Liseden Üniversiteye 34 ~ iyiliğin tarafında olmak






Liseden Üniversiteye 34



~~~ iyiliğin tarafında olmak ~~~



~ parlak bir geleceğe aday gençler,

~ çokluk aşağılanmalardan yana

~ zengin bir geçmişi olanlar arasından çıkar.

~ robert musil | genç törless'in bunalımları ~



Peter denize en yakın masalardan birine oturmuş, güneşin batışını seyrediyor... Uzaktan ben de onu seyrettim biraz... Her karşılaştığımızda bir başka yenilik, saçlardan sonra da kendine yeni faça yapmış...

Açık sıfır yaka bordo tişört, skinny jean koyu mavi ve açık mavi converse... Vücudu güzel olduğu için yakışmış... Yalnız bu kıyafetler bana biraz tanıdık geldi 😀. Görünce, hemen fırladı yerinden bana doğru uçtu, havada buluştuk.

En sevdiği şey öpüşmemiz, her fırsatı değerlendirir... Otururken baktım, tişörtün yakasından, boynu ve göğsüne doğru uzanan pürüzsüz ve koyu kırmızı-siyah teni, enfes gerçekten... Kız arkadaşı şanslı... Bir ara ona kız arkadaşını ve derslerini sormalıyım.


Hep beni ve dertlerimi konuşuyoruz, bencil olmamak gerek arkadaşlıkta... Bana bakıyor kapkara gözleriyle. Meraklı ve telaşlı bakışlarımdan bir an önce konuya girmesi gerektiğini anladı cin Peter. İçerdeki adamımız son istihbaratları nasıl aktaracak bakalım.

“ Hemen başlıyorum anlatmaya... Mert abinin sınavları da dün bitmiş, akşam saat 10 gibi geldi. Sabri abiyle ve bizimle selamlaştıktan sonra, dışarıda kenarda bir masaya oturdu. İki bardak duble viski yanına da sadece soğuk su istedi... İlk bardağı fondipledi. Kafası bir şeye takılmışsa genelde böyle başlar içmeye “

Kafası hep bir şeye takık zaten lost Mert beyin. Peter'in konsantrasyonunu bozmamak için susuyorum esas anlatacaklarını anlatsa bir an önce, ama sonuçta anlattığı kişi Mert olunca, her şeyi ilgiyle dinlerim tabi...

“Saat 11'i biraz geçe kapadık cafeyi. Mert abi de içeri geçti, ben kaldım dün gece cafede tabii... Bu arada Sabri abiye tahmin edebileceğin gibi isteğini iletmiştim ve seninle ilgili bildiğim şeyleri anlattım ki, Mert abiyle senin hakkında konuşabilsin”

“ Profesyonel istihbaratçılar gibisin valla sağol”

“ Ne yapalım en sevdiğim kişinin mutlu olabilmesi için uğraşıyoruz. Tabii asıl işi yapan Sabri abi, ama dediğim gibi seni o da seviyor ve sana yardım etmekten hoşlanıyor”

Peter'in en sevdiği kişi? Neyse şimdi bunun sırası değil...

“ Mert abinin viskisini, Sabri abinin rakısını ve çiğ badem servis edip, dinlemeye geçtim... Sabri abi direk konuya girdi ve Can'la sorunlar mı var? dedi... Epey daldı Mert abi. Cevap vermek için iyice düşündü; Ben konuştukları şeyleri senin için cep telefonuma yazdım hızlıca, sana ordan okuyacağım, soracağın bir şey olursa sorarsın”

Mert: baştan anlatayım abi her şeyi. çocukken spora yelkenle başladım ben. bayılırdım denizde rüzgarla uçup gitmeye. rüzgarın sonsuz gücü, yelkeni kullanana geçer, doğanın gücüyle bu kadar bütünleşebileceğin başka bir spor olamaz... bana rüzgarın oğlu, derlerdi... herkesle iyi geçinen, sevilen, yaşamla barışık ve mutlu bir çocuktum...

Sabri: kaç yaşlarındasın o zamanlar?

Mert: ben daha yürümeye başlamadan babamın kucağında başlamış rüzgarla sevdam... 7 yaşında kulüpte eğitime başladım... 15 yaşlarında filan tamamen bıraktım. sanki doğanın gücü beni terk etti... rüzgarın oğlu, öldü... o herkesle ve her şeyle barışık çocuk gitti... herkese ve her şeye öfkeli biri oldum...

Sabri: gökçe olayları mı?

Mert: evet. beni önce erkenden büyüttü. sonra da çocuksun demeye başladı... ben ne olduğumu şaşırdım... mutlu çocukluğumu elimden çekip aldı... çocuk da olamadım büyük de... yavaş yavaş beni yaşamımdan ve kendimden uzaklaştırdı... sonra en sevdiğim insan olan annemi benden soğuttu... herşeyi annem için yapardım. daha çok sevsin beni diye. o beni sevdikçe ben yaşamımı ve insanları daha çok severdim. onun da benim için yaşadığını hissederdim.

Sabri: yelkeni neden bıraktın, ne ilgisi var?

Mert: rüzgarla temas kuramamaya başladım. en sevdiğim yer olan deniz artık korkutuyordu beni... bir şeyi sevmek korkutuyordu artık beni... önce gökçe ve sonra daha beteri annem gibi düşünüyordum denizi... ve beni içine alıp yutucakmış gibi hissediyordum... ben kontrol edemiyordum onu ama onlar beni kontrolüne almışlardı sanki...

Denizin sonsuzluğu beni çağırırken hep, Mert korkmaya başlamış en sevdiği şeyden Gökçe karısı yüzünden. O çok güçlü görünen Mert'i nasıl etkilemişse artık...

Mert: havuzda yüzmeye başladım sonra... havuz benim kontrolümdeydi, başı sonu ve ne yapacağı belli... sonra cihanla arkadaşlık ilişkimizin boyutları değişti... önce cihanla sonra diğer oğlanlarla beraber olmaya başladım... bütün hıncımı önce havuzun suyundan sonra biliyorsun işte beraber olduğum kişilerden aldım...

Sabri: peki can... bak mert bu çocuk bu güne kadar senin yanında gördüğüm en efendi çocuk... diğerlerini biliyorsun, buraya gelip senin için rezalet çıkaranı bile oldu... hepsiyle de olaylı bitti ilişkin... oysa can geçen gün cafenin önünden utana sıkıla geçmiş... bizim çocuklardan biri görmüş, arkasından hasanı gönderdim. gelin dedim. utancından buraya bile gelemedi.

“ Sabri abiye anlattın mı ellerime olanları?” dedim.

“ Sadece elini yaralamış dedim ayrıntı anlatmadım. Ama sanırım anladı”

Sabri: tertemiz bir çocuk ne istiyorsun ondan?

Mert: her şeyi ve hiç bir şeyi...

Sabri: yine cihanla garip oyunlarınız mı? kabul etmiyor değil mi can bunları...

Mert: etmiyor.

Sabri: bak mert, cihanla olan garip ama derin ilişkinizi biliyorum... anlamıyorum ama sizin bileceğiniz iş tabi. sizin ki gibi olmasa da erkekçe dostluklar, verilen sözler, kan kardeşliği en üstün tuttuğum değerler olmuştur yaşamımda... ama en önemli ve her şeyin üstünde tutacağımız esas şey; iyiliğin tarafında olmaktır. canla birlikte ol demiyorum, ama onun için iyi ne ise onu yap. çünkü anladığım kadarıyla sizin garip oyunlarınız hariç, o sen ne desen yapmaya hazır... bu çocuk bir ayrıcalığı hak etmiyor mu?

Mert: ediyor... konuştum cihanla ama inadı inat... ne zaman konuyu açsam çekip kapıyı gidiyor... anlayacağın ne cihana ne cana sözüm geçmiyor abi... ben de arada kaldım...

Sabri: son bir soru o zaman... seviyor musun canı gerçekten...

Mert: onun gözlerine bakınca tekrar denizi görüyorum çocukluğuma o mutlu günlerime dönebilme umudum can sanki... ama bir taraftan da içinde kaybolup boğulacağımdan korkuyorum...

Sabri: biraz daha cesur olmalısın... birbirinizi bulmuşken kaybederseniz... bilemiyorum... anlamadığım şeyler bunlar... bırak bir erkeğin erkeğe aşık olmasını, bir erkeğin bir kadına aşık olması nedir, onu bile bilmeyen... ömrü hapislerde geçmiş benim gibi bir adam... ne akıl verecek işte... ama senin de onun da gözleri... birbirinize bakarken gördüm... bana bir değişik geldi...

Mert: evet, ya abi gözleri işte... hep sevecen, meraklı bazen de korku dolu bakar... çocuk gibi... hiç düşmanca bakmaz ama... sen ona kötülük yap, o sadece şaşkın bakar, tek bildiği kötülük bu onda; şaşırmak... ben alışmışım, kavga dövüş... sevgi bile bu ben de... biz cihanla beraberken, kızdık mı birbirimizin ağzını burnunu dağıtırdık...

Sabri: oğlum siz delisiniz... ne anlayacak zavallı çocuk sizin manyaklıklarınızdan...

Mert: haklısın sapıttım abi, önce gökçenin yaptıkları ve sonra annemin sevgisini kaybetmek... hele annemin eşcinsel olduğumu öğrenince, bana iyice düşman gibi davranması... can beni tekrar o masum sevgi dolu halime geri döndürebilecek tek insan, ama yapamıyorum işte... kaybettim gerçek kendimi... can hâlâ büyüyememiş ya da büyümek istememiş masum bir çocuk... onunla birlikte çocuk olabilsem keşke tekrar... keşke başarabilsem.

≈≈≈

Çocukluk ve büyümek... Aklıma lisedeyken yazdığım bir kompozisyonu getirdi...

Sevimli dev ve ölüm...

...

Umut ettiğin şeyler senden gün be gün uzaklaştıkça, sanki giderek küçülüyorlar. O kadar küçülüyorlar ki, bu onları çok sevimli birer dev yapıyor.

O sevimli devi alıp içine büyütüyorsun... O büyüdükçe sen de büyüyorsun...

Büyümeden yaşanmaz çünkü. Devinimsiz olmaz, büyümek zorundasın... Şu veya bu anlamda, büyümek zorundasın.

Büyümek ve ölmek... Ölmek için büyümek gerek. Ölüm, en kesin ve tek gerçeklik...

Doğumla ölüm arasında geçen zaman ise, oyalanmak sadece, düğün gününü beklerken...

Bu şartı yerine getiremeyen şeyler, ölümden daha beter bir sona mahkûmdur... Büyüyemeyen ve ölemeyen şeyler... Çürürler...

...

~~~

“ Bundan sonrası sadece sessizlik. Sabaha karşı 4'e kadar içtiler. Ben de bekledim tabi. Bu gün onun için izinliydim. Mert abi hep çok içer ama dün iki şişeye yakın viski bitirdi. Cafeden çıktığında onu ilk defa yalpalarken gördüm. Sonra Cihan abiyi aradım, evdeymiş allahtan. Ben aşağıdan alırım merak etme taksiye bindir gönder, dedi. Karşı duraktan tanıdık bir taksiye bindirdim. Evlerinin adresini verdim şoföre”

≈≈≈

Peter Pan üzgün bakıyor bana... Sanırım suratımın aldığı hâl hüzünlendirdi onu... Bense artık umut edemeyecek kadar dibe vurmuş hissediyorum kendimi... Çünkü Mert'in anlattıklarından çıkan sonuç yalnızca... No way out...

Güneş battı, umudum gibi... Hava kararmaya başladı bile... Elimden bırakamıyorum telefonumu... Ne olur arasa veya mesaj atsa Mert... Tamam ya, bir göreyim hiç olmazsa o kadar özledim ki onu... Bir gülse bana, çıksa dudaklarının yanlarındaki sihirli çizgiler.

Öpsem oraları, yalasam sonra ısırsam doyasıya, yesem onu... Çıldırıyorum yavaş yavaş her halde... Ben ne yapacağım şimdi? Okul da bitti... Derslerle, hiç olmazsa kendimi yalandan da olsa unutuyordum...

Mert olmadan nasıl geçer ki yaşamım, onu tanıdıktan sonra. Annem arayıp duruyor. Ne zaman geleceksin, diye... Ama eve dönmek hiç istemiyorum... Evde ve çocukluğumun geçtiği o şehirde olmak istemiyorum...

Peter öylece bana bakıyor bir şey söylesem diye. Sanırım bir şeyler söylemek istiyor ama konuşmaya da çekiniyor... Sonunda konuştu, çünkü ben ne diyeceğimi bile bilemiyorum...

“ Ne düşünüyorsun anlat ne olur, birilerine anlatırsan acın azalır der, annem”

Peter'in annesini de merak etmeye başladım. Ne de çok seviyor... Aklıma geldi de, ben hiç kimseye annemden söz ettiğimi bile hatırlamıyorum. Onun ise, iki lafından biri annesi... Hatta o kadar ki, kız arkadaşını bile, annesi gibi sevdiğini söylemişti.

Bu sağlıklı bir şey mi bilemem. Ama bir anne için gurur verici olmalı. Benim annem benimle gurur duyacak bir şey bulabiliyor mu acaba? Belki sadece derslerimdeki başarılarım. Ama beni bildi bileli bu o kadar normal bir şey ki. Farkında bile değildir her halde.

“ Benimle birlikte çocuk olabilseymiş keşke, olsun neden olmuyor? O istesin onunla çocuk da olurum büyük de . Hatta ölürüm de... Sadece yanında olabilmek için neler yaptım. Ama o en ufak bir çaba bile göstermiyor”

Düşünmeden söyleyiverdim bunları... Sonrası malûm, önce gözlerim doldu... Gözlerim yanmaya başlayınca, kapattım göz kapaklarımı. Taştılar ve hafifçe süzüldüler yanaklarıma gözyaşları... Peter ellerini uzatıp avuç içleriyle kavradı suratımı ve iki başparmağı ile gözlerimin altında biriken yaşları sildi...

Sonra uzanıp ıslak yanağımı öptü, sıcacık hissettim dudaklarını... Gözlerimi kapadım utançtan... Ama onu kırmamak için kendimi de çekemedim geriye, öylece avuçlarının içindeki suratımla açtığımda gözlerimi, yumuk yumuk gözlerinin, yaşla dolduğunu gördüm Peter'in...

≈≈≈

Ertesi gün buluşmak için çok ısrar etti Peter, kabul edecek halim yoktu sonsuzluğa gitmeyi filân... Ama söz vermiştin, deyince, yaşlı bebecik yumuğu gözleriyle... Kabul ettim zorunlu... Karnım acıkmıştı, Peter bu kadar duygusala bağlayınca, kendime gelmek için yalnız kalmam gerektiğini düşündüm...

Yurda döndüm... Odaya gitmeden Rıza abiye uğramak istiyorum, yemek için. Hilmi'yle karşılaşırım korkusuyla ortalıkta fazla dolanmak da istemiyorum aslında... Ama nasıl olsa o kafasına koymuşsa odaya da gelir diye düşününce, yollandım kantine...

Kantine girince, kapının dibinde biriyle oturan Hilmi'yle göz göze geldik. Birden bas geri çıkayım dedim. Ama bu sefer de peşimden odaya geleceğini düşünüp vazgeçtim... Hemen kalkıp yanıma geldi... Kolumdan tuttu,

“ Neredesin odana bakıp durdum yoksun... Konuşmak istiyorum seninle, sınavlar bitene kadar izin ver demiştin, unutma”

Koca kafası, sakalları ve küçücük anlamsız bakan pis gözleri, korku filmi gibi ya... Titremeye başladım... Dışarı doğru çekiştirmeye başladı beni...

“ Abi nereye götürüyorsun, burda konuşalım ne olur”

“ Yok burda olmaz gel benimle”

Puşt odaya götürecek beni sonrası... Yarım bıraktığını düşündüğü iş... Ulan bir tecavüzcüm eksikti o da tamamlandı...

“ Abi, hani seviyordun sen beni, neden istemediğim bir şeyi bana yaptırmaya çalışıyorsun”

“ Seviyorum sen de beni seveceksin merak etme”

Siktir, kendi götü suratlı ayı, çocuk kandırıyor sanki. Seveceksin merak etme, çok merak ediyordum ya... Senin altına yatacağıma kendimi öldürürüm dedim, ne laftan anlamaz, am salak bu ya... Küfürbaz da yaptı beni...

Birden diğer kolumu da başka bir el tuttu... Hilmi bıraktı kolumu... Başımı çevirdim, Rıza abi gelmiş, ohh allahım... Önce bana baktı, korkudan titrediğimi görünce, Hilmi'ye döndü hemen superman abim...

“ Hayırdır Hilmi ne oluyor?”

“ Yok abi bir şey senlik, aramızda konuşuyoruz”

Aramız ne la, konuşuyormuşuz! Ayı sapık, bunun konuşmaktan anladığı ne acaba? Şimdi susarsam boku yedim demektir. Konuşursam da Hilmi sıçar ağzıma sonra... Neyse yine anı kurtarmak en iyisi sanırım... Rıza abiye baktım yalvaran gözlerle...

“ Problem var mı Can”

Hilmi'ye baktım anlamsız bakışları, sinirliye dönmüş. Ne demeliyim bilemedim... Rıza abiye bakıp evet anlamında başımı sallayabildim sadece...

“ Tamam sen geç, yemek yemeğe geldin herhalde, geliyorum ben”

Geçtim büfenin oraya, kantinde herkes bana bakıyor... Rıza abi birşeyler söylüyor Hilmi'ye, uzaktan gördüğüm kadarıyla. Sonra sinirli bakıp, elini salladı ona doğru, çık git, der gibi... Hilmi çıkışa, Rıza abi de büfeye yöneldi...

Kapıdan çıkmadan önce, Hilmi arkasını dönüp, bana baktı, parmağını salladı, gözlerini kısıp dudaklarını büzerek... Bu gece burada kalmama imkân yok, bunu anladım en azından bakışlarından...

~~~

Rıza abinin hazırladığı enfes sandviçi dişlediğimde kendimden geçtim... Onun soran bakışlarına verecek cevabım yok ne yazık... Üstelemedi neyse ki... İzin isteyip çıktım odama... Acil kaçış planı için hazırladığım bavulumu alıp fırladım odadan...

Tabii ki çıkışta Hilmi bekliyor... Bana baktı düşmanca, yanıma geldi...

“ Eğer gidersen şimdi, Londra işini unut”

“ Abi ne yaptım ben sana ne istiyorsun benden”

“ Bir şey yapmadın, ama ben sana yapıcam adam olmazsan”

Hıyar ağası, adam olsam da olmasam da yapmayı kafaya koymuşsun zaten... Nasıl kurtulacağım bu itten ya... Taktı kafayı resmen, başka işi gücü yok mu bunun... Onu dinlemedim, bir şeyler söylemeye devam ederken, bavulu sürümeye başladım...

Güvenlik kulübesine ulaşabilsem, ordan hemen bir taksiye atlayacağım. Ama it gelip arkamdan bavuluma tekme attı... Bavulu tutacağım derken, uçtuk beraberce... Önce ben, sonra bavul üstüme yere indik salimen...

Kolumun üst kısmının üzerine sürtünerek, öyle bir düştüm ki geberecem acıdan... Beni tekmeleriyle öldürmeyi kafasına koydu bu manyak... Yerden kalkamadım bir süre... Ayı bir de gelmiş elini uzatıyor... Bavulu üstümden aldı...

Kalktım, ona bakmadan bavulu alıp yürümeye devam ettim... Arkamdan küfürler ediyor... Ben neyse de, ibne olduğumu cümle alem biliyor zaten, söylemesine gerek yok... Annemle ne alıp veremediği var anlamadım... Duymamazlığa geldim...

≈≈≈

Güvenlik kapısında bekleyen taksiye önce bavulu fırlattım sonra kendimi.

“ Hemen gidelim abi”

Aha, beni daha önce kurtaran abinin taksisine binmişim tesadüfen...

“ Kimse yok peşimizde, bu defa kimden kaçıyorsun”

“ Hayattan”

Güldü epey... Ben insanları güldürüyorum da, neden onlar beni hep ağlatıyorlar...

“ Bir ondan kaçıramam işte... Nereye gidiyoruz”

Bunu hiç düşünmemiştim işte... Nereye gerçekten? Cebimden telefonu çıkarıp baktım, yok yine bir şey... Ara işte be... Bir kere de sen ara, özledim de... Ne inat herif... Ben arasam, of istemiyor işte, zorla olur mu bu iş...

Tek seçenek otobüse binip eve dönmek... Bunu bırak yapmayı düşünmek bile midemi bulandırdı... Babamın bana vurduğu gün, bakışları, annemim ağlamaları... İstemiyorum lan, aşağılanmak dışlanmak, odama kapanıp oturmak. O odayı bir daha görmek bile iyyk...

Gidebileceğim tek yer cafe sanırım... Peter Pan'ı mı arasam acaba?.. Zavallı çocuk eti ne budu ne, bana yardım etmek için ısrar ediyor bir de... Mesaj attım...

Can ▶︎ Peter Pan

müsait miydin

Aradı hemen Petercik.

Peter Pan 📞 Can

tabii can... yarın gelemeyeceğim deme sakın ama

Can 📞 Peter Pan

şeyy aslında... yarın gelemeyeceğim ama eğer sabri abi izin verirse şimdi gelmem gerek yurttan ayrılmak zorundaydım da

Peter Pan 📞 Can

sabri abiye sormaya gerek yok can hemen gel bekliyorum

~~~

Kapıda beni bekliyor Peter... Bavulla indiğimi görünce, uçtu kaptı elimden... Girdik cafeye, içerisi dolu... Sabri abi bize doğru geldi, selamlaştık. Peter'le bana içeriyi gösterdi, bavulu da alıp Sabri abinin arka taraftaki odasına gittik...

Odadan yukarıya çıkan bir merdiven var. Gel, işareti yapıp yukarı çıktı Peter. Ben de arkasından. Ufak bir salon büyüklüğünde, güzel döşenmiş bir odaya girdik... Bir duvar da pencere var; deniz. Diğerinde yatak ve elbise dolabı, karşısında büyükçe bir masa ve ortada koltuklar. 

Diğer duvarda bir kapı var, sanırım banyo orası. Kapının yan tarafları da üst üste kitaplarla yığılı kütüphane... Sabri abi ve bu kadar kitap ve ömrü de hapislerde geçmiş... Ne ilginç bir adam. Pencereye çekti beni ve dalıp gittim martıların kanatlarına ve kayalıklara vuran dalgalara...

“ Beğendin mi Can”

“ Çok teşekkür ederim. Burda insan şair olur ya, çok güzel. Kimin odası?”

“ Sabri abi geçen yıl evlendi. O zamana kadar evi burasıydı. Madem beğendin, istediğin kadar kalabilirsin burada, Sabri abi söyledi”

Kolum soyuldu, Hilmi iti düşürünce beni... Peter görmesin diye, yaranın üstünü öbür elimle kapatıyordum... Anladı, elimi çekti...

“ Neler oluyor Can yine! Kim yapıyor bunları sana!”

“ Kimse, aceleyle bavulla koşayım derken, düştüm”

“ Doğru söyle lütfen, bir şey var ki yurtta kalamadın, kimse o kişiler, hemen gidip indirelim bizim çocuklarla”

Suratı daha önce hiç görmediğim bir hal aldı. Kavga etmeye hazır bir savaşçı gibi sanki. Bu erkeklerde olan, ama ben de olmayan, kavga etme tutkusunu anlayamıyorum. Ben kavgadan kaçarken, onlar kovalıyorlar adeta...

“ Ne olur Hasan, sorma bir şey... Bitecek inşallah hepsi. Bak yaz geldi, en sevdiğim mevsim. Yarın gideriz, denize, ilaç olur sonsuzluk bize. Unuturuz, her şeyi”

“ Senin üzülmene dayanamıyorum, o nedenle ısrar etmiyorum. Ama bu seferlik, buna benzer bir şey olursa, ben kendim gider ne olduğunu öğrenirim. Haksızlığa dayanamam ben, hele de senin gibi melek kadar iyi birine yapılırsa”

Ya herkes bitti bir de Peter çıktı hesap soran... İyi niyetli olduğundan eminim ama sıkıldım bu olup bitenlerden... Hilmi'yi indirecekmiş... Bir de seni merak edeceğim, Mert ve kendim yetmezmiş gibi... Neyse normale döndü çabucak, benim üzgün halimi görünce.

Elbise dolabını açtı,

“ Yardım edeyim mi eşyalarını yerleştirmene”

Sevecen ve güler gibi bakışları bana güven ve neşe veriyor. Sinirli insanlarsa beni geriyor ve korkutuyor.

“ Sağol eksik olma, ben yaparım ve lütfen deminki gibi sinirlenme bir daha, korkutuyorsun. Sen Peter Pan'sın, hep neşeli olan ve uçan çocuk”

Utandı yine, surat rengi değişti. Amacım bu değildi tabi. Çünkü bu pıtrak gözlere kıyamam,

“ Ben unuttum gitti, sen de unut. Şimdi izin verirsen ben biraz dinleneyim, perişan durumdayım”

“ Tabi, şeyy... Sesimi yükselttiğim için özür dilerim. Bir daha olmayacak söz. Ben aşağıdan batikon alıp geliyorum, yarana sürelim, sonra istediğin kadar dinlen”

≈≈≈

Peter yaramı temizledi. Onun okulu da kapandığı için, burdaymış artık hep. İstediğin zaman aşağıya in veya haber ver, ben sana ne istiyorsan getiririm, dedi. Sonra da uçup gitti...

Pencereyi açtım, deniz kokusu doldu odaya. Kot pantolonumu çıkarıp yatağa girdim. Uzaktan sanki dalgaların sesini duyar gibiyim. En güzel ninni benim için... Sonsuzluğun ninnisi...

Uyuyup gitmişim en sevdiğim aleme...

Küçük ölümüme ve rüyaya...


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler