Liseden Üniversiteye 105 ~ masumiyet vuruldu gözlerimin önünde


Liseden Üniversiteye 105



~~~ masumiyet vuruldu gözlerimin önünde bir türlü anlayamadığım insanı tanıdım sonunda ~~~



~~~

… İbrahim sabah erken kalktı. Eşeğine palan vurdu. Yanına oğlu İshak’ı da alarak, Tanrının kendisine bildirdiği yere doğru yola çıktı. Üçüncü günün sonunda gideceği yeri gördü. Adak için hazırladığı odunları oğlu İshak’ın sırtına yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Biraz yürüdüler. İshak sırtında odunlar, etrafına bakındı ve:
“ Baba,” dedi. 
“ Evet oğlum,” diye cevap verdi İbrahim. 
“ Ateş burada. Odun da sırtımda. Ama, adaklık kuzu yok. Keseceğimiz kuzu nerede baba?”
İbrahim sustu. 


… Hazreti İbrahim, oğlunun “ kuzu nerede?” sorusuna bir an sustuktan sonra, şöyle cevap verir:
“ Kuzuyu Tanrı verecek oğlum”
Benim sorum daha kolay: 
“ Bizim kalplerimize insanlığı kim verecek?”

Peri Gazozu | Kurban | Ercan Kesal

~~~


Gel bakalım delikanlı, seninle aşağıda biraz konuşacaz, dedi komutan. Aşağıda, yukarda… Altında, üstünde her yerde konuşurum ben seninle de… Konuşmak, bizim yapamadığımız bir şey. Ara sıra oluyo tabi… Sonunda nedense ben hep dayak yiyorum.

Neyse, sen gel de yeter, geliriz nereye olsa. Ha bi de, delikanlı dedin ya bana. O zaman neden çekiştiriyorsun kolumdan. Çocuk muyum delikanlı mı? Orgazmın etkisi geçti mi? Yoksa Ömer’i görünce mi coştu. Yine hep kendimle meşgulüm Ömer bu kadar zor durumdayken bile.

Yatmadıkları doğru mu acaba? Daha doğrusu yatmışlar da. Sadece yatmakla iktifa ettiler mi? Biraz önce seksin efsunu altındayken, bir haftadır nerde olduğunu öğrendiğim gibi bunu da öğrenme şansım vardı belki de.


Aklıma gelmedi ama. Çünkü ben de o efsunun etkisindeydim. Sabri abinin çalışma odasına indik. Kolumu bıraktı sonunda. Ne oldu bu arada derede. Bu kadar sıktırdı kolumu. Neyse, konuşacağımıza göre öğreniriz belki. Konuştu;

“ Ömer’i neden çıkardın… Ya da kurtardın hastaneden”

“ Babasından”

“ Kimden demiyorum. Neden diyorum!!”

Sözümün bitmesine izin vermiyor ki. Bir şeyi istediğim gibi sonuna kadar anlatamıyorum. Neye kafayı taktıysa bağıracak birini arıyor. Kim var? Ben tabi. Biraz sustum, siniri geçsin diye. Artık ezberledim Mert’i kullanma kılavuzunu. Çok kısık sesle konuştum.

“ Çünkü yardıma ihtiyacı vardı”

“ Ama sen onu kıskanıyordun. Üstelik sevmiyordun”

“ Öyle de olsa… Hiç bir çocuğun uçurumdan yuvarlanmasına izin veremem”

“ Göndermeler de müthiş. The Catcher in the Rye, ha”

“ Mert, sen kitap da mı okuyorsun”

“ Hayır”

“ O zaman nerden bildin Salinger’ın kitabını. Hem de orjinal adıyla”

“ Lisedeyken mecburi okutmuşlardı”

“ Sevmiş miydin”

“ Sıkılmıştım. Sevmem ben kitap okumayı… Bu arada düşününce aklıma geldi. Sana benziyordu bazı bakımlardan anlattığı çocuk”

Ay biraz önce bağırırken bana, ilk defa normal konularda bir sohbete kayış yaptık aniden. Hem de kitaplarla felan ilgili. Üstelik en beğendiğim kitap karakterlerinden birini bana benzetti. Şimdi gidip kurban filân mı kessem. Deve boyutlarında felan. 

Ne çok felan dedim lan. Neden bana benzetti Holden Caulfield’ı. Tabi bunu ona sormayacağım. Bu entellektüel düzeyi oldukça yüksek tartışmayı, birden benimle dalga geçmeye çevireceğine eminim zira. O nedenle topu taca atıp oyunu soğutmak en iyisi. 

“ Mertcim, yanlış anlama seninle her konuda sabahlara kadar konuşurum biliyorsun. Sevişir gibi zevk alaraktan hem de. Ama merak ettim, Lâf nereden Çavdar Tarlası Çocukları’na geldi. Asıl Ömer’e neden yardım ettin diye sormuştun bana… Neden sordun ki”

“ Her zaman ki gibi seni çözmeye çalışıyorum. Olmuyor ama hep şaşırtıcak bir şey yapıyorsun”

“ Ne yaptım şimdi şaşırtıcak”

“ Okula geç kalacak olsak veya gitmeyelim bu gün desem, üzüntüden ölürsün. Ama Ömer için gıkın çıkmadı okuldan vazgeçiverdin. Her şeyden korkarsın. Yine Ömer konusunda aslan kesiliverdin. Kızmama rağmen, Buğra’yla arkadaş olman… Sadece arkadaş da değilsiniz üstelik. Bir de bu Eylem karısı çıktı başımıza. Yetmezmiş gibi hep beraber, bana haber bile vermeden Ömer’i kaçırıyorsun hastaneden. Evde kalın diyorum, birşey yapmayın diyorum. Babasını arıyorsunuz Ömer’in. Sonra da kendi kafanıza göre çıkıp buraya geliyorsunuz. Kimsin sen Can?!”

“ Sonuçta buraya gelmekle doğru yapmadık mı? Buğra’da hastane görüntülerinde başrolde. Evine gelebilirlerdi”

“ Bu senin aklına gelmedi, diyorsun yani”

“ Öyle demiyorum tabi. Benim de sonradan aklıma geldi. O an gelse söylerdim zaten. Hiçbirimiz mükemmel değiliz ya…”

Derken sustum birden. Mert’le bir arkadaşımla sohbet eder gibi konuşulmayacağını nasıl unutuverdim. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Ama o tanrı Zeus. Yani bizlerle eşit değil ki.Şaşkınlıktan daha saçma sapan konuşuverdim. Sahi kimim ben?

“ Siz Ömer’le yattınız mı? Şey… Beraber uyudunuz mu anlamında diil yani… Anla işte”

“ En son bu odada dövmüştüm değil mi ben seni”

“ Evet”

“ Buna rağmen çok rahatsın. Büyüdüğünü kanıtlamak filân mı istiyorsun. Artık büyüdüğüne göre dövmemek gerek seni”

“ Şu büyüme lâfını bırak lütfen. Ben hep senin miniğin olarak kalacağım”



“ Bırak yalakalığı ve soru sormayı kes artık. Yaşamım bana özel. Kimle ne istersem yaşarım, biliyorsun”

“ Biliyorum… Sen çok yaşa ve yaşasın senin özel yaşamın… Tamam kızma hemen. Sen milli oldun ya. Ömer’de oldu mu onu merak ettim sadece”

“ Artık büyüdüğüne göre güçlenmiş de olman gerekir. Yat yere şınav çekiceksin”

“ Ya Mert birden ne oldu da sinirleniyorsun böyle”

“ Benimle nasıl konuşulması gerektiğini unutmuşsun. Belki hatırlarsın. Hadi dediğimi yap. Kes konuşmayı. Yat yere”


Yat yere derken? Masanın üstüne yatsam. Sen de benim üstüme yatsan. Neyse, kızıpta popoma hayvan gibi sopayla vurmasından iyidir. Terfi ettik, artık dayak yemeyecekmişiz. İyi de ben şınav filan neyse artık o yapamam ki. Beden derslerinden deli gibi korkardım bu nedenle.

Güç gerektiren, şınav mınav gibi şeyleri yapamazdım hiç. Alay ederdi herkes. Bir süre sonra beden hocaları durumu kabullenirlerdi. Rahat bırakırlardı beni. Hatta, bugün hastayım derse girmesem olur mu, desem…

Tamam, derlerdi hemen. Sonuçta diğer oğlanların insicamını bozmaktan başka işe yaramadığımı düşünüyorlardı sanırım. Benim de hiç sikimde değildi amına koduğumun beden dersi. Gider ıssız bir köşe bulur, kimseye görünmeden kitabıma dalardım.

Hayallerime yani. Zaten gerçekler hayal kadar güzel mi? Çık aradan Kediköy’lü Pinhani. Yattım yere sırt üstü… Şınav neydi onu hatırlamaya çalışıyorum ama anılarım arasında böyle bir şey yok. Mert’e baktım.

Sinirli bakıyor bana. Belki dalga geçiyordur diye umutlamıştım ama… Milli sporcu oldu ya artık benim bedenimi de eğitecek sanırım. Eğitilecek bir bedenim yok ne yazık. Kalçamı ayağı ile dürttü. Ne demek istiyor acaba? Şaşkın bakınca ona;

“ Mekik değil, şınav çek dedim”
Ya bu Sabri abi filân neden gelmiyor kimse. Yanıma yattı yüzükoyun. Sadece avuçları ve ayak parmakları yerde… İncecik ama beyaz çelik gibi kollarının üzerinde vücudunu kaldırıp indirmeye başladı.

Ha bu muymuş şınav… Ay ben altına yatsam da, bana çekse şınavını. İyi tamam anımsadım bu hareketi. Birden fırladı tekrar ayağa. O ne kalkış kız ole. Füze gibi. Milli takım kampında ne yapmışlar buna böle.

Ben de yüzükoyun döndüm yere. Benim de kollarım incecik. Ama çelik gibi değiller ne yazık. Çırpı kollarım sadece denizde çalışıyorlar. Ha bir de eskiden otuzbir çekerken epey işe yarıyorlardı. Bu arada yine aklıma geldi.

Mert'le tanıştıktan sonra hiç yapmadığımı o işi. Bence harika bir partner bulursanız kendinize seks için. Bir daha çekiciliği kalmıyor kendi başına bir şeyler yapmanın. Bulamazsanız size harika gelen bir partner, muhtemelen hayatınız mastır olur çıkar.

Kollarım bir kaç kere kaldırabildi tüy gibi hafif vücudumu. Ondan sonra sadece omuzlarımı kaldırabildim, karnım yere yapıştı kaldı. Yine bir yenilik kattım hayata. Kendi şınav çekme yöntemimi kazandırdım insanlığa. Hem daha kolay, yorulmuyorsun, terlemiyorsun.

“ Dalga mı geçiyorsun Can”

“ Kaldıramıyorum, özür dilerim”

“ Siktir lan. Yüzerken gördük denizde. Nerdeyse geçiyordun yüzmede beni. İstedin mi güçlü istedin mi zavallı ayakları. Senin derdin hep benimle dalga geçmek. Neden yapıyorsun bunu”

“ Bilmiyorum Mert…”

Yine bitiremeden sözümü girdi araya.. Oysa neler anlatırdım ona. Denizde neden iyi olduğum hakkında. Anamın karnında yüzmeye başladığımı. O eski mutluluğu bir tek denizde bulabildiğimi. Bugün çok soru soruyor ama hiç dinlemiyor.

“ Bilmiyormuş… Sana soru soranda kabahat. Zorla kaşınıyorsun… Kalk hadi. Ama kurtuldum sanma. Bu işi rahat bir zamanda halledicez. Neyse… Nerde konuşsak Ömer’in babasıyla sence. Yine bir baskına filân geliyorsa önlem alsak mı”

Ben ona Ömer’le ilgili soru soruyorum o bana şınav çektirmeye çalışıyor.. Bu arada benimle konuşmaya bile tenezzül etmezken ne oldu da önemli konularda düşüncemi soruyor. Delikanlıya yakışır, aklı başında bir cevap vermeliyim bu büyük jeste.

“ Bence… Tabi sözümü bitirmeme izin verirsen”

“ Can şansını çok zorluyorsun bugün. Devam et kafanı kırmıyım”

“ Tamam kızma. Bence burda ve Sabri abiyle berber konuşmalıyız Ömer’in babasıyla”

“ Sen de olucaksın yani”

“ İstersen olurum istemezsen olmam sen ne dersen o”

Nasıl bir bel hareketiyle geçtim altıpasa. Top ayağıma yapıştı adeta. Büyük topçusun Can. Ama tek kusurun topçuluğunu bile gölgede bırakan büyük de bir yalakasın. Neyse ki güldü söylediğime. Bugün hava neden bu kadar şizofrengi mertebesinde değişken.



“ Sabri abiyi bu işe bulaştırmak doğru olur mu acaba bilemiyorum. Ama haklısın sanırım. Adamın bizi pek takacağı yok. Yaşı büyük ya kendini bir sikim zannediyor. Kendi çocuğunu bile anlayamayan zavallı”

~~~

Artık polis korkumuz kalmadığına göre yukarı kat cemaatini de aşağı davet edip, denizi uzaktan da olsa gören bir masa yaptık bahçede. Akşam üzerine doğru, Sabri abi de katıldı bize. Mert içki istemedi. 

Ay bu yüzme millisi şeysi işe yarıyor mu ne? Baksana içki içmiyor. Eğitimimde dayak artık bir araç olmaktan çıktı. Başöğretmen Mert artık beden hareketleriyle eğitecek beni. Vakt-i kerahatin geldiğini düşünen Peter, Sabri abinin rakısını getirdi. 

Mert’in içmediğini görünce Sabri abi rakıyı geri gönderdi. Ben ne yapacağım şimdi. Alışmışım la alkole. Akşam oldu ayran mı içecez. Mutfağa gidip Peter’den bir çakımlık viski istedim. Mert içmiyor diye vermedi. 

Kokusunu alır kızarmış bana. Kokusuz bir şey ver o zaman, dedim. Ters ters bakıp, bardağa kola koydu üstüne de cin döküp verdi. Ben de masaya döndüm. Masaya başöğretmenin eşi Cihan ve kendi eşi Elif’de katılmışlar. 

Üstelik benim yerime yani Mert’in yanına oturmuş adi Cihan. Mert’in diğer yanında da kumam Ömer oturuyor. Ben nereye otursam diye bakınırken, Elif boynuma atlayıp yanına oturttu. Sarılmayı bırakmadığı gibi suratımın her yerini yalar gibi öpmeye başladı.

Sabri abinin bize bakıp güldüğünü görünce utanıp çektim kendimi. Ama Elif’in kolu boynumda dolanık durmaya devam etti. Ömer’e baktım mutlu gülüyor bana. Ben bir kızın kollarındayım. Kendi de Mert’in kıçının dibinde ya…

Sabri abiyle Mert birşey demeden içeri gittiler. Ömer’in babasıyla yapılacak kongreyi konuşacaklar herhalde. Yarım saat sonra döndüler. Ben hazır Mert yokken Peter’in kokteylini dipledim. Kendime geldim. 

Mert’ler içerde oturduklarından tekrar mutfağa gidemedim. Cin de fena içki diilmiş ha. Peter benim uçucu cinim değil miydi? Gözlemeye başladım, ikinci bardak cin için uçucu cinimi. Biraz sonra Mert’ler masaya döndüler. Mert, Ömer’e bakıp konuştu.

“ Birazdan baban buraya gelicek”

Ömer’in suratı düştü. Sonra bembeyaz suratı kireç gibi oldu. Mert bir koluyla sıkıca sarıldı ona. Birden rengi geri geldi. Kedi gibi sokuldu Mert’e iyice. Bıraksan kucağına çıkıcak. Aha bir de çenesinin alt tarafından öptü Mert’i. 

Delirecem şimdi. Hemen bardağımı alıp kalktım ayağa. Kafenin kapısında dikilen Peter’in kolundan tutup mutfağa sürüdüm. Anladı tabi neye sinirlendiğimi. Ben söylemeden çıkardı cin şişesini. Elinden aldım. 

Bardağın çoğunu doldurdum. Kola açmadı beni, tatlı tatlı. Üstüne de azıcık soda koydum. Büyükçe bir yudum attım. Budur. Güzel olmuş. Mutfakta içmeye devam ettim. Peter’i gönderdim. Mert’in teselli işi bitince bana haber verecek, döneceğim.

~~~

Cin iyi geldi. Cesaretim yerine geldi. Döndüm masaya. Cihan’ın kulağına, biraz izin ver Mert’in yanında oturmama, bir şey konuşacağım da, dedim. Ters ters bakıp kalkıp Elif’in yanına oturdu. Hemen çöküp sarıldım Mert’e. 

Ben de çenesinin diğer tarafındaki altını öpüp, boynuna doğru hafifçe yaladım. Mert bana bakınca çektim kolumu hemen. İş olsun diye kulağına, biz de katılıyor muyuz Ömer’in babasıyla yapacağınız kongreye, yoksa ben içerde şınav mı çekeceğim, dedim. Gülmedi bu defa.

Hepimiz katılıyormuşuz. Sabri abi, kalabalık olursak daha ikna edici olur, demiş. Sanırım kongre bu masada toplancak. Erzurum ve Sivas'dan sonra, Moda Kongresi Atamert başkanlığında toplanıyor, Biraz sonra, siyah büyük bir mercedes ve arkasında yine siyah bir minibüs durdu.

Sadece mercedesin ön koltuğunda oturan güneş gözlüklü ve siyah elbiseli adam inip arka kapıyı açtı. Uzun boylu, kilolu, saçları dökük bir adam indi. Sabri abi Ömer’e baktı, baban mı? Ömer korkudan cevap veremedi.

Mert, evet, dedi. Sabri abi kalkıp karşıladı adamı. Hoş geldiniz beş gittinizden sonra. Masanın baş köşesine oturttu adamı. Adamın gözleri bir garip. Yılan gibi bakıyor. Ömer kafasını bile kaldırıp bakamıyor. Yüzü yere dönmüş öylece bekliyor. Adam ona bakıp,

“ İyi misin Ömer” dedi.

Ömer yere bakmaya devam ederek, duyulmaz bir sesle, evet, dedi sadece. Sabri abi iş olsun diye beni, Buğra’yı, Eylem’i, Cihan’ı ve Elif’i tanıştırdı adama. Bana, Buğra’ya ve Eylem’e baktı. Hastane fatihlerini tanıyorum kamera kayıtlarından, dedi. 

Masada ilk soğuk rüzgâr esti. Mert adama ters bakmaya başlayınca anlamış gibi Ömer’de başını kaldırıp, dudaklarını büzüp gözlerini kısarak baktı babasına. Bunun sinirli bakışı da bu işte. Elinden oyuncağı alınmış beş yaşında çocuk gibi bakıyor ancak. Adam tedirgin oldu.

“ Ömer hadi oğlum gidelim biz. İnsanları da meşgul etmeyelim burda. Annen evde. Okulun, dersler hepsi seni bekliyor”

“ Hayır. Konuşalım demiştin. Ne söyleyeceksin onu dinliyoruz”

Babası Ömer’i böyle kararlı görmemiş sanırım. Allak bullak oldu suratı. Avuçlarını sıktı. Bağırmaya başlayacak ama kendini zor tutuyor gibi. Çirkin suratı, iyice çirkinleşti. Evet önceki yargım doğru sanırım.

Ömer’in babası olamaz bu adam. Araya bir melek attırmış annesi, Ömer için. Sabri abi adamın sinirlendiğini farkedince tedirgin oldu. Çünkü, Mert’de hâlâ sinirli. Yavaş ve sakin bir ses tonuyla konuştu.

“ Beyfendi sizi anlıyorum. Ama bunlar genç işte. Sizin benim gibi düşünemezler ki. Ömer arkadaşlarıyla görüşmek istiyor. İzin vermiyormuşsunuz. Bir de doktor meselesi var. Ömer bir daha doktora gitmek istemiyor…”

“ Sen mi cesaret veriyorsun bu çocuklara. Ne arkadaşlığı, anlamıyor musun Mert’le yaptıklarını. Senin çocuğun yok mu? Senin çocuğun olsa Ömer, ne yapardın. Neden bu kadar hoşgörülüsün ve aldırmazsın. Sakalı ağarmaya başlayan aklı başında bir adama benziyorsun”

“ Ben çocuktum özgürlüğüm elimden alındığında. Islahevlerinde büyüdüm. Cezaevlerinde adam olmaya çalıştım. Dediğiniz gibi adam olduysam… Bilemem artık, adamlıktan ne anladığınıza bağlı. Yaşamımda hep çok uçlarda insanlarla birlikte oldum. İnsan özünde iyi ve kötüyü bir arada barındırır. Seçimleri onu iyi veya kötü yapar. Ve yaşadıklarımın, okuduklarımın, bana öğrettiği; bir babanın ne olursa olsun çocuklarının kıymetini bilmesini gerektiği oldu. Çünkü benim cezaevlerinde yok olup gitmemem için beni koruyan bir babam vardı. Gerçek babam olmasa da, o kadar hatama rağmen hep sevdi ve kolladı beni. Bu kadar hoşgörülü olmamın nedeni budur. Evet çocuğum var. Oğlumun da kıymetini bilirim. Baba kocaman bir ağaç gibi olmalı, gölgesinde çocuklarını büyüttüğü. Hem heybetini hissettiren hem de bebelerin o gölgede rahatça oynamalarına izin veren. İşte o zaman büyük ağacın dallarından biri olabilir o küçük çocuklar. Sonra o daldan düşen tohumla oğullar da ağaç olurlar”

Adama gerçekleri duymak çok koydu. Sabri abi adamı ikna etmeye çalışırken adam çıldırdı küfür etmeye başladı Sabri abiye. Mert fırladı adamın üstüne. Adam belinden kendi gibi devasa bir silah çıkardı. 

Siyah minibüsten adamları fırladılar bize doğru. Mert adama varamadan ateş etti adam. Kurşundan daha hızlı çıktı Ömer… Kan oldu her yer… 

Hep olduğu gibi. Doğarken kan… Yaşarken kan oldu her yer… Bembeyaz yüzüne kan sıçradı meleğin. Sarı saçlı, bembeyaz tenli… 

Gül kokulu çocuk, kan kırmızı gül oldu… Kapandı gözleri. Başını eğdi gül masumca… Herkes birbirine baktı şaşkınca. Mert kucağına düşen gülü Sabri abiye verdi yavaşça. 

Adamın elindeki silahı kaptı. Kafasına dayadı. Adamın korumaları silahlarını hepimize ayrı ayrı doğrulttular. Sabri abi var gücüyle haykırdı, sakın Mert… koçum abin hatrı için… bırak ben yapıyım. Mert söylenenleri duymamış gibi gözleriyle adamı öldürüyor.

Adam tir tir titriyor. Bu defa Sabri abi gül koncasını verdi bana. Kalktı ayağa. Mert’e doğru yaklaştı. Eğer, dedi. Tetiği çekersen beni de vurursun, dedi. Ben senin gibi bir aslanı dört duvar arasında görürsem ölürüm, dedi.

Ben, dedi. Kardeşimi, rüzgarın oğlunu, dedi…. Sonra sustu… Gözleri buğulandı. Etrafı bir bulut kapladı. Simsiyah sanki. Mert silahın namlusunu adamın kafasına bastırmaya devam ederken… Gözlerini; kucağımda kanlar içinde bir melek, zırıl zırıl ağlayan, bana doğru çevirdi. 

Ben ona, gözlerimden yağan yağmurlarla yalvardım. Ben ona, seni çok seviyorum sensiz olamam, dedim. İnsan olmayanlar senin gibi şerefli insanların elinde ölmeyi haketmezler, dedim. Sıcacıktı Ömer kucağımda. 


Bir baba nasıl yaptı bunu oğluna? Mert sıkmasa bile kafasına, nasıl devam edecek yaşamaya. Bir oğul, baba için kendisi demektir ya. Nasıl doğmuşsa doğsun. Veya nasıl yaşamayı seçerse seçsin. O sensin. İstesen de istemesen de.

~~~

Ambulans geldiğinde hareketsizdi Ömer hâlâ. Şunu biliyorum artık bir tek. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Değil mi ki, masumiyet vuruldu gözlerimin önünde. Anlayamadığım bir türlü, insanı tanıdım sonunda. Kurbanı da kestik gidebiliriz artık. 

~~~

Bu bölümün serlevhasındaki. Müthiş insan-doktor-oyuncu-yazarın kitabından bir alıntı daha.

Ne çabuk unutmuşum Habil ve Kabil’i. Mermer sunaklar yeni kurbanlarını bekliyor. Haydi, seyre duralım hep birlikte. Ne kadar da küçükmüş meğer. Sığamadık yeryüzü sofrasına. Kibir denizinde boğulmuşuz da haberimiz yok. Değirmenimiz susmuş, unumuz bitmiş. Fırınlarımız da kararmış kalplerimiz gibi. 

Artık burnumuzda sıcak ekmek kokusu yerine kan kokusu var. 

İyi o zaman. Ne diyelim? Afiyet olsun…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler