Liseden Üniversiteye 119 ~ sana kaybetmek değil seni kazanmak önemli benim için


Liseden Üniversiteye 119



~~~ sana kaybetmek değil seni kazanmak önemli benim için ~~~



insanım ben, insana ait hiç bir şey bana yabancı değildir
kartacalı şair terentius



Bu kadar yumuşak yüz ifadesi sahibimde alışık olmadığım birşey. Önemli bir ifşaatta bulunmanın arefesinde gibi duruyor. Hayırlara vesile olsun. İçgüdülerim pek iyi şeyler olmayacağını haykırıyor. Ben sağır oldum duymuyorum.

“ Türkiye’ye dönmeyeceğim ben”

Bilinmezlerin tanrısı bizi yine sürprizleriyle şaşırtmaya devam ediyor. Allah başımızdan eksik etmesin. İlk onu okulun yüzme havuzunda gördüğümde vurulmuştum. Eros oklarını fırlattı, saplandılar her yerime ve derine ve ben boku yedim.

Öyle bir tatlı atladı, havuza değil benim içime, atlayış o atlayış. İnsan üstü o güzel vücut, gözler, gamzeler beni şaşkına çevirmişti. O günden beri şapşal şapşal dolanıyorum onun peşi sıra. Bu Türkiye’ye dönmeyeceğim kararı, seni bırakacağım, demek mi oluyor acaba. 

Bunu soramam, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmenin alemi yok. İyi de ne diyeceğim o zaman. Bir de Kaptan babaya ne diyeceğim. İyice, sıkıca sarıldım. Boynuna burnumu gömdüm. Ciğerlerime tanrı kokusunu doldurdum. 

Başım dönene kadar. Öptüm sonra bembeyaz pürüzsüz boynunu yalayarak. Ben senin kedindim hani. Buralara kadar geldim, bu kararı mı tebliğ ediyorsun şimdi bana. İlle kafaya takacak bir şey buluyorsun. Şimdi de Buğra…

“ Duydun Buğra’nın dediklerini bizi çağırıyor ne cevap verelim”

“ Ne diyorum lan ben sana, biz diye bir şey yok, ne lâftan anlamaz ibnesin sen. Siktir git nereye istiyorsan”

Bir cümle içinde birini bu kadar aşağılama başarısı ancak senin gibi birine yakışır koçum. Hadi geçelim tuvalete de, lâftan anlamaz ibneyi sik, siktirip gideyim emrine binaen… Yok boşuna heveslenme siksen düşmem yakandan.

Ben siktirip gitmedim ama o nedense Buğra’nın adını duyunca o kadar kızdı ki masum yüzü yine şimşekler attı üzerime ve gitti. Ben sik gibi kaldım mı yaban ellerde bir başıma. Ne çok sik dedim lan, özür dilerim. 

Bir başıma bir koca şehirde kalmak beni çok korkutur, İstanbul bile değil üstelik Londra. Ne kadar korktuğumu da en iyi Mert bilir; ya beni cezalandırıyor ya da bu sefer hiç umurunda bile değilim. Çok söyledim, birine verilebilecek en büyük ceza umursamamaktır.

Biraz daha oturdum ve düşündüm en çok da Buğra’yı. Bir seçim yapmam mı gerekiyor gerçekten. Buğra herşeyi kabul ediyor, Mert hiçbir şeyi. Buğra koşulsuz seviyor, Mert koşulsuz korkutuyor. Buğra çok güzeller güzeli ama Mert’de öyle işte.

Nasıl seçim yapılabilir ki. Bir ilke daha imza atıp, iki kocalı Hürmüz Can olamaz mıyım? Düşün düşün sonu yok. Eyleme geçmek gerek o a da ben de ne arar. Başkalarının eylemlerine konu olabiliyorum ancak.

Kendi başıma iş yapma yetkim hiç olmadı. Ama kendi başıma çıktım pubdan. Zira karşı masada oturan kızlar derin derin bakmaya başladılar. Birden aklıma Gökçe geldi ve elma gibi memişleri geldi, onları sıktırasım da geldi. Nedense?

Oxford Street’de, Hyde Park’ın ters yönüne doğru ara sokaklara dala çıka, yavaş yavaş yürümeye başladım, sersem sepelek. Yürümek kafamı dağıttı. Soho’ya gelmişim farkında olmadan. El ele tutuşmuş hızlıca yürüyen on beş yaşlarında iki gay gördüm. 

İkisi de şeker saplı, pardon şeker kaplı gibiydiler. Ben gözümü alamayıp, dikkatlice bakınca, onlar da bana bakıp gülümsediler. Ayyy içimi mutluluk kapladı hatta fokurdadı taştı. Nerdeyse peşlerine takılıcaktım. Mert haklı, ben iyice azgın bir orospu oldum.

Londra’da doğsaydım nasıl bir ibne olurdum acaba? Merak ettim la. Telefonum çaldı, baktım Gökçe arıyor. Onunla daha doğrusu elma memişleriyle ilgili hislerimi mi hissetti acaba? Açmıycaktım ama Mert’le ilgili olabilir.

Gökçe 🍎 📞 Can

nerde kaldınız ya sıkıldım tek başıma

Can 📞 Gökçe 🍎

kalamadık bir yerde mert kızdı çekti gitti

Gökçe 🍎 📞 Can

klasik mert can ilişkisi yani yeni birşey yok diyorsun sen ne yapıyorsun peki

Can 📞 Gökçe 🍎

hiç öyle dolanıyorum belki allah yüzüme bakar da gaybubet ile ödüllendirir beklentisiyle

Gökçe 🍎 📞 Can

gaybubet ne tam anlamadım dediğini ama allah senin yüzüne doğarken bakmış zaten güzellik hadi gel eve de gözüm gönlüm açılsın

Ben doğarken Allah bana mı bakmış? Bu ne demek şimdi. Neyse bakmışsa da biraz ters bakmış herhalde. Beni eve çağırıyor. Gözü gönlü açılacakmış. Yok gelemem başka yerlerin de açılır maçılır mazallah. 

Gaybubet ne demek bilmiyormuş. Böyle işe yaramaz garip şeyleri ben bilirim sadece. Malumatfuruşluk olsun diye de cümle içinde kullanıveririm. Mert’ten haberi olmadığına göre işim olmaz Gökçe’yle. Bir şey demeden kapadım telefonu.

Mert’i aradım açmadı. Biliyordum zaten, spor olsun diye yaptıydım. Buğra aramıyor, sanırım Mert’le birlikte olduğumu düşünüyor ve büyük komutanı kızdırmak istemiyor. Sabır küpüdür o, bir de bal küpü, bir de ben o bal küpünün içine daldırmayı özledim…

~~~

O kadar çok dolanmışım ki. Cadde bitmiş tekrar geri dönmüşüm ve Hyde parkın Marble Arc girişine gelmişim. Bacaklarımda derman kalmamış. Yürümekten popo yanaklarımın içleri bile yanıyor. Yanıyor deyince Mert ne sever oraları yakmayı…

Parka girip, çöktüm kaldım bir ağacın altına, çimenlerin üstüne. Hava kararmaya başladı ve ben homeless… Canım da acayip alcohol çekiyor. Gökçe’nin evi çok yakın ama ben ona çok uzağım. Mert yok yine. Tek çözüm Buğra… Daha birinci çaldırma bitmeden açtı.

KaraKuzu  Can

elimle telefon bütünleşti mert kızmasın diye arayamıyorum da meraktan öldüm ha bi de çok özledim ben sensiz nefes bile alamıyorum hadi gelin ne olur hemen ya da ben gelip alayım babam araba yasağını kaldırdı…

Can  KaraKuzu

buğra bi nefes alsan hadi hemen gel ve n’olur gelirken evden viski kap geberecem

Bulunduğum yeri söyledim. onbeş dakika sonra hızır gibi yetişti kuzum. Koşarak üzerime atladı, çimlerde azıcık yuvarlandık. Altına aldı beni, istemsiz bacaklarım açıldı, ben bir hoş oldum girince oraya. Kaçtım altından…


Çantasına yapıştım hemen, sanki altından o nedenle kaçmışım gibilerden. Oysa ben altın çıbıktan kaçıom ya nereye kadar o ayrı. Çantadan Jack çıktı , o varmış evde. Jime kuma aldım, hemen soğuk sodanın içine döküp kana kana içtim. 

Tatlı tatlı karıncalandı heryerim, beynime de ulaşsın diye, bir büyük yudum daha vurdum. Beynimden sonra, belki de önce en önemli şeysim olan pipime bile ulaştı yüce ateş suyu. Yanımda uslu uslu beni seyreden kuzuma sarıldım.

Gömünce suratımı boynunun yumuşacık ama hem de sepsert tenine kokusu çok tatlı geldi. Buğra mutluluk pıtırcığı oldu öyle bir sarıldı ki atmıom harbiden kemiklerim çatırdadı. Abi ya millet beni görünce he-man mi oluyor nedir bu, bir güç bir güç…

İyice çekti kendine kucağına alacak nerdeyse. Kesin kaldırmıştır yine. kaçmak için elimi cebime daldırdım. Biraz gevşetti. Telefonu çıkarıp Mert’i aradım tekrar. Sonuna kadar çaldırdım, o tekrar açmadı. Çimenin üstüne fırlattım telefonu.

~~~

Bir hafta Buğra’yla Londra’da onların evinde kaldık. Aynı yatakta yattık, her gece sütünü içtim emziğimden ama vermedim. Her gün defalarca aradım Mert’i. Yalvar yakar salya sümük özürler, ne edebi mesajlar attım…

Amınakoyım taş çatlar orta yerinde o derece ama tık ses çıkmadı acımasız heriften. Kuzum Londra’nın her deliğine soktu beni babasının Bentley arabasıyla. Tatlı sert o kadar güzel araba kullanıyor ki aynı Mert gibi. 

Çıldırıyorum onu seyrederken. Ara sokaklara girince istemsiz elimi atıyorum altın çubuğa, arabayı park ediyor hemen, ben de ağzıma alıyorum. Gece gündüz ağzım boş kalmıyor anlayacağınız. İçime de almak istiyorum… 

Ama yapamıyorum, Mert hep aklımda. Akşam olunca arabayı bırakıp kara taksilerle aktık gecelere… Çok eğlendik ama ben çok da üzüldüm. Ne olacak Mert’in hâli. Bizim hâlimiz diyemiyorum, biz diye bir şey yok buyurdular.

Bu arada söz etmeden geçemeyeceğim. Buğra’nın babası bana alıştı. İlk gördüğünde ki o kızgın adamdan eser yok artık. Oğlunun mutluluğu için ibne bir gelini kabullenmek zorunda kaldı zahir. Ben de onu sevdim aslında, her gördüğünde ikimize de uzun uzun sarılıp öpme huyu olmasa…

~~~

Okulun ikinci dönemi açılmadan önce İstanbul’a döndük. Ben bekleneceği gibi Buğra’lara taşındım. Dayanamayacağımı çok iyi bildiğimden ayrı odalarda yatmayı şart koştum ama. Zavallı kara kuzum bunu da kabul etti.

Ama bazı geceler çocuk gibi geldi, tek başına uyuyamadığını söyleyip yalvar yakar yanıma yattı, ben de oğluşuma sarıldım uyuttum onu içimden ninniler söyleyerek. Sabah olup uyanınca sımsıkı heryerimi ahtapot gibi kaplamış buldum onu hep, güzel suratında mutlulukla.

Birlikte hayvanlar gibi ders çalıştık. O zamanlarda az bir şey yiyiştik. Hastalanmasın kuzum diye hand-blow düzenli boşalttım. Ben hiç boşalmadım. Elini atarsa ittim uzaklaştırdım. Benim mutlu olmaya hakkım yok çünkü. 

Hatta cezalandırılmam gerekir. Mert olsa da, keşke ağzıma burnuma çalışsa diye aklımdan geçirdim. Düzenli akmasına alıştığım kan görmeyeli çok oldu. Bahar oldu, sonra yaz. Ve sonunda 2. sınıf da bitti.

Ben yine fakülte birincisi oldum. Dekan çağırdı, Londra işi için. Ben teşekkür ettim ve istemedim. Beynim sikildi zira. Mert’ten haber yok hep olduğu gibi; artık nasır bağladı her yerim. Kalbim dâhil. Uzak ve ıssız bir deniz kenarına gidip kafa dinlemek istiyorum.

~~~

Hiç bir söylediğimi ikiletmeyen, hatta ondan bir şey istediğimde mutlu olup zıplayarak giden kuzum bize bir arkadaşının yazlığını ayarladığını muştuladı. Hemen caddeye vardık; mayolar, havlular, terlikler; gay onur bayrağı gibi rengârenk yaptık kendimizi. 

Sabah en erken Dalaman uçağına atladık. Havaalanından araba kiraladı Buğra, vurduk güzelim Datça yoluna kendimizi. O kadar mutluyum ki, hani insan büyür 12-13 yaşlarına gelir de ilk defa arkadaşlarıyla yalnız birşeyler yapıp gururlanır, mutlu olur ya öle aynen…

Çünkü ben hâlâ o yaşlardayım. Kalakaldım orda. Çünkü ben o yaşlarda yalnızdım. Çünkü, gururlanacak mutlu olacak hiçbir şey yaşayamadım büyüyebilmek için. Tam tersine evde babamın bakışları altında bir böcek…

Okulda oğlanların oramı buramı elleyip eğlendikleri; biraz daha büyüdüklerinde dövüp dalga geçtikleri bir hiç oldum, ezildim durdum. Sinan’la olduğum zamanlar hariç tabi; o benim cennet adamdı ve hep öyle kalacak…

Her taraf çam ağaçları bir toprak yola daldı güzellik kraliçesi, pardon kralı kaptan pilotum. O ağaçlar kokular, çıldırıcam. Ağaçları çok severim ben, çocukluğumda manyak gibi her resim çizdiğimde en ortasına kocaman bir ağaç yerleştirirdim…

Daha o zamanlar fallus merakım uyanmış demek… Bir daha da uyutamadım o günlerden beri. Gelip beni dürtsün istiyorum. Sonunda menzile vardık. Anam babam, yok babamı çıkartıyorum sadece anammm…

Çamlar arasında bir tepelikten enfes masmavi denizi gören taştan bir ev… Tek katlı, tahta pancurlu İtalyan köy evlerine benziyor. Arabadan inince Buğra’ya doğru koştum ve öyle bir uçtum ki kucağına..

Yakaladı beni havada, bacaklarımı sardım beline, kollarımı boynuna… O benim suratımı, boynumu o güzel pötürcük dudaklarıyla öptü yaladı… Ben de onun dudaklarını ısırdım fırsat bulursam… Bir öksürük sesi duyduk ciğerden.

Kafamı çevirdim, köylü bir amca dişsiz ağzını yaymış, gülerek bize bakıyor. Ula, dağ başında rontlandık ya. Allahtan gaza gelip ileri gitmemişiz. Mert olsa bırakmaz yatırırdı beni hemen. Ama kuzum olur almadan yapmaz öle şeyler…

“ Hoş geldiniz, sizi bekliyordum. Bu eve ben bakarım. Necati Bey aradı geleceğinizi söyledi. Evi boyadık, temizledik, buzdolabı, tüpler her şey dolu. Başka bir ihtiyacınız oldu mu telefon edin yeter. Yemek yapmak istemezseniz, ne istiyorsanız söyleyin hanımın elleri sihirlidir, yapıverir. Bizim ev yolun başında. Ha bu arada adım Salim. Keyfinize bakın, kalın sağlıcakla”

Tabi Salim amca bunları söylerken ben Buğra’nın kucağından inmiştim. Arkasından şaşkın baktım. Buğra şaşırmadı, çünkü arkadaşlarıyla daha önce bu cennete gelmiş zaten. Kapıyı açıp içeri girdik, o kadar güzel bir mimarisi var ki evin…

Tavanda tahta kocaman kirişler, bütün mobilyalar hep masif tahtadan. Büyükçe bir salon mutfakta içinde, kocaman ebeveyn odası ve iki de misafir odası var. Buğra, bir koşu arabadan eşyalarımızı getirip büyük odaya yerleştirmeye başladı. Uyanık şey, kendini garantiye aldı.

“ Can sen dinlen, ben her şeyi yerleştiririm. Acıktıysan kahvaltıyı da hazırlarım veya yemek istiyorsan onu. Burda bütün işler ben de sen sadece istediğin şeyleri yap dinlen, keyfine bak kısaca”

Yerleştir koçum, gece de bu yatakta bana yerleştirmeyi düşünüyorsun muhtemelen. Üff hiç aklımdan çıkmıyor. Çıldırıcam sonunda. Ben ne zaman normal insanlar gibi olabileceğim acaba? Normal insan kim ola ki?

“ Kebap diyorsun yani”

“ Bunu çoktan hakettin. Sayende, sen birinci oldun ben de yüksek notlarla sınıfı geçtim. Kaldı iki yılımız. Ayrıca beni hiç yalnız bırakmayarak hayatımın en büyük ödülünü de verdin. Hele şimdi ıssız bir yere gelmek isteyerek sadece ikimiz, bana cenneti de verdin, aşkımsın forever”

Yaptığı anime çevirileri ile edebiyatını epeyce geliştirmiş. Yemek yapayım diyor, aç değilim aşkitom, aklım demin kucağına atladığımda, 0 km’den 100 km’ye 3 saniyede çıkan altın çubuğunun ibresinde. 

“ Herşeyi bırak Buğra n’olur sadece viskileri buz dolabına koy yeter. Hemen denize gidelim. Kokusu geldi hele bu ormanın aromasıyla harmanlanınca. Dalalım beraber beyaz köpüklere buz gibi…”

“ Emret aşkım…”

≈≈≈

Mayolarımız giydik hemen. Çaktırmadan baktım altın çubuk hâlâ yarı şişkin. Benim ki artık unutulmanın verdiği kederle sönük, günden güne küçülüyor. Küçük de olsa dillere destan apollo yok artık anlayacağınız. 

Dik bir patikadan denize inmeye başladık. Buğra olmasa ben burdan tek başıma inemem. Onu önüme aldım, düşecem diye ödüm bokumda omuzlarına tutunarak yürümeye çalışıyorum ama adımlarımı atamıyorum ki.

Önümde eğildi Buğra, korktun herhalde Can bin sırtıma ben indiririm aşağı seni. Yok ya korkmadım da birinin sırtına binmeyi çok severim, ondan şeyettiydim. Bindim sırtına. Ulan eti ne budu ne ama valla canavar gibi atlaya zıplaya taşıyor beni ha. 

Bu da aynı Mert gibi gizli kas ve güç deposu. Krallar gibi indim deniz kenarına. Denize biraz uzak ağaçlar var. Oraya oturalım dedim. Bildiğiniz gibi on dakikada güneş ıstakoz gibi yapar beni. Havlularımızı serdik. 

Ben hemen 50+ faktör güneş kremimi çıkardım. Sürmeye başladım ama Buğra hemen atıldı tabi, ben yapayım, dedi. E söyledi ama çocuk baştan, burda her iş ben de diye. Ben sadece bacaklarımı açıp keyfime bakacağım. Terbiyesizim…

Bu defa şort mayolar aldım kendime her renginden. Mert’in bana aldığı slip mayolarla, afedersiniz kız bikinisi altı gibi, küçücük pipimi sergileyemem Buğra’ya. O göbeğime sürerken güneş kremini daldırdı elini mayomun içine. 

Öyle utandım ki fındık kadar kalmış pipimden. Çek elini, diye bağırmışım istemsiz. Hemen çekti elini ve çok bozuldu. İlk defa ona böyle hayvan gibi bağırdım. Utancım x100 oldu. Çocuk ne yapacağını şaşırdı. 

Suratı düştü ama bozuntuya vermemek için korka korka sırtıma geçip yavaşça sürmeye devam etti kremi. Bu pipimin ufaklığından utanma huyum ne ara zuhur etti bilmiyorum. Buğra’dan utanıyorum üstelik sadece, yemediğimiz halt kalmadığı halde.

Ben de mecburen birşey olmamış gibi yaptım, ne diyeceğimi bilemediğimden. Sırtımı bitirince kremi alıp bacaklarıma kendim sürdüm. O yaramazlık yapmış çocuklar gibi çekingen beni seyretti. Çocuğa yapmadığımı bırakmıyorum, o beni sırtında taşıyor…

Gözünü de bir an ayırmıyor üzerimden. Çok mu şımardım ben bu karşılık beklemeyen sevgi ve ilgiden. Ona bakıp gülümsedim. Canımın içi yaa, hemen ağzı kulaklarına varıverdi. Gözlerinin içi bile güldü. Hiç kızmaz mı bu la.

“ Buğra özür dilerim orantısız tepkim için. Hadi denize girelim”

“ İstemeden bir anda oldu, asıl ben özür dilerim öyle elimi daldırdığım için”

Güldük ikimiz de, elini tuttum sevinci arttı koşmaya başladık denize doğru. Çok hızlı koştuğumu görünce şaşırdı. Deniz çağırıyor oğluşum, sen beni bir de denizin içinde gör. İskele olmamasına üzüldüm çünkü terliklerimi çıkarıp denize girince acıdan öldüm.

Küçük çakıl taşlı denizin içi. Ayaklarımın altı çok acır benim. Ulan ne netameli boksun dediğinizi duyar gibiyim. Batıyorlar n’apıyım, yürümem imkânsız. Buğra anladı eğildi yine önümde. Ben de jest olsun diye, bu defa kucağına al, dedim. Emredersin!, o bağırdı bu defa. 

Kucağına çıkıp, boynuna sarıldım, dudağına da bir kısa öpücük yaptım beni derine taşırken. Hemen havaya girdi dilini sokunca ağzımın içine, balık gibi kucağından atlayıverdim denize. Her zaman ki gibi dibe daldım ve nefesim yettiğince en dipten lüfer gibi açıldıkça açıldım…

Ciğerlerim patlamaya yakın yüzeye çıktım, Buğra benim denize atladığım yerde korku içinde etrafa bakınıp beni arıyor. Tabii bu kadar açılabileceğimi dipten düşünemediği için açığa bakmak aklına gelmiyor şaşkitomun.

Elimi kaldırıp bağırdım, gel, diye. Elini göğsüne vurdu, nihayet mi demek oluyor bu acaba. Hemen yanıma yüzmeye başladı. Vayy baya stil ve hızlı yüzüyor. Bunu da bizim okulun yüzme takımına alsak da Mert’le yarışsalar.

Birinci olana ödül olaraktan domalacağım. Evet hem netameli hem de terbiyesizim, ne yapalım. Yanıma varınca hayret ve korkuyla yüzüme baktı. Ben güldüm, insanları deniz dışında marifetlerimle şaşırtamadığımdan denizde her fırsatı kullanırım.

“ Can suyun altında o kadar nasıl kaldın, öldüm meraktan”

“ Karadaki hâlime bakma deniz canavarıyım ben”

Güldük çocuklar gibi. Yarışalım dedim. Tamam dedi heyecanla. Bu erkeklerde yarışma deyince deli sevinç oluşmasının nedeni ne acaba. Ama hevesi kursağında kalacak garibimin. Mert’e geçtiğim torpil geldi aklıma…

Ama bu defa gercekten yüzeceğim. Hep mi ofsayt olacak, ulan bir defa da biz kazanalım amınakoyım. Sahile, dedim. Hemen yüzmeye başladı. Ben biraz bekledim avans vermek için. Sonra tekrar daldım dibe, en dibe…

Dibin buz gibi suyu güç verdi, hemen yakaladım Buğra’yı, sonra geçtim. Ben sahile vardığımda o hâlâ yüzüyordu. Ben de kıllık olsun diye sahile denizin içine oturup bacak bacak üstüne attım, çoktan geldim seni bekliyorum anlamına geliyor bu da… Nefes nefese geldi yanıma, yine şaşkın. 

“ Ne kadar hızlı yüzüyorsun, hem de dipten”

“ Deniz canavarları dipte yaşar biliyorsun”

“ Anlamadım tam ama anladım diyelim mecbur yavaş yavaş alışıcam senin sürprizlerine”

“ Bozulmadın değil mi”

“ Niye ki”

“ Yenildiğine erkekler takarlar ya böyle şeyleri”

“ Sana kaybetmek değil seni kazanmak önemli benim için”

Erkeğin dibisin sen, hem de kuzusun yani yeme de yanında yat. Etine kurbanım senin, neren olsa yerim. Sahile vuran dalgaların orda oturduk beraber. Köpükler beni azdırdı yine. Sonra, bir iki saat daha yüzdük. 

Bir daha yarışalım demedim. Erkeklik gururunu kırmak istemem kuzumun. Sonuçta eve dönerken o patikadan çıkmak için erkeğime ihtiyacım var, ahahaha…. Sonunda yoruldum, antremansızım. Sezon ortasına doğru görün beni. 

Sabah çıkar akşama kadar yüzerim. Neyse, hadi dönemlim eve, dedim. Gözleri parladı. Patikaya gelince, sırtıma mı kucağıma mı, dedi hınzır kerata. Ben de kucağına atladım. Keçi gibi çıktı dik yokuşu. 

Buğra tam kara adamı. Rüzgarın oğlu Mert denizci benim gibi. İki denizci anlaşamıyoruz işte. Biri kara adamı olmalı. İki aynı kutup çarpışa çarpışa sever birbirini, yıprata yıprata yani. Ama farklı kutuplar tatlı talı çeker birbirini.

O nedenle bana Buğra gerek, ben ona. Yokuş bitince, ineyim artık yoruldun, dedim. Bırakmadı, ben yorulmam adrese teslim, dedi. Ayy kocacım gelinini yatağa kadar taşıyacak eşikten geçirip… Yatakta da geçirecek…

Ulan şaka dediydim ben ama o yatağa yavaşça bıraktı yorgun bedenimi. Zaten deniz azdırdı iyice, bir de yatakta olmak. Yine gözümün önüne dalgalar ve köpükler geldi. Başım döndü, ellerim titremeye başladı. Bu çoktandır olmuyordu.

Bunlar oldu mu ben de, akıl filân kalmaz tamamen seksin kölesi olurum. O ayakta bana bakıyor, ne yapacağım diye. Ben silip mayosunun neredeyse kenarından başını uzatacak şeyine bakıyorum. Zavallı bir hareket yapmaya korkuyor daha yeni azar yedi. 

Kalkmak istiyorum ama titreme bütün vücuduma yayıldı kımıldayamıyorum bile… Dışarıdan çam ağacı kokuları ve vıcır vıcır kuş sesleri geliyor… Bu da ne, bilemedim? Kuşlar?


≈≈≈

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler