Yeni Yaşam 9 ~ mutfak meleği
YY_9 ~ mutfak meleği ~
Sonunda bugün de hiç bir dersten, hiç bir şey anlamadan geçti. Okuldan birlikte çıktık. Bu defa Melissa’da yanımızda. Geçen gün üçümüzün, onun deyimiyle biralamamızı kıskandı heralde. Bugün okulda çok fingirdeştiler Emre’yle. Belki de ondan bırakamadı sevgilisini. Yakındaki parka girdik. Dördümüz bir banka oturunca, fazla samimi olduk. Emre kalkıp karşımız geçti, hep güleç neşeli yüzüyle.
“Abi naapalım bugün, güneş de var tam bira içme havası değil mi? Sahile gidelim amınakoyım, haa!!!”
Kaan düşünceli, duydu mu Emre’nin dediklerini belli değil. Hepimiz ona bakıyoruz. Nedense, son sözü onun söylemesi gerektiği konusunda, konuşulmamış, düşünülmemiş ama herkesin dünden bayıla bayıla kabul ettiği bir ant var. Bu çok derin ve değerli bir tahlil oldu. Eskiden beceremediğim bir şey daha yeni yaşamımda pıtrak gibi belirdi benden; analiz yeteneği. Sonunda farketti Kaan, onun konuşmasını beklediğimizi.
“Benim işim çıktı, gitmem lâzım. Siz gidin.”
Sanki o da gitmek istemiyor, nereye gidiyorsa artık. Bizimle takılmak istiyor gibi, yüzü düştü. En çok Emre bozuldu. Ama götü yemiyor tabi bir şey demeye. Kaan bana baktı.
“Kusura bakma konuşuruz demiştim ama, sonra artık…”
Unutmamış. Sözüne de sadık. Gitmek de istemiyor. Ama gidiyor. İyi işte de, nereye? Başka bir şey demeden kalktı yürüdü… Biz öylece arkasından bakarken… Döndü birden, Emre’ye.
“Gidicek misiniz lan bir yere siz.”
“Bilmem, sen de gelsen iyiydi ya. Gidelim mi biz.”
İzin almadan da bir şey yapamıyor. Melissa atıldı hemen.
“Gideriz biz üçümüz, hava çok güzel.”
“Paran var mı lan, veriyim mi.”
“Var abi saol.”
“Dikkat et sana emanetler… Berk yeni, bir şey olursa çocuğa, senin götünü öyle bir sikerim ki…”
Devamını getirmedi aniden dönüp gitti. Neden böyle yükseldi birden anlamadım. Emre’yle aralarında bizim anlamadığımız bir şeyler var hep. Herif olmayacak küfürler ediyor, Emre gülüyor. Bu sefer gülmedi gerçi. Nasıl bir arkadaşlık anlayışları varsa artık, ne zaman ne olacağı da belli değil.
Bu arada ben çocuk muyum lan. Bana bir şey olursa neden Emre sorumlu? Cezası da ağırmış. Melissa, koluna girdi Emre’nin. Hayran baktı Emre’nin bozulmuş yüzüne. Ama her zaman ki gibi Emre hemen toparlayıp neşeleniverdi.
“Hadi ayarla bir yerlerden, bira içelim n’olur…”
Kaan olmayınca fırsattan istifade mi yoksa kederden mi çıkarıp bir sigara yaktı.
“Mahalleye gidersek bira kolay prenses…”
Prenses olduğunu duyunca, Melissa’nın o güzel suratı daha da güzelleşti. Gözlerinin içi gülerek konuştu bir bana bir Emre’ye bakarak.
“Mahalleye gideceksek, bizim evde takılalım. Annemler karşıya teyzemlere gittiler, bu gece gelmezler… Güneş batana kadar terasta takılır, sarhoş oluruz ha. Ne der prenslerim bu teklife. Berk, annenden izin al, bizde kal bu gece noooluuuur”
İzin alacak annem var da sanki. Varken bile yoktu, şimdi hiç yok. Taksiye atladık, yollandık başkanın evine. Emre yolda durdurdu taksiyi.
“Ben nevaleyi toparlayıp gelirim siz eve gidin.”
“Hemen gel” dedi Melissa biraz bozuk.
“Prenses bir iki işim de var biraz gecikebilirim… Ha lütfen mesaj patlaması yaratıp darlama beni.”
O da Kaan gibi hızla uzaklaştı. Birazdan bir evin önünde durduk. Okula çok da uzak değilmiş aslında, sıksan yürünür bile. Mahalle az biraz varoş. İki üç katlı evler. Kimisinin dış cephesi tamamlanmamış ama camlarda perde var. Daha inşaat tamamlanmadan, öylecene içine oturuvermişler bile. Belki de tamamlamaya paraları hiç yetmeyecek, ondan mı?
Pek okumam ama, bir yerlerde okumuştum. Fakir insanlar evlerinin dışına değil içine özen gösterirlermiş. Kendilerini tanımayan insanlara caka satmanın bir işe yaramayacağını bildiklerinden mi acaba? Ama evlerinin içi de zenginlere göre her zaman daha tertemiz ve özenli olurmuş.
Melissa benden zengin. Taksinin parasını da yine o verdi. Sabah bırakmadı ki Kaan bankamatikten para çekeyim. Şimdi ben verirdim. Ayakkabıları dışarda çıkarıp girdik eve. Oldukça büyük ve dışardan göründüğünden çok daha güzel bir ev. Salonun ortasında, tahtadan oldukça dekoratif bir merdiven dönerek yukarı çıkıyor. Sanırım ev iki katlı.
“Biraz gecikebilirim dedi, gece yarısı gelir artık. Böyle bu, Kaan gitti ya. Ya onun peşinde… Ya da nerelere gidiyo bilmiyorum. Çıldırtacak beni meraktan. Neyse yakışıklım yukarı kata çık ordan da terasa geç otur. Ben sana güzel ve taze bir filtre kahve ve yiyecek bir şeyler hazırlayacağım.”
“Ben de geleyim yardım ederim.”
“Yok koçum sana yasak mutfak. Bizim buralarda erkekler daşak serip oturur karılar köpek gibi hizmet eder. Adet böle.”
Çok tatlı ve zeki bir kız bu la. Her şeyi tiye alması da çok hoş. Montumu çıkarınca bu sefer harbiden koktuğumu farkettim.
“Melissa bir şey rica etsem.”
“Ne ricası lan emrin olur.”
“Şeyy… Okula geldiğimden beri koşturmaca, heyecan falan filan ben yıkanmayı unuttum. Hatta çamaşır bile değiştirmedim… Ve şu an kokmaya başladım artık.”
“Ay bebeğim benim. Severim senin o kokularını. Gel banyoyu göstereyim sana. Ne var ne yoksa çıkar koy, alır atarım ben makinaya. O arada sana giyecek bir şeyler de ayarlarım.”
“Çok yüzsüzüm kusura bakma. Bokunu çıkardın deme ama bir de yeni diş fırçası bulabilirsen.”
“Ne kusuru be banyomuzda ilk defa Adonis yıkanacak. Aşağıdaki marketten söylerim diş fırçası, gönderir çırakla merak etme.”
“Sana kullanılmamış yeni lif ve havlu getirdim. Sabunlayım mı ben seni.”
Allahım ya. Gözlerim sabunlu. Perde filan da yok mal gibi ortadayım. Hemen arkamı döndüm. Hiç olmazsa oramı görmesin. Çoktan görmüştür de. Nasıl bir utanmaz kız bu ya.
“Hemen çık, lütfen!!!”
“Ben utanmıyorum da sen niye utanıyosun anlamadım. Ulan sendeki vücut ben de olucak herkese gösteririm koçum benim.”
Elimle de popomu örtmeye çalıştım. Bir kahkaha attı sapık şey. Kapının sesini duyunca gözlerimi durulayıp arkama baktım, gitmiş. Hemen çıkıp kapıyı kilitledim. Daha önce niye yapmadıysam. Rahat rahat ve uzun uzun hamam sefası yaptım. Tenim kızardı sıcak sudan. Kurulanıp havluya sarındım. Ama üstüm açıkta. Kapıyı aralayıp seslendim Melissa’ya, hemen geldi.
“Giyecek bir şeyler verebilecek misin?”
“Gel burda divanın üstüne çıkardım bi sürü şey bak beğendiğin bir şeyleri giy. Yıkanıo giysilerin de çamaşırların da. Ütülerim sabaha jilet gibi gidersin okula”
“O zaman sen git noolur üstüm çıplak.”
“Benden bir şeyini saklayamazsın. Gördüm ulan her bi şeyini zaten. Hay allah, neyse gel sen. Mutfağa gidiyorum.”
Babasının giysilerinden getirmiş. Hepsi çok büyük bana, popomda durmaz. Bir tane eşofman altı ve üstü vardı sanırım kendinin. Rengi yeşil eh ortada sayılır. İç çamaşırı giymeden onları geçiriverdim idareten.
“Saol giyindim ben Melissa geliyim mi yanına.”
“Otur sen oraya bi yere. Yukarı çıkma artık, terasta üşürsün yıkandın.”
Birazdan nefis kahve kokusuyla beraber geldi. Bir tepside kahveler diğer tepside, minik ekmeklerin üzerine bir sürü şeyler koymuş rengarenk. Bir bütün olarak bakınca resim gibi. Kimisine zeytin ezmesi sürmüş, üstüne kaşar peyniri en üste domates. Bazısında tereyağ, üstüne beyaz peynir ve en üstte bir tane vişne reçeli tanesi… Böyle böyle büyük bir kolaj, enfes bir tablo olmuş.
“Başlayabilir miyim?”
Yanıma oturdu. Yanağıma yapıştırdı etli dudağını.
“Mis olmuşsun bebeğim. Hadi dal, sana yaptım hepsini.”
Ağzımın suları akıyor. Kolajdaki ilk parçayı bütün olarak attım ağzıma. Bu tulum peyniri, jambon ve çilek reçeli taneliydi. Ağzımın içine cennet doldu. Bu güne kadar nerelerde neler yedim. Ama bu çok başka… Tepsiyi yarıladığımda kahveden bir yudum aldım. Starbucks filan bok yemiş bu ne ya… Aromalı filan enfes bir tat. Hayranlıkla baktım ona.
“Başkanım ben hayatımda senin kadar iyi bir mutfak meleği görmedim ve görmeyeceğimden de eminim.”
“Beğendin mi?”
“Beğenmek ne ölecem mutluluktan şimdi… Sen neden yemiyorsun.”
“Emre bey zayıf kızları seviyormuş. Daha o zaman çıkmıyorduk bana söylemişti. O günden beri kilo vermeye çalışıyorum. Ama tık yok. Derler ya su içsem yarıyor. Ben nefes bile alsam kilo yapıyo. Ne yapıcam bilmiyorum. Belki de şişmanım diye kaçıo hep benden.”
Güzel gözleri buğulandı. Tatlı dudakları büzüştü. Öyle içim yandı ki. Gerçekten böylesine aşık mı Emre’ye. Erkeklerin aldırmazlığı ve aşka kadınlar gibi bakamaması ne zor aşık olan için… Rahat yiyeyim diye karşıma geçip oturmuştu. Yanına gittim. Sarıldım ve bu defa ben onun pembiş ve tombul yanacığını içtenlikle biraz da vantuzlayarak öptüm…
Çekilip baktım, kıpkırmızı olmuş suratı, buğulanan gözlerinin içi gülüyor. Bu defa o yanaştı bana ve dudağını dudağıma iyice yaklaştırdı… Kırmamak için çekilemedim. Öylece bana bakıyor, gözlerimin içine daldı. Yanaşıp, dudaklarım kapalı dudaklarına bir buse kondurup hemen çekildim… Daha çok mutluluk yayıldı suratına. Sadece bir moral öpücüğü olduğunu anlar ve daha ileri gitmez umarım.
“Çok mu çirkinim Berk doğru söyle noolur.”
“Çok güzelsin yemin ederim. Suratına bakınca insanın gönlü şenleniyor.”
Böyle konuşmayı ne zaman öğrendim lan ben. Gülmeye başladı. Gülmesi arttıkça arttı. Kahkahalara dönüştü. Ben de gülmeye başladım. Neye gülüyoruz bilmeden sarılıp birbirimize güldükçe güldük…
“Ama Berk ben Emre’yi etkileyemiyorum. Farkındayım bunun. Bir kadın erkeklerin gönlünü şenlendirmek yanında cinsel yönden de arzulanmak ister… Çok şişman olduğum için mi acaba?”
“Çok şişman diilsin. Biraz balık etlisin hepsi bu. Böyle kadınları çekici bulan erkekler de var. Herkes manken gibi olamaz ya. Ben de çok zayıfım mesela. Çocukken daha da zayıftım. Kızlar iskelet diye alay ederdi benimle. Ama ne yapalım neysek oyuz. Babam, her kör satıcının bir kör alıcısı vardır, derdi. Yani herkesin bir dengi vardır.”
“Sen yattın mı hiç kimseyle Berk.”
Bu nası soru yaaa???
¨¨¨¨¨
Yorumlar
Yorum Gönder