Liseden Üniversiteye 115 ~ kime ait olursa olsun her tohum yeni bir başlangıçtır


Liseden Üniversiteye 115



~~~ kime ait olursa olsun her tohum yeni bir başlangıçtır ~~~



bir insanın zeki olduğunu nereden anlarsınız?
konuşmasından
ya hiç konuşmazsa
o kadar akıllı insan yoktur ki



Uçaktan ineli daha saat olmuşken Mert kaptan uçurdu bizi yine. Her zaman olduğu gibi kıçımın üstünde yerde acı içinde yatarken, Mert üzerine uçtuğu Buğra’yı altına alıp pata küte vurmaya başladı. 

Buğra önce ne olduğunu anlayamadı, kendini savunmadan öylece yattı. Oysa Gökçe orospusunun pezevenklerine karşı kartal gibiydi. Dudağı patlayıp kana bulanınca yüzü… Fırladı yerden ve dizleri üzerinde duran Mert’in suratına çok fena bir tekme attı. 

Mert yine uçtu ama bu defa aşağı inen merdivenlere doğru. Bugün uçan uçana. Benim de kafam uçtu, ölümüne sevdiğim iki tanrının da suratları kan içinde birbirlerine öldüresiye bir hınçla bakıyorlar. Ben kalkıp kime sarılsam da, ona vurma bana vur, desem? 

Hep olduğu gibi bütün suç benim değil mi? Mert’in dediği gibi, orospuluk etmesem bunlar olmazdı. İçimde var herhalde durduramıyorum kendimi. Buğra tekrar saldırsa Mert yerde yatıyordu. Ama o kavga etmek istemiyor sanırım. 

Mert bir yay gibi fırladı Buğra’nın üzerine. Bu defa Buğra hazırlıklıydı. Yana doğru yatıp savurdu bu uçuşu ve yeter, der gibi elini kaldırdı Mert’e doğru. Ben çoktan hayatımda beni başarıdan başarıya koşturan, mutluluklara gark eden eylemimi sahneye koymuştum bile… 

Salya sümük anırarak ağlayan bana baktı ikisi de. Ayağa kalktım güçlükle ve ikisinin arasına girip durdum. Buğra sarılıcaktı bana, ben de ona dur anlamında elimi kaldırdım. Mert Buğra’ya bakıp konuştu.

“ Hadi devam et kim ayakta kalırsa diğeri gider”

“ Hayır istemiyorum çünkü Can her durumda üzülücek. Ben onun üzüleceği bir şeyi yapmam”


Şaşkınlık, hayranlık, kızgınlık hatta nefret… Hepsi birden doldurdu gözlerini Mert’in bana bakarken. Yediği tekme güzelim yüzünü dağıtmış burnu kanıyor. Ben istemsizce onu sakinleştirmek için yavaşça boynuna sarıldım tekrar. Tekrar fırlatıp atmaz umarım. Yavaşça uzaklaştırdı boynundan beni.

“ Can’ın üzülmesini istemiyorsun madem ve birbirinize kıyamıyorsunuz, siktir git burdan hemen. Yoksa Can’ın da senin de kırarım bir yerlerinizi. İkiniz de üzülürsünüz”

Attığı tekme öldürücüydü Buğra’nın. Üzerine sıçradığında Mert, yaptığı hareket de gerçekten dövüşmeyi çok iyi bildiğini gösteriyor. Söylemişti zaten övünmeyi sevmeyen kuzucuk, iyi dövüşürüm aslında ama çok kalabalıktılar, diye. Gökçe’nin adamlarından sopa yedikten sonra yani. 

İstese belki Mert’i bile dövebilecek kadar güçlü biri. Ama benim üzülmemi istemiyormuş. Hep diyorum ya bu kuzu sadece aklımdan geçenleri okumuyor, girdi içime orda yaşıyor. Ara sıra karnımın içinde zıplıyor neşelenince… Her yerim gıdıklanıyor tatlı tatlı. 

“ Sen git dedin diye bırakıp gitmem Can’ı”

Mert gerçekten de etkilendi, Buğra o kadar kararlı ve bir o kadar umursamaz bakıyor ki. Mert gibi birine böyle bakmak göt ister ve ben bu güne kadar öyle götü olan birini görmedim. İkisi de kanlı suratlarıyla bana baktılar.

Ben mi karar vereceğim yani. Ben ve kendimle ilgili bir konuda karar almak. Bu güne kadar tanıdığım en uzay iki insan karşımdayken hem de. Pardon bir de Sinan var tabi. Benim kutsal teslisim. Baba, oğul ve kutsal ruh.

Şimdi burda kim baba, kim oğul, kim kutsal ruh yani teslis hakkında sizlere mufassal malumat verirdim ama sırası değil sanırım. Ancak onların yanındayken nefes alabildiğim iki insan… Biri iyi bir kötü mü? Ama ikisi bir araya gelince, beni ben yapan iki tanrı oluyorlar. 

Yin ve yang. Ben susunca Mert iyice gerildi tekrardan. O kadar alışmış ki köpek gibi ne dese kuyruğumu sallayıp ayaklarının dibine koşturmama. Yani yine sallarım da Buğra beni o kadar mı değiştirdi. Ya da bu aşırı ilgiden götüm mü kalktı?

“ Can konuşmamız gerek söyle şuna gitsin”

“ Buğra lütfen sen git şimdi… Arıycam ben seni”

Kuzum sarıldı bana. Özellikle yanağımı dayadım yanağına kan olsun benim suratım da. Çünkü kural; bütün vurma kırma eylemlerinin sonucunda bir yerleri kanayanın ben olmam gerekir. Kural bu, bozulmamalı yalandan da olsa. 

Daha sıkı sarıldı. Yapma şunu şurda da. İçim gidiyor. Hafifçe ittim göğsünü. Anladı, bırakıp hızlıca merdivenleri inmeye başladı. Aşağıdan ince sesiyle nasıl becerdiyse gök gürültüsü gibi bağırdı, Can’a bir şey yaparsan yaşatmam seni!

Aha azdı ya la bu. Tabi bu Mert’i de azdırdı. Arada kalan ben. Kolumdan tutup içeri savurdu. Dengemi zor buldum düşüyordum tekrar nerdeyse. Popom acıyo zaten. Apartman aralığında duran el bagajımı da içeri fırlattı. İçinde bilgisayarım vardı lan…

Neyse şimdi bunu düşünmeyelim. Durdum salonun ortasında, nasıl güzel bir yeşillik ormanı nerdeyse camdan içeri doluşacaklar gibi. Tekrar ağlamaya başladım. Bu defa sadece gözlerimden sicim gibi akıyorlar.

Buğra’nın yanağıma bulaşan kanıyla karıştı gözyaşım. Yaladım dudağımın kenarını. Bayılırım yalamaya; bir göz yaşını, bir kanı, ha bir de… İşte anladınız siz onu. Emdim dilimi. Tuzlu tuzlu çok hoşuma gitti.

Mert kanayan burnunu temizleyip yanıma geldi. İyice burnumun dibine girdi. Baktım, gözlerinde ne filmler oynuyor diye, ama anlayamadım bu defa. Yere baktım. Üçümüz birlikte neden olamıyoruz? Bu dünyada neden benim hiçbir isteğim olmuyor? 

Hep başkalarına hizmet etmekle mükellefim. Ya da Mert’e mi demeli? Kuzum hariç çünkülük. O bambaşka biri. Ama ben dünyanın en seçme hıyarlarından biri olduğum için… Ha bir de en korkak ibnesi… 

Ona, git, dedim. Ne yapabilirdim? Mert bu şakası olmaz ki, kırarım bir yerlerinizi derse ölür yine yapar dediğini. Buğra’nın elinin de armut toplamadığını gördüğümüze göre. Ondan sonra ben Mert’e mi yanayım Buğra’ya mı? 

Yoksa benim topal veya çolak kalmamın bir önemi yok yani. Kolunu kaldırdı. Ulan vurucak yine amınakoyım. Hıncını alsın da rahatlasın diye, kapadım gözlerimi. Parmağıyla küçük gözyaşı ırmaklarımda gezinti yaptı.

İncecik parmaklarının ucunu dudağıma değdirip bir resim yapar gibi dolaştırdı. Avucunun içiyle yanağımı kavradı. Bütün vücudum dikeldi. Ne kadar fazla etkisi var bende. Bir dokunuşuyla bütün kimyamı değiştiriveriyor.

Düşüp bayılacam şimdi. Birden kemikli elleri sıktı çenemi. Of yeter lan acıtma canımı artık. Neden kaldım senin yanında. Çünkü seni çok özledim ve üzülmene dayanamıyorum. Bir de üstüme çıkmanı istiyorum. Buğra’ya izin vermiyorum çünkü.

“ Ben ya o ya ben diyorum, sen onu da alıp Londra’ya getiriyorsun. Ne bu meydan okuma mı?”

He meydan savaşı yapcam senle. Var mısın? Güreşelim senle şöyle. Ben Jakob olurum sen Baal. Sonuçta Baal bir Boğa tanrı. Sen de Boğa gibisin maşallah. Yani görünüş olarak değil de güç olarak tabi. 

Biz hikayeyi değiştiririz. Ben seni yenmem. Sen beni yen. Altına alırsın, ver allah ver. Bayılırsın. Üstelik ben de bayılırım. Beraber bayılalım mı? Bak senin yanında ki dışında siktiremedim kendimi Buğra’ya. 

Senin dediğin gibi orospu olsam önüme gelene daha doğrusu arkama geçene verirdim. Vermiyorum ama. Namusunu sikiyim umurunda bile değil aslında. Ama seni o kadar çok seviyorum ki. Ama Buğra? Of deliricem… Gözlerimi açtım.

“ Ne meydan okuması. Özür dilerim. Kaptan baba gidebilirsiniz birlikte demişti de”

“ Babam mı karar vericek benim özel hayatıma”

Ay ben senin özel hayatın mı oluyorum? Neyse bıraktı sonunda çenemi çelik bilek. Koparacaktı yoksa. Bunu mu konuşacaktı benimle. Konuşmaktan anladığı bu, bir yerimi acıtıp beni azarlamak. Montumu çıkardım. Ayakta durucak halim kalmadı.

“ Oturabilir miyim?”

“ Otur!”

Aksi şey. Ben çöktüm, antikavari İngiliz mobilyaları göz alıcı. İçeri yollandı, viski şişesi ve bardakla döndü. Bir bardak, ben içmiycek miyim? Tekli koltuğa oturmuştum, o da yanımdaki üçlü kanepeye oturdu. Vurdu ilk teki sek. Yalakalık yapma fırsatı.

“ Su getireyim mi?”

Başıyla onayladı talebimizi. Soğuk su ve bir de bardak kapıp geldim, bu defa onun yanına oturdum. Sehpaya koydum bardağı. Alabilir miyim ben de, dedim. Gözlerini kırptı bu defa. Hani konuşucaktın. Kendime de ona da viski doldurup üstüne su koydum.

Gıcıklık olsun diye hepsini birden vurdum. Ohh sabahtan beri geberiyorum alkolsüzlükten. Uçakta içmek istemedi Buğra, midesi bulanıyormuş. Ben de içmedim. Sinirli bakıp elini kaldırdı, kafama yemeden hemen konuştum.

“ Ne konuşucaktın Mertcim, merak ettim de”

“ İçme sen viski filan, sinirlendiriyorsun beni”

“ Tamam yavaş içicem söz. Biraz kendime geliyim n’olur”

Cevap vermedi. O da vurdu hepsini bardağın. Tekrar doldurdum bardağını, şişeyi kendi bardağımın üstüne götürüp kaşlarımı kaldırdım. Koyabilir miyim, demek oluyor bu. Gözlerini kapatıp, ağzını yayıp kafasını öbür tarafa çevirdi.

Bu da, allah belanı versin zıkkımın kökünü iç, demek oluyor. Koydum zıkkımın kökünü, ufak bir yudum aldım. Soran gözlerle ve inatla ona bakmaya başladım. Böyle yapınca çok rahatsız olur. Konuşmak zorunda kalabilir, bir umut.

O da bana baktı, yavaşça elini uzatıp kuvvetlice ensemi tuttu. Beni kendine doğru uçurdu, Öyle bir yumuldu ki dudaklarıma, piercingim hopladı yerinden. Ben de acıdan hopladım ama Mert kendinden geçti bile.

Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Soktu dilini, ben de kendi dilimle oynadım onunla. Kardeş kardeş ara sıra canımızı yakarak koşuşturduk… Tişörtümü çıkardı, kendi her zaman ki gibi sadece şortlaydı. Gördüğümden beri onu gözlerimi kaçırdığım memişlerine baktım.

O biraz daha acıkmış ki, benimkilere yumuldu. Allaım o ne güzel yalayıp emmeler derken ısırdı birden. Sonra tekrar öperek aşağılara doğru inerken ben iptal oldum heyecandan. Dayanamadım, çıkarıyım mı, dedim kotumun düğmesinden tutup.

Kalktı, kotumun paçalarından tutup hızlıca çekip çıkardı, düşüyordum nerdeyse kanepeden. Ben de külotumu fırlattım havaya. Dizlerimden tutup bacaklarımı belime doğru katlayıp girdi aralarına. Tekrar öpüşürken dev şeyi, benim uyuyan küçük prensimin üzerinde yatıyordu.

Şu an tek isteğim içime girmesi, apolloyla uğraşacak halim yok. Fakat Mert huy değiştirmiş gavur diyarlarında. Öpüp okşuyor sadece. Dudaklarımı kıpkırmızı etmiştir eme ısıra. Tekrar göğüslerime ve karnıma çalışmaya başladı.

Bu çok özlemiş la beni. Bir medenileşmeler filan ısırmaları dışında. Ben de elimi atıp onun devini okşamaya başladım. Kemik gibi içi, dışı ipek. İçi de dışı da beni yakar. Bizim apolloya da bir iki dil attı ama o artık sadece Buğra’ya kalkıyor sanırım, alıştı kerata.

Kollarından tutup yanıma doğru çektim. Anladı, yanıma oturdu. Ben bacaklarının arasına yere oturdum, dizlerim yerde, popom topuklarımda. Tavşanınız hizmete hazır mesajı veren tatlı bir öpücük kondurup başına, elimde tutup ne zamandır özlemini çektiğim yarra seyrettim biraz.

Dilimin ucuyla gezinmedik noktasını bırakmadım. Mert’e baktım gözlerini kapamış hafif sıkıyor gibi kendini. Bu demektir ki çok zamandır boşalmamış. Bu da demektir ki hiç kimseyi becermemiş. Buğra aklımdan çık şimdi n’olur.

Başını ağzıma sokup çıkarmaya başladım dilimi en zevk alınan sünnet derisiyle başının arasına sürttüre sürttüre. Dayanamadı Mert başımdan tutup, yeter gelicem nerdeyse, dedi. İstersen gel aşkım çok gerginsin yutarım hepsini.

“ Yok daha diil özledim seni, gel kucağıma”

Ayy kız neler diyo, neler yapıo bu, bugüne bügün. Dizlerim koltukta kucağına oturup sıkıca sarıldım aşkıma. O da bana ne yazık. Çatır, çutur sesler gelecek yakında ve ilk başta söylediği gibi kıracak bir yerimi ya da birden çok yerimi.

Karnıma değiyor şeyi. Boynumu emerken o, avucuma bocaladım tükürüğümü, buladım arkama. Hazırda olmalı birden girebilir. İki avucuyla popo yanaklarımı tutup yükseltti beni biraz. Eliyle tutup hizaladı deliğime sikinin başını.

Çok yavaşça oturdum. Başının girişi azıcık acıttı. Ama hepsi bu, yavaşça çıkarıp aynı zevki almak için tekrar soktu. Sonra yavaş yavaş bir boğa yılanı gibi kıvrıla kıvrıla girdi içime. Dipleyince hızlanıp girip çıkmaya başladı.

Sıkıca sarıldım ona yoksa uçacam yine. Ne kadar oldu kucağında alttan vura vura beni zıplattığı bilmiyorum. Artık heryerimin titrediğini hissediyorum zevk ve acıdan. Sırtımdan kavrayıp kollarıyla kalktı ayağa ve içimden çıkmadan içeri götürdü.

Böyle güzel bir seyahat yapmamıştım. Konforlu bir yere oturarak. Yatak odasında kocaman bir yatak var, benim içimde kocaman bir şey. Tam uyum içinde beni sırt üstü yatırıp çıktı üstüme. İyice kendime doğru çekip, açtım bacaklarımı.

Vur aslanım nasıl istiyorsan, demek oluyor bu da. O da anladı bunu, vurdu da vurdu. Ben de zevkten kollarımı başımın üstünde topladım, teslim oluyorum, demek oluyor bu da. Teslim aldı beni. Her viteste sikti.

Nereye geliyim, dedi. Ağzımı açıp parmağımı soktum. Biraz daha sokup çıkardı. Birden içimden çıkıp eliyle başını sıktırarak üstüme geldi. Açtım ağzımı soktu ve birden fışkırmaya başladı. Yutabildiğim kadarını yutmaya çalıştım, kalanlar taştı dudaklarımın kenarlarına.

Onları da parmaklarımla geri ağzıma itiştirdim. Mert’in suratına her orgazm sonrasında olduğu gibi melek bir küçük çocuk yerleşti. Saldırdım tekrar aletine temizledim kalan çocuklarımızı da. Bitti mi, dedi.


Şaşırdım, ne bitti mi? dedim. Güldü, üstüme yatıp döllü dudaklarımı yalamaya başladı. Ben de dilimi soktum bal kutusu ağzına. O arada istemsizce elim apolloya gitti. Hala sönük ama eller ellemez acayip zevk aldım.

Ucunu okşadım müthiş bir şeyler akıyor içimden oraya sanki. Mert anladı baktı ne yaptığıma. Alıyım mı ağzıma, dedi. Lütfen, dedim. Gömüldü bacak arama, hala kalkmıyor ama acayip zevk alıyorum emmesinden. Apolloyu tutan elini alıp arkama doğru götürdüm. 

Bir, iki, üç, dördüncü parmağını sokmaya çalışırken patladım ben. İnleyerek ve yumuşacık yatakta kıvranarak ağzının içine gelmeye başladım. O emdikçe geldim, ben geldikçe o emdi… Oldukça uzun ve zevkliydi. Bitti hadi gel, dedim. Tekrar üstüme geldi.

Eğilip ağzında topladıklarını bana yavaşça tükürdü. Sonra deli gibi öpüşerek bunları paylaştık. En lezzetli yemek. Sarıldık birbirimize çırılçıplak. Ben o kadar rahatım ki göğsünde. Sütümü içtim, Mert’in kokusunu çeke çeke uyumuşum.

~~~

Güneş odanın içini doldurunca nerde olduğumun farkına vardım. Hani güneş çıkmazdı Londra’da. İstanbul yetmedi bir de Londra macerası. Telefona baktım. Ertesi gün öğlen olmuş. Yuh, hayvan gibi uyumuşuz. Mert kollarını yine başının üstünde toplayıp sırt üstü uyumuş. 

Ben de kedi gibi bir orasına bir burasına yatarak… Son durağım olan göbeğinde uyandım. Menzile doğru gidiyormuşum anlaşılan. Aman dur, popom acayip sızlıyor. Yetmezmiş gibi, o darbeli girişler sonrası belim de ağrıyor. 

Ama çok mutluyum ayrı. Unutmayın her şeyin bir bedeli vardır yani. İçe göcük, bembeyaz ve pürüzsüz, bir iki ufacık benle bezeli estetik harikası göbeğini öptüm. Göbek deliğini dilleyecekken, yuh yine erekte bu. Hemen uzaklaştım suç mahallinden. 

Boynuna yatınca araladı gözlerini. Aşkım çok teşekkür ederim öyle bir uyu… Lafımı bitirmeme izin vermeden dudağıma yapıştı. Bu harbiden özlemiş beni. Kavgadan sonra hiç ayrılmadı ya lan dudaklarımdan. 

Yerim ben senin o ballı dudaklarını. Epeyce öpüştükten sonra, yine sımsıkı sarıldı, ben kedi gibi gırladım. Nerdeyse tekrar uyuyacağım döşünde. Uyuşturucu gibi bu bebenin kokusu ve teni ve kendisi ve sarıp sarmalayan incecik ama çelik gibi kolları.

Ama açlıktan ölmek üzereyim. Dün içtiğim sütler de iştahımı açtı sanırım. Yani gücüm kuvvetin gayet yerinde ama tatlı ve sağlıklı bir yemek yeme modundayım. Bu çok az olur ben de. Sanırım ben de Mert’i ve şeyini ve özsuyunu özlemişim.

Yavaşça sıyrıldı ve kalktı yataktan banyoya gitti. Bekleyip ondan sonra girmeliyim banyoya. Çünkü giderken hala çadırı kuruluydu. Ne bitmez sabah ereksiyonuymuş. Hızlıca duş alıp çıktı çırılçıplak neyse inmiş.

Soğuk su tutmuştur kesin. Ben de kalktım yataktan, banyoya girerken, ben de geliyim mi, dedi. Döndüm korkuyla baktım ona. Pis pis sırıtıyor ya. Yok Mertcim hemen çıkıcam zaten çok acıktım, dedim. Gülmeye başladı…

Sıcak suyu yiyince vücudum öyle bir dirildim ki… Bizim apollo bile kafasını kaldırıp bana baktı. Unutmayın; kime ait olursa olsun her tohum yeni bir başlangıçtır…

~~~

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler