Liseden Üniversiteye 37 ~ ışıklı gökyüzüne






Liseden Üniversiteye 37



~~~ ışıklı gökyüzüne ~~~



Şu saçma sapan, çocukça inadından ve gururundan vazgeçse Cihan, aslında çok tatlı bir çocuk… Mert’i bile, nerdeyse vazgeçirdim. En azından Mert, Sabri abiye, bu saçma istekle ilgili, söylüyorum ama dinlemiyor Cihan, dediğine göre, bir umut var demektir.

Eh Cihan konusunda da biraz ilerleme kaydettik sayılır. İlk defa bir dediğimi yaptı, istememesine rağmen hem de, taksiye bindi en azından… Bugün iyimser günümdeyim her halde, azıcık Pollyannacılık oynamaktan kimseye bir zarar gelmez di mi?

Onunla arkadaş olmak için her şeyi yaparım, ama onun istediği dışında. Sevgili ayrı, arkadaş ayrı… Ben de böyle, yersen… Yemiyormuş… Yavaş yavaş yanaşmaya başladı… Kıcımın dibine girdi sonunda…

Ulan tam normalleşiyoruz derken, yapıştım cama yine… Pek umurunda değil onun, halinden memnun kızıl kafa… Bu kadar yakışıklısın, farklı da bir tipsin buralar için, git Elif’le oynaş adam gibi, kız can atıyor koynuna girmek için… 

İlle pipili istiyorsan, o gün evdeki çocuk, neydi adı, hı Emir, ayağına kadar gelmişti becer diye… Bu arada lokum gibi de çocuktu hani… Aha ne bok yemeye hatırladım ki, bu çocuğu… Öğrenmezsem çatlarım şimdi… 

Mert’ e soramayacağıma göre, geriye kalıyor Cihan… Döndüm ona doğru, burun buruna geldik. Şoför duymasın diye alçak sesle,

“ Azıcık öteye gitsen, ezildim kapıyla senin aranda… Şoföre de rezil olucağız, tanıdık biliyorsun”

Neyse çekildi biraz, nefes aldım hiç olmazsa… Tam soracaktım ki, geldik hastahaneye… İçeri girdik, lobiye oturduk önce, bir strateji belirleyeceğiz herhalde Nevin hanıma karşı, çok işler ya ona… Neyse beynimi delen soruyu sorayım ben de bari…


“ Mert’in yanındaki kimdi, sana haber veren yani”

“ Meraklı taze, bizim sürü konuları seni ilgilendirmiyordu hani”

Zevklendi bu soruyu sordum diye. Yaptıkları sapıklıkları merak etmem hoşuna gidiyor tabi. Zaten onun için yapmıyorlar mı? Oyun, her şey onlar için. Diğer bir oyuncağı merak etmem doğal değil mi? İlle yalvartacak gıcık…

“ Yapma şunu işte, söyle ne olur”

“ Ağa yeni takılan taze minik bir balık… Tanıyorsun sen de Emir… Gördün kaymak gibi çocuk, ayarlayalım mı bir gün gurup”

Allahın belası… Aklıma gelen her bok, başıma mı gelecek… Dakika durmamış Mert, almış koynuna demek ki. Neden bu kadar etkileniyorum bilmem, bunlar böyle işte, baştan daha ilişkim başlamadan önce bile, bunu bilmiyor muydum sanki… Engel olamıyorum ama işte…

“ Ne sikime, Emir’i becerirken beni arıyor o zaman Mert”

Bağırmışım sanırım. Herkes bize bakıyor. Cihan şaşırdı. 

“ Sinirlenme, senin yerin ayrı biliyorsun Mert için, tabii benim için de”

Ya neye üzüleceğime neye kızacağıma şaşırdım -şaşkın ördek olduğumu biliyorum aklınızdan geçirmenize gerek yoktu-. Mert’in haline mi, Emir’le yatmasına mı, Cihan’ın abuk sabuk konuşmalarına mı?

Emir’le eğer yattıysa tabi, yatmadan bırakmaz ya… Evde çay partisi yapmıyorlardı herhalde… Ama yine de onun yanında beni aramış olması, hem de o kadar zaman sonra… Bir umut işte benimkisi, bütün yaşamım gibi… Dalmışım iyicene…

“ Duydun mu beni, merakını giderebildik mi, tazecik… Yavaş yavaş alışıcaksın sen de sürüye”

Deyip, yanağımdan makas alınca ben çıldırdım… Masaya baktım, bardak var, içinde de ne varsa artık. Aldım, içindekini Cihan’a atacağım derken, bardak da elimden fırlayıverdi, suratının ortasına…

Cihan yüzünü tutarken acı içinde, en iyi yaptığım şeyi sahneye koyma zamanının geldiğini anladım. Kaçtım tabi, arkama bakmadan… Asansörlerin oraya vardığımda, oda numarasını söylemediği aklıma geldi Cihan’ın…

Meraklanmaya gerek kalmadı, arkamdan yetişmiş geliyor bile… Biraz uzaktan, atış alanına girmeden önce, sanki bir şey olmamış gibi, sakince ama içimden ödüm koparak tabi,

“ Oda numarasını söylemedin” dedim.

İyi girişimdi, yemedi ama. O yedirmekte kararlı, yine backhand… Alışkanlıklarına bağlı bir oyuncu… Neyse bu sefer uçurmadı, biraz sendelemeyle kurtulduk… Elimi dudağıma götürdüm, açılmış biraz… İkincisine hazılanırken, kan görünce sakinleşti şampiyon…

Boş boş bakıyorum, alıştım artık, ya da zaten hep alışkındım çocukluktan beri dayak yemeye. Sonra Mert’e alışmıştım. E şimdi sıra Cihan da, onun ne eksiği var… Ne demişti babam, oğlan çocukları itişe kakışa dövüşerek büyürler, ha bir de, erkek oluyorlarmış… Biraz gecikti benim ki, ama büyüyoruz işte. Aceleye gerek yok…

“ Hazır hastahanedeyiz, vurulacak bir şey olsan, ağzını burnunu eline verirdim ya, neyse” dedi.

Çok teşekkür, ben elime başka şey almaya alışkınım zaten, almayayım ağız burun filan… Oha bu gün iyice terbiye sınırımı aştım, var mıydı da? Çok sinirlendi sanırım. Suratı da baya bi boktanlaşmış, kıpkırmızı ve yanağı kanıyor. 

“ Şeyy… Özür dilerim, istemeden oldu… Söyler misin oda numarasını şimdi”

“ Allahın kaşarı, umurunda bile değil hiç bir bok değil mi. Varsa yoksa Mert… Ama bana gelince bakire gelin ayakları atıyorsun”

Bu harbiden iyice sinirlenmiş, biraz önce tazeydik şimdi kaşar olduk… Taze kaşar mı yoksa? Neyse her durumda gitmem gerek…. Gelen asansöre, ona cevap vermeden daldım ▶︎◀︎ bastım hemen… Şimdilik yırttık. Rastgele bir kata çıktım ve hemen indim, inerken bir başka kata daha bastım… 

Merdivenle bir kat yukarı çıktım. Casus filmleri seyretmenin yararları, atlattım arkamdaki KGB ajanını… Ben nerenin ajanıyım bilmiyorum ama… Sanırım serbest çalışan, maceracı bir keratayım. Neye ve kime hizmet ettiğimi bilmeden, maksat, heyecanlı geçsin zaman…

≈≈≈

Bankodaki hemşirelere baktım. Güzel ve evlenme çağı gelmiş bekar kadınlara hiç güvenmem. Kendileri gibi şirin minikleri dünyaya getirmelerine vesile olacak damızlık arayışı, onları sinirli ve çekilmez yapar…

Onun için daha ortalama ve şişman olan diğerine yöneldim… Bütün şirinliğimi takındım,

“ Afedersiniz doktor hanım, teyzemin oğlu Mert… Buraya kaldırılmış, lütfen oda numarasını öğrenebilir miyim?”

Soyadını da söyledim tabi, ama size bipledim orayı 😉. Hemşirelere, doktor hanım, deyin, bilirler yalan söylediğinizi ama, bayılırlar istemsizce…

“ Ne oldu senin dudağına bakıyım”

Önemli değil, beni becermeyi kafasına koymuş sevgilimin arkadaşıyla ön sevişmelerimizin eseri. Ben ona bardak fıralattım, o da elinin tersini gösterdi… Öyle yani, sen de bir erkek arkadaş edinince anlarsın beni, ama normal birini bulma sıkıcı olurlar, benim gibi, oyuncu itlerden seç, hiç canın sıkılmaz…

“ O kadar merak ettim ki Mert abiyi, aceleden asansörün kapısına çarptım efendim”

“ Yerim seni, gel bir pansuman yapalım”

“ Yok sağolun efendim, ben alışkınım, hemen gideyim söyleyebilirseniz oda numarasını”

Ben alışkınım, demek biraz garip kaçtı herhalde, kadın bankodan kalkıp bana baktı… Hala üzerimde Peter’in verdiği garip kıyafetleri görünce iyice işkillendi. Off keşke aptal güzele gitseydim… Bu da ayrıntıcı çıktı…

“ Nerden geliyorsun sen, annenler nerde?”

“ Yazlıktaydık aceleyle geldik, onlar arabaya park yeri arıyorlar gelirler şimdi”

~~~

Neyse sonunda Mert’in odasının kapısındayım, en zor yerde yani… Kapıya yaklaştım, içerden ses geliyor mu diye? Bunlar da bizim casusluk numaralarımız işte… Pat diye aniden açıldı kapı, ödüm patladı resmen…

Kafamı kaldırdım, ama epey yukarılara… İki metre boylarında, yanık tenli, uzun mavi-beyaz saçlı bir dev… Bu ne yaa… Aha Mert’in babası sanırım benziyor baya… Yelkenci amca… Bana bakıyor, neyse ki hafif gülümseyerek, annesi gibi değil yani. Bu iyi…

“ Mert içerde mi efendim”

“ Evet”

“ Yalnız mı acaba?”

“ Ne o sen de Nevin hanımın vetolularından mısın?

Bu adam zeki biri ve akıl dolu bakışları var. Sevdim ama şimdi zamanım yok… Ona çaresizce baktığımı anlamakta gecikmedi neyse ki…

“ Gir o zaman, ben babasıyım Mert’in, oyalarım Nevin hanımı, ama çabuk ol, oğlundan fazla ayrı kalamaz bu durumdayken”

Hemen daldım içeri… Oda loş… Off aşkım uyuyor… Nasıl da süzülmüş, masum güzellik tanrısı… Gözlerinin altı çökmüş mosmor… Benim ilk mastürbasyon yapmayı keşfettiğim zamanlardaki gibi… Suratı bitik… 

Yaklaştım iyicene, saçlarını okşadım, ipek gibi yumuşacık. Tam tepesindekiler her zaman olduğu gibi dik duruyor… İnatçı keçim benim, onlar hiç yatmaz, yerim ben senin erkek saçlarını… Geriye attım alnına düşen saçlarını…

Sonra yanağını okşadım, uykusunda anladı sanki onu okşadığımı. Gülümser gibi oldu, of allahım işte çıktı dudaklarının kenarlarındaki büyüleyici çizgiler… Ve küçücük memesi gözüküyor…Onları gördüğüm andan itibaren, hipnotize olmuş gibiyim, gibi falan değil öyleyim işte…

Gece aklımda, gündüz aklımda, uyurken, çalışırken, onun altındayken, kucağındayken, gelirken bile nefes nefese… Hep o ve onun dudaklarının kenarındaki çizgiler… Aynı çizgiler, koltuk altlarınının bittiği, omuzlarına uzanan yerde de var… Takım yapmış yaradan, beni gebertsin diye…

Eğilip öptüm, dudaklarının kenarlarını… Kokusu yine aynı, ne kadar etkili… İçimi yakıyor sanki, tatlı tatlı… Ölecem şimdi, kapıyı kilitlesem ve girsem yanına, başımı göğsüne koyup, kokusunu çeke çeke içime, yatsam içine…

Sonra Nevin hanım gelip kapıyı açtırsa ve beni o çelik elleriyle boğsa. Denizin yapamadığını yapsa… Yine yanılmadım, ben Mert’in içine girerken tam, birden kapı açıldı… Arkamı dönmeye korkuyorum…

Ama gerek kalmadı, benim yerime, kerpeten elleriyle yakalayıp döndürdü beni: Nevin hanım tabi. Müjdeli kişi… Mavi gözlerinden ateş çıkıyor sanki, ödüm koptu… Ne biçim bir insan bu ya…

“ Yine mi sen, ne arıyorsun burda”

Yine ben, hep ben. Seni arıyorum annecim, dese miydim acaba. Bir de elini öper, Mert’le evlenmek için izin isterdim, müstakbel kayın validemden…

“ Şeyy… Mert’e bakmaya gel…”

Bitirmeme izin vermeden bağırdı…

“ Hemen git buradan”

“ Hiç bir yere gitmem Mert uyanmadan ve ancak o bana git derse giderim”

Cesametimle, gayri kabil-i kıyas cesaretime… O da ben de hayretler içerisinde kaldık… Ben korkuyla karışık biraz da hayran oldum kendime. Eski hukuk kitaplarını okumanın yararları, kimsenin anlayamayacağı laflar düşünebilirsiniz…

“ Onu bu hale siz getirdiniz, defol hemen buradan, aileni de bulup, anlatacağım ne bok olduğunu velet”

“ Sen defol, sen onu bu hale getirdin asıl. Ne bok olduğumu herkes biliyor, istediğine anlatabilirsin, cadı”

Delirdi, doğal olarak. Neden bu kadar ileri gittim bilmiyorum. Sanırım Mert’in başına gelenler yüzünden, sinir yapım -öyle bir yapım var mı onu da bilmiyorum- alt üst oldu… Önüme gelen en uygun kişiye patladım…

O da bana patlattı… Cihan’la aynı yere vurmaya özen mi gösterdi acaba? Ya da öylesine mi? Neyse önemi yok. Ben kimseye vuramıyorum, ne yazık ki… Dilimde her şey benim… O nedenle Nevin hanım, dayak istiyorsanız, iki metrelik dev kocanıza havale ediyorum sizi…

Ama adama da neler yaptıysa artık, kaçırmış evden, cadı… Bu sefer içimden söyledim ama… Eli ağırmış baya, yıldırdı beni… Oha koluma da yapıştı, dışarı sürüklemeye çalışıyor beni… Tüm vücudumla çektim kendimi…

Tırnaklarını geçirmiş, yırtıldı kolumun üst kısmı… Acıdan bağırınca, Mert uyandı… Birden kalktı yataktan… Bu defa, o tuttu kolumdan ve arkasına doğru çekti beni… Ulan bu kolumun çektiği…

Ayakları çıplak, üstünde küçücük bir bez parçası, annesine öyle bir bakıyor ki… Bana kızdığında, döverken bile bu kadar sinirli bakmamıştı… Annesi de geri adım atmadı… O da, ona bakıyor aynı şekilde…

“ Yat hemen, bırak o veleti de gitsin”

Kadın bana taktı, velet ne ya… Mert bana baktı, konuştu sonunda aşkım…

“ Onun adı Can, hadi gidiyoruz”

Elindeki serum borularını söküp attı… Çıplak ayaklarıyla çıktık odadan… Nevin hanım da fırladı… Biz koşmaya başladık, arkamızdan fırlattığı vazo, yetişemedi hızımıza… Döndüm baktım, Mert’in babası gelmiş tutuyor cadıyı…

Özgürlük böyle bir şey olmalı… Nasıl hafifledim, yürürken uçacağım nerdeyse… Asansöre binince, eğilip ayağımdaki terlikleri Mert’ime giydirdim… Son model geyşa; giymeyecen giydirecen; yemeyecen yedirecen erkeğine, biz de böle 😉

Hero’m benim, onun adı Can ha, severim senin Can diyen ağızlarını, hem de o cadı’ya karşı.

≈≈≈

Kolumda cadının tırnak yırtıkları, dudağımda Cihan’ın backhand izi ve üstüne kerpeten elli cadının pekiştirme tokadı… Bu gün de sıradan bir gün işte… Bu monoton hayat zevk vermiyor artık, hareket lazım hareket…

Şu an hiç bir şeyi düşünmüyorum. Tek umursadığım, Mert’in benim elimden tutuyor olması… Değil mi ki, fırlatıp attı serumları ve çıplak ayaklarıyla hastaneden çıkıyor annesini bırakıp arkasında… Tekrar birlikte miyiz? Bilmiyorum…

Alıştım artık… Benim bir şey bilmem gerekmiyor sanırım… Carpe diem… Cihan’ın yanına geldik… Şaşırdı bizi öyle görünce tabii…

“ Ulan kendi götün yemiyor, çocuğu ne bok yemeye yalnız gönderiyorsun yukarıya”

Dedi ve Cihan’ın kafasının arkasına, sağlam bir tane geçirdi Mert… Ohh, ellerin dert görmesin… İlk defa Mert’in elinin ağır olması, olmayan yağlarımı eritti… İt kafasını nasıl da tutuyor… Anla işte… Bana pis pis bakıyor bir de… Mert etrafa bakınırken, görmeden, kısık sesle, 

“Ben bir şey söylemedim” dedim. 

Yine de korkuyorum ondan… Neme lazım, yalnız kalınca hıncını benden almasın…

“ Hadi bir taksi bul eve gidelim” dedi Mert.

Fırladı çıktı, Cihan… Telefonumu istedi. Verdim inanmaz diye,

“ Bozuk denize düşürdüm” dedim…

Ters ters baktı, deniz ne alaka, demek istiyor… Sustum… Şimdi bunu anlatmak uzun hikaye… Sevmez uzun hikayeleri… Kısa kısa konuşucaksın, uzun uzun icraat, yersen…

“ Özür dilerim” diyebildim sadece…

Konuşmadı hiç… Birazdan geldi Cihan, çıktık dışarı… Halimiz çok komik… Benim üstümde sokak çocuğu kreasyonum, ayaklarım çıplak. Mert’in, içi çırılçıplak, üstünde sadece arkadan bağlamalı, kısacık hastahane kimonosu, poposu gözüküyor bazen, ve enfes bacakları, yerim onları ben… Ayaklarında da, benim komik terliklerim, küçük geliyor bir de üstelik…

≈≈≈

Daha önce de söylediğim gibi, küçük yaşta okumayı öğrenince, önce bütün masal kitaplarını okudum… Sonra kütüphaneden aldığım romanları okumaya başladım ama sevmedim pek çoğunu… Tesadüfen mitolojiye merak sardım, çünkü ordaki erkek aşkını keşfetmiştim… 

Mitolojide en ilgimi çeken tanrılardan biri de Zeus tabii… Ve onun genç erkek aşıkları… En sevdiğimse Ganymedes’le olanı… Çok kısaca hikayeleri şöyle;

~~
Ganymedes, tanrıları birbirine düşürmüş güzel bir oğlan. Eski yunan mitolojisinde eşcinselliği sembolize ediyor.

Baş tanrı Zeus (Ζεύς); güzel olan her şeye hayran, hatta delikanlılara bile gönlünü kolayca kaptırıyor. Zeus bir gün Ganymedes (Γανυμηδης) adında çok güzel bir delikanlıyla karşılaşır. Öylesine güzel öylesine çekici bir genç ki, Zeus kendini bu delikanlının cazibesine kapılmaktan alıkoyamıyor. Ve onu sonsuza dek yanında tutmak için beraberinde Olympos'a götürmeye karar veriyor.

Ve bir gün, Ganymedes, Ida dağlarının yamaçlarında sürüsünü otlatırken, Zeus bir kartal şekline girerek, Olympos'tan aşağıya inip, Ganymedes'i omuzlarından yakaladığı gibi tanrılar dağına götürüyor… Aşığını, ambrossia ile besleyip güzel yüzünü ve gençliğini sonsuza kadar korumasını sağlıyor… Zeus, bu ayrıcalığı hiç bir kadın aşığına vermemiştir…

~~~

Bindik taksiye… Arkada oturuyoruz, Baş tanrım Zeus’la. Ben de, onun Ganymedes’iyim… Böyle hissediyorum yani ya da hissetmek istiyorum… Bu kıyafetler iyice canımı sıkmaya başladı, o nedenle cafeye uğramamız gerek… Tabii tanrı beni olympos’a götürecekse…

“ Şeyy… Ben de sizinle geliyor muyum eve” dedim.

“ İstiyorsan evet”

İstiyorsan, ne demek… Dünyada en çok istediğim şey senin yanında olmak, ama ille gıcıklık yapacak… Bana söylettirecek, ben istemiş olduğum için de, olmaz isteklerini iletecek, tanrı Zeus… Ona öyle bir anlamlı baktım ki, o bile anladı ne demek istediğimi…

Sarılıp öptü yanağımdan, boynumu sıkmasa ayı gibi iyiydi ama, her yerim acıyor zaten… Bu şimdi ne demek oldu, ben ondan, tabii ki sen de geliyorsun aşkım, filan gibi bir cevap bekliyordum… Nerdee… 

“ Sen istiyor musun asıl önemlisi bu benim için Mert bey”

“ İstiyorum”

O kadar… Kısa ve net bir cevap daha aldık… Söz gümüşse sukût altındır, sözü bu çocuk için söylenmiş adeta… Bu arada öndeki it de katıldı konuşmaya…

“ Ben de istiyorum”

Aman sen eksik olma… Yırtık dondan çıkar gibi çık her zaman… Aynadan bana bakıyor… Orta parmağımı, dudağımın açılan yerine doğru tuttum. Suratı bok gibi oldu… Allah kahretsin, Mert gördü, hareket çektiğimi… Hemen lafı değiştirmem gerek;

“ O zaman cafeye uğrayabilir miyiz… Bu kıyafetlerden kurtulmam gerek lütfen”

“ Tamam uğrarız da, senin kıyafetlerinin cafede ne işi var ve bu kıyafetleri niye giydin”

Neyse, harekete bir şey demedi… Ama mutlaka sorar hesabını, bir boku unutmaz o… Evet, eşyaların cafede ne işi var ve bu kıyafetlerin ben de, esas uzun hikaye bu… Hilmi’yle başlıyor, ada’da ölmek istememle bitiyor, bu hikaye… Ama araya Mert’in alkol mü uyuşturucu mu neyse artık, onun koması girdi. Gel de anlat şimdi bunları Mert’e…

“ Şimdi sinirlenme anlatıcam hepsini, olur mu?”

Sadece baktı, artık bu olur mu demek, yoksa ağzına sıçıcam mı demek, gelişen süreçte göreceğiz bunu, hep beraber… Sabırsız olmamayı öğrendik artık… Geldik cafeye… Mert Cihan’a

“ Bana içerden bir pantolon ayarla da, Sabri abilere ayıp olmasın merhaba diyeyim” dedi…

“ Can getirsin o girdisini çıktısını daha iyi biliyor cafenin artık”

Yaptığım hareketin intikamını alıyor it. Bu söylenecek laf mı? Girdisi çıktısıymış, sana girsin bütün cafe inşallah… Mert ne diyecek diye beklemeden fırladım hemen dışarı… Sabri abiye, merhaba, dedim, mutfağa gittim Peter ordaymış…

“ Merhaba Hasan bana hemen Mert’e göre bir kıyafet ayarlasana garsonlarınkinden, hastahaneden firar ettik de”

Bunu öyle gururla söyledim ki, anladı Peter, yüzü güldü hemen, beni mutlu görünce. Bir insan bencillikten bu kadar uzak ve sadece sevdikleri mutlu oldu diye, böylesine içten sevinebilir mi ya… Hemen geçip arkaya, alıp verdi kıyafetleri…

Koşarak gidip Mert’e verdim ben de. Bana ters ters bakıyor, ama bir şey demeden giydi pantolon tişörtü ve ayakkabıyı. Ben de kavuştum sokak çocuğu terliklerime… Sabri abi kapıda, kapı gibi bekliyor, merakla… 

Bizi görünce çocuk gibi sevindi… Adamın dibi Sabri abim… Hemen girdik içeri, Peter de koşarak geldi merakla bize baktı ve birden sarıldı Mert’e,

“ Abi, nasıl merak ettik iyisin allaha şükür, inan ki çok dua ettim”

Sonra bu çıkışından utandı ve kızardı yine Peterciğim benim… Mert, anladı sırtına vurdu Peter’in, rahatlasın diye…

“ Saol kardeşim benim”

Mert’le Peter’i ilk defa yan yana görüyorum… Birbirlerine bakışları o kadar samimi ve sevgi dolu ki, ikisini de çok sevdiğim için, başka bakımlardan da olsa, bana mı öyle geliyor bilmem… Gerçekten kardeş gibiler sanki…

Bütün sevdiklerim yanımda, öyle mutluyum ki… Cihan bile… Ama kıyafetlerimin komikliği beni utandırıyor… Mert’in giydiği, Peter’in seçimi, garson kıyafetleri, kara kara, öyle bir yakıştı ki… Bembeyaz teni ve kapkara saçlarıyla uyumlu…

Sabri abi ise, sadece bakıyor Mert’e… Gururla hem de, kendi çocuğuna bakar gibi…Her zaman ki gibi, sadece gözleriyle, geçmiş olsun, dedi… Mert de ona, sağ ol…Konuşma olayını geçmişler artık… 

Biz hiç başlayamadık, bir başlasak, izin vermiyor ki Mert… İzin verse, azıcık dinlese beni… Gerçek düşüncelerini anlatsa bana… Sonsuza kadar dinlerim onu, hiç sıkılmadan… Azıcık konuşsa benle adam yerine koyup, nerelerdeydik şimdi kim bilir?..

≈≈≈

Neyse ne, kimseye çaktırmadan yukarı çıkıp komik kıyafetlerimi değiştirmem gerek… Mert’in yanında, böyle paçoz duramam…Yavaşça geçtim arkaya Sabri abinin odasına ve çıktım yukarıya… Odama, benim mi burası gerçekten… Burda Mert’le yaşasak keşke. Herkesten uzak, sadece O ve BEN…

Soyundum, bir duş almak istiyorum, pek terlemem ama, yine de temizlenmem gerek, en azından dinlenmek için, sonra inerim aşağıya kimseye belli etmeden… Girdim duşa, tam rahatladım derken, banyonun kapısı açıldı paldır küldür…

Arkamdan gelmiş Mert… Bakıyor bana duşta… Ne demem gerekiyor bilemedim. Sanki ilk defa beni çıplak görüyormuş gibi utandım, çıktım havluya sarındım… Ne diyecek acaba diye bakıyorum… Yine bir şey söylemiyor…

Burda ne arıyorsun, diye düşünüyordur haklı olarak… Niye ben hep açıklama yapmak zorundayım… Yanlış bir şey yapmıyorum ki, neden beni suçlar gibi bakıyor hep. Durdum sadece hep olduğu gibi…

“Geç içeri”

Geçtik, iyi, bu kadarsa sorun değil… Kapıyı kilitledi, soyunmaya başladı… Oha, herkes aşağıdayken… Yatağa itti beni, çıktı üstüme… Ağırlığını ve kokusunu, öyle özlemişim ki… Birden kuş gibi hafif hissettim, onun ağırlığında kendimi…

Attı havluyu üstümden, o da çırıl çıplak kalınca… Muhteşem ötesi vücudu karşımda, titredim… Açık camdan, denizden, sonsuzluktan yani, üstümüze bir sıcak rüzgar esti.. O bana, ben ona baktım… Sonra, saf ve sakince, öptü beni… 

Uçuyoruz, camdan dışarı… 

Denize doğru…

Dibine ve karanlıklara değil ama denizin… 

Işıklı gökyüzüne, beraberce… 

Denizin üstünde, gökyüzünde girdi içime…

Bu Mert mi? Ya da bu ben miyim? Karıştık birbirimize…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler