Liseden Üniversiteye 42 ~ düşlerinde mi yaşıyorsun göze al ölmeyi





Liseden Üniversiteye 42



~~~ düşlerinde mi yaşıyorsun göze al ölmeyi ~~~

✩ bir kâbus mu gördün? diye sordu ustası.
✪ hayır. dedi öğrenci.
✩ kötü bir rüya mı gördün?
✪ bilakis çok güzel bir rüya gördüm.
✩ peki o halde niçin bu kadar üzgünsün?
✪ çünkü gerçekleşemeyecek kadar güzel bir rüyaydı.


【A Bittersweet (2005)】




Mert’in söyledikleri Cihan gibi beni de şaşkına çevirdi… Bir süre sessiz kaldık hepimiz… Her saniye bir şaşkınlık ve sürpriz; korku, sevinç; acı, zevk; bulutların üstü, hatta yıldızlar, sonra yerin dibi; Mert’le berabersen sıradan bir sarmal bunlar. 

Ama bu defa farklı gibi, o kadar içten, kendiliğinden ve zamanında yapılmış bu iltifat, sevinçten uçmama neden oldu. Kafasından yeni bir şeyler geçtiğini hissediyorum… İyi bir şeyler mi, bırakıp gidecek mi beni yine? Her zaman olduğu gibi, meçhul…

Kollarındayken, şöyle bir baktım gözlerinin içine, sevgi dolu… Aşkımın eşsiz güzellikteki elini alıp, avucunun içini çevirdim, dudaklarıma götürüp, gömdüm ağzıma. Kokusunu çekip, uzunca süre nefes almadan bekledim…

Başım döndü mutluluktan, sarhoş gibi oldum… Dönen başımı kaldırıp baktım. 

“ Böyle şeyler söylemeden önce iyice düşün aşkım”

“ Nedenmiş o”

“ Çünkü mutluluktan öyle havalara yükseliyorum ki, sen aşağıda bile olsan, inmesi zor oluyor”

“ Seviyorsan oraları, inme hiç”

Al sıçtık yine… Ulan Mert kim, naz, cilve yapılacak çocuk kim… Seviyorsan oraları inme hiç, siktir git demeye getiriyor işte… Ne bok yemeye düşünmeden konuşuyorum, bilmem ki… Şimdi anlamamazlığa vurup, lafı çevirmem gerek…

“ Seni özlerim ben, duramam oralarda… Hem senin yanın en yüksekten de yüksek, yıldızlı geceler kadar güzel aşkım”

Güldüler bu söylediklerime… Yalakalık tavan ben de… Mert iki avuç içiyle yanaklarımdan tutup kendine doğru çekti ve yapıştı dudaklarıma. Ben tekrar havalardayım doğal olarak… Yere indirme beni aşkım, ben mutluyum havalarda. Sen de gel yanıma ama. Beraber uçalım göklerde.

“ Nerden buluyorsun bu lafları bilmem, kızlardan hoşlansaydın, peşini bırakmazlardı. Mert’in pek anlayacağını sanmam ama” dedi Cihan…

Cihan ultra normal olma yollarında hızla ilerliyor… Böyle kalsın yalvarırım… Hepimiz güldük söylediklerine… Hep böyle gülsek olmaz mı? Neden illa bir aksilik çıkıyor… Neden Cihan’ın beyni, benimle ilgili garip fanteziler üretiyor? Beyni mi?

~~~

Mert uzanıp sehpada duran viskisini aldı ve dikti, bardağın dibinde kalanı da bana uzattı, içip bitirdim. Sonra da Cihan dikti bardağını… Bana baktı Mert, bir taraftan da elimdeki bardağa… Viski şişeleri sehpanın üzerinde olduğuna göre, bu, bardaklara buz koy getir, anlamına geliyor sanırım… 

Bakarak konuşma da ustalaştım, kendi sınırlarımı zorluyorum. Ama sadece onu anlama konusunda, ben ona kendimi anlatamıyorum bu yolla, beceremiyorum nedense… Bardaklara mutfaktan buz koyup döndüm, üstüne de Mert’e Jim Beam, Cihan’a Jack Daniel’s… 

Öğrendik artık bunları, Ganymedes hizmette, Zeus’a ve kimliği belirsiz tanrıya… Önce Cihan’ın bardağını uzattım gözlerinin içine bakarak… Neyse ki, hala normal bakmaya devam ediyor… Bir eşiği aşar gibi hissediyorum kendimi… 

Acaba Mert mi bir şeyler konuştu da, evimizin sapığı normale doğru evrilmeye başladı… Eğer böyle devam ederse, Mert beni hiç bırakmaz ki… Çünkü bence, durmadan aramızın bozulmasında asıl neden Cihan… Yani kötü niyetli olmayabilir ama, aralarındaki garip ilişki işte…

Gözümü ondan ayırmadan, Mert’in yanına oturup sırtımı göğsüne yasladım… Farkında olmadan Mert’e getirdiğim bardaktan büyükçe bir yudum aldım… İçim yandı, daha çok sokuldum Mert’e, onun üstünde ince bir tişört var, hissedebiliyorum vücudunu ve kokusunu…

“ Yine yukarlardasın her halde, benim viskim nerede” dedi Mert.

İyi ki yaptık bu, havalara yükselme, muhabbetini… Sardırıp duracak sanırım bana… Halbuki ben onu övmek için söylemiştim… Anlıyor da, şımarmayayım filan diye mi her dediğime kızıyor, ben de bunu anlayamıyorum işte…

Oysa ben şımarmam, sevgiye hele onun sevgisine, o kadar açım ki… Bırak şımarmayı, kurumuş bir sünger gibi, o verdikçe ben çekerim içime ve doyunca, ona geri yavaş yavaş istediği kadar, hatta kendimi tüketene kadar, verir giderim, hep ona…

“ Özür dilerim, bu senin bardağın, unuttum vermeyi”

Döndürüp kafamı, dudağına bir öpücük kondurdum ve bardağı verdim… Tekrar Cihan’a baktım, iyice mahzunlaşmış, bize bakıyor… Kalkıp, onun yanına oturdum ve yanağına masum bir öpücük kondurdum… Şaşkın bana baktı, beklemiyordu böyle bir şey tabii…

Mert burda oturuyor olmasa, kıcım yemezdi elbet böyle bir şeyi, düşünmeden yapıverdim işte… Mert’e baktım, neyse kızmamış, o da şaşırmış gibi sanki, bakıyor sadece, ne olacak diye… Gerçekten ne oluyor ki, ben de bilmiyorum, birşey demem gerek…

“ Cihan, tekrar ilk tanıştığımız zamanlar olduğu gibi davrandığın ve baktığın için teşekkür ederim” 

Bu söylediklerime iyice şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi… Önüne bakıyor sadece… Mutlu mu oldu, yoksa kızdı mı söylediklerime bilemedim… Yanında oturmaya devam ettim, belki bir cevap verir diye… Ama susuyor sadece… Son bir atak… Omuzuna elimi koydum…

“ Bir şey söyle lütfen, böyle kalmaya devam edecek miyiz, benim için önemli”

Yani bir daha, kendinden geçip, oramı buramı koparacak mısın, demek istiyorum, anlıyordur umarım… Buna bile razıyım ben aslında, yeter ki şu yatma konusu tamamen kapansın… Arkadaş olalım ne olur ya…

“ Ederiz” 

Dedi sadece, yere bakarak… Bunu zorla söylemiş gibi olsa bile, tekrar sarılıp öpecektim, o kadar sevindim ki; işin bokunu çıkarmayayım diye tuttum kendimi… Of bir işi başarmış gibi hissediyorum, bir savaşı kazanmış muzaffer bir komutanım sanki… 

Barış kalıcı olur umarım… Bence, savaş kolay, zafer tatlı, barışı sürdürmek asıl zor olandır… Eğer bir zafer kazandıysam, insanlığa hayırlı olmasını dilerim… Tabii, Cihan’ın beni becermek istemesi, insanlık için de, benim için olduğu kadar önemliyse…

Mert, bize bakıyor hala merakla… Onun yanına döndüm ve bacaklarının arasına oturup popomu yasladım ona… En rahat yer benim için… Keşke Cihan’ın yanında da biri olsa, mesela Elifcan, eskiden olduğu gibi dördümüz takılsak… 

Veya o da erkek sevgili yapsa, gay couples takılsak… Emir miydi o çocuk, çok güzeldi ya, onunla olsa Cihan da. Ama öyle swinger filan olmadan ha… Epey konuşmadan durduk öyle… Cihan kalktı, belli belirsiz konuştu, 

“ Yatacağım biraz” 

Dedi ve odasına gidip kapısını kapadı…

≈≈≈

“ Sence oldu mu bu iş” dedim.

“ Hangi iş” dedi hınzırca bakarak.

“ Anladın işte, Cihan vazgeçti mi garip isteğinden”

“ Oldu gibi, eğer olduysa nasıl becerdin bilmem, bu konuda çok inatçıdır, aslında her konuda”

“ Ben de inatçıyım, her konuda olmasa bile… Seni paylaşmam, ne de senin olan beni, paylaştırırım kimseyle. Yine karmaşık ve seni kızdıracak bir şey söylemedim inşallah”

“ Sen ne söylesen karmaşık benim için, çünkü sen karmakarışıksın zaten”

“ Çöz o zaman istediğin gibi, emrindeyim”

En olmayacak zamanda cırladı yine telefon cebimde, mesaj cırlaması bu, iç içe olduğumuzdan Mert de fark etti tabii… Baktım ona anı bozmayalım diye, ama tınmadı… Dikti gözlerini, bak, demek istiyor. Ah, her bakışını anlamak beni ne kadar yoruyor bilsen…

“ Annemdir aşkım, başka kim arayacak beni, sonra bakarım”

Bu gün de ne kadar çok, aşkım, dedim ha… Bak, bakışı yaptı, yani beklenen bu zaten de. Hilmi telefon numaramı bulmuştur bir yerden filan ve mesaj atmıştır diye, ödüm kopuyor… Biraz daha baktım Mert’e, vazgeçer belki diye… 

Ama, karar kesin. Çıkardım telefonu… Neyse ki, mesaj dekanın sekreterindenmiş. Dekan beni görmek istiyormuş. Verdim telefonu Mert’e, nasıl olsa görmeden içi rahat etmez… Baktı, şaşırdı anlamadı, unutmuş…

“ Mertcim hatırlasana söylemiştim, Londra işi, bu aralar belli olacaktı, onunla ilgilidir… İzin verirsen, yarın gider konuşurum”

“ Tamam yarın gideriz beraber, benim de bir iki işim var okulda”

Bir iki işi varmış, hem de okulda, ben de yedim… Ne işi olacak, okulla ilgisi olmayan çocuğun, okul kapandıktan sonra, okulla. Hilmi yurtta kaldı, dediğim için onu görmeyi mi taktı kafasına acaba? Beraber okula gitmek düşüncesinden vazgeçirmeliyim, ama nasıl.

“ Gelmene ne gerek var, ben gider ne yapılacaksa yaparım hepsini, sen dinlen aşkım, yorgunsun”

Dedim, ama öyle bir baktı ki bana… Sustum. Kafasına koyduğu şeyden vazgeçmez ki… Allahım, nerden anlıyor her şeyi… Ya da ben kuruntu mu yapıyorum… Londra’ya gitmene engel olacağım demişti, dekanın beni çağırmasında, Hilmi’nin bir parmağı varsa… 

Götüne girsin o domuz parmakların, dağ kaçkını ayı… İnşallah dekana filan benimle ilgili yalanlar söylememiştir. Adam zaten beni uyarmıştı, özel yaşamına dikkat et, mi neyse, hatırlamıyorum şimdilik umurumda da değil… Ne konuşacak acaba benimle?

≈≈≈

Pizza söyledik acıkınca… Cihan, odasından çıkmadı hiç, odasına servis ettim, öyle istediler… Suratıma bakmadan aldı… Neyse ki, teşekkür etti. Gerileme yok en azından… Ben de anlamadığım halde, sabah erken kalkıp, beyimize kahvaltı hazırlamaya karar verdim, teşekkür niyetine…

Gece yatakta dizi film izledik Mert’le, pizza yerken… Please Like Me (2013), çok tatlı ve saf genç gay bir çifti anlatıyor. Her ingiliz komedisindeki gibi, ince espriler filan. Mert pek sevmedi tabii. Ona biraz soft kaçtı sanırım…

Hiç konuşmadık, ben konuşmazsam o zaten konuşmaz genelde… Beni sorgulama, azarlama filan konuları dışında muhabbet ilgisini çekmiyor aşkımın, ne yapsın… Ben de bir şey demedim. Çünkü, neden, benim de işim var okulda, dedi deli gibi onu merak ediyorum…

Sorsam, yine Hilmi konusu açılacak, kapatana kadar akla karayı seçtim zaten. Harbiden ben de şans yok, olmadığı gibi bir de, kara bahtlı kem talihliyim… Ulan o kadar zaman durdu durdu dekan, arayıp gel diyecek zamanı buldu, tam Mert’in kucağındayken…

Şimdi taktı kafayı benimle okula gelecek… Ne gerek var… Ben yurttaki bütün eşyamı toplayıp, Sabri abilerin oraya götürmüşken, Hilmi ayısından kurtulayım diye… Daha doğrusu, o ayıyı Mert’ten uzak tutmak için… 

Baktım, diziyi beğenmeyince uyumuş güzelim… Güzelim mi? Haydaa… Neyse… Ben de kapattım bilgisayarı, diziden daha çok ilgimi çeken eşsiz yaratığı seyre daldım… Bütün hatları ne kadar ince, biri özel olarak tasarlamış gibi…

Dudakları, ne kalın ne ince; kulaklarının kıvrımları, kara kalemle çizilmiş sanki… Kulağının memesine hastayım asıl… Al dudaklarının arasına, em sabaha kadar, o derece…Omuzunda, orasına burasına hayran hayran bakarken, uyuya kalmışım…

~~~

resim gibi kusursuz yer yemyeşil gök masmavi bir yerdeyim… bir vadi, dev ağaçların arasında zirveden en derinlere inen büyülü bir toprak yol görünüyor… yarı karanlık yarı aydınlık… vadinin tam ortasındaki yoldan yürümeye başladım aşağılara… indikçe derinlere gördüğüm şeyler daha da güzelleşiyor… o kadar tatlı bir havası var ki aldığın nefes sarhoş ediyor sanki… mutluluktan ve umuttan neşeyle yürüyorum ya da kayıyorum sanki havada yolun hemen üstünde… birine rastlıyorum bir gölün kenarında… onu daha önce gördüm mü görmedim mi bilmiyorum… ama ne kadar güzel bir çocuk… görmediysem bu güne kadar ne yazık yaşadığım zamana… yanına gidiyorum hemen… gözlerini bana çevirdiğinde ona çoktan aşık olduğumu anlıyorum… gözlerini benden hiç ayırmıyor… ben de ondan ayıramıyorum… ama bana böyle bakmasından korkuyorum da aynı zamanda deli gibi… uzun uzun baktıktan sonra iyice yanıma gelip elimden tutuyor ve beni gölün kenarındaki büyükçe kütüğün üstüne oturtuyor… elimi tutan eline bakıyorum… o kadar güzel ki… çok hafif ılık bir rüzgar esince saçları uçuyor bana doğru benimkilerin içine giriyor… gıdıklanıyor her yerim… daha önce hiç olmadığı gibi içimde bir şeyler akıyor yukarılara doğru sonra aşağılara doğru… nefes alamıyorum o kadar güzel ki saçlarının bana yaptığı şey… tekrar nefes alabilmeye başladığımda öldüm de tekrar dirildim zannettim… ona dönüp bakıyorum mutluluktan ağlayarak… sana aşığım ben…

~~~

Uyandım birden nefes nefese… Gerçekten ölecektim sanki… Oha, Mert bacağını şeyimin üstüne bastırmış ve ben uyurken sertleşip ıslanmışım… Vücudum meni makinasına döndü… Daha önce bu kadar sık geldiğimi hatırlamıyorum… 

Rüyayı hatırlamaya çalıştım… Gördüğüm kişi Mert’ti tabi… O saçlarının bana yaptığı ne tatlı bir şeydi ya… Mert’in iyice yörüngesine girdim sanırım, çocuk şeyime bacağını atsa hem de uyurken, garip rüyalar görüp, acayip orgazmlar oluyorum…

Neyse ki fazla ıslanmamışım… Mert’e belli etmeden kalktım banyoya gittim… Anlasa rezil olurum, çocuklar gibi uyurken gelmeler filan… Bir de altımı ıslatmaya başlarsam, iyice geriye sararız filmi artık… 

Külotumu çıkarmadan duşa girdim, beraber yıkandık suç aletimle… Bu arada esas suçlu alet, başı dik, bana bakıyor… Mert bu miniği adam yerine koyduğundan beri, iyice havalara girdi… Ulan eskiden geldikten sonra utanır, ufacık kalırdın… 

Şimdiyse, olur olmaz dikleniyorsun bana… Neyse onu kendi haline bırakmak en iyisi… Nasıl olsa bir şey dinlemez… Hemen çıkıp duştan, giyindim ve markete gittim. Tabi para yok. Mert’in ben de duran kartına müracaat, izin de almadık ama nasıl olsa böyle şeylere kızmaz. 

Onun derdi başka şeyler… Kahvaltılık bir şeyler hazırladım, anladığım kadarıyla işte… Neyse ki, ilk tanıştığımızda benden mutfakta bir şeyler bekleyen Mert, umudunu yitirdi de rahat ettim… Yok elimden gelmiyor ne yapayım…

Keşke gelse, ne börekler açardım aşkıma… Börek açılıyordu değil mi bu arada… Ben kendimi, açabiliyorum sadece sevdiceğime ne yapayım… O yoğuruyor beni hamur gibi, sonra afiyetle yiyor…

Kahvaltı hazır olunca, hazır sayılırsa tabi, yumurtaları soyamadım. Kendileri soysun, ben parçalıyorum soyacağım diye… Saat 9, 11 gibi gel yazıyordu sekreterden gelen mesajda… Aşkıma bakmaya gittim, uyuyor hala… 

Yanına oturup seyretmeye başladım… Zaten gece onu seyrederek uyumuştum, beni delirtecek bu çocuk herhalde… Korkmaya başladım resmen doyamıyorum ona bakmaya… Uyurken rüyalarıma da girmeye başladı, sonum kötü…

İkimizin de saçları iyice uzadı… Eğilip saçlarıyla kaplı alnına öpücüğümü kondurdum, biraz bastırarak, uyansın diye… Gözlerini zorlukla araladı, beni yatağa çekti altına aldı bir hamlede… Öpmeye başladı…

Ben hareketsiz durdum, çünkü bir şey yapacak olsam ilk yapacağım şey soyunmak ve onu soymak olur… Kudurdum iyicene daha bir saat önce geldim ya… Bu ne değişim böyle, aklımı aldığı yetmiyormuş gibi hormonlarıma da hükmetmeye başladı Mert…

Rüya aklıma geldi birden beni öperken saçları yüzüme düşünce, aklım uçtu, ama okula gitmek zorundayım… Şimdi sevişmeye bir başlarsak tekrar rüyaya dalarım ki, dekan beni oyar her halde. Vantuzlamayı bıraktığı bir anda, nefes nefese,

“ Aşkım kahvaltı hazırladım size, soğumasın yumurtalar filan”

“ Ne o sevişmek istemiyor musun”

“ İstemez miyim, yani okula geç kalmayayım diye demiştim de, neyse, yani istiyorsan tabi devam edelim…”

Kalktı birden üstümden… Of ezilmişim resmen…. 

“ Geç kalmayayım, ne alaka, okula beraber gidicez”

Unutmamış… Kızdı mı bu bana ya. Bir şey demeden banyoya girdi… Arkasından girdim hemen, soyunmuş, bakmamaya çalışarak, bakarsam kendimden geçebilirim…

“ Kızdın mı bana”

“ Hayır ama burda kalacaksan gel yanıma ve okula geç kalmayı göze al, ya da içeri git hemen”

Neyse ki bunu gülerek söyledi. Hemen kapıyı kapatıp içeri geçtim… Cihan’ın odasının kapısı kapalı… Kulağımı dayadım, ses yok… Hafifçe tıklattım… Yine ses yok… Kapıyı açıp, kahvaltı hazırladım, diyeceğim ama çekindim, hele bu odada başımdan geçenler aklıma gelince…

Hızlıca mutfağa yollandım, Cihan’ın odasında olan, o günkü olaylar aklıma gelince iyyk, bir tuhaf oldum… Oturdum masaya, beklerken Mert geldi, altında şortu üstü çıplak ve mis gibi kokarak… Başım dönüyor onu böyle görünce…

“ Minik neler yaptın sen böyle”

“ Şey yumurta oldu mu bilmiyorum, yani, internetten baktım on dakika kaynatın filan diyordu, geçen sefer de olmamıştı ya zaten…”

Sözümü bitirmeme izin vermeden gülmeye başladı…

“ Tamam ya sorun değil, ben yemekte ayrıntıcı değilimdir, bu güne kadar anlayamadın mı… Aç kalmayayım yeter, görüntü olarak da enfes olmuş sofra, teşekkür ederim”

“ Ay asıl ben teşekkür ederim, beğenesin diye deminden beri, yerlerini değiştirip duruyorum, peynirin, salamın ne varsa işte… Ama söz sana, sucuklu yumurta yapmayı da öğreneceğim… Haşlanmışı zaten beceremiyorum, içi görünmüyor ki, bak yine cıvık olmuş ya”

Güldü sadece yine ve daldı yemeğe, cıvık yumurtama, ekmeğini bandıra bandıra yedi… Sanki o yemiyor da ben yiyorum yemeği… Doydum bile onu seyrederken… Ben de bir parça ekmeğin arasına peynir koyup yedim… Yemekte ayrıntıcı değilmiş… 

Her konuda böyle rahat olsan ve gülsen hep olmaz mı? Bunu şimdi söylesem kızar… İlk tanıştığımızda, biraz daha canımı yakmadan sevişsin diye, her yaptığın işi arabayı sürdüğün gibi sakince yapsan, dediğim için, frene kökleyip nerdeyse beni cama yapıştıracaktı… 

Sustuk, tamam… Ama ben asıl Cihan’ı düşünerek tasarlamıştım bu kahvaltıyı… Eskiye dönüşümüzün, eğer döndüysek tabi, anısına… Mert’e söyledim o uyandırdı Cihan’ı… Ama biz çıkarken geldi ancak… 

“ Senin için hazırladım kahvaltıyı, eskisi gibi bana bakmanın anısına” dedim.

Baktı yine şaşkın. Hiç alışık olmadığı şeyler sanırım Mert’in beraber olduğu kişiler için, benim bu tavırlarım… Keşke becerebilsem onu bunlara alıştırabilmeyi. Bir devrim niteliğinde değişiklik olurdu hayatında ya da benim hayatımda asıl… Mert’e baktım hafif gülümseyerek bakıyor ikimize…

≈≈≈

Dünya yıkılsa, direksiyondayken hep aynı; dikkatli, sakin, kararlı, yaptığı şeyden zevk alan, güzel güzel oyun oynayan şirin bir çocuk gibi Mert her zaman… Onu seyretmeye bayılıyorum bu zamanlarda…

“ Sen ne yapacaksın aşkım okulda, işim var demiştin ya”

Evet sonunda ölümcül soruyu sordum… Cevap verecek mi acaba? Pek tınmışa benzemiyor… Bakıyorum ısrarla, diktim gözlerimi gözlerine… Hiç gitmesemiydik acaba okula, Londra filan umurumda değil sanki, Mert olmadan…

Okula geldik cevap vermedi soruma… Dekanlığın önünde indirdi beni… Çıkınca ara, dedi ve gitti kantine doğru… Ödüm kopuyor ama yapacak bir şey yok… Okul bomboş… Yaz okulu da tatile mi girmiş ne bilemiyorum… Allahım yalvarırım Hilmi olmasın okulda…

Sekreterin odasının kapısını tıklattım, cevap veren olmadı… Biraz bekleyip girdim içeri… Kimse yok… Nerede acaba? Dün bana mesaj attığına göre, burada olması gerekmez miydi? Saat de tam 10:55, yani dedikleri saat…

Neyse dekanın kapısını da vurdum… Ordan da cevap yok… Dalga mı geçiyorlar benimle diye düşünürken, kapıyı hafifçe açıp içeri baktım… Dekanın masası da boş… Tekrar kapıyı kapatıp, sekreter odasında beklemeyi düşünürken…

Bir el kolumdan tutup içeri savurdu beni… Odanın ortasında durabildim ancak, dönüp baktım; Hilmi kapıyı kilitliyor… Ensemden belime kadar bir bıçak girdi… Ayakta zor durabiliyorum… Acı gibi değil, sinirlerim yavaş yavaş buruluyor…

Belime ulaştığında öleceğim sanki… Nefes alabilsem belki ölmem, ama alamıyorum… Sadece, onun boş ve anlamsız gözlerine bakabiliyorum… Onun gözleri ise, her zaman ki gibi, bana mı bakıyor arkamda birilerine mi, belirsiz…

Yanıma geldi, cebinden, cırt plastik kelepçe çıkarıp, el bileklerimi bağladı… Kolumdan tutup, masanın yanındaki koltuğa oturttu, oturunca ayak bileklerimi de birbirlerine bağladı… Karşımdaki koltuğa oturdu, sırıtıyor pis pis…

“ Kendini küçük görüyorsun ama, isteyince göründüğünden atak olabiliyorsun. Hem korkak hem gözü karasın… Seviyorum bu yönlerini, güzelsin ama karı gibi değilsin en azından… Bu sefer kıpırda da göreyim… Rıza abin de yok, buraya gelebilir mi sence… Uzun uzun sohbet edelim bakalım seninle, belki anlaşırız. Nereye kaçtın, o günden beri yoksun”

Bıçak sonunda belime ulaştı, felç olmuş olabilirim kıpırdayamıyorum çünkü… Konuşamıyorum da, ne söyleyebilirim ki… Benim sustuğumu görünce ona kafa tutuyorum zannetti salak. Yanıma geldi tekrar, ellerimi bağladığı plastiğin cırtını iyice sıktı… Kesti bileklerimi ince plastik, yanıyor acıdan, adi şerefsiz…

“ Abi okul kapandı, ne yapıcaktım eve döndüm tabii”

“Abi yok doğru konuş. Dün mesaj attırdım sana hemen geldin, nerdeydin”

“ Gece otobüsüne bindim, Londra işiyle ilgilidir diye. Dekan çağırmadı mı beni, o nerde”

“ O izinde, seninle ilgili konularda onun yerine ben bakıyorum artık. Londra işini unut, mütevellideki bir kaç kişiyle konuştum. Bu sene sen gitmiyorsun. Seneye bakarız, bu inadından vazgeçersen gidersin. Şimdi gelelim bursuna. Onu da kaybetmek istemiyorsan, o kıl kuyruk oğlandan ayrılıcaksın ve benimle birlikte olacaksın”

O kıl kuyruk oğlanın kuyruğu götüne girer inşallah, orospu çocuğu… Genel eve düşmüş köy kızıyla konuşuyor sanki… Allahın ayısı, aynaya da bakmıyor her halde piç… Bir kendine bak, bir de kıl kuyruk dediğin kişiye… Boşa nefes tükettiğini anlarsın…

“ Eee ne diyorsun kabul mü, güzellik”

Güzellik? Senin ben ananı… Neyse… Birbirlerine bağlı olduklarından, iki elimi de suratımın hizasına getirdim, ikisi fazla olurdu, sağ elimin orta parmağını kaldırdım ona doğru… En son gördüğüm, yine suratıma doğru uçan tekmesiydi…


≈≈≈


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler