Liseden Üniversiteye 45 ~ sildim mutsuz çocukluğumu






Liseden Üniversiteye 45



~~~ sildim mutsuz çocukluğumu ~~~



Gerçekten de elinde kalmış bunun dün gece her halde, bırakmadı beni yarım saat filan… Ben ne yapacağım o olmadan tek başıma evde ya… Öyle alıştım ki her şeyine… Onun teninden ve kokusundan uzak kalmak: işkence gibi.

“ Gerçekten gidiyor musun eve yarın”

“ Hayret aşkım, söylediğim bir şeyi de dinlemişsin”

“ Ben her şeyi dinlerim, ama işime gelmeyenler delete”

“ Evet biliyorum, neyse bu konuyu açmayalım şimdi. Annem aradı sen aramadan önce, bu akşam gelmezsen biz geleceğiz, dedi. Babamla beraber. Zorunlu gelirim dedim… Ama yarın tabi, seni görmeden gidemezdim. Bu gece dibinden ayrılmam ona göre, kokunu depolamam gerek, orda idare edebilmek için”

İkimiz de çıplak yatıyorduk kanepede, ben onun bacaklarının arasında yanağım göğsünde ve tabii enfes aleti karnımda… Benim minik gayet sakin uyuyor, Mert abisi unutmadı onu, mutlu oldu bu gün yine…

“ Ne kadar kalacaksın”

“ Ay Mert hep böyle sorular sorsan ya… Özleyecek misin beni yoksa, eğer öyleyse ölürüm sana… En az süre kalmaya çalışacağım, bizimkiler ne alemde bilmiyorum, gidince göreceğim”

“ İyi ya ben de o arada Nevin hanımın gönlünü yaparım… Sonra da Cihan’la bodrum’a gideceğiz”

Gıcık Cihan çıktı yine sahneye… İlk göz ağrısıyla tatile gidiyor Mert bey… Biz ondan önce biriyle çıktık diye -ona da çıkmak denirse- durmadan lâf sokmayı biliyor ama, bencil… Başka bir şey diyecek mi diye bekliyorum, sen de gelir misin, demiyor, adi…

Gömdüm kafamı, koluyla göğsünün arasına, tutmasam kendimi, ağlayacağım… Umurunda bile değilim işte… Ne kadar kalacaksın, diye sorması da özleyecek olmasından değil, sürüsüyle tatile çıkacak olmasındanmış…

Konuşmamaya devam edince, tutamadım kendimi, ağlamaya başladım. Kucağından da ayrılamıyorum ama… Meme emen çocuklar gibi öyle huzur veriyor ki, onun sütü de kokusu benim için… Cork cork çekiyorum içime, rahatlıyorum…

İyi ya Cihan’la bulurlar bir sürü oğlan, ben de yokum nasıl olsa, yeni bir sürü yaparlar… Ben babamın suratını çekerken, oğlanlar bu güzel kokuda mutlu mesut yaşarlar artık… Hadi o da neyse, ya birine aşık filan olursa ya da alışırsa ve bırakmazsa… Deşerim valla.

“ Ağlıyor musun sen?”

“ Evet, ne olacaktı başka”

“ Ne oldu ki, durup dururken”

“ Daha ne olacak, ben ne olacağım sen Bodrum’da herkesle yatarken”

“ Yatamaz mıyım yani”

Al yine girdik mayınlı sulara. Ne cevap vereceğim şimdi… Yumuşak bir şekilde neden konuşamıyorum ben, ne cevap vereceği belli olan konuda damarına basıyorum bilmem ki… En önem verdiği şey; ben yapamam ama o istediğiyle yatar, ay pardon ben de yatarım ama onun istediği kişiyle… Çok meraklıyım ya.

“ Cevap vermeyecek misin?”

“ Ne diyebilirim sana Mert, senin kurallarını tartışabiliyor muyuz. Benim yerime neden hiç koymuyorsun kendini, azıcık bile olsa”

“ Tatile de mi gitmeyelim minik. İzin alabilirsen gel sen de diyeceğim ama

“ Ben bu kadar zırladıktan sonra söylüyorsun bunu. Bir de amasıyla beraber. Kendimi zorla bir yere davet ettirmiş gibi. Yok istemem, ayak bağı olurum size”

“ Sen iyice alıngan oldun ha, bu kadar kaprisli olma sıkılıyorum”

Aman sıkılma, biz sıkılalım, geberelim, sen sakın bunalma… İyi tamam gidin, bari bu gece söylemeseydin. Bu moralle nasıl bırakıp gideceğim onu… Lâfı değiştirip tekrar konuşmayı denemekten başka çarem yok, son şans…

Bu maçı çevirmek zor artık ama bakalım, umut fakirin ekmeği mi ne, öyle bir şey diyordu annem. Şimdi ne alakası var bilmiyorum ama, aklıma geldi işte… Kalktım kucağından, bacaklarının arasına oturdum, bacaklarım altımda… Aklıma aldığım rakı geldi.

“ Rakı içelim mi?” 

“ Hah, normale dön. İçelim, yiyecek bir şeyler de söyleyelim acıktım”

“ İstersen gidip marketten bir şeyler alıp, ben hazırlayayım”

Yalakalıkta sınır tanımam, ah bir de yemek hazırlamayı filan bilsem… Bu gittiğimde annemden öğrensem mi acaba? Neyse, beceremem ben… Zaten Mert de istemez, muhtemelen… Alıştı buna, mutfakta pek bir şey yapabildiğim söylenemez.

“ Yok boşver uğraşma şimdi, rakı ve bir şeyler söyleriz, getirirler marketten”

“ Zaten beceremezsin diyecektin. Neyse, ama en azından rakı aldım ben”

“ Vaav minik, rakıcı mı oldun iyice”

“ Yani son gecemiz, içeriz diye düşündüm. Senin kartından aldım ha”

“ Ya bırak şu senin hikayesini. Sana verdiysem senindir, istediğin gibi kullan işte”

Fırladım, odaya gidip Mert’in şortlarından birini ve tişörtünü giydim, kokusu ben de olsun… Giderken de yanımda götürücem son giydiklerini zaten. Evde gece uyurken -uyuyabilirsem tabi- onlara sarılıcam… Ne buluş ama…

≈≈≈

“ Sayende ilk defa pizzayla rakı içeceğim”

“ Olmaz mı ki”

“ Yani pek uymaz ama boşver, her zaman rakı içmem zaten, bu gün de böyle olsun”

“ Özür dilerim, benim bilgisayarda burası vardı favorilerde bir tek, söyleyiverdim, hep yiyoruz diye”

Neyse, pizza, yoğurt filan koydum sehpaya… Spotify’ı açtım, hafif bir müzik… Oturdum yanına Mert’in… İçmeye başladık. Bu da değişik bir menü, benim hoşuma gitti…Yudumları büyük aldığımı görünce Mert, rakı bardağımı işaret etti.

Anladım komutan, yavaş gideriz… Mert, karnını doyurup ilk bardağı bitirince, ben yuttum çaktırmadan bardağımda kalanı. Cesaretim artmalı, ama sakin konuşmalıyım… Yoksa gidiyor Mert bensiz tatile, yerim kafayı…

“ Demin ki söylediklerim için özür dilerim”

“ Tamam unuttum, ama niye böyle çıkışlar yapıyorsun anlamıyorum”

“ Yapmayacağım bir daha söz”

“ Ben sana baştan, sen de gel, demediğim için alındın değil mi”

Anladı sonunda… Zaten her şeyi anlıyor da, bilmiyorum işte… Hep beni deniyor, ya da kendince dersler veriyor her halde… Sonu iyi olsun da, ben her şeye razıyım… Susuyorum, ben konuşunca ters tepiyor her şey… Ah hep susabilsem.

“ Çocukluğumuzdan beri her yaz Bodruma gideriz. Aynı sitede evlerimiz var Cihan’la. Şimdi o orada zaten. Ailesi gidiyor bir iki, güne başka yere, evleri boş, istersen sen de gel diyeceğim, ama işte annem de gelecek bizim eve, sanırım ben gidiyorum diye… Orda sana rahat vermeyeceğini düşündüğüm için teklif etmedim baştan. Sonuçta senin üzülmeni istemem”

Uff ya bu kadın da taktı bana… Neyse ki, beni çağırmama nedeni buymuş -eğer doğru söylüyorsa tabi- ne cevap vermem gerek acaba? Benim de gitmemi gerçekten istiyor mu yoksa üzülmeyeyim diye mi söylüyor bunları…

İyi neyse en azından normale döndü konuşmamız. Demek ki bazen de ben de kabahat, damarına basıyorum o da çıldırıp ters cevaplar vermeye başlıyor. Şimdi, doğru yalan ama, en azından konuşuyor benimle.

Ve söyledikleri doğruysa, sonuçta senin üzülmeni istemem, demesi gerçekse yani, ölürüm o zaman… Artık ben de bir şeyleri başarabiliyorum demektir çünkü… Son zamanlarda bana bakışları ve tavırları biraz bile olsa, değişti gibi hissediyorum.

“ Benim için önemli olan senin ne istediğin”

“ Ben tabii ki gelmeni isterim, ailen bir şey demezse tabii”

“ Gel dersen gelirim, dünya umurumda olmaz… Babam ne der bilmiyorum, ama bir yolunu bulurum sanırım”

“ Yanlış anlama, sadece sonra bozulma diye söylüyorum, Gökçe de orda olucak ve bazı eskiden çıktığım çocuklar var, aramızın hala iyi olduğu”

Anlaşıldı, söz yine döndü dolaştı aynı yere geldi işte, boşa umutlanmışım. Eski oğlanlar; rahatça oynaş sen Mertcim ben senin ağzının tadını bozmayayım. Cihan itiyle değiş tokuş becerirsiniz, evde boşmuş, odadan odaya gezerler artık…

Koskoca tanrı Zeus’u küçük apollocuk tekeline alacak değildi ya. Bu kadarını bile bize lütfetmeleri büyük ayrıcalıktı benim için, fazlasını istemek haddini aşmak olur… Nazikçe hatırlattılar işte, boynumuzu büküp, rahat bırakmak düşer.

Sustum bir şey demedim… Telefonu çaldı, kalktı yerinden almak için… Annesi arıyor… Bir yudum aldım rakıdan, bakmadığını görünce hepsini yuttum. Anlamasın diye tekrar doldurdum bardağımı. Bir şey değil bu gidişle alkolik olucam.

Arkası dönük ayakta telefonla konuşuyor, çırılçıplak… Bu nasıl bir popo ya, gidip ısırmamak için kendimi zor tutuyorum… İki tane küçük karpuz kadar düzgün ve şekilli yuvarlacık… Bacakları aynı kalınlıkta aşağı doğru iniyor sütun gibi, dizlerinden sonra hafif inceliyor ve ayak bileğine kadar yine aynı kalınlıkta.

Ve teni, parlıyor sanki… Benim zevkimi bilen bir ressam çizmiş, göndermiş yaradana, onun da boş zamanına gelmiş oturmuş uğraşmış, bunu yapmış… Benim başıma bela olsun diye… Tekrar bardağın yarısını yuttum, başım döndü… Bitirdi konuşmasını geldi,

“ Neden yemedin hiç pizzadan”

“ Canım istemiyor sağol”

“ Dün de böyle bir şey yemedin iflas ettin sonra, bir şey yemeden içilmez ki bu, çarpar”

“ Ben çarpılmışım zaten”

“ Gelmek istiyor musun Bodrum’a ne diyorsun”

“ Yok gelemem her halde, haklısın bozulurum ben orda her şeye, sizin de tadınızı kaçırırım. Zaten babam da izin vermez her halde, yalnız hiç tatile çıkmadım bu güne kadar”

“ Tamam bozulmadıysan sorun yok. Sen de biraz ailenle takılmış olursun”

Ayy ne kadar düşünceli ve naziksin, teşekkür ederim. Bayılıyorum aileme ya… Neyse, hiç bir şey demedim. Çünkü, bir şeyler desem, içimden geçenleri yani, tekrar kızacak ve ben onunla küs eve dönücem, dayanamam buna…

~~~

Tekrar konuşmayalım diye bir film açtım… Dream Boy (2008) sarıldım ona, kucağımızda mac seyrettik. Sonu oldukça boktan biten bir film ama, Nathan rolündeki Stephan Bender o kadar güzel iş çıkarıyor ki, film değil de gerçekten kendi hayatını oynuyor gibi…

Mert pek sevmedi sanırım ama benim filmden aşırı etkilendiğimi görünce bir şey demedi seyretti… Ben de ağlamadığım zamanlar boynuna gömülüp depolamaya çalıştım kokusunu… Ne kadar zaman göremeyeceğim onu acaba?…

Gitmesi konusunda sorun çıkarmadığımı görünce, helinden memnun… Bodrum’da geçireceği günleri düşünüyordur, kim bilir… Gece olup yatınca, sokuldum iyice, uyuyunca içine girebilmek için… Olanları veya olacakları unutmaya çalışarak…

Bundan sonra nasıl uyuyacağım ben, o yokken yatağımda… Düşünmemeye çalış ve zıbar işte… Çocuk baştan her şeyi söyledi, sen de kabul ettin… Ötesi şımarıklık… Neyse ki uyumuşum, bunları kendime inandırmaya çalışırken… Sabah olduğunda, her şeyi unutmuş olmayı istedim…

≈≈≈

Uyandığımda, duş alıyordu… Yataktan çıkmalı mıyım bilemedim… Ağlamak istedim o çıkmadan, onu bile beceremedim, darmadağın kafam… Öylece bekledim, çıktı sonunda… Baktım gözlerine, şaşırdı öyle bakınca… Oynuyor mu benle acaba?

“ Gitmem gerek minik özür annem yine, dün aradığında emir yağdırdı… Sabah gel al, filan falan… Biraz idare etmem gerek… Yazlığa giderken geriliyor, herkesi de geriyor”

“ Tamam ben de çıkarım birazdan, cafeye gidip eşyalarımı toplarım, sonra otogara giderim”

“ Hadi beraber çıkalım o zaman seni bırakırım cafeye”

Kalktım giyindim, katlı duran cicilerime baktım mahzun… Mert’ten bir çanta aldım içine yerleştirdim… Evde giyerim hepsini, ne eğlence… Mert’e çaktırmadan son giydiği şort ve tişörtü de çantaya koydum… Ölüm gibi eve dönmek, hazırım ama…

~~~

Yolda konuşmadım hiç, anladı bozulduğumu o da konuşmadı… Öyle üzülmek, teselli etmek filan, ne gezer Mert’te… Cafenin önüne geldik, bana baktı… İndim aşağıya, bagajda duran çantalarımı alırken o da indi… Belli belirsiz konuşabildim ancak.

“ Teşekkür ederim”

Yanıma geldi, sarıldı, ben iptal tabi, elimdeki çantaları bırakıverdim yere, atladım sanki boynuna… Boğazına yapıştırdım suratımı, allah kahretsin sırt çantamda bilgisayarım vardı, onu da bıraktık pat küt bir ses çıktı bir şey olmamıştır umarım.

Neyse ayrıldım, bırakmasam hiç ayrılamayacağım boynundan… Cafeye doğru döndüm, Peter Pan bize bakıyor, ona doğru baktığımı görünce, yine uçar gibi geldi yanımıza, aceleyle sarıldı, çantaları aldı yerden.

Yine bebek gibi patlak gözlerinin içi gülüyor, yine dünyaya güpgüzel bakıyor, yine siyah çırpı kollarını çok güzel duruyor, uzun ince kızıl parmakları yine çok güzel… Çizgi film karakterinden farkı yok bunun ya, şeker şey.

Neden benim aşkımın güzel huyları yok… Aksi, çekilmez biri; ama ben onun hep yörüngesindeyim… Kader bize, bizim istediğimiz değil, kendi pişirdiği yemeği veriyor… Bize düşen ise, ona kızmak, küsmek.

Ben aslında kaderimden razıyım Mert olduğu sürece. Biraz ayar verse, kim karar veriyorsa bu işlere işte, olamaz mı? Ama tanrı kendiyle çelişkiye düşmez ki.

“ Nerelerdeydiniz merak ettik” dedi Peter.

Cevap alamayınca birşeyler olduğunu anladı, cinim benim… Arkasını dönüp girdi cafeye, ben de arkasından, arkama bakmadan… Yukarı çıktım hızlıca, pencereden denizi görünce rahatladım birden… Peter geldi, çantaları bıraktı…

“ Suratın allak bullak, sormam da bir sakınca yoksa ne oldu”

“ Eve gitmem gerekiyor bu gün ve hiç istemiyorum. Annemler dönmemi istiyorlar. Ama Mert Bodrum’a gidiyormuş, Cihan da ordaymış… İşte böyle, anlamışsındır”

“ Can, senin en sevdiğin şey deniz, burda baksana, sonsuzluğumuz… Sen söylemiştin unutma, bunun karşısında üzüntülerimiz, kendi yarattığımız küçük sıkıntılar nedir ki… Sonsuzluk bize onları yenme gücünü verir, eğer istersek”

“ Haklısın Hasan, sanırım bencillik ediyorum ve çok şey bekliyorum hayattan… Ama Mert olunca mantık devre dışı oluyor ben de, biliyorsun… Ona o kadar ihtiyacım var ki… Neyse toplayacağım kendimi”

Sarıldı bana yine , Mert’in yanında çekindi her halde biraz önce, ritüelini yapmadan bırakmaz, Petercim benim, sıska siyah kollarıyla öyle güzel sarılıyor ki, sevimli şey, birşey yapamadım, bıraktım kendimi. Neyse abartmadan bıraktı…

“ Sabri abi yoktu aşağıda”

“ Yazın hepimiz sırayla on beş gün izin kullanırız. İzinde şimdi. Yönetim ben de”

Dedi, gururlanarak… Yaptığı işle ve yaşamıyla ne kadar da barışık… Her şeyden sızlanan, hep mutsuz insanları hiç sevmiyorum… Oysa yaşam ne sonsuz, biz istersek ve çabalarsak ne büyük imkânlar sunuyor.

“ Ben hazırlanıp yola çıkmalıyım, burdaki eşyalarımı toplayıp valizime koysam kalabilir mi… Hepsini eve götürmeme gerek yok. Dönünce bakarız artık”

“ Ne toplaması, bu oda senin artık, burda kalsınlar… Karışıyorum diye kızma ama, ne oluyorsa, anlatmıyorsun… Bir daha yurtta kalman doğru olmaz bence, burda kal, lütfen”

“ Çok iyisin Hasan sağol, zaten okulu değiştireceğim, oraya dönmek istemiyorum bir daha… Bunun için bir an önce annemlerle biraz kalıp, dönmem gerekiyor işlemlere başlamak için”

“ Yaşasın, ben de bütün yaz orada kalcaksın diye nasıl üzülüyordum… Hadi o zaman, suratından anladığım kadarıyla kahvaltı etmemişsin, aşağıda bir şeyler hazırlayayım ben, sen de götüreceğin eşyalarını topla in aşağıya ben bırakırım seni otogara, hatta istersen evine bile”

“ Abartsaydın Hasan!?”

≈≈≈

Annem eve döneceğim diye para atacağını söylemişti hesabıma, çektim biraz bilet almak için… Otogara taksiyle bıraktı beni Hasan ve otobüs kalkmadan gitmedi, ne kadar iyi bütün sıkıntılarını emiyor insanın… Ona bakarken unutuyorsun her şeyi ve onun mutlu dünyasına giriyorsun.

Otobüste varana kadar doğduğum şehre, hep uyudum… Gelince, mideme bir ağrı girdi… Daha karanlık gözüktü bana bu şehir… Annem inince ara demişti, aradım. Hemen bir taksiye binip eve gittim… Saat 7’ye geliyor, evdelerdir.

Annem bahçede bekliyor, onu özlediğimi hissettim… Koşarak gittim yanına, öyle bir sarıldı ki zavallı kadıncağız, nasıl özlediyse… Bırakmıyor öfledim, derken babam da geldi, ikimize birden sarıldı… Walt Disney filmlerine döndük.

Babam benim ayağıma geliyor, hem de dövmek için filan değil, sarılmak için… Bu bir ilk ama geç kalmış bir ilk ne yazık ki, tükenmişken içimde ona dair ne var ne yoksa… Geç kaldın baba, hem de çok… Bundan sonrası tiyatro olur benim için ancak.

Söylesem bunları ona, biraz da onun canı yansa… Ama kimse kimsenin canını yakamaz, çocuklukta olduğu kadar… Ağlamaz hiç kimse gece uyumak için yatağına yattığında, çocukluğunda olduğu gibi.

Babam beni neden sevmiyor? Uyuyamazdım geceleri, kafam patlayıncaya kadar bunu düşünmekten… Sonra ağlamaktan yorgun düşünce, uyuyakalırdım… Asla unutmam bunları… Her suç affedilebilir, çocuklara karşı yapılanlar hariç.

“ Haydi Can, arabayı getireyim hemen, en sevdiğin lokantaya gidelim, acıkmışsındır”

İlk konuşan babam oldu. Gözleri hafif yaşlanmış… Annem mutlulukla ona bakıyor. Baba gibi davranmayı öğrendi sonunda, der gibi gururla ona bakıyor… Senin arabana binmem bir daha, seninle hiç bir şey yapmam hatta…

“ İstemem”

Dedim sadece, anneme bakarak… Gözlerini kapadı, hafifçe yaşlar süzüldü yanacıklarına… Tekrar sarılıp öptüm, ıslak yanağından… Yerde duran çantalarımı alıp apartmana girdim… Eve çıkıp odama girdim… Bom boş her yer ve hiç bir anım yok sanki burada.

Annem geldi arkamdan, sessizce ağlamaya devam ediyor… Sulu gözlülükte ona mı çektim acaba? O mutlu olabildi mi acaba yaşamında babamla? Benim yüzümden mutsuz mu oldu yoksa hep… Bilemiyorum, ama çocuklar suçtan münezzehtir benim için.

Bu suç işlemezler demek değildir… Onların işledikleri suçlar işlenmesi gereken suçlar gibidir sanki. O nedenle cezalandırılamazlar… Suçtan münezzeh olmaları, çocukların masuniyeti nedeniyledir… Karıştırmayın ama masumiyet değil, masuniyet, dokunulmazlık… Pırt…

Nedense birden aklıma; otobüsüm kalkarken Peter Pan’ın bana, kara-kızıl, kemikli ama çok güzel eliyle gönderdiği öpücük geldi. Gülümseyiverdim istemsizce… Annem ona güldüğümü zannedip mutlu oldu… Saçlarımı okşadı, piercinglerime baktı, şaşırdı, bir şey diyemedi.

“ Dinlen yavrum biraz, sonra amcanlara gidelim akşam yemeğe bari, çok özlemişler seni. Hep beraber oluruz, eskiden olduğu gibi”

“ Çok yorgunum gelemem”

Eskiden olduğu gibi? Eskinin, benim için artık olmadığını anlayıverdim, o an… Sildim, bu şehri, burada okuduğum okulları, bu evi; mutsuz çocukluğumu…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler