Liseden Üniversiteye 31 ~ ölmeden önce ölmek






Liseden Üniversiteye 31



~~~ ölmeden önce ölmek ~~~



doğrusu ve doğrusu size derim: 
buğday tanesi yere düşüp ölmezse, 
o yalnız kalır fakat ölürse çok mahsul verir 
(yuhanna 12:24)




Öylece masumane bakarken bana gözlerini yere çevirdi… O saf ve çocuksu bakışıyla konuşmak istemedi, tekrar maskesini takacak anlaşılan, neyse ona da razıyım. Nasıl olduysa konuşmaya başladı…

“Seni ancak kıskandığım için öldürürüm”

Beni kıskanıyor mu? İnsan sevdiği kişiyi kıskanır. Beni sevdiğini mi söylemeye çalışıyor acaba, kendi garip yöntemleriyle. Anlamadığım, nasıl kıskançlıksa bu, Cihan’la yatmamı da istiyor aynı zamanda. Hem de öyle teklif falan değil, şart. 

Ha unuttum özür, sürü içi kıskançlık olmuyor değil mi? Ama yine de gurur duydum söylediğinden. Kimden niye kıskanacaksın beni, onu anlamadım işte. Eğer Celâl ve Dani'yi kastediyorsa, ben derdimi anlatamıyorum bir türlü demek ki. 

“ Neden kıskanıyorsun anlamıyorum ki”

“ Öyle işte, delirtiyorsun beni”

“ Mert allahını seversen ilk defa konuşuyorsun benimle ilişkimiz hakkında, ama söylediklerinden hiç bir şey anlamıyorum, daha doğrusu hiç bir şey söylemiyorsun her zaman ki gibi, biraz uzun cümle kursan, ne demek istediğini anlatsan. Bak senin için ölmeye bile hazır birisi var karşında. Azıcık da sen çaba sarfetsen, yalvarırım”

“ Off… Anla işte, bu güne kadar karşılaşmadığım değişik bir insansın. Bütün ezberlerimi bozuyorsun. Başka birisi olsa senin gibi söylediğim her hangi bir şeyi yapmayan, anında block. Ama sana yapamıyorum. Bırak onu, her dediğimi yapsa bile biri, sıkılırım bir süre sonra… Kimseyi kıskanmadım bu güne kadar ama seni kıskanıyorum, çıldırtıyorsun beni, bilmiyorum nedenini”

“ Mertcim aşkım, beni neden ve kimden kıskanıyorsun anlamıyorum ki, senden başka erkek yok benim için. Bırak onu, başka insan bile olmaz sen istemezsen, benim herşeyimsin, ne olur inansan buna da rahat etsek”

“ Neden dediklerimi yapmıyorsun o zaman”

Ayy bayılıcam… Yine hep olduğu gibi, aynı yere sardık. Nokta ilerleme kaydedemiyorum bu çocukla. Ne yapsam, nelere katlansam bile… Aynı yerde hep o…

“ Yapamadım aşkım denedim ama olmuyor, senin vücudun benim mabedim, sen de kutsalımsın, sana tabiyim. Çıkamam ordan, çıkarsam ancak, başka bir vücut benim için bir anlam ifade eder. Ama çıkamıyorum işte, çıkmak da istemiyorum… Söyledim çıkmam için, ölmem gerek, öldür o zaman gıkım çıkmaz yeminle”

Gözlerini kapattı, karşımda çocuk gibi duruyor adeta… Sarılmak istiyorum ona, üstüne çıkıp tepinmek ya da ısırmak küçücük memeli kulaklarını. Nasıl bir şey bu ya, neden tanıdım onu… Ama yapamam şimdi, ne söylemek istiyor gerçekten duymam gerek, ah bir söyletebilsem. 

Oysa söylediği tek şey; delirtiyorsun, çıldırtıyorsun beniEzberi bozuluyormuş bir de… Bozulsun bir kerecik ne olur ki… Sadece sen ve ben olsak ne olur, mutlu olsak sonsuza kadar, engel ne? Sol tarafından, bel kemiği ile kaburgaları arasından girmiş mermi ve arkasından çıkmış… 

Hafifçe elledim bandajla kapalı yarayı, parmak uçlarımla… Keşke o mermi bana girseydi… Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum ama kıyamıyorum ona işte… Yine susuyor konuşmuyor. Ben konuşurum, bıraksa sabaha kadar hem de hiç durmadan, ona neler anlatırım… 

Sıkılır, iyice bozarım ortamı diye korkuyorum… Ama susamam artık ne olacaksa olsun yanımda öyle onun kokusu varken bile bile ayrılamam ondan… Devam ettim zorunlu konuşmaya, kızmaz umarım.

“ Senin dışında, başka biriyle yatmak filan umurumda değil, ben ahlakçı biri değilim, ama sana aşığım onu biliyorum ve sen mutlu ol diye her şeyi ama her şeyi yaparım yemin ederim”

Neden hiç yumuşamıyor bu çocuk anlamıyorum ki, her yolu deniyorum, tınmıyor bile… Gerçekten düşündüklerimi söyleme zamanı geldi sanırım… Pataklarsa pataklasın beni ne yapayım…

“ Aşkım izin verir misin konuşaya devam edeyim, ne olur sıkılma. Biliyorum sevmiyorsun böyle şeyleri konuşmayı, ama bir kerecik ne olur”

Suratıma baktı anlamsız bir ifadeyle, ama hala aynı çocuksu ifade neyse ki. Neden benim hissettiklerimin binde birini bile hissetmiyor allahım… Sus demedi veya çıkıp gitmiyor en azından. Ben buna bile razıyım, yanımda olsun da…

“ Söyleyeceklerime sakın kızma sadece dinle ne olur, sana saygısızlık etmem asla aşığım çünkü. Sana söylenecek ve seni kızdıracak bir söz, senden çok beni üzer inan… Ama belki kızacaksın söyleyeceklerime… Duramıyorum işte, dinle ve düşün sadece… Seni anlıyorum, her dediğin olsun istiyorsun ve ben senin bir tek dediğini bile yapmayınca çok kızıyorsun… Ve belki başından geçen ve unutamadığın kötü olaylardan dolayı sana bunları yaşatanlarla otomatik olarak beni özdeşleştiriyorsun… Aynı kötülüklerin benden de gelebileceğini düşünüp, durmadan sınamak istiyorsun beni. Bunun için en uygun şey de hiç yapamayacağımı bildiğin bir şey oluyor her halde… Ama her dediğini yapıyorum aşkım… Sadece bir başkasıyla hele de en yakın arkadaşınla, yatamıyorum, bir kerecik de sen beni anlamaya çalışsan, bir tek şeyi benim için kabul etsen olmaz mı?”

Off söyledim ve rahatladım… Söylediklerimden hiç etkilenmedi. Belki dinlemiyor bile beni. O böyle şeylerle ilgilenmez ki. Kendi rotasında sadece. Binersen gemisine o kaptan, kabul edersen ne alâ. Yoksa uza… Açıkça söylüyor, benimkisi boşa konuşmak…

Dokundum koluna, tenini hissedince, yaşamım güzelleşiyor. Gözlerimin içine baktı, aman allahım, gözleri yaşarmış mı? İnanamıyorum… Çok kısık sesle, hiç onda alışık olmadığım şekilde, tane tane konuştu,

“ Nasıl olsa bırakacaksın bir gün beni. Neden benle uğraşıyorsun”

Çıldırdım adeta, ne diyor, konuşan Mert mi? Sesi bile değişik, çocuk gibi sanki. Üstüne atladım. Her tarafını koparırcasına öpüyorum. Dudaklarım ve dilim yetmiyor ki, onu sevmeye. Isırıyorum suratının her yerini…

Hiç bir şey yapmıyor, sadece onu sevmeme bir kedi gibi izin veriyor. Ara sıra gözlerine bakıyorum öylece yalvarır gibi bana bakıyor yapma der gibi, hepsi bu ama… Bakışından aldığım güçle tekrar saldırıyorum ona… 

Durdum gözlerinin içine baktım, ta içine ama…

“ Sana yemin ederim Mert, sen beni bırakmadıkça hep yanında olacağım, her ne olursa olsun, inan buna… Eğer sözüme sadık kalmazsam allah belamı versin”

Yarasını acıtmamaya çalışıyorum ama olmuyor ara sıra bir yerlerim çarpıyor oraya, acıdan gözlerini kısıyor ama hiç bir şey demiyor, yapma filan diye, ne deli çocuk ya… Ne zaman ne yapacağı, neye nasıl tepki gösterceği, bu kadar belli olmayan biri var mıdır acaba?

Sarıldı, bütün vücuduyla bütün vücuduma… Altına aldı beni, çok yumuşacık öpüyor dudaklarımı… Bıraktım tamamen kendimi ona… İncecik, ama çelik gibi kollarına… Parmaklarımı ipeksi saçlarına geçirdim, öylece bekledim sadece… 

Ne isterse yapsın diye…Ne kadar zaman, durup durup dinlenerek, sonra tekrar saldırarak, saf ve yavaşça öpüştük, bilmiyorum… İkimiz de yorulup sarmaş dolaş uyumuşuz… Tek bildiğim bu… Bilmek istediğim de bu aslında ve hep sürsün istediğim… 

Gece bir kaç defa tedirgin uyanır gibi oldum… Ama kollarını bana sarmış, sakin ve bebek gibi uyuduğunu hissedince, gözlerimi hiç açmadan bayıldım tekrar… Sonunda ben de onun alemine dalmayı başardım uzunca zamandır ilk defa, onun içindeyim yine… En sevdiğim yer… Sonsuz huzur…

≈≈≈

Sabah gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey, boynumun altından geçen kolu, yatağın dışına taşmış yarısı, boşlukta duran eli, avucunun içi ve o güzelim parmakları… Uzun ince ve bembeyaz… 

Saatlerce seyredebilirim onları hiç sıkılmadan ve aklımdan neler neler geçerek…Çevirdim elinin diğer tarafını, tırnaklarının içindeki rengi görebilmek için… Hani insanların parmak izleri tek ya, Mert’in tırnaklarının içindeki derinin rengi de öyle, biricik güzellikte. 

Ellerine sadece, yeteneğim olsa, hiç bitmeyen şiirler yazmak isterdim… Bu güzelliğinden değil sadece, esas eşsizliğinden. İlk defe benim odamda uyuduk. Yurtta öğrenciler birlikte yatmasınlar diye, odalar geniş olmasına rağmen, yataklar ancak bir kişinin yatabileceği kadar dar. 

Ama ikimiz de zayıf olduğumuz için bir şekilde sığdık. Mert hep sırt üstü yatar. Uyurken yaptığı tek şey bazen kolunun ön kısmını alnına dayamaktır. Öylece hareketsiz ve sessiz uyur… Yalnızca bazen nefes alışverişi hızlanır, rüya görmem diyor ama bu anlarda rüya görüyor sanırım… 

Ben yatağa sığalım diye, yan dönüp, sırtımı ona yaslamışım… Şimdi farkettim, nerdeyse kıpırdasam aşağı düşeceğim, her konuda olduğu gibi yatağın da limit noktasındayım… Ben düşmemek için biraz hareket edince ona doğru, Mert sanırım anladı bunu, eliyle göğsümü tuttu ve koluyla kendine doğru iyice çekip bastırdı sırtımı kendine…

Nerdeyse göğsümdeki kemikler kırılacak ama hiç sesimi çıkarmadım. Beni bırakmasın yeter. Ona doğru dönmeye çalışınca, kolunu gevşetti biraz ve ben dönüp, yanağımı boynuna gömdüm. Tam boynunu öperken boğazındaki, ufacık simsiyah beni gördüm. 

Bembeyaz pürüzsüz tenine, sanki bir sanatçı, fırçasını tam olması gereken yere dokundurmuş gibi, o kadar güzel duruyor ki… Her yeri gibi… Neden her şey bu kadar yakışıyor ona. Bu kadar mükemmel olmak… Başa bela değil mi? Sanırım benim başıma… 

Aşık olduğun kişinin bu kadar güzel olması ve ne olursa olsun vazgeçemiyor olmak ondan, verilmiş en büyük ceza… Katlanamıyorsun acısına, ama vazgeçemiyorsun da… Mis kokusunu içime çekerken, diğer kolunu da sardı bana… 

~~~

Çocukluğumdan beri insanların vücutlarını incelerim. Özellikle Mert gibi ortalamanın dışında farklı ve güzel olan insanları ve tabii özellikle yaşıtım olan erkekleri… Şimdi boynuna bakıyorum. Ne kısa ne uzun, normalden biraz ince… Oldukça belirgin ve çıkık köprücük kemikleri var… 

Erkeklerin vücutlarında bel ve köprücük kemiklerinin çıkık ve belirgin olması öldürür beni… Bunun için zayıf olmak gerek tabi… Köprücük kemiklerinin ortasında üçgenimsi, boyun çukuru… Onun biraz üstünde de çok belirgin olmayan adem elması…

Genelde boyun çukuru kadınlarda oluyor. Adem elması da erkeklerde… Mert’te ikisi de var hatta çukur daha belirgin… O kadar yakışıyor ki. Bana onu daha erkeksi hissettiriyor. Başkalarının tersine ben belirgin adem elmasını estetik ve erkeksi bulmam… Tersim işte…



Dedim ya zevklerim değişiktir… O nedenle Mert gibi bambaşka erkeklerden hoşlanırım herkesin tersine… Boyun çukuruna gönül çukuru da deniyor, ilginç… Ben aşkımın o çukuruna düşsem keşke ve orada yaşasam, onun içinde… 

Yusuf’u çukura atmışlardı kardeşleri değil mi? Dünya güzeli, masum, akıllı ve bu yüzden kıskanılan ve hep cezalandırılan, buna rağmen hep iyi düşünen ve iyilik yapan Yusuf… Ona kötülük yapanlara bile yardım eden Yusuf

Size çok ters ve anlamsız gelebilir ama benim erkek güzeli Yusuf’um Mert…

~~~

Gözlerine baktım, o da bana… Bana bir şey söylemek ister gibi bakıyor… Mert’le tanıştığımızdan beri ilk defa bu kadar çok konuştu, umarım devam eder, tabii bir de, ayrılmasa benden… 

“ Gece bir rüya gördüm”

Ciddi ciddi konuşuyor benimle, hem de rüyasını, hiç bir şeyinden bahsetmeyen çocuğa ne oldu böyle, anı bozmamak için ne söyleyeceğimi iyi düşünmeliyim, ama dayanamadım öğrenmem gerek…

“ Anlatsana ne olur”

“ Rüyamda kendimi seni öldürürken gördüm”

Bir anda boynumdan belime bir buz aktı gibi oldu ve nefes alamadım, bu muymuş rüyası… Öldürsün ne yapalım, ama yine de titredim işte, onun ağzından duyunca… Suratına anlamsız bir şekilde baktım… Gülmeye başladı…

“ Şaka şaka, ben rüya görmem”

Salak ya… Benim söylediklerimle nasıl da dalga geçiyor. Beni bırak ciddiye almayı, bir de alay ediyor… Gıcık…

“ Ben söylediklerimde ciddiyim Mert, sense alay ediyorsun benimle”

Yok yok alay etmiyorum sadece kafama takıldı da… Yani ne kadar çok ölümden bahsediyorsun, korkutmuyor mu ölüm seni?”

“ Hayır, seni?”

“ Tabii ki korkuyorum, herkes korkar ölümden”

Şaşırttı beni yine, Mert ölümden korkuyorsa, o silahlı adamların üzerine atlaması veya Dani’yle ölümüne kavgalar ne oluyor… Çelişki yumağı… Ama sanırım erkeklerin bir çoğu için tehlikeli şeylerin çekici gelmesi bu nedenle: ölümden çok korkmaları…

Aynı kadınların erkeklere oranla korku filmlerinden daha çok korktukları halde, açıklayamadıkları bir şekilde izlemekten zevk alamları gibi… Korktukları her şeyden bir şekilde uzak da kalamıyorlar… 

Ölümden neden korkmadığımı Mert’e değişik bir şekilde anlatmam gerek… 

“ Osho diye Hintli bir mistiğin kitabında okumuştum. Yaşam ön sevişmedir, ölüm orgazm, diyordu… Bir de, ölümden korkan insanlar; uyurken bile rahat değildirler çünkü uyku küçük ölümdür; sevmekten de korkarlar ölümden korkanlar, çünkü sevgi de bir ölüm biçimidir, diyordu hatırladığım kadarıyla”

“ Senin bu felsefe saçmalıkların, anlamıyorum bir şey… Bana korkak mı diyorsun yani…”

Sıçtık sanırım delici bakış oturdu gözlerine. Ağır kaçtı söylediklerim… Pişman oldum ama, tüpten diş macunu çıktı bir kere… Mert’e söylenecek laflar mı bunlar… Hemen sıyırmam gerek bu durumdan, 

“ Ne korkağı, hayır tabii ki sen benim kahramanımsın aşkım… İzin ver hemen geliyorum, lütfen sakın gitme sana bir sürprizim var”

Hiç bu kadar sık aşkım dememişimdir her halde… Onun bakışları beni öldürüyor mutluluktan ve korkudan… Fırladım, gece yattığım eşofmanımla, ayakkabılarımı giymeden terliklerimle dışarı… Yurtta da büfe var ama ben okul kantinindeki Rıza abinin yaptıklarına hastayım. 

~~~

Hiç konuşmuyoruz artık, beni görünce, o gün ne en iyi ise, yapıyor bana… Ben de afiyetle yiyorum. Koşarak gittim, Rıza abinin işinin bitmesini bekleyip, baktım gözlerinin içine, hemen enfes özel kumru ekmeğini böldü, artık bana tost veya yarım ekmek yapmıyor. 

Özel kumru ekmeğine terfi ettirdi beni, içini de bolca dolduruyor, kilo aldırmaya çalışıyor sanırım… Rıza abi okulda bir fenomen, kendi hazırladığı soslar, özel ekmeği, parmaklarını bile yedirir insana, o derece yani… 

Kızlar devamlı soruyorlar nasıl hazırladığını sosu, onun tek yaptığı ters ters bakmak… Cevap bile vermiyor muhatap alıp… Bazı günler soğuk arnavut ciğeri yapıyor. Tam lokum, annem de yapardı, biliyorum tadını güzel yapılırsa enfestir… 

Annem, babamın övgülerine hep, ciğer güzeldi, diye cevap verirdi… Güzel yemek yapan ya da her hangi bir şeyi iyi yapan insanların, övünmeme huyuna bayılırım… Çok az yemek yediğim için, lezzet benim için çok önemli… 

Az ve öz kuralımdır, yemek konusunda… Rıza abi herkese vermez yaptığı ciğeri… Anlayana misali her halde, tatlı adam… Bir gün çocuğun teki geldi kız arkadaşıyla, bana sandviç hazırlarken Rıza abi. 

Kız ciğer istedi, yok, dedi, Rıza abi. Ama bana hazırladığı sandviçin içine koyarken gördü, erkek arkadaşı kızın ve delirdi, var ya işte, diye kükredi şımarıkça. Rıza abinin cevabı, tam bir kapak, var da sana yok koçum 

Bizim okuldaki şımarık zengin çocukları için bile, tam bir destan adam ve beni seviyor nedense, hele de hakkımdaki konuşulanlardan sonra, bana tavrının değişmemesi… Hazırladığı sandviçin yanında duran ekmeğe bakıyorum… 

Mert için, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum, çünkü benden hep az para alıyor ve içini de dolduruyor ekmeğin harika bir karışımla, her şey orantılı… Şimdi bir tane daha istesem yine az para alır, onun iyi niyetini kötüye kullanmış gibi olurum… 

Ama Mert’e de bu lezzeti tattırmam gerek… Bu gün de arnavut ciğeri yapmış koyuyor, yutkunmaya başladım farkında olmadan…

Rıza abi

Bana bakmadı cevap da vermiyor, duymadı her halde diye düşünüp, tekrar söyledim… Biraz bekleyip anca cevap verdi… İşini yaparken dış dünyadan soyutlanıyor… Ya da boş konuşmayı sevmiyor, işiyle konuşuyor sanki… Sonunda cevap verdi,

“ Söyle Can, ne bekliyorsun”

Adımı ilk defa söyledi nereden öğrendi acaba? Videoyu da seyretmiştir mutlaka… 

“ Abi sadece bu günlük, bir misafirim var da iki tane olabilir mi, bana hazırladığın gibi”

Uzunca baktı bana korktum, aynı dekanın baktığı gibi bakıyor. Ne bok yemeye misafirim var dedim ki… Yurtta misafir mi olur gerzek kafam… Herkes herşeyi biliyor, o videoyu çeken piçin yüzünden… 

Ulan piç çektin hadi anladık, röntgencisin, youtube’a neden koyuyorsun. Tabi kim çektiyse artık, büyük gazeteci, sorsan, halkın haber alma özgürlüğü abi, diyecek… Halkını da seni de… Yere eğdim gözlerimi, utancımdan kızarıyorum sanırım… Yavaş yavaş gitmem gerek bu okuldan…

Tahmin etmiş midir acaba Mert’le gece odamda beraber olduğumuzu. Sabahın köründe bu kıyafetle ve terlikle geldiğime göre anlamıştır herhalde… Kendi kendine güldü… Sonra, tövbe estağfurullah, der gibi kafasını iki yana salladı… Ama allahtan gözlerinde bir kızgınlık belirtisi yok… 

“ Bak Can, dikkatli ol herkes seni konuşuyor. Yönetimin kulağına gitmiş konuşulanlar. Ben okulda olan biteni kimin kimle ne yaptığını bildiğimden, seninle ilgili sorular sordular, çok efendi çocuk, dedim sadece, beni mahçup etme, olur mu”

Nasıl bir adam bu ya, babam gibi koruyor ve akıl veriyor ve iyiliğimi istiyor… Ama gerçek babam bunu yapmadı bana hiç… Kaldırdım gözlerimi yerden korkarak, gülümseyerek bana bakıyor. Gülerken ilk defa görüyorum onu ya da hatırlamıyorum bilmiyorum… 

Herkes eskiden ucube gibi bakarken bana şimdi o bana sevecen bakıyor… Bakışlarında şefkat ve sevecenlik… Beni korumak için bunları söylediği de açık… Sevinçle ben de ona gülümsedim… Babamda aradığım şefkatli bakışları buldum sanki… Neden bilmem onun ellerine sarılıp öpmek istedim… 

“ Tamam , söylediklerini anladım Rıza abi sağol, seni zor durumda bıraktıysam özür dilerim, bir daha yapmamaya çalışacağım”

Yine güldü bu sefer daha çok , sanırım bir daha yapmayacağım yerine yapmamaya çalışacağım dememe gülüyor… Sanki içten içe hoşuna gidiyor inatçılığım, ne tatlı adam ya…

Sandviçleri ve iki tane cam şişe eker ayran alıp parayı verdim ve fırladım… Başka ayran satmaz, herşeyin en iyisi… Sabah erken saatte kantinde bulunan herkes bana bakıyor… Umurumda değil… 

Olsa ne olacak ki… Rıza abi yine koca sandviçler için sadece iki kaşarlı tost ve ayranların parasını aldı benden, gıda sponsorumdu… Şimdi gurum oldu…

≈≈≈

Odaya girdim, yatak boş, yüzüm düştü yere… Ama neyse banyodan su sesi geliyor… Allahım gitti diye öyle korktum ki, yıkanıyormuş aşkım (yeter bu aşkım şımarıklığı artık)… Hemen masamın üstünü boşaltıp koydum aldıklarımı…

Dayanamadım tabii, banyonun kapısını araladım ve baktım… Duşakabinde yıkanan Mert’e… Sülün gibi vücudu, dalsam mı yanına, yok artık iyice isteriğe bağlamamalıyım o beni çağırmalı, iyi de yurttayız, Rıza abinin söyledikleri var bir de üstelik, sapıttım iyice. 

Bir daha yurtta asla böyle şeyler yapmamalıyız, ikimizin de sonu olur… Kapattım kapıyı, döndüm masaya, içim gidiyor ama saçmalamamalıyım… Mert çıktı havlu var altında, allahtan…

“ Majesteleri kahvaltı ister mi?”

“ Hem nasıl, açlıktan ölüyorum”

Masaya otururken yanağımdan bir makas aldı. Hizmetimizden memnun anlaşılan efendimiz… Sandviçini verdim, ilk ısırıkta, gözlerini kocaman açtı…

“ Bu ne ya enfes bir şey”

“ Kantindeki Rıza abinin gizli lezzetleri, beğeneceğini biliyordum”

Ayranını da açtım verirken, Mert sandviçi bitirmek üzereydi. Çok acıkmış belli ki… Ben onu da kendim gibi zannedip bir tane sandviç aldım… Doymaz ki o… Benimki elimde kaldı, dayanamadım,

“ Al bunu da ye istersen, çok acıkmışsın”

“ Sen”

“ Alırım ben bir tane daha derse girmeden”

“ Hayır diyemeyeceğim, böyle harika birşey yemedim ya, ne var içinde bunun”

“ Herşey özel, ekmeği ve esas gizli formüllü sosu… İçindeki arnavut ciğeri, Rıza abi sadece iyi ciğer bulduğunda alır yaparmış… Onun için az oluyor ve herkese vermiyor… Biraz da eritilmiş kaşar peyniri”

Mert’i seyrettim ağzımın suyu akarak… Açlıktan ha, yanlış anlamayın… Midem kazınıyor… Ayranımı içtim, biraz tutar hiç olmazsa… Şimdi bir daha Rıza abiye gitmek ayıp olur, yurttaki kantinden bir kaşarlı alır girerim derse…

≈≈≈

Sandviçleri bitirince kalktı Mert… Gidecek her halde… Bir şey demeden mi? Ben ilişkimiz ne olacak merakındayım ama onun pek umurunda görünmüyor, karnını doyurdu, keyfi yerinde… Akşam nerede kalacak acaba?

“ Annenlerde misin hala, yoksa dönecek misin eve?”

“ Yok bunaldım orda, iyileştim sayılır gitmem anneme”

Yani bana gel falan demeyecek mi?. Gerçi Cihan’ın olduğu bir yere gitmek istemiyorum ama, başka çarem var mı? Bakıyor yine boş boş… Herşeyi ben sormalıyım, o kendini hiç yormasın…

“ Mert kızma ama… Bir şey söylemeyecek misin?”

“ Ne konuda?”

Elinin körü konusunda… Mahsus yapıyor bu ya… Bilmiyor sanki aklımda ne olduğunu… O ayakta, gitmek üzere… Ben yere bakmaya başladım… Bana neler yapıyor, rezil ediyor ama iş konuşmaya gelince susuyor… Sinirlendim iyice…

“ Aklımda senden başka bir şey olmadığını biliyorsun Mert… Ne konuda olabilir… Bana bu kadar umursamaz davranmasan olmaz mı? Ben ne olursa olsun seninle birlikte olmak istiyorum… Kan da ölüm de ayırmasın bizi istiyorum… Bırakacak mısın beni, Cihan’la yatamadım diye?”

“ Ha… O konuyu diyorsun”

Ha evet… O konuyu diyorum, ayı. Sen ne zannettin… Türkiye’nin ortadoğu politikası konusunda görüşlerini mi merak ediyorum acaba?.. Düşünüyor yine, düşünürmüş gibi sanki… Kötü bir şey söyleyeceği kesin de…

“ Bak ben sana uygun değilim, ya da sen benim için fazlasın…”

Siktir git ya, klasik Issız Adam polemiği, fırladım sandalyeden tuvalete, kilitledim kapıyı, tünedim klozetin üzerine, yine lisedeyken Mete’den kaçtığım gün olduğu gibi… Hep aynı, benim kaderim bu… O günkü gibi yine, yine, yine…

Kafamı ellerimin arasına aldığımda, yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı göz yaşlarım…

Ölüm… Gerçekten de bir çözüm olabilir mi?


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler