Liseden Üniversiteye 107 ~ anı yaşa delirdik mi sonunda


Liseden Üniversiteye 107



~ anı yaşa delirdik mi sonunda ~



aklını kaybedince, korkularından da kurtulursun
bu da seni özgürleştirir
çünkü sadece korkaklar kendi akıllarına güvenirler
ve bütün korkaklar, hakikatın esiridir
oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz
hakikatın ancak parçası olunur
bunun için kurtul: geçmişinden, geleceğinden, aklından
kâinatta ne varsa şu anda oluyor, görmüyor musun
sadece burada, sadece şimdi
gözlerini kapa, kalbini aç, aklını da bırak gitsin

İtirazım var (2014)

Epeyce süre konuşmadan birbirimize baktık. Sonra karanlıktan görünmese bile denizi seyrettik. Bahçedeki koca saksının içinde açan Ömer güllerine kalpler yolladık. Rüzgarın sokakta dolandırdığı sarı yaprakları izledik… 

Şimdi anladım Mert’le Sabri abinin saatlerce konuşmadan oturup içmelerindeki sırrı. Bu adamda içrek birşeyler var. Gizem var. Akıl var. Samimiyet var. İyilik var. Korkusuzluk var. Biraz aldırmazlık var, insanı rahatlatan.

Bunları da, Peter’inkilere benzeye simsiyah gözlerindeki bakışlarıyla ve sözleriyle karşısındakine öyle bir aktarıyor ki. Aynı havayı solumaya başlıyorsun. Sigara havasını sevmediğimi bildiği için, bardağında kalan son yudumu vurup dışarı çıkıyorum ,dedi, elinde Davidoff paketiyle.

Ben de bardağımda kalanın hepsini attım içime. Kanım iyice hızlı dönmeye başladı. Bu çok iyi geldi. Ne kadar içsen tek başına, Sabri abi gibi rakı masasını bilen biriyle olduğu gibi rahatlatmıyor insanı. Dönünce sigaradan,

“ Doldurayım mı abi”

Dedim şişeyi bardağına uzatıp. Nedense neşesi biraz kaçmış gibi. Gözlerini kapatıp kafasını salladı sadece. Yavaşça doldurmaya başladım rakıyı. Zira ölçüsünü bilmiyorum. Gözlerinin içine baktım, dur, desin diye. 

Dudağını yana çekti gözünü kapatıp. Bu, dur, demek sanırım. Kendi bardağıma da koydum. Hemen kalkıp dolaptan soğuk su getirdim. Peter’den gördüklerim. Koydum suyu, teşekkür etti. Sesinde de bir gariplik var. Tam neşeleniyoruz diyordum. Ne yaptım yine yanlış.

“ Can, senin bir arkadaşın vardı ya Mert’le kavga eden”

Hangisi acaba? Tanıdığım erkeklerin hepsiyle ya kavga etti ya edecekti ya etmek üzeredir. Dani mi? Sinan mı? Engel olmasam Hilmi mi? Celâl mi? Yok onu tanımadı. Sadece bana attığı mesaj yüzünden, onun yerine bana girişmişti. Şaşkın baktığımı görünce Sabri abi,

“ Bizim sokakta kavga ettiği çocuk vardı ya” dedi

“ Sinan’ı diyorsun… Ama kavga etmemişti de. Dayak yemişti sadece”

“ Neyse işte, görüşüyor musun onunla”

“ Nasıl görüşebilirim abi. Öldürteyim mi çocuğu. Sen de istememiştin zaten görmemi”

“ Ben sadece sen sorduğun için düşüncemi söylemiştim. O da tatsızlık olmasın Mert’le aranızda diye”

“ Yok korkumdan arama beni dedim abi, yeminle”

“ Buğra’ya bir şey demiyor Mert, hayret”

“ Buğra tatlılıktır, kuzudur. Kime nasıl davranılacağını bilir. Giriverdi Mert’in gönlüne bir şekilde”

“ Yoksa Mert Buğra’yı rakip olarak görmüyor mu?”

Off ya Sabri abi ilk defa bu kadar ayrıntı sorguya girişti. Ne bu şimdi? Hiç yapmadığı şey. Bu sorular nereye gidecek acaba? Yoksa Mert mi sorduruyor bunları. Görmedim işte Sinan’ı. Arama beni dedim, arar mı bir daha. 

“ Abi yanlış anlama istediğini sorabilirsin bana tabi. Ama nerden çıktı bu konular birden, çatlıycam meraktan şimdi”

“ Geçen gün sen okuldan dönüşte kafeye girerken arkandan biri geliyordu. Dikkatimi çekti. Sen odana çıktıktan sonra da epeyce yolun karşısında bekleyince daha önce gördüğüm birine benzettim. Sanırım Sinan’dı. O nedenle sordum. İşlerine karışmak değil niyetim. Bu karmaşık ortamda bilesin diye söyledim yanlış anlama sakın”

Ah be Sinan… Ne özledim seni bilsen. Ama şimdi senin, nasıl derler. Hiç sıran değil. Senin sıranda ben çok bekledim, sıra sen de anlamında değil ha. Ben seni beklerken, senin de dediğin gibi çocuktuk, hele ben.

Onun için birşeyler yaşamamış olmamız, belki doğru seçimdi. Bilemiyorum. Bunları düşününce kafam yanıcakmış gibi oluyor zaten. Kaçırılmış fırsatlar mı hayat aslında. Ne geliyorsa içimizden O AN yaşamalı mıyız?

Sorgulamadan, kim ne der diye düşünmeden. Sonu nereye gider, demeden. Freud baba geldi aklıma yine, yeniden. Dünyanın en mutlu insanları delilerdir, anlamına gelen bir düşüncesi vardı. İçindekilerle yaşayıp, süper egosuna aldırmayanlar yani.

Ya da zaten toplumsal egonun oluşmasına hiç izin vermeyenler. Bilinçaltının belki apaydınlık belki kapkaranlık yerlerinde dolananlar. Mutlular mı yoksa sadece anksiyeteden korunmak için mi bunu yapıyorlar? Neyi nasıl yapıyorlar tam bilemiyoruz. Denesek. 

Delirelim Mi?

≈≈≈

Ders biter bitmez, kollarımı sıraya koyup üstüne gömdüm yüzümü. Hiç istemeden ve içim kanayarak Buğra’ya işkence etmeye devam ediyorum. Bıksın benden, gitsin yanımdan diye hiç konuşmuyorum. 

Yüzüne anlamsız bakıyorum o da kırk yılda bir. Ama o, sanki hiçbir şey olamamış gibi, beni rahatlatmak, normale döndürmek için konuşmaya, bir şeyler anlatmaya devam ediyor. Bir normal halim oldu mu ki benim hiç? 


Gelişmelerden onun anlattıkları ve Elif’in mesajları sayesinde haberim oluyor. Çok umurumda ya. Her gün çıkışta bir yere gidelim mi? Ya da, bize gel ders çalışalım, diyor. Yine suratına anlamsız bakıp çekip gidiyorum jandarmaların eşliğinde hapishaneme.

Babasının haberi oldu Ömer’in ölümünden ve Buğra’nın da orada olduğundan. Çünkü bizi ifade vermek için karakola götürdüklerinde nerden öğrendiyse öğrenmiş. O gelip aldı Buğra’yı. Çok kızmış, bağırmış çağırmış.

Ama kuzu bu işte, ne yapmış etmiş affettirmiş kendini. Şeytan tüyü değil. Onun ki kuzu tüyü, herkesi ikna eder. Onunla konuşmak istemememin bir nedeni de bu. Ben onu hak etmiyorum. Kime elimi deysem kendim gibi yakıyorum.

Mert her zaman ki gibi haklı. Yine geldi hiç aklımdan çıkmayan şey. Ne bok yemeye hastaneden kaçırdık Ömer’i. Çocuğun asıl katili ben miyim? Midem bulandı bunun tekrar tekrar aklıma gelmesinden.

Ağzıma kadar geldi midemde olan boşluk ve acı sıvı. Sınıftan hiç çıkmayan ben, fırladım dışarı. Tuvalete zor yetiştim. Yere çöküp yapıştım klozete. Öğlen Buğra’nın aldığı kaşarlı tost ve artık midemde olmayan ne varsa hepsi çıktı gitti kubura. 

Epeyce öyle kaldım. Gözlerimden, ağzımdan ve burnumdan habire birşeyler akmaya devam ederken. Öğürmekten acıyan boğazım yara gibi yanıyor. Epey sonra kalkabildim ayağa. Zorlukla çıktım kabinden. 

Buğra arkamdan gelmiş, beni bekliyor kapının ağzında. Sınıfa doğru giderken, koridorda önümde tanıdık bir siluet seçtim belli belirsiz. Dalgalanan saçlar? Sinan bu… Bizim sınıfa doğru gidiyor. Buğra’ya, sen derse gir, dedim kararlı. 

Ne kadar kararlı olabilirsem bu halde veya her halde. Buğra kös kös sınıfa yönelince, hemen dön geri yaptım. Ama ortalarda da dolanmamalıyım. Mert’le karşılaşırım diye korkudan ölüyorum. Nasıl yüzüne bakacağımı bilemediğimden. 

Bu defa, Emel’le burun buruna geldik. Bana çok bozuk haklı olarak. Bir kaç defa sınıfta yanımıza gelmişti, birşeyler söyledi ama ben yüzüne bile bakmadım. İnsanlar anlasalar keşke. Ben onlara kızdığımdan veya sevmediğimden yapmıyorum ki bunları. 

Kendime kızıyorum, kendimi sevmiyorum. Cezalandırıyorum kendimi o nedenle. Birbirimize baktık Emel’le… Tam gidecekti. Suratımın hâlini görünce sanırım, döndü elimi tuttu. Kustuğumdan beri titremesini durduramıyorum ellerimin. 

Anladı birşeyler olduğunu. Kantine doğru çekti beni. Kafamı iki yana salladım olmaz der gibi. Durdu baktı şaşkın. Bu defa çıkışa doğru çekti. Kolumdan tutup götürüyor beni. Ben alışkınım yadırgamadım. 

Takip ettim onu. Zira Sinan okulda. Mert’de okuldaysa. Elif attığı mesajlarda derslere girdiğini söylüyordu. Derslere ve havuza girmek dışında kime giriyor acaba?! Ben oraya dönemem. Çünkü şu an olabilecekleri kaldıracak bir gücüm yok. 

Ufacık bir darbe bile alırsam, yıkılıp kalacağımı hissediyorum. Malumun ilâmı. Emel yurtlara götürdü beni. Odasına girdik. Bacaklarımda derman yok çöktüm hemen sandalyeye. Yanıma geldi Emel. Su verdi, içtim. Acı geldi.

Ayakta sarılıp göğüslerinin arasına bastırdı kafamı. Kollarının da maşallahı var pek güçlüymüş. Kafamı gömdüğü şeylerle ilgili bir yorum yapamayacağım. Sadece nefes alamıyorum, bu da işime geliyor.

Sonuçta bir kadının memişlerinde boğulan ilk insan olmak ilginç ömrüme güzel bir son olabilir. Zaten hareket edecek halim de yok. Saldım kendimi Emel’in güçlü kollarının arasına. Eğilip öptü en sevdiği yer olan yanağımla dudağım arasından.

Elimi yüzümü bile yıkayamadım. Kusmuk her tarafım. Utandım geri çekildim. Ama Emel’in pek umrunda değil. Yalar gibi bir de öbür taraftan öptü. Onun yerine ben iğrendim kendimden. Ayağa kalkıp, kapıya yöneldiğimde tekrar yapıştı koluma. 

“ Nereye!”

“ Ne bağırıyosun, ödüm patladı ya. Görmüyo musun leş gibiyim. Eve gidicem”

“ Bu durumda bırakmam. Önce rahatlatayım seni, sonra da neler olduğunu anlat tek tek. Ne gerekiyorsa yaparım içinde bulunduğun bu mutsuz durumdan çıkman için”

Rahatlatayım, derken? O biraz zor, Mert gerek onun için bana. Ama bakamıyorken bile ona, nasıl yaparım o işi. Ne işi? Nerden aklıma geliyor böyle şeyler. Bir ayı geçti gelmediğim, ondan mı? Kazağımı çekiştirdi zorla çıkarttı.

Tekrar kapıya döndüm. Bu defa daha güçlü, tişörtümü yırtar gibi çıkarıp yatağa itti. O kadar halsizim ki düşüverdim yatağa. Üstüm çıplak olmasa ve rahat bıraksa da şurda uyuyuversem. Şimdi de kotumun düğmesini açmaya çalışıyor.


Manyak ne yapmayı düşünüyor acaba? Kafamı kaldırıp, korkuyla ona baktığımı görünce, güldü. Merak etme sadece yıkanıcaksın, dedi. İyi de bunun için kendim soyunabilirim. Kotumla beraber soket çoraplarımda düşüverdi yere.

Ayağımın üstünü öptü. Ben hemen iki elimle külotuma yapıştım. Ayağımı öpecek kadar sapıttığına göre, son kale kaldı elimizde ölümüne savunulacak. Hemen kalktım, pantolonuma uzanıyordum… Ona baktım.

Kolunu kaldırmış banyoyu gösteriyor erekte parmağı ile. Ordular ilk hedefiniz, neydi o? Yani burdan çıkış yok bize. İffetime bir zarar gelmeden bitse şu benim temizlenme işim. Olup olacağı bir kustuk, bunun için boy abdestine gerek var mıydı?

Gittim zorunlu banyoya. Hemen kapadım kapıyı ama anahtar yok. Kitlemeden nasıl yıkanacağım. Sıcak su da öyle bir çağırıyor ki beni. Kapıyı hafifçe aralayıp kafamı uzattım, baktım. Oraya buraya saçılan elbiselerimi topluyor.

Ben bunu Hilmi’yle tanıştırayım. Yok özür dilerim bu düşüncem için. Hilmi gibi bir insanlık dışı yaratıkla Emel yan yana gelmemeli. Ama aklıma geliyor işte ne yapayım, engel olamıyorum. Ben kapıyı açınca daldı banyoya.

“ Havlu istiycektim sadece” dedim.

“ Gir sen duşa hazırlarım ben herşeyi”

“ Senin yanında soyunamam. Ne olur havluyu ver ve ben çıkana kadar girme banyoya”

Havluyu dolaptan çıkarıp verdi ama biraz atar gibi. Slip külotuma dikkatlice baktı. Tamamen unutulduğu için olur olmaz kafasını bana uzatan apollo neyse ki uykuda. O kadar çaresiz bir durumda ki Emel’e bile yürüyebilir. 

Asık suratla çıktı banyodan. Gözüm her an kapıda, külotumu çıkarıp daldım duşa. Önce kusmuğun kekremsi tadını geçirebilmek için sabunlayıp çalkaladım ağzımı. Vücudumu da hızlıca sabunlamaya çalıştım. Sıcak su öyle iyi geldi ki. 

Yumuşadı heryerim, bir yer hariç. Bu ne şimdi? Bu durumda bu ne alâka. Kusmak deprem gibi bir sarsıntı yaratıyor insanın bünyesinde. Sonra birden aklıma birşey geldi. Ömer’in babasına nefretim arttı. Apollo bundan mı?..

Tam saçlarım sabunluyken daldı yine banyoya. Zamanlamayı nasıl beceriyor acaba? Hemen arkamı döndüm. Sabunu durulamaya çalışıyordum. Popomdan etkilenmez umarım. Nerden bulduysa birşeyle sırtımı sabunlamaya başladı.

“ İzin ver de gevşeteyim seni”

“ Emel yalvarırım çık, n’olur”

Apolloyu görürse rezil olurum. Onun için ayaklandığını düşünür. Oysa o hep isyanda, hele sıcak suda. Şu an ise başka şeye nefretimden. Haluk’un erkekliğini övmüştü Murat. Onunkinden sonra bizim ki biraz minik kalır sanırım. Neyse Mert küçük seviyor ya bana yeter. 

Cevap vermedi işine devam ediyor. Ben dondum kaldım. İkinci defa bir kadının karşısında çıplağım. Üstelik erekteyim ve hiç inmeye niyeti yok başımın tatlı belasının. Tam, reverse hareketiyle havluya ulaşmaya çalışıyordum…

Arkamdan uzanıp tuttu apolloyu. Öyle sıkıyor ki kıpırdayamadım acıdan. Sabunlu elini sıktırıp gevşettikçe gözlerim kapandı. Daha da sertleştim çatlayacak nerdeyse. Durulayıp, sapımı bırakmadan duştan çıkardı beni. 

Oldu olucak bir de tasma tak. Acıdan inlemeye başlayınca. Sonunda bıraktı. Koparacaktı manyak karı nerdeyse. Heryerimi itinayla kuruladı. Bacak arama filân değdirince havluyu, ben kaçmaya çalışıyorum. Tekrar elini atıp sıktırıyor beni, işkenceci. 

Sardı havluya nihayet. Utancımdan gözlerimi açamıyorum. Nedense konuşamıyorum da. Onun da konuşmaya pek niyeti yok. Omuzlarımdan sıkıca tutarak odaya sürükledi. Sonunda açabildim gözlerimi. 

Külotum banyoda kaldı ama önemi yok, donsuz pantolon giymeye alışkınım. İskemlenin üstünde itinayla katladığı elbiselerime yöneldim. Ona da izin vermedi, mengene gibi elleri kollarıma yapıştı. Neyse kola razıyız artık.

Yatağa oturttu zorla. Kalkmaya çalışınca omuzlarıma bastırıp, yatırdı beni sırt üstü. Bu da yetmedi, üstüme çıktı. Bir kıza bile karşı koyamıyorum. Sinir oldum kendime. Havluyu sıyırdı, eteğini de açıp tam üstüne kayıp nasıl becerdiyse alıverdi içine apolloyu. 

Ne ara kilotunu çıkardı bu? Ben kıpırdayamadan öylece dururken gözlerimi açıp baktım ona. Bu defa o gözlerini kapamış, hafifçe zıplamaya başladı üstümde. Vücudumun üst kısmını kıpırdatamıyorum, avuç içleri göğsümde. Öyle bastırıyor ki yapıştırdı yatağa beni.

Nefes zor alıyorum. Kıracak kaburga kemiklerimi. Belime de öyle bir çöktü, kıpırdasam giriş çıkışı ben yapıyor olacağım. Tam bir profesyonelmiş, söylemişti zaten yatakta tecrübeli ve iyi olduğunu. Ama bir erkeğe tecavüz edebileceğini tahmin etmezdim. 

Yoksa ben mi pek erkek sayılmam? Vajinasıyla apollonun başına öyle birşeyler yapıyor ki. İstemsizce zevk almaya başladım. Kalkmaya çalışmaktan vazgeçtiğimi anlayınca göğsüme bastırmayı bıraktı. 

Nefes alabildim doğru dürüst. İçinden çıkarmadan üstünde ne varsa çıkarıp attı. Çırılçıplak kaldı. Göğüslerine bakmamaya çalıştım. Vıcık vıcık oldu vajinası ama isterse de sımsıkı yapabiliyor. Orda kas var mıydı? 

Bilmiyorum, doğum olayı dışında hiç meraklı olmadığım bir organ. Apollo sevdi sanırım içerisini. Ne sertliğini kaybediyor ne de boşalmaya niyeti var. Eğilip dudağıma yapıştı. Açmadım ağzımı. Hem tecavüz hem sevişme olmaz.

Yapamam bir kızla veya hoşlanmadığım bir erkekle. Anladı istemediğimi. Kulaklarımı öpüp yalamaya başladı. Sonra boynumu, ordan göğsüme kaydı. Mememin uçları öyle sertleşti ki ısırınca acıdan bağırdım. 

İttim kafasını aşağıya. Yanlış anladı sanırım. Kalktı üstümden daha aşağılara doğru öpüp yalamaya başladı. Öyle seri ve istekle somuruyor ki… Haluk’tan ayrıldıktan sonra kimseyle yatmamış sanırım. 

Her tarafım kızarıp moraracak yine ya… Göbek deliğimi yalarken öyle zevk aldım ki… Ona baktığımı anlayınca, yüzünü bana doğru kaldırdı. Dilini sokup deliğe, hınzırca güldü. Delik derken halâ göbek deliğimde ha… 

Ve apolloyu bu defa bir kuşu tutar gibi nazikçe eline aldı. Bana bakmaya devam ederken, başına ufak ufak öpücükler kondurmaya başladı. Ağzına alıp dibine kadar soktu. Boğazına değdirmeyi başardım. Çünkü toplarımın bir kısmı bile ağzında. 

Bu işi de baya iyi yapıyor. Ben de tecrübe kazanmak için dikkatlice onu izliyorum. Onun bana yaptığı şeyi Mert’e yapabilmeme olanak yok. Boğazına akıtmak istedim. Ama apollo halinden öyle memnun ki tam bağımsızlık ilân etti.

Sanırım yoruldu ağzı kızın. Kaymış ağzı ve gözleriyle bana bakarak, apollonun her tarafını ve toplarımı yalamaya başladı. Ağzından akan tükürüklere engel olamıyor. Sırılsıklam oldu toplarım ve altları. Bacak arama kaydırınca dilini, kafasını yukarı çektim.

“ Can, harika aletin var taş gibi”

Küçük bir taş ama övgüyü de hak eder yani. O kadar çok emdi ve yaladı ki… Sonra bacaklarıma indi. Yalaya yalaya ayaklarıma geldi. Ayak parmaklarımı emerken beynim karıncalandı. Bu noktadan sonra boşalmadan Emel’i bırakmam olanaksız.

“ Ne olur Can şimdi sen üste geç”

Yanıma yattı. Bacaklarını da karnına doğru çekti. Nasıl oldu bilemiyorum ben de utanç filân kalmadı. Ama bu iş bitince çok pişman olacağımdan eminim. Bacaklarının arasına girdim dizlerimin üstünde. Ama giriceğim yere hiç bakmadım.

“ Sen sok” dedim.

Yine nazikçe tuttu, kor demir gibi apolloyu. Vajinasının dudaklarına sürttürürken gözlerini kapatıp boynunu geri attı. Gözleri kapandı sıkıca, yüzü buruştu. Nefes alamadı uzun süre. Sertçe bir şeye değdi apollonun başı.

Birden titremeye başladı ve alıverdi hepsini içine. Ben de hızlı girip çıkmaya başladım. Bir sımsıkı oluyor içi, bir bollaşıyor. Gözlerini hiç açamadan acayip sesler çıkarıp titremeye devam ediyor altımda.


Ellerini popoma attı kendine doğru çekiyor belimi. Ben de iyice hızlandım. Ve vurmaya başladım deliğine kuvvetli ve sertçe. Titremesi, inlemesi on dakika kadar sürdü. Elif’de olduğu gibi geri çekilemedim…

Patladım adeta… Havai fişeklerin insanların neden hoşuna gittiğini bilir misiniz? Patladıktan sonra sürdürdüm vurmayı. Her girişimde içine tazyikli akan hortum gibi boşaldığımı hissettim. O kadar dolmuşum ki… 

Birinden intikam alıyorum ama o Emel değil. Üstüne yattım kaldım, kalbim davul gibi gümbürdüyor. Yarı erekte içindeyim hâlâ. Çıkıp içinden, yanına düştüm sonra. Hemen üstüme çıktı… Yine öpüşmeye çalıştı… Ben yine açmadım dudaklarımı. 

Bana yapıldığında gıcık olduğum şeyi ona yapıyorum. Ama elimde değil ne yapabilirim. Israr etmedi. Yine yavaşça, her yerimi yalayarak görevini başarıyla tamamlayan apolloya inip, tertemiz yaptı diliyle… 

Genelde geldikten sonra küçücük kalan şey, nerdeyse tekrar kalkmaya hazır. Bu ne enerji lan. O da yanıma düştü sonunda. Göğsüme uzanıp başını koydu. Sıkıca sarıldı. Ama bu defa güç kullanmadan. Mutluluktan parlayan gözleriyle nefes nefese bana baktı.

“ Böyle üst üste seri orgazm yaşatmadı hiç kimse. Harikasın Can, bu kadarını beklemiyordum. Beni kırmadığın için çok teşekkür ederim… Aşkım sen rahatladın mı? Ben iyi miydim? Söyle ne olur”

Bir şey demedim. Sonuçta sadece boşaldım işte. Beni kırmadığın için, diyor. Zorla kendimi becerttiğim için, demek istiyor sanırım. Ama bunları ona söyleyecek kadar hayvan değilim tabi. Ona doğru bakıp gülümsedim…

Yanağına da olsa, küçük bir buse koydum… Bu garip günün anısına… Anı yaşa, delirdik mi sonunda?

≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler