Yeni Yaşam 2 ~ ne zaman ne yapacağı belli olmaz gözler
YY_2 ~ ne zaman ne yapacağı belli olmaz gözler ~
9 şubat salı
Ölmüş gibi on iki saat uyku çekmişim. Uyku zaten küçük ölüm demekmiş. Öyle demişti ablam. Belki de hayatımın allak bullak olduğu son iki ayının, en temiz uykusu. Açlıktan gebererek sabah erkenden uyandım.
Ablamın kendi deyimi ile malzemelerle doldurup gittiği buzdolabından, kahvaltılık bir şeyler atıştırdım. Gerçi malzeme yemek yapmakta kullanılıyordu heralde. Karıştırtırdık. Bunlar kahvaltılık oluyor sanırım. Ablamı da ne çok anıyorum. Çay yapmayı bilmediğimden kahvaltı ettim sayılmaz. Bazı şeyleri öğrenmem gerekiyor da nasıl acaba?
Yine, ablamın deyimi ile youtubeda aptalca videolara dalmışken saat 7:15 olmuş. Sıkıldım, hâlâ karanlık sokağa attım kendimi… Etrafa şöyle bir baktım, dün dikkat etmemişim. Az çok birbirine benzeyen, büyük bahçeli siteler yan yana dizilmişler. Sitelerin aralarında, yemyeşil ve çok güzel ağaçlarla dolu bir çok park da gördüm. Ağaçları ve yeşili seviyorum huzur veriyorlar bana.
Ortalamanın biraz üstünde, az çok paralı insanların oturduğu kendine özgü huzurlu güzel bir yermiş buralar. Zaman geçirmek için, ara sokaklara dalıp yolu biraz uzatarak. Dolaşa dolaşa gittim okula.
Okul eve çok yakın, semtin lisesi dersin. Bizim site gibi tüm sitelerin önünde, okul servis araçları bekliyor. Oysa dün bizim okulun bahçesinde veya önünde hiç servis aracı görmedim. Okul çıkışı öğrencilerin hepsi otobüs duraklarına doğru gidiyordu.
Anlaşılan burda oturanlar, servislere binip, özel okullara gidiyorlar. Bizim okula gelenlerse, çevre semtlerde yaşayanlar, sanırım. Servise binen çocuklara baktım. Hepsinin üstü başı ayakkabıları marka. Çalışkan olanlar ya da ailesi parayı basıp, özel öğretmenlerden ders aldıranlar karşıda ki yabancı kolejlere gidiyordur…
Puanları yüksek, girmek zor oralara. Ben becerememiştim. Gerçi çalışmamıştım da hiç. Babam hevesleniyor diye onu mutlu etmek için ciddiye alıyor gibi yapmıştım mecburen. Sonuç, eski okuluma devamdı.
Servise binenler arasında, benim eski okuluma gidenler de vardır mutlaka. Neyse… Akılıma takıldı şimdi. Devlet okuluna özel okula verecek parası olmayan gider değil mi? Servise de binemezler. Okul çıkışı, hurra itiş kakış, otobüsler minibüsler filan. O zaman bu zengin semtlere, devlet okullarını niye yaparlar acaba? Boşuna öğrencileri evlerine uzak yerlere taşımanın anlamı ne?
Burda oturanlar semtin okuluna gitmiyorlar. Burda ki okula da bu semtte oturmayanlar geliyorlar. Asıl, ben burda ne arıyorum acaba? Ablamla ben kendi oturduğumuz evden çıkmak zorunda kaldık.
Ne yapacağız diye düşünürken ablam. Bir arkadaşının boş durduğunu söylenen evi olduğunu öğrenmiş ve taşınıverdik. Taşındık derken, bavullarımızı alıp geldik.
Evimizdeki eşyalar da bize ait değilmiş artık. Hepsini bıraktık. Ablam boş demişti ama geldiğimiz ev pek boş değildi. Dayalı döşeliydi. Mobilya, beyaz eşyalar hepsi vardı. Akıllı televizyon dahil. Ayrıca televizyonda, tüm paralı abonelikler yüklüydü. Porno kanalına pek anlam veremedim. Kira vermiyormuşuz. Zaten verecek para da yok. Ablamın bu zengin ve bonkör arkadaşı kim, bilmiyorum.
Evde tek bir yatak odası ve salon var sadece. Salonun bir köşesinde mutfak. İlk geldiğimiz gece ben kanepede yatarım dedim ama ablam bana da kendine de kıyamadı, mecbur aynı yatakta yattık. Yatak büyük ama ben uyuyamadım hiç. Bir gece kalıp gitti ablam zaten.
Her şey var ama bir ailenin yaşaması için küçük bir ev. Öğrenci evi ya da işte erkeklerin zamparalık amacıyla kullandıkları evlere benziyor. Ne deniyordu onlara aklıma gelmedi şimdi. Yani eğer öyleyse yattığım yatakta epey haltlar dönmüştür. Neyse bu beni ilgilendirmez. Herifin evinde boş beleş oturuyoruz bi de hesap mı sorucaz kendi yatağında ne boklar yedin diye.
¨¨
Ne kadar da dolansam, hemen okula geldim. Okulun oralarda Starbucks gördüm. Ordan vanilyalı bir şeyler almak istedim. Ama para yok ki. Kart limitli sadece karın doyurmak için. Okula girdim mecbur. Hâlâ erken. Sınıf boş, daha kimse gelmemiş. Artık tek arkadaşım cep telefonum. Açlıktan ölmek üzereydi. Beslemek için şarja bağladım. Öylece spotify gezintisi yapıp ben de kendi ruhumu besliyordum.
Sınıfın kokusuna bile alışmıştım sanki. Ama bir süre sonra, başka bir kokuyu, beynimde sezinledim. Bu koku giderek arttı; temizlik ve yumuşaklıkla beraber keskin bir kılıç gibi içime işledi. Arkamda biri var. Döndüm, bana bakan iki açık mavi… Kurt gözü…
Melissa’nın söylediği şey birden tekrar çınladı beynimde; ne zaman ne yapacağı belli olmaz gözleri var. Ablam aklıma geldi. Ezik görünmemeliyim. Kulaklıkların birini çıkarıp gözlerinin içine bakıp gülümsedim, merhaba der gibi. Karşı tarafta bir etkisi olmadı bu hareketin… Pardon olmuş…
“Kimsin lan sen!..”
Lan ünlemesini duymazdan gelip dostça bir edâ ile cevap verdim.
“Ben Berk.”
Elinde, benim çocukken kullandığım eski bir Nokia telefon var. Bana doğru uzattı.
“Tak şunu şarja amınakoyım…”
Elimi, avuç içim yukarda, nazikçe prize doğru uzattım. Dolu, demek istiyorum güya. Hiç bir söylediğimi ve işaret dilini de takmıyor gerzek, sert bakıyor sadece.
Çok da sikimeydi diye düşünüp, umursamazca oturduğum sıradan kalktım… Bu haraketim pek hoşuna gitmedi, yakamdan tuttu çekti… Kendine doğru, uçurdu. Boyu benden uzun olduğundan, yüzüm boynuna değdi değecek. Kokusu içime değdi bile. Bembeyaz teni… Daha yukarı çekti beni. Ödüm bokuma karıştı. Tişörtümün yakası gerildi, boynum acıdı… Yetmedi, karnımın üst kısmına, tam boşluk yere, yumruğunu öyle bir geçirdi ki… Hayvan!!!
Gözlerim karardı. Yakamdan tutmaya devam ederken, elinde asılı kaldım. Kalktığım yere geri oturttu beni. Çok düşünceli ve iyiliksever biri olduğu belli. Sımsıkı kapalı gözlerimden… Yaşlar bütün yüzümü kapladı. Acı beynime kan gitmesine de yol açtı sanırım. Bu mavi, ne zaman ne yapacağı belli olmaz gözler ve kerpeten gibi eller, beklenen “muamma sorunlu” olarak etiketlenen kişi Kaan’a ait olsa gerek.
Amma cümle oldu. Bir iki dakika iki büklüm, ellerimi karnıma bastırdıktan sonra yanan gözlerimi zorlukla açabildim. Yukarı baktım, tepemde öylece dikilip bana bakmaya devam ediyor. Ben de senin amınakoyım… Benimkisi ancak düşünce işte, ne yaparsın…
Hâlâ gözlerinde ki ifadesiz bakışıyla, bana doğru uzatıyor sikik telefonunu… Rengi de mavi. Ne ısrarcı ve kararlı biriymiş. Aldım telefonunu, prizden çıkardım benim şarjı, onunkini taktım…Sıranın üstüne koydum telefonunu… Zorlukla kalkıp çıktım sınıftan. Nerede olduğunu bile bilmediğim tuvaleti güç belâ buldum.
Yüzümü yıkadım, ne işe yarıyacaksa… Karnımın acısı geçti birden. Çünkü, çaresizlik ve kızgınlıktan içim sızlamaya başladı. Tuvaletten çıkıp koridorun kalabalığı ile karşılaşınca, dün sınıfa ilk girdiğimde ki pis kokuyu aldım…
Burda ne arıyorum ben yaaa!!! Tekrar gözlerimden ağzımdan burnumdan yaşlar, salya sümük çağladı. Ağladığımı kimse görmesin diye koşmaya başladım. Ne alâka ve nereye? Beni farketmesinler derken herkes bana bakmaya başladı. Daha hızlı koştum. Bahçeyi on saniyede aşıp dışarı… Sınırı geçtim…
Bir gün zor dayanmışım. İkinci gün tüm okula ne bok olduğumu etkili bir şovla sundum. Nefes nefese koşmaya devam ederken bir şeye çarptım. Daha doğrusu bir şey duvar olmuştu karşımda, bana çarptı. Bu dünkü bebe, Emre ya… Omuzlarımdan tutmuş, bana bakıyor merakla…
Dün fark etmemişim, pürüzsüz teni koyu altın rengiymiş… Saçları kısa kesilmiş, gür hafif dalgalı ve gözleri gibi simsiyah. Şimdi de bunları fark etmenin tam sırasıydı yani. Kulaklarım uğulduyor. Dudaklarının hareket ettiğini görüyorum ama bir şey duyamıyorum. Ağlarken koşmaya alışkın değilim. Aslında fiziksel faaliyet beni yıkıyor.
“Nereye Berk, ne oldu!!!”
Bağırınca duydum anca.
“Eve gidiyorum…”
Kendi söylediğime onun gibi ben de şaşırdım… Saçma çaresizliğimi anladı, bir şey demedi. Yürümeye başladım eve doğru, o da yanımda sakince. Biraz sonra dönüp ona baktım.
“Anlatmak ister misin Berk, ne olduğunu…”
Sokak ortasında ona sarılıp tekrar ağlamaya başladım. Böyle ağlayıp durduğuma bakıp, beni ağlak çırlak salak malak bir bebe sanmayın. Bu günkü herkesin içinde ağlamalarım, ilk defa oluyor. Yemin ederim. Daha önce de çok havalı biri değildim belki ama böle de diildim yani… Çünkü ilk defa böyle dayak yedim. Çünkü ilk defa bu kadar yalnız, çaresiz ve savunmasızım.
Ben kendimi çekene kadar, sert vücuduyla sıkı sıkı sarıldı bana. Başka zaman olsa gıcık olacağım şey nedense, rahatlattı beni. Okulun karşısındaki küçük avm’ye soktu beni. Bir yerden iki çay aldı. Arka kapıdan çıktık. Masalsı daracık ve ağaçların kapladığı yemyeşil bir patika yoldan geçip bir parka geldik.
Oturduk. Çantasından çıkarıp kâğıt mendil verdi. Sildim yüzümü gözümü. Banka koyduğu çayın birini bana uzattı. Ayıp olmasın diye aldım. Ama içeceğimden değil. Soran gözlerle bana bakmaya devam edince… Tutamadım artık, biranda içimdekileri kusar gibi bağırarak konuşmaya başladım!
¨¨¨¨¨
Yorumlar
Yorum Gönder