak etti. Sabah ayrı akşam ayrı şizofren kişilik…Eve girebildim sonunda. Kendi başıma evde yemek yemeğe bir türlü alışamadığımdan. Parkta gömdüğüm sandviç hatta ilk defa içtiğim bira bile, öyle iyi geldi ki… Bir rahatlama içindeyim.
Ama sıkıştığım aklıma geldi. Çişimi yapıp birayı boşalttım. Soğuktan şeyim küçücük olmuş. Odama gittim. Işığı söndürdüm, kulaklıklarımı takıp, üstümü değiştirmeden yatağa dalıverdim. Karanlık oldu. Ama içim apaydınlık. Klasik müzik rahatla komut başlıklı listemi açtım spotify’dan… Mozart dedem, senden razıyım ben… Ablam olsa çok kızardı.
Mozart’a değil bana. Çünkü sokakta giyilen şeyler bırak yatağı evde bile giyilmemeliymiş. Ama o yok artık işte… Öylece, bir önceki gün olduğu gibi deliksiz derin ve tatlı rüyalarla dolu bir uyku çektim… Ne rüyalar gördüm onu hatırlamıyorum. Yeni tanıştığım kişilerle ilgili bir şeyler olabilir…Neyse hatırlamak istemiyorum desem daha doğru. Korktuğum yeni yaşama en azından uykularımda baya iyi uyum sağlamış gibiyim.
¨¨¨¨¨
Yorumlar
Yorum Gönder