Liseden Üniversiteye 29 ~ cheetah ve gazal






Liseden Üniversiteye 29



~~~ cheetah ve gazal ~~~



güneş ışığını pek almayan sık ve ağaçlarla kaplı bir orman… yeşilin müthiş güzel daha önce görmediğim binlerce tonuyla kaplı her yer… görkemli ağaçları hayranlıkla seyrederken etraf da beni seyrediyor gibi… ayaklarımın altındaki toprak büyülü ormanla birlikte beni içine çekiyor… yapraklarla kaplı yerde yürümüyorum da kayıyor gibi dolaşıyorum… gördüğüm her yeni şey bir öncekinden daha inanılmaz güzellikte… zaman yok… ne karanlık ne aydınlık… ne üzgünüm ne sevinçli… ne yorgunum ne dinlenmiş… ne açım ne tok… ne acı ne zevk… turuncu bir kaya gördüm tam yanında bir ulu ağaç yükselen… kayanın yanına gidip ellerimi sürdüm… sanki yumuşak… oturdum kayanın üstüne ve ağacın kabuklarını elledim bu defa… o da bana dokunuyor gibi… birşeyler anlatıyor sanki orman… anlatmak da değil belki paylaşıyor hem kendiyle hem benimle… o kadar güzel ki öptüm ağacın kabuklarını… o da beni… bir hışırtı duydum arkamda ağacı bırakıp hafifçe dönüp baktım… bir çita bana bakıyor ona doğru döndüm yavaşça yaklaşmaya başladı… çok zayıf olduğu için yürürken hangi ayağını öne atarsa o ayağının kemiği yükseliyor sonra diğeri… inanılmaz bir uyum ve estetik… şaşkın ve büyülenmiş seyrediyorum bana doğru gelişini… hiç korkmuyorum… iyice yaklaştığında gözlerinin altından başlayıp yanaklarına inen siyah çizgileri yakından gördüm… gözyaşı gibi süzülüyorlar simsiyah… böyle bir güzellik olabileceğini düşünemezdim… elimi uzatıp burnundan alnına doğru okşadım… gözlerini kıstı okşanmaktan memnun olduğunu belirtmek için… iki elimi de uzatıp kulaklarını kafasını sevdim… bana iyice yaklaşıp kafasını omuzuma koydu… boynuna sarıldım… ön ayaklarını kaldırıp omuzuma koyunca taşın üzerinden devrildim yere… üstüme çıktı sımsıcak hem sert hem yumuşacık vücudu tatlı bir ağırlık yaptı ve ben çıplak olduğumu farkettim… bacaklarımın arasına girdiğinde yuvarlanmaya başladık eğimli zeminde… bir o üstte bir ben… durduk bir ağaca çarparak… birbirimizin içinde olduğumuzu hissettim… bir ceylan bizi seyrediyordu uzaktan… ceylan da yanaşınca… gördüm gözlerinden başlayıp aşağı uzanan o güzelim siyah sürme onda da gözyaşı gibi akıyor aynı… suratlarının güzelliği nasıl da benziyor birbirlerine… kardeş gibiler sanki… cheetah ve gazal… ama biri av biri avcı… ilk katil bir kardeşti değil mi?..

≈≈≈


Uyandım ama gözlerimi açmıyorum. Nerdeyim bilmek istemiyorum çünkü. Ölüme yatmışım gibi hissetmek istiyorum, keşke ölebilsem. Kendimi öldürebilir miyim? Ya da büyük günah mı? Benim yaşadıklarım ne? Daha az şey mi?

Bilmiyorum, bilmeye gücüm yetmiyor. Gözümü açmadığım sürece, büyülü ormandaki o ceylanın gözlerini görebiliyorum. Keşke dünya onun gözleri kadar masum ve güzel olabilse… Peki çita, onun gözleri daha mı az güzeldi?

Açtım sonunda gözlerimi, Mert’in yatağında yatıyorum. Bütün vücudum donmuş. Fırladım yataktan ve duşa koştum… Suyu en sıcağa ayarlayıp girdim. Isınmak değil yanmak amacım. Ben ne günah işledim acaba? Bu kadar ceza…

Isındım ve kendime geldim biraz. Hemen giyindim, baktım evde kimse yok. Fırladım dışarı. Koşmaya başladım… Sanki koşarsam bir yere varabilecekmişim gibi. Biraz sonra soluk soluğa kaldım, koşamam ki ben. Ya nefesim tutulur ya da dalağım şişer…

Nereye gideceğim bilmiyorum. Her yerde bir bela beni bekliyor… Eve dönsem, babam var… Yurtta Hilmi… Tek rahatladığım yer olan, sahilde yürümek, orda Dani’ye rastlayabilirim… Geri dönsem Cihan… Mert’e gidemem Nevin hanım…

Mert’in kartı ben de ama kullanmak istemiyorum izinsiz ve aramak da istemiyorum onu şimdi. Kendi kartıma bakmak için atm’ye gittim. Neyse ki evden yüklüce para göndermişler. Babam sonunda benim pes etmeyeceğimi anladı sanırım…

~~~

Başımdan geçenleri bilse babam, para göndermek yerine, doğruca buraya gelip boğazımı sıkardı sanırım… Onunla son konuşmamız, odamda yaptığımız ve annemin beni elinden zor kurtardığı gündü. 

Bazen düşünüyorum, benim ilerde yurt dışında yapmayı istediğim gay evlilikle ilgili düşüm gerçekleşirse… Mutlaka küçük bir erkek çocuk evlat edinmek istiyorum… Belki de afrikadan siyahi bir çocuk, ayrımcılığa karşı bir katkım olsun… Ve ona sevgiyle dolu bir dünya verebilmek… 

Keşke kendi çocuğum olsa tabi… Ne kadar güzel bir duygu olabileceğini biliyorum… Ama cinsel ilişki yoluyla veya diğer tıbbi yöntemlerle, bir kadının rahmine döl koymak isteği yok içimde, nedenini bilmiyorum, ama şimdilik düşüncem bu…

Onu en iyi şekilde büyütmek… Her şeyiyle en ince ayrıntısına kadar ilgilenmek… Ama en önemlisi, o nasıl bir insan olmak istiyorsa, o insan olabilmesi için ölümüne onun yanında olmak… Ne olursa olsun sevgimi esirgememek… 

Tek şartım başkalarına zarar veren bir insan olmaması, gerisi tamamen ona kalmış… Hele ona seks tercihleri konusunda karışmak, asla… Seks bizim çözülememiş muamma yanımız. Kim neyi çözdü de, bir başkasına akıl veriyor ki… 

Benim hislerime yön verebilecek ne tür bir bilgisi var bir başkasının… Tek bilinen toplumsal tabular… Hangi tabu, bu güne kadar kime ne vermiş ki… Günden güne de değişiyor bu tabular… Eğer mutlak bir doğru ve gerçeklik olsaydı değişmezlerdi, değil mi, demek ki yok. 

O zaman herkes kendi doğrusunu yaşayacak, başkasına karışmadan… Tabi anne-baba yol gösterecek büyüme sürecinde, ama dikte etmek, zorlamak, ceza vermek… Bunlarla ancak robot olunur, insan değil… 

Ne kadar yardımcı olursan ol, bir çocuğu insan yapacak olan; kendi deneyimleri, yanlışları, doğruları ve kendi yaşadıklarıdır… Yoksa herkes beşer zaten, iş insan olabilmekte… Bunları düşününce de aklıma hep, the best of best dizi olan 1️⃣ Queer as Folk 1️⃣ gelir… 

Ben aslında esas ingiltere de çekilenin hastasıyım ama o sadece iki sezon da kaldı. Amerikan versiyonu ise, beş sezon. Amerikan versiyonun altyazısı türkçeye de çevrildi ama ne yazık ingiliz versiyonu çevrilmedi. Bu resim UK'dan.


Ben UK ve USA QaF’u defalarca izledim ve hala doyamıyorum… Justin ♥️ Brian arasında aşk; hem gerçekçi hem de duygusal, ağlaya ağlaya izlerim her defasında bu nedenle… (Bu arada, dizinin ve bir sürü güzel dizinin altyazısını çeviren black_lola sana burdan teşekkür).

Ama diziden esas anlatmak istediğim… Brian’ın çocukluk arkadaşı ve müzmin aşığı Michael’ın annesi… Kadının hem erkek kardeşi hem çocuğu gay… Ama o bırak şikayet etmeyi, deli bir gay hakları savunucusu, onlar mutlu olsunlar diye çırpınıyor bütün yaşamında…

Kadınların bazıları haksızlığa özlerinde karşılar. Kim ne derse desin, benim anne-baba veya kardeş olmaktan anladığım budur işte: fedakârlıktır sevgi… Bir çocuk dünyaya getirmek istiyorsan da, saf sevgiden ibaret olabilecek cesaretin olmalı…

Michael’ın annesi, ailesi için yaptıkları yetmezmiş gibi yaşadıkları şehirdeki sorunu olan bütün gay çocuklara yardım etmeye çalışıyor, elinden geldiğince… İşte ana, işte insan budur… Göt ister yaptıkları, yoksa al pipiyi içine, aygır da bir iki gidip gelsin, boşaltsın içine menisini… 

Dokuz ay sonra genelde bir şeyler geliyor dünyaya, ama o kadar basit mi? Bunu yapamıyorsan aile kurma… Yoksa derdin, kafandaki kurşun askeri ya da kendinin küçük bir modelini yetiştirmekse, o başka…

Yok öyle bir dünya… Her insan biriciktir, eğer öyle olmasaydı her birimizin parmak izi de aynı olurdu ama, değil işte… Bence sürücü ehliyeti gibi, ana-baba ehliyeti alamayanlara, dölleme izni verilmemeli ☺️.

Bir insan yavrusu dünyaya getirmek araba kullanmaktan daha önemsiz ama, yaşadığımız dünyada… Fırlat bebeyi, kendi istediğin gibi çıkmazsa da, dünyayı zehir et ona, ne güzel iş aq… Kavun ya bu, kokladın beğendin aldın, eve geldin kelek çıktı, at çöpe…

~~~

Hemen parayı çektim ve bir taksiye atlayıp okula gittim. Odama çıkıp eşofmanlarımı giydim hala üşüyorum, hatta titriyorum. Yatağa girdim ısınmak için. Kapıyı kilitlemediğimi fark ettim, kalkıp kilitledim.

Deli gibi korkuyorum Hilmi yine gelir diye. Telefona baktım bir sürü cevapsız çağrı annemden. Parayı gönderdiğini haber vermek için arıyor zavallı kadıncağız her halde… Neyse şu an annemi düşünecek durumda değilim ne yazık, onun için üzülmekle birlikte…

Mesajlar da var hiç bakmak istemiyorum ama… Ya Mert’ten de varsa. Of ya bu çocuğun bana yaşattıkları… Neden bu kadar zayıfım ben ona karşı… Aşk mı bu? Aşk böyle bir şey mi? Karmakarışık kafam…

İnat ettim kendime ve bakmadım mesajlara. Yattım uyumaya ihtiyacım var. Uyumaya değil de, daha doğrusu küçük ölüme ulaşmak amacım, uyumak o değil mi?

Neyse ki ölebildim hemen, vücudumun en sevdiğim tarafı, her zaman olmasa bile, travmalarda bana yardım ediyor olması. Beynim eroinini salgılıyor ve bayılıp uyuyorum…

≈≈≈

Alarmın sesini duyduğumda, yine gözlerimi açıp açmamakta kararsız kaldım… Uyanmak ve yaşamak. Ben yaşamak istiyor muyum? Nasıl bir güne uyanacağım o kadar belirsiz ki… 

Artık son sınav dönemine giriyoruz ve benim belalardan uzaklaşıp derslere tam odaklanmam gerekiyor… Kalktım mecburen. Bilgisayarımı açıp okulun sitesine girdim. 

Neler oluyor okulda hiç haberim yok. Bir kaç hoca ders notu koymuş. Ama esas önemlisi mesaj gelmiş. Neden cepten uyarı gelmedi acaba. İki gün önce atılmış. Nelerle uğraşırken ben görememişim…

Dekanın sekreterinden… Beni görmek istiyormuş dekan… Uff ya… Nasıl görmedim mesajı. Hemen giyinip çantamın içine gerekli kitapları atıp fırladım deli gibi… Adam benim için neler yapıyor, ben okulun otoparkında öpüşürken çekilen videomla netteyim…

Face ve twitter da rekordan rekora koşan, Mert’le otopark mekanlı erotik videomuzdan haberi yoktur umarım. Eğer varsa, bursum? Ya Londra? Hilmi, beni bursumla tehdit etmişti… Hızlıca dekanlığa gittim, nefes nefese girdim sekreterin odasına… Beni içeri aldı sekreter.

Köpek gibi korkarak girdim. Ben kapıyı kapatıp bekledim, bana gel desin diye. Masasında birşeyler okuyor. Ama benim girdiğimi duyduğu halde, bakmıyor… Kesin haberi var olanlardan… Daha önceki gelişlerimde, nasıl da içten karşılamıştı.

Hele bir de Mert’le Dani’nin kavgasını anlattılarsa, okuldan bile atılabiliriz, Mert de ben de… Aşk mı savaş mı bu, anlamadım, mafyasından kavgaya silahından videosuna her bok girdi araya… Ne yaparım ben okuldan atılırsam… Hakları var mı buna, onu da bilmiyorum.

Epey beni öyle ayakta bekletti. Ben utancımdan ve korkumdan sadece yere bakabiliyorum ve göz ucuyla ona… Saygı belirtisi olsun diye ellerimi de önümde kavuşturdum. İlkokula geri döndük. Yeterince beklettiğini düşündü sanırım, gözlüklerinin üstünden soğuk bir şekilde bana baktı…

Ben kaldırmadım kafamı yerden, göz ucuyla bakabiliyorum ancak… Bir şey demiyor sanki benden bir açıklama bekler gibi dikti gözlerini, bana bakıyor. Artık dayanamıyorum çıldırıcam, zaten ayakta zor duruyorum… Hafifçe kaldırdım sadece gözlerimi, kafam hala yerde,

“ Hocam buyrun beni çağırmışsınız”

Sesim o kadar kısık çıktı ki korkudan, beni duydu mu emin değilim. Neyse ki, dudağının kenarında hafif bir gülümseme belirdi, ama gözlerinde de bir alaycılık var sanki… Çözemiyorum tam bakışındaki anlamı… 

“ Gel bakalım genç adam. Ya da olayların adamı mı desem” 

Olayların adamı, boku yedik sanırım. Ama bakışlarında sertlik yok. Biraz rahatlar gibi oldum, emin değilim hala, laf nereye doğru gidecek. Kafamı yerden kaldırıp direk gözlerine bakmaya cesaret buldum ve masasına doğru yaklaştım, otur der mi diye koltuğun yanına kadar…

“ Otur otur çekinme”

Oturdum, öyle gözlerimin içine bakıyor. Neyse ki, gözlerindeki alaycılık gitti gibi sanki, gülümsemesi de arttı… Ben de daha cesaretle bakabilmeye başladım gözlerine. Acıdı sonunda her halde, konuşmaya başladı,

“ Can, bu dönem yine notlarınla hele de hocalarından duyduklarımla zirvedesin. Seni öve öve bitiremiyorlar, tebrik ederim. Ama duyduğum kadar başka konularda da gündemdeymişsin. Nedir bu olanlar başkalarından duymaktansa, senden dinlemeyi tercih ederim. Tabii anlatmak istersen”

Gündemdeymişim, ne de nazik adam. Gündemde değilim, rezil oldum. Bunu mu anlatmaya çalışıyorsunuz… Tam bir İngiliz bu adam. Ne dediğini anlamanın imkanı yok. Dövüyor mu övüyor mu? Ya da ikisini bir arada mı yapıyor.

Ne demem gerekiyor şimdi. Neyi nasıl anlatabilirim ki. Her şeyi bok etmemek için onun neyi duymak istediğini tahmin etmem gerekir. Bu güne kadar okulda hep bu yöntemle yırttım zor durumlardan. 

Özellikle öğretmenlerle iletişimim de, işe yaradı bu. Ne duymak istiyorlarsa onu söyledim zorunlu olarak. Ama bu adam benden daha yetenekli, çözemiyorum onu. Tam tersine sanki o beni çözüyor gibi karşısında toparlanamıyorum, ben çözülüyorum... Gözlerinden ancak bu kadarını görebiliyorum... Ötesi bir duvar sanki...

≈≈≈

“ Hocam, öncelikle övgüleriniz için çok teşekkür ederim. Sorunuza gelince, ne öğrenmek istiyorsanız siz sorun ne olur, eksiksiz ve yalansız anlatırım her şeyi yemin ederim” 

“ Akademik başarın konusunda söylediklerim, övgü değil, hakettiğin şeyleri söyledim. İkinci yarı notlarını da gördükten sonra hocalarınla konuştum. Londra konusunda karar vermek için. Onlardan da olumlu şeyler duyunca, yetinmedim. Ben siyaset bilimci olduğum için, senin fakültende bana en yakın ders olan, anayasa sınav kağıtlarını istedim ve okudum. Sorulara öyle cevaplar vermişsin ki, nerdeyse her birinden uluslararası düzeyde makaleler çıkar. İnanılmaz, gerçekten hayran oldum. Çok özet ama, özün özünü yazıyorsun. Bu düzeyde yorumları, alanında yıllarca çalışmış hocalar ancak yapabilirler… Neyse hocalarını zor durumda bırakmayalım. Normalde bunları bir öğrenciye asla söylemem, ama benim gördüğüm kadarıyla, o kadar terbiyeli ve temiz bir öğrencisin ki, kimseye karşı kötüye kullanmayacağını biliyorum söylediklerimi, aramızda kalacağından eminim. Ancak, gelelim diğer konuya… Beni şaşırtan, kişisel hayatınla ilgili, ama herkese açık alanlarda yaşanan duyduğum bazı şeyler var… Ben bunları senden dinlemek istiyorum. Dediğim gibi, anlatmak istersen”

Adam tam anlamıyla çetin ceviz. Hiç bir çalımı yemiyor. Kararlı ve ne diyorsa o. Nasıl anlatabilirim ki… Kafamı önüme eğdim… Anneme açılana kadar ve kısmen babama, hep yalanlarla yaşadım. Okulda özellikle…

Ama bu adama yalan söylemek istemiyorum, neden bilmem, hem lise hocalarım kadar saf olmadığı belli, hem de güveniyorum ona sanki… Peki nasıl anlatırım, susuyorum mecburen… Tekrar yere bakmaya başladım…

“ Yani anlatmak istemiyorsun”

“ Hocam ne olur beni de anlayın”

“ Peki genç adam, o zaman sana özel hayatına dikkat et diyorum şimdilik. Geleceğin çok parlak görünüyor, bu kafayla yazacağın dava dilekçeleri, kazanılması zor davaları kazandırır… Ama hayat sınav kağıtları ve hukuk teorileri değildir unutma”

“ Gidebilir miyim yani”

“ Ne zaman istersen, hukukçusu sayılırsın artık, kimse kimseyi bir yerde tutamaz”

Al işte nasıl da laf sokuyor. Dedim ben, bu adam yemiyor hiç bir şeyi. Ya sor söyleyelim dedik işte. Kendi kendime ne anlatayım sana, roman mı yazıcam… Bir sürü şey geçti başımdan işte… Ama böyle cevap versem iyice boka sararız. 

En iyisi orta yol, o kadar kafam çalışıyor hala… Biraz düşünüp kafamı toplayayım, Elif neler biliyor onu bir öğreneyim en iyisi. Şimdilik kestirip atmamak en iyisi…

“ Hocam daha sonra uğrayabilir miyim bu konu için”

Güldü, ama neyse bu defa alaycı değil de biraz daha şefkatliydi sanki gözleri…

“ Sana söyledim, bu başarıyı devam ettirdiğin sürece ve başka nedenlerle olumsuz şeyler olmazsa kapım açık sana her zaman”

Oha bu sert oldu. Ama yapacak bir şey yok. Ne dese kabul.

≈≈≈

Derse gittim hemen ve bu sefer Emel’in yanına oturdum. Çok oportünistim biliyorum, ne yapayım… Emel anlayışla karşılar… Sınıftaki herkes yarı alaycı yarı meraklı bakışlarla bana bakıyor tabii… Neyse ki, bana alışkınlar, çok da tınmadım.

“ Geberdim meraktan neler yaptın anlat” dedi Emel.

Ama o sırada hoca girdi bile sınıfa… Derse başladık… Sadece hocayı dinledim, delete history, ders bitene kadar. Bu gidişle şizofren olucam her halde… Emel durmadan bana bakıyor. Ben sadece hocaya ve aldığım notlara…

Ara oldu, Emel’le sohbet ettik ama o da fazla bir şey bilmiyor. Sadece daha önce söylediği şeyler. İşte herkes videoyu paylaşıyor muhabbeti, hepsi o. Zavallı kız epey uğraşıp faceden kaldırtmış, ama kaynak youtube duruyor. 

Uğraşma dedim boşuna nasıl olsa bir sürü işi gücü olmayan insan bilgisayarına indirmiştir. Bir kere düştün mü, nasıl derler kötü yola, dönüşü yok misali, silemezsin, çok da umurumda değildi şimdiye kadar, ama dekanın dediklerinden sonra ayıktım tabi. 

Elimden bir şey gelmedikten sonra, ne yapabilirim bilmiyorum… Akşam dersler bitince, kütüphaneye gitmeme kararımı temyiz ettim, neyse karar çabuk ve lehime çıktı. Kaşarlı domatesli yaptırdım, büfeci abime.

Kahraman büfeci abimin, ya videodan haberi yok, ya da var ama gay-friendly biri ve bana sevgisi arttı. Bilmiyorum artık, aynı fiyata yarım ekmek yapıyım mı, dedi, gülümseyerek ama yılışmadan. Sen ne istersen abi, dedim. Doldurmuş malzemeyi içine, karnım sırtımdan uzaklaştı…

Kütüphaneyi özlemişim, Mert’i özlediğim kadar olmasa da… Neyse ki, kütüphane cemaatinin çoğu da benim gibi tırsık tipler olduğu için, bir iki gülüşme bakışmadan sonra, derslerine döndü inekler… Deli gibi daldım kitaplara ve internete…

Amerikan kongre kütüphanesine giriyorum internetten. Derya deniz, boğulursun yani, o derece… Ama ben iyi yüzerim o sularda… Saat akşam 9:30’a doğru, cırladı telefon… Mesaj gelmiş. Daha eski mesajlara bile bakmadım… İlk defa böyle kayıtsızım…

Çünkü yıldım artık, mücadele edemiyorum. Dekanın söylediği gizemli mi desem, aba altından sopa gösteren mi desem; söyledikleri müthiş korkuttu beni. Eğer eğitimime devam edemezsem, nokta her şey benim hayatımda.

Ama Mert faktörü var işte, mecbur bakacağım… O olmasa çoktan numaramı bile değiştirirdim… Evet beklenen jönüm Mert… Ellerim titremeye başladı korkudan… Cihan söylemiştir aramızda geçenleri mutlaka ve delirmiştir Mert… Evet nasıl açıklayacağım olanları ona…

≈≈≈

Derslerim iyi, eğer aksilik olmazsa Londra işi de şimdilik tıkırında gibi. Ama sahibim ve aşkım Mert ve eğitim gurum dekanım… Bu adamlarla anlaşamıyoruz bir türlü… Mesajı açmaya korksam da açtım zorunlu…

Mert ► Can

nerdesin

Nerdesin, bu kadar. Dani’lerdeyim şampanya banyosu yapıyoruz. Babasının adamları da aşağıda seni bekliyor, atlatırsan, gel sen de katıl, bu da benim kurduğum sürü, yazsam mı acaba? Öldürür beni her halde…

Can ► Mert

kütüphanedeyim ders çalışıyorum cihanla senin evinden çıktıktan sonra hiç mesaj yazamadığım için kızma ne olur şaşkındım ve dekan çağırdı beni olanlardan haberi varmış ama ne kadarından söylemedi bana sordu ben de korktum bir şey anlatamadım ne olur oturup adam gibi konuşalım lütfen çok özledim seni 

Yine tavan yalakalık elden ne gelir. Bakalım ne cevap verecek efendi. Çok kızmıştır tabi. Anında cevap geldi…

Mert ► Can

geliyorum odana çık

Oha Mert odama mı geliyor? Nası yani. Beni öldürmeye mi acaba. Hemen topladım eşyalarımı fırladım… Kütüphane cemaati bana bakıyor şaşkın… Pırt, Mert gelio la siz kimsiniz. Ama iyi bir şey için mi geliyor, onu bilemem tabi…

Odaya çıkıp duşa girdim hemen. Sevişmeye de gelse öldürmeye de, temiz olmam gerek. Onun koynuna da, öbür tarafa da, tertemiz gitmek gerek… Neyse saçmalıyorum telâşımı mazur görün… Daha ben banyodayken kapı gümbürdedi…

Bu kadar çabuk gelmiş olamaz ki Mert. Fırladım havluyla… Hilmi olabilir mi? Yok artık… Kapıyı açmadan,

“ Kim o” dedim.

Off neyse Mert… Açtım kapıyı hemen…

“ Ne o başka birini mi bekliyordun”

Al işte yine aynı hikaye. Kimi bekleyeceğim ya. Beklenmedik misafirler hariç tabi. 

“ Hayır seni tabi, bu kadar çabuk geleceğini düşünemiştim sadece”

Bakıyorum suratına anlayayım diye. Ama poker face yine. İtti beni ve girdi içeri. Odama ilk gelişleri oldukça nazikti teşekkür… E, iyi aile çocuğu tabi. Nerde nasıl davranılacağını benden öğrenecek değil ya…

Üstüm çıplak, sadece altımda havlu var. Baktı vücuduma, baştan aşağı… Gözleri deliyor gibi, korktum… Yanaştı iyice, dursam mı, kaçsam mı bilemedim… Elini kaldırdı, ulan vurucak mı bu yine bana…

Yanaklarımı tuttu eliyle, sıktırdı… Sonra da ittirdi yatağa beni. Üstüme çıktı, boynuma yapıştı, dişleriyle, oha vampire bağladık… Canım yanıyor, ama bir şey diyemiyorum ki… Niyeti ne? Sevişmek mi? Öldürmek mi?

Önünü çözdü, bacaklarımı kaldırdı, pantolonu üzerindeyken, öyle bir girdi ki içime kupkuru… Elimi ağzıma götürüp ısırmasam, bağırmamı bütün yurt duyardı her halde…

≈≈≈


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler