Liseden Üniversiteye 114 ~ ipleri bağlamaya gitmeliyiz


Liseden Üniversiteye 114



~~~ ipleri bağlamaya gitmeliyiz ~~~



Neden gözlerin kapalı yürüyorsun?
Çünkü bütün yolları ezberledim.
Ama düşebilirsin.
Bütün düşüşleri de ezberledim.

Dancer in the Dark (2000)



Cihan ayısının yaptıklarından sonra, bekleneceği gibi Elif’de Buğra’nın evine yanımıza taşındı. Buğra kendi evinde yemek kalitesinin hayatında olmadığı kadar yükselmesi nedeniyle çok sevindi. Hiç evden dışarı çıkmak istemiyor. 

Nasıl olsa sömesteredeyiz, izin verdim ben de oğluşuma. O kadar şirin ki, bilgisayarı açıp eski günlerinde olduğu gibi oyun oynamak, anime izlemek veya manga okumak ve çok sevdiği altyazı çevirisi yapmak için benden izin istiyor. 

Yalnız sıkılmazsan, diye de ekliyor. Dudağını yana çekip. O zamanlarda dudaklarını, yanaklarını ısıra ısıra yemek istiyorum yamyam gibi. Yalnızlıktan sıkılmak mı? Benim bütün hayatım yalnız geçti be kuzum. 

Alışkınım ama bu kadar ilgiye ve sevgiye alışkın değilim. Şok bir vurgun yiyebilirim. Mert olmayınca hep bir yanım yapayalnız zaten. Aldığımız karar gereğince ders çalışmıyoruz hiç. Mert de kendi aldığı karar gereğince hiç aramıyor. 


Ben kitap okuyorum müzik dinleyerekten. Bu arada Buğra’nın ultra hızlı ve kotasız internetinden bilistifade torrenti yağmalayıp arşivimdeki eksik filmleri tamamlıyorum. Gündüz güneş açarsa, ev denize çok yakın olduğundan açılır kapanır plaj sandalyelerimizi alıp sahile iniyoruz. 

Ben viskimi onlar biralarını yudumluyor. Kadıköy’e doğru batan güneşe kadar oturuyoruz. Denize baktıkça Mert’i hatırlıyorum. Dalgalar sahile vurdukça Mert’i hatırlıyorum. Güneş soğuk havada bizi ısıttıkça Mert’i hatırlıyorum.

Çıldıracağımı zannediyorum, yine Mert’i hatırlıyorum. O da burda olsa ben de onun kucağına otursam diye hayaller kuruyorum. Yok ama işte. Keşke Elif bozuşmasaydı Cihan’la ondan bir haber alırdık. 

Nerede acaba kaçkın tanrı Zeus? Birgün dayanamayıp arayacağım Kaptan Babayı o olucak. O neden aramıyor beni acaba? Biz yine oturmuş Elif’le denizi temaşa eder, Buğra da cep telefonundan birşeyler seyrederken…

Elimde tuttuğum telefonum titremeye başladı. Allah duydu beni. Tanrı Zeus’un babası Kronos arıyor. KaptanBabam yazıyor ekranda. Saldırdım telefona aynı oğlununkilerde olduğu gibi daha birinci çalış bitmeden açtım.

Can 📞 KaptanBabam

efendim ben de sizi arayacaktım ama epeydir aramadığım için utandım özür dilerim mert nerde çok merak ediyorum hatta deliriyorum siz nasılsınız kardeşim ömer can nasıl onu da çok özledim sizi da çok özledim…

Konuşmam bitmeden ki biteceği de yoktu, Kaptan Baba kahkahalarla gülmeye başladı. Sinir oldum, kendimi tutamadım karşımdaki ne diyecek diye beklemeden saygısızca hiç durmadan konuştum yine. Bu huy ben de Mert’den sonra peydah oldu.

Can 📞 KaptanBabam

özür dilerim

KaptanBabam 📞 Can

oğlum benim ne özür diliyorsun ben de seni çok özledim işin yoksa gönderiyim arabayı aldırayım seni konuşuruz biraz

Oğlum benim, diyor ya la. Kızmamış bana. Babam bana hiç kızmaz ki. Çünkü o gerçek BABA. Gerçek babalar oğullarını severler hata da yapsalar. Çok özlemiş beni, bu da bonusu. Aldırıcakmış beni, aldır ama Mert’i de aldır n’olur. Ne konuşacağız acaba?

Can 📞 KaptanBabam

evet hemen lütfen ama şey arkadaşım da var yanımda o da gelebilir mi?

Yine güldü Kaptan Baba neyse ki hep olduğu gibi ve oğlunda hiç olmadığı gibi, tabii gelebilir, dedi. Ellerinden öperim dedim ben de, içimden tabi. Bu arada Elif’i unuttuk tabi. Ama o da biraz yedekte otursun ya.

Üçgen içinde üçgenler çekemem yani. Kaptan babanın teknesinin ve arabasının fiili kaptanı Haluk abi aradı nerdesiniz gelip alıcam, dedi, sahildeyiz, dedim ve konum attım. Elif’i üç sandalyeyi eve taşırken orda bırakmak zorunda kaldık. 

Neyse ki teknedeymiş Kaptan baba, karşıya geçmekten kurtulduk. Kalamış marina ve mert yani kendi değil tabe teknenin adı manasında. Buğra çok beğendi mert’i, gözleri parladı, kendini de gerçekten beğendi mi acaba?

Bunu bilemeyiz, Kaptan baba kapılarda yani merdivenlerde karşıladı bizi. Öyle bir sarıldı ki bana, özledim dediği öylesine değilmiş anlaşıldı. Ben de ona sarıldım. Koca bir dağa sarılır gibi hissediyor insan kendini onun kolları arasında.

Hani Mert ağaç kokuyorsa Kaptan baba dağ kokuyor. Ömer Can’da çimen. Ömer Can, dedim ama onlar Hollandalı’yla Amsterdam’da kalmışlar. Kaptan baba Mert için gelmiş İstanbul’a. Durumunu görünce de Londra’ya göndermiş.

“ Durumu nasıldı ki?”

“ Gözlerinde can kalmamıştı. Kavga mı ettiniz siz”

“ Efendim açık konuşabilir miyim, saygısızlık olmazsa”

“ Tabii evladım”

“ Bu defa kabahat ben de sanırım. Ama elimden birşey gelmiyor ne yapsam. Beni hep bırakıp gidiyor. Yalnızlık yıldırdı beni artık. Kendimi bildim bileli yalnızım. Ama şu yanımdaki özel yaratım şahsı tanıdıktan sonra beni hiç yalnız bırakmadı. Mert’in boşluğu apayrı, o ayrı ama Buğra yanımda olunca içimde bir yerlerde çiçekler açıyor gibi hissediyorum. Biz üçümüz ayrılmayalım hiç diye düşündüm ama Mert önce bu fikre sıcak baksa da sonradan ya ben ya o dedi. Ve herşey bitti. Çünkü Buğra bensiz ben onsuz yapamam”


Şimdi bunlar ağzımdan dökülüverince, düşündüm. Buğra benim neyim? Sevgilim mi? Aşık mıyım ona? Dostum, arkadaşım mı? Ya da hepsiMe birden saplandı mı o samurai kılıcı saçları? Birden okuduğum bir kitap geldi aklıma.

~~~

Her aşk bir fırtınadır ve hiçbir fırtına sürekli değilidir.

Ömür boyu sürecek dostluklar ise çok daha fazla özen ister.

Dostluğun ahlakı, bir noktada aşkın ahlakından çok daha çetin cevizdir. Çünkü aşkta, aslında hayallerinde yarattığın insanı severken, dostuna sırf o nasılsa öyle olduğu için bağlanırsın.
[Kıyıda Yaşamak, Ahmet Cemal]

Kafam karmakarışık oldu. Aşk mı dostluk mu? Ya da ikisini birden bulmak mümkün mü? Ama aşk fırtınaymış. Bence aşk bir fırtına değil de bir düş belki. Bizim en özel düşümüz. Ama bu düşü yaşayabilmek için bedelini de ödemek gerekiyor tabi.

Bir adam, vitrininden ne dükkânı olduğunu anlayamadığı bir dükkâna girer ve tezgâhtaki yaşlı adama ne satıldığını sorar. “Biz düş satarız,” der yaşlı adam. Müşteri ilgilenir. Adam ona üç düş gösterir. Müşteri, en sonuncusunu ve en güzelini beğenir. O düşte kendisini görmektedir. Gerçek yaşamda, ilişkilerini doğru dürüst yaşayamayan biridir. Ama gördüğü düşte, başta kendi kişiliği olmak üzere, her yaşadığının ahlakını savunmakta kararlı biri olup çıkmıştır.

Beğendiği düşün fiyatını sorar.

Satıcı, “Yaşamınızın birkaç yılı…” der.

“Anlayamadım!” der müşteri. “Parayla değil mi?”

“Hayır. Biz düşlerimizi, müşterilerimizin hayatlarının bir bölümü karşılığında satarız!”

“Peki, şu birkaç yıl - biraz pahalı değil mi?”

“Hayır. Biz de öyle düşler var ki, karşılığında bütün bir hayatı da isteriz…”

Müşteri, düşü almadan dükkândan çıkar ve eski yaşamına döner.

Düşlerine layık olmayı göze alamamıştır. 
[Ingeborg Bachmann’ın bir radyo oyunundan, Ahmet Cemal çevirisi]

~~~

Dudağının kenarında bir gülümseme ile dinledi beni Kaptan Baba. Buğra’nın mutluluktan gözlerinden o yüksek dağlardaki bulutlar hızla geçiyor. Bulut gözlüm benim. Altın külçesi şeylim. Bu aralar pek piyasada gözükmese de. 

Ben susunca ciddileşti Kaptan Baba. O da oğlu gibi benim orospu olduğumu mu düşünmüyor acaba? Mert yapınca erkeklik ben yaparsam orospuluk. Bu dünya böle işte yavrum fıstık. Yapıcak birşey yok.

“ Siz de benim hatalı olduğumu düşünüyorsunuz sanırım, konuşmadığınıza göre”

“ Ne diyeceğimi bilemedim Can”

“ Benden böyle bir şey beklemiyordunuz”

“ İşin aslı öyle. Ama sizin işlerinize hiç aklım ermedi zaten. Bildiğim tek şey Mert iyi değil ve sanırım senin yüzünden. Seni suçlamak için söylemiyorum yanlış anlama. Sadece ona gereklisin. Bir çözüm bulamaz mıyız”

“ Siz dünya hatta uzaydaki en iyi babasınız. Eğer hala öyleyse benim de biyolojik olmasa da psiko sosyal ve kalbi bir numaralı babamsınız. Ne derseniz yaparım, yeter ki Buğra yanımda olsun”

“ Sizi Londra’ya Mert’in yanına göndereyim o zaman. Nasıl olsa okulunuz kapalı. Ne olacaksa olsun, görelim”

Neyse ki okulun beni Londra’ya göndereceğini sanıp pasaport çıkarmıştım. İngiltere vizesi de cabası. Bizim kuzunun durmadan bir yerlere giden babası da en çok Londra’da ikamet edermiş. O nedenle Buğra’nın zaten Birleşik Krallık pasaportu bile varmış.

Ben bilet işlerini hallettiririm yarın gidersiniz bütün bilgiler ve adresler Yasemin hanımda onunla konuşursunuz, dedi. Emir telakki ettik. Yasemin hanım Kaptan Babanın Etiler’deki evindeki gıcık yönetici kadın. 

Buğra’ya sormadık bile ama o herşeye okey zaten canısım. Kaptan Baba Hollanda’ya dönecekmiş. Burdaki işilerini halletmek için izin istedi. İsterseniz siz oturun, Murat sizi denize çıkarsın, dedi. Teşekkür ettik, eşeğin amına su kaçırmadan biz de kalktık. 

Taksideyken Yasemin hanım aradı. Bu ne hız, kişisel bilgilerimizi verdik bilet filan için. Yaso, işte böyle sekreterliğimi de yaptırırım sana, o kadar havalardan bakmayacaktın bana. Harbiden gidiyoz heralde.

Doğruca eve yollandık. Viskiye şişeden abandım. Heyecana kapılıp Kaptan Babanın askeri olduk ama umarım Mert bu sürpriz hareketi bir savaş ilanı saymaz. Ordan da kovarsa bizi, dedim Buğra’ya. Merak etme Londra ikinci memleketim, dedi.

~~~

Anlayacağınız bütün yollar Roma’ya değil Londra’ya çıkıyor. Sabah daha hava yeni aydınlanırken telefon takır tukur oynamaya başladı başucunda. Gözlerimi araladım. Kedi gibi sarılmış kuzum bana. Dayamış altın çubuğunu da bacağıma.

Nereye denk gelirse artık ille dayayacak. Asıl istediği yere bir dayayabilse rahatlayacak ama. Neyse şimdi ne alaka. Telefona baktım, bilinmedik bir numara. Açtım mecburen. İnsanın beynini oyan o sesi tanıdım hemen. Dün aradığında kaydetmemişim numarasını.

Yasemin 📞 Can

can biletleriniz bugün öğlen mert pamir beyin evinde kalıyor iner inmez gidersiniz yanına evden pek çıkmıyormuş bu arada sürpriz olmasın evde gökçe de kalıyor uçak check in ve mert almazsa eve diye otel rezervasyonlarınızı mesaj atıcam

Bu ne acele ya. Bu arada heyecandan olsa gerek birden ben de sertleştim. Göğsüne çöktüm Buğra’nın. Ne güzel suratı var bu veletin. Çatlayacak gibiyim. Ne kadar oldu boşalmayalı unuttum artık.

Şorta küçük de olsa bir çadır kurunca apollo, güldü Buğra. Elini attı sonunda, bana bol gelen şortun kenarından girip oynamaya başladı. Ellemesi bile içimin çekilmesine yetti. Yanaştım suratına iyice anladı ne istediğimi.

Şortu aşağı çekti, ben de kendimi çekip bir çırpıda çıkardım ve salladım gökyüzüne bayrağımızı. Gömdüm ağzının içine tümünü. Gidip gelmeye başladım deli gibi. Buğra’nın gözlerinden yaşlar gelmeye başlayınca ancak yaptığım hayvanlığın farkına varabildim.

Çıktım ağzından böğürerek öksürmeye başladı kıpkırmızı oldu suratı. Bana ne oluyor böyle? Zavallı çocuğa neden böyle yaptım. İndim üstünden göğsüne yattım. Neyse sonunda öksürmesi geçti sıkıca sarıldı bana.

“ Çok özür dilerim Buğra, sen bana o kadar nazik davranırken…”

“ Önemli değil aşkım, devam edebilirsin istersen. Ne istersen yap, yeter ki rahatla. Hissediyorum içinde bir bomba var gibi. Senin içinde değil benimkin de patlasın o bomba. Senin için ölmek ne güzel”

Apolloyu eline aldı. Ama o çoktan yuvasına çekildi bile benden korkusundan. Eğilip ağzına alır almaz Buğra, apollo evden fırlayıp bahçeye oynamaya çıktı arkadaşıyla. Tekrar kemik gibi yapınca, arkasını dönüp tükürük bıraktı deliğine Buğra.

Ben de giriverdim gül goncasına. O kadar sıkı ki Mert’in aletini nasıl aldı şaşırdım. Vurdurmaya başlayınca ben, inlemeye başladı. Önüne elimi attım yarı kalkıktı. Tükürükleyip elimi oynamaya başlayınca dimdik oldu.

Yüz üstü çevirip poposunu kaldırdım. Tekrar girip içine sokup çıkarmaya başladım, önüyle oynamaya devam ederek. Apolloyu başına kadar çıkartıp birden sokarken, deliğinin içindeki yumuşak deri de içeri girip çıkıyor. 

Harika bir tabloyu seyreder gibi seyrediyorum ben de olan biteni biraz şaşkın ama çokça sapıkça bir iştahla. Sıktırıyor deliğini, deli oluyorum ben de. On dakika ancak dayanabildim ve artık gelmem gerektiğini anladım.

Çıkıp içinden sırtüstü yatırdım. Tekrar suratının üstüne gelip, girdim ağzına. Elimden hiç bırakmadan altın külçesini, bu defa yavaşça girip çıktım ağzına. İbre yavaş yavaş ve tatlıca yükselmeye başladı. Su kaynadı kaynayacak gibi noktalarında ilerliyor.

Karnım karıncalanmaya başladı. Buğra elini arkama atıp parmağını içime daldırınca bomba değil bombalar patlamaya başladı. Ağzını doldurunca, çıkarıp yüzüne ateş etmeye başladım. Döllerim top top olmuş güzel suratına yayıldı.

Eğilip temizledim hepsini dilim ve dudaklarımla. Pek tatlıymış yavrularım. Ağzına yumulunca ordakilerin de hala durduğunu gördüm. Dilimle biraz oynayınca yuttu hepsini Buğra. Ben de onunkileri yutmak için kapaklandım önüne.

Gerçekten onu becermemden zevk mi aldı nedir, daha boğazıma değer değmez koca başı işer gibi gelmeye başladı ağzıma. O geldikçe geldi ben de kana kana yuttum hepsini. Oldukça lezzetliydi. Altın çubuk eriyinceye kadar bekledim.


Tekrar yumuldum döllü dudaklarına, krem şantili dudaklarımla. Öyle sıkı sarılıyor ki bana içim gidiyor ve tekrar kaldırıp altın çubuğu içime almamak için zor tutuyorum kendimi. Öpüşerek bir on dakika da o beni altına alıp iyice ezdi. Tekrar sertleşince önü hemen çıktım altından.

“ Buğra uçak öğlenmiş hemen hazırlanmazsak yetişemeyiz”

İyi ki öğlene almış biletleri Yasemin hanım. Yoksa Buğra bütün alacaklarını külliyen tahsil etmek üzere akşama kadar sikerdi beni. Haksız da değil ama olmuyor yapamıyorum. Neyse, ne dedi Kaptan Baba.

Gidin Londra’ya ne olacaksa görelim. Ebemizin amını göstermez Mert umarım. Buğra öyle içli baktı ki önüne bakıp. Ben de mecburen yere kaydırdım gözlerimi. Bakarsam önüne ipler kopabilir. Oysa ipleri bağlamaya gitmeliyiz Londra’ya.

~~~

Heathrow'a yumuşak bir inişten sonra kabin bavullarımız kapıp attık dışarı kendimizi. Enfes rüyamda Mert'le Londra'dan sonra bu ilk gerçek ayak basışım kutsal topraklarıma. Neden Britanya benim için önemli? Önemli ama gereksiz özet bilgiler vereceğim. Meraklısı googledan tamamlar.

~~~

Keltik-Romalı Britanya, Germen kabileleri (Anglolar ve Saksonlar) tarafından saldırıya uğramıştır. Keltler bu saldırılar sonrasında birbirleriyle savaş halindeki klanlara bölündükleri İskoçya'nın dağlık bölgelerindeki sınırlara geri yollandılar. İrlanda hiçbir zaman Romalılar tarafından fethedilmedi ve Keltik dillerini (Galce) konuşulmaya devam ettiler. Ancak zamanla bu dil de İskoç ve Galli Galcesinden farklılaştı. İşte Britanya’nın ilk sahibi olan bu Keltik halklar Türkiye için en önemli bir halk topluluğudur. Çünkü İÖ. 700 yıllarında yaşanan Dünyaca ünlü Truva savaşları Kelt’lerin savaşlarıydı. Keltler Galler’den yola çıkıp Yunanistan üzerinden İyonya topraklarına geliyorlar, geldiklerinde buraya bir isim veriyorlar “Turkije” (j - y diye okunur). Kelt’lerin geldikleri yer olan Galler’deki en önemli şehirleri ve aynı zamanda başkentlerinin adı, Turkije yani Türkiye idi.

~~~

Yani bu topraklar bana yabancı değil. Belki büyük dedelerimden bir buralardandır. Şakası bu tabi. Buğra’da Londra’da soylu kimliğine büründü. Zaten öledir kuzum benim. Metro yerine taksiye bindik. Burda homofobik olmak yasalarca yasaklandığından ben rahatım.

Buğra’nın bir homofobik taksicinin daha kafasını gözünü yarma riski yok yani. Yasemin hanımın attığı mesajdan adrese baktı Buğra. Sevindi, bana dönüp, batı Lodra’da sevdiğim bir yerdir. Komşu sayılırız Mert’lerle, dedi. Sonra da şöföre, Kensington, dedi. 

“ Ne komşusu Buğra anlamadım”

“ Babamın burdaki evi Chelsea’de. Yakın yani. Zaman bulursak gider miyiz yanına?”

“ Zaman verirse Mert, yani canımızı bağışlarsa neden olmasın

Öyle içten güldü ki. Ciddiye almadı sanırım ölüm riskini. Sarıldım Buğra’ya sevinçle. Tam adresi gösterdi taksiciye Buğra, burda adresler kodlarla veriliyor ve bulması çok kolay oluyormuş. Ben bulmak istediğimden pek emin değilim ama.

Sonunda vardık Mert’lerin evinin önüne. Ufak bir mahalle parkına bakan yeşillikler içerisinde klasik Londra sıra evlerinden. Ama farklı olarak bunların hepsi beyaz. Taksiden inince benim ellerim titremeye başladı. 

Eğer Mert evdeyse aramızda metreler var. Görünce bizi ne yapacak acaba? Buğra’ya baktım, her zaman ki gibi aldırmaz ve korkusuz. Apartman kapısından daire zilini çaldı. Bu defa bacaklarım da titremeye başladı.

~~~

Mert kapıyı açtığında önde durduğum için önce beni gördü. Öyle bir şaşkınlık ama mutlulukla da dolu bakışlar geçti gözlerinden. Sonra Buğra’yı da görünce, kızgınlıktan gözlerinden ateşler saçmaya başladı. 

Ben ateşleri yarıp atladım boynuna. Beni söküp aldı boynundan ve fırlattı yere. Sonra Buğra’nın üzerine atladı…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler