Liseden Üniversiteye 30 ~ uçurumun kenarına yaklaşan çocukları kurtaran adam






Liseden Üniversiteye 30



~~~ uçurumun kenarına yaklaşan çocukları kurtaran adam ~~~



j.d. salinger’a


Canım o kadar yandı ki. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı ısırmaya başladım. Kemik gibi sert, içimde öylece bekliyor. Sanki her zamankinden daha kalın. Çoktan gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Arkam ve dudaklarım patlayacak nerdeyse. 

O ise, hala bacaklarım ellerinde öylece bekliyor. Gidip gelmeye başlarsa acıya dayanabilir miyim, bilmiyorum. Gözlerimi biraz aralayabildiğimde, deliciden de öte ve çok sinirli bana baktığını gördüm. 

Gözlerim hafif aralık, korku ve acı içinde ona bakmaya çalıştım. Suratımın halinden ne kadar acı çektiğimi anlıyordur. Ama hiç bir yumuşama belirtisi yok gözlerinde. Çok kızmış, Cihan’la yatmadığım için tabii. 

Bu da bir başarı, ilk defa neye kızdığını biliyorum. İyimser olmakta fayda var. İlişkimiz bitiyor gibi ama, nasıl da ilerleme kaydettik… Cihan’ın yanına, yatmak niyetiyle gitmiştim, ama yapamadım işte. 

Belki hiç tanımadığım ve bir daha da hiç görmeyeceğim birisi olsa, Mert’i kaybetmemek için yapabilirdim. Sorun sadece Mert’ten başkasıyla seks yapmak değil. Esas sorun, Cihan’la yapıyor olmak benim için. 

Çünkü, O Mert’in en yakın ya da belki tek arkadaşı. Üstelik aynı evde kalıyorlar. Mert her durumda, Cihan’la birlikte yaşamaya devam etmek istiyor. Sürü saçmalığı. Mert’le birlikte olacaksak, Cihan’la da aynı evin içinde yaşayacağız ve ben hem Mert’le hem Cihan’la yatacağım. 

Yetmezmiş gibi Cihan’ın yattığı oğlanlar da, Mert’le yatacaklar. Bu nasıl bir iş? Ben Cihan’ın yatağından çıkıcam, onun kokusu üstümde, Mert’in yatağına gidicem. Mert’te başka birinin kokusu. Ne bu? Ne olduğu belli de, neyse şimdi… 

Cihan’la malûm gün olanlar, birden gözümün önüne geldi. 

≈≈≈

Cihan, yapmayacaksan ne diye geldin diye, bana bağırdıktan sonra… Mert’i kaybedecek olmak korkusuyla üstümü çıkarmaya başladım. O da pis pis sırıtmaya ve soyunmaya başladı. Bana odasını işaret etti. 

Alıp kıyafetlerimi gittim. Külotumla kalmıştım. Bekliyorum öylece ayakta… Birazdan viskiyi ve bardakları da alıp geldi. Ben hemen şişeye uzanınca çekti benden. 

“ Sarhoş olursun, içme sen. Ayık kal ki, iyice hisset beni. Mert iyi yapar bu işi, en az onun kadar zevk almalısın benden. Altımda yastık gibi yatan lubunları sevmem”

Ayı, bir de cilveleşeceğiz. İçki içmeme izin ver de, belki sarhoş olursam seni Mert zannederim. Nasıl katlanırım ayık ayık. Bu arada içkiye de bayağı alışmaya başladım. Babam bilse sevinir, beraber kadeh tokuştururuz artık.

Ama ibne oğluyla tokuşturmak ister mi bilmem. O külotunu da çıkarıp yanıma geldi. Önünde fil hortumu gibi sallanan şeye bakmamaya çalışıyorum. Bu Mert’le nasıl pasif olarak yatmış. Mert hani küçük şeyi olanlarla beraber olmayı seviyordu? 

İyice hissederek, yapacakmışım… Benimle öpüşmeye filan kalkmaz umarım. Ancak, o zaman hissederim… Mert varken neden seni hissedeyim ki…

Yatağa uzandı, beni seyrediyor… Bedduamın tutmadığına işaret belirmeye başladı ne yazık ki… Aleti kalkmaya başladı… Keşke bu kadar kalın olmasaydı… Bunlar bu bakımdan kardeş gibiler… Yandım…

“ Vücudun enfesmiş çıkarsana külotu da” dedi.

Çıkardım mecburen. Çırılçıplak kaldım. Önümü elimle kapatıyordum, utancımdan. Elime bakıp, kafasını yana salladı. Çek elini diyor komutan, pipi kontrolü yapacak… Çektim elimi, dikkatlice bakıyor önüme…

“ İyiymiş, gel bakalım”

Yanaştım yatağa, avucunun içiyle yatağa hafifçe vurdu, otur demek istiyor. Salak, çocuk var karşısında sanki. Konuşmayı kesti, el göz işaretlerine döndük. Mert’le ortak yanları çok… Çekinerek oturdum yatağa… Ensemden tutup, aşağıya doğru ittirdi.

Gözlerimi kapattım. O eliyle beni aletine doğru çekiyor. Biraz kafamı kaldırayım dedim. Öyle bir tokat attı ki, yatağın diğer tarafına savruldum, yandı yanağım çok kötü. Açtım gözlerimi zorunlu. Ona doğru baktım. Hiç konuşmuyor. Vazgeçmeyeceği kesin…

“ Can bu yatağa girdikten sonra yapmadan bırakmam seni, onun için direnmeyi bırak artık”

Aman bırakma sakın, adi… Tekrar gözlerimi kapadım. Hiç düşünmeden ağzıma aldım. Ama biraz ittirince boğazıma doğru, midem öyle bulandı ki… Öğürerek çıkarttım ağzımdan. Ağlamıyorum ama gözlerim yaşardı, o kadar kalın ki ağzıma soktuğu şey…

Doğruldu kalktı yataktan. Çekmeceden krem aldı… Kolumdan tutup fırlattı yüzüstü yatağa. Elleriyle kalçamdan tutup, kaldırdı. Arkama sürdü kremi… Sonra iki eliyle popomu ayırdı… Dayadı aletini, birden ittirince, canım öyle bir yandı ki, fırladım yataktan… 

Odanın diğer ucuna uçtum sanki, sırtımı ona dönüp alnımı duvara vurdum, bilerek… Ne yapacak diye salak gibi bekliyorum sadece… Bir amacım filan yok. Düşünmeden içgüdüsel olarak kaçabildim sadece… 

≈≈≈

Lisedeyken ders boş geçiyordu bir gün… Benim en kâbus zamanlarım. Sınıfın dışında olsak, kütüphane filan kendime kaçıp saklanacak bir yer bulurum, kimse bulaşmasın diye… Öğretmen olmayınca sınıf iyice azmaya başladı.

Mete ile Hakan sınıfın en yaramaz ve korkulan tipleriydi. Mete iki yıl sınıfta kaldığı için ve zaten iri biri olduğundan aramızda ayı gibi duruyordu. Hakan aslında, bakışlarından anladığım kadarıyla iyi bir insan. Ama yaşı gereği Mete’ye uymak ona ilginç geliyor.

Hakan, okulun kızlar tarafından en yakışıklı görülen erkeğiydi. Tahmin edeceğiniz gibi, benim tipim değil tabii. Candan da bizim sınıfın en güzel kızıydı. Bu durumda, doğal olarak çıkıyorlardı. Hakan’la Candan en arka sıraya geçmiş fingirdeşiyorlardı.

Mete yalnız kalınca iyice azgınlaştı. Çünkü onların çıkmasından pek hoşnut değildi, kıskanıyordu sanırım. Belki beni görmezler diye ben de kendi sıramda oturmuş kafamı kollarımın arasına gömmüştüm.

Görünmez olabilmek için, bayat bir numara ama. Ara sıra da göz ucuyla olan bitene bakıyordum. Aslında çantamda efsane ve gizemli yazar, J.D. Salinger’ın kült kitabı (bu kitap için kült bile yetmiyor) Çavdar Tarlasında Çocuklar duruyor. Ama çıkarıp okumaya korkuyorum.

Bilindiği üzere, ayılar kitap okumazlar. Dolayısıyla, kendileri gibi olmayan insanlardan da haz etmezler. Mete, eğer kitabı okumaya kalkarsam, defalarca yaptığı gibi alır ve yırtar. Kıyamam kitabıma, altını çizerek okuyorum çünkü…

Bu kitap neden kült plus biraz kelâm etmeme izin verin. Bir iki alıntı, Baş ve tek kahramanımız, daha doğrusu anti-kahramanımız Holden Caulfield,

“ Herhalde kiliseden yeni çıkmış olan bir aile hemen önümden yürüyorlardı; baba, anne ve altı yaşlarında küçük bir çocuk. Biraz yoksul gibiydiler. Babanın başında, yoksul heriflerin havalı görünmek için giydikleri o inci grisi şapkalardan vardı. O ve karısı, çocuğa hiç dikkat etmeden filan,öyle yürüyorlardı. Çocuk müthişti. Kaldırımda yürümüyordu, inmiş sokakta yürüyordu, ama kaldırımın hemen dibinden. Dümdüz bir çizgide yürüyormuş gibi yapıyordu, çoğu çocuklar gibi, ve durmadan, ‘yakalarsa birini biri, çavdarlar arasında’ şarkısını söylüyordu. Güzel bir sesi vardı. Üstelik şarkıyı felaket iyi söylüyordu, anlıyordunuz. Arabalar yanından vızır vızır geçiyor, frenler cayır cayır ötüyor ve o kaldırımın dibinden yürüyor, ‘yakalarsa birini biri, çavdarlar arasında,’ şarkısını söylüyordu. Öyle hoşuma gitti ki. Artık pek fazla moral bozukluğu hissetmiyordum”

ekşi sözlük’ten katil ciguli entry’sine göre kitap;

“ sallamayan ve sallanmayan bi adamın romanı? aylaklığı öğreten roman? tüyü bitmemiş ,bunalımlı, sancılı gencin romanı? conspiracy theory'de mel gibson'ın elinde olmadan saplantı şeklinde sürekli satın aldığı fakat hiç okumadığı roman? yalnızlığın romanı? ölen kardeşin romanı? koanların romanı? bunalımın ve kasıntının romanı? yıkımın ve sarsıntının romanı? çaresizliğin, pezevenge bi yumruk atamamanın romanı? aramaya cesaret edilemeyen kızın romanı? salinger'in tek romanı? holden caulfield'ın romanı?”

Ve genel dünyaya bakış açısı, harika;

“ İnsanlar hep yanlış şeyleri alkışlıyorlar. Ben piyanist olsaydım gider bir kenefe kapanır öyle çalardım”

Kitabın adı anlamsız gibi görünse de, onun da cevabı var tabii;

"Her neyse, hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın birşey" 

Yine kitapta, bir aile dostları olan bay Antolini, Caulfield'e öğüt veriyor, bir psikanalistten duyduğu cümleyi aktararak;

“ Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir”

Bütün savaşlarda neden gençler ölür? İhtiyar asker ve politikacılar da rahat koltuklarında geviş getirirler: işte cevabı.

Şimdilik sadece, Salinger’in hayatının belgeseli çekildi. Salinger 2010 yılında ölmüş ve 2013 yılında ancak belgeseli çekilebilmiş, münzevi bir hayat yaşamış çünkü ve gazetecilerle görüşmek istememiş. Ama ne mutlu ki, romanın Shane Salerno tarafından filme çekileceğini duydum.

Neyse, kitap çok daha derin, ben bir parmak bal çalmak istedim sadece, okuyun derim, içine girebilirseniz, hayatınız değişir, o derece yani… Ben ne yazık ki, şu an okuyamıyorum çünkü Mete’yle aynı sınıftayız…

~~~

Görünmez olamayacağımı biliyordum. Mete, tepeme dikildi. Kolumdan tutup savurdu çekti sınıfın ortasına. Uzun eşek de, en arkada benim olmam gerekiyormuş. Çünkü uzun eşeğin en arkasındakine, atlayanın şaplak atma hakkı var. Ya da gelenek mi demeli. 

Benden beş yaş büyük olduğu için yapma Mete abi filan diye yalvardım. Karnım ağrıyor, dedim. Dinlemiyor. Neyse ki, sonunda Hakan yardımıma geldi. Bırak bu günlük çocuğu hastaymış, dedi. İyice sinirlendi bu sefer Mete.

Sırama gidip çantamı alıp fırlattı sınıfın ortasına. Açık olduğu için fermuarı, içindeki her şey saçıldı sınıfın ortasına… Kitabı görünce hayvan gibi atılıp aldı ve yırttı kitabı… Gözlerim yaşardı, önemli ve sevdiğim yerlerin altlarını çizip yanlarına notlar almıştım oysa…

Kitapları bu şekilde okuyunca, tekrar elime aldığımda, yarım saatte kitabı tekrar okumuş gibi zevk alırım. Neler hissettiğimi tekrar hatırlarım çünkü. Öyle parçaladı ki kitabı yeni bir tane alıp ona geçiremem notlarımı…

Mete tekrar bana doğru yönelince, kapıyı açıp fıraladım kaçtım sınıftan… Tuvalete gidip bir kabine girdim ve kilitledim kapısını. Klozeti kapadım. Kapının altındaki boşluktan burada olduğum belli olmasın diye, üstüne tünedim…

Kafamı ellerimin arasına aldığımda, yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı göz yaşlarım…

≈≈≈

Ben alnım duvarda Cihan’a arkam dönük öylece beklerken, sanırım giyinmeye başladı. Oh allahım kurtuldum sanırım… Yere çömeldim onun gitmesini beklemek için… Eğilirken hafifçe başımı çevirip baktım…

Giyinmişti, yanıma gelip bana baktı, ben de ona… Ayağının altıyla kolumdan itip yere düşürdü beni…

“ Bakalım Mert’e ne diyeceksin”

Kalktım yerden, o da çıktı gitti evden… Hayvan… Mert’e ne diyeceğimi bilmiyorum. Bunu şu anda düşünmeye halim de yok zaten. Korku, heyecan, acı veya hepsi birden kolumu kaldıracak gücüm kalmadı…

Mert’in odasına gittim… Şöyle bir baktım… Son üç ay filan burda neler yaşadık… Ama şimdi sonlanıyor gibi… İstemsizce bacaklarım titremeye başladı… Yatağın yanına kadar zor gittim… Ve bıraktım üstüne kendimi…

Yorganın içine girince ısındım… Okumayı 4-5 yaşlarımda filan kendi kendime öğrenmiştim. Müthiş bir dünyayı keşfe çıktım: masal kitapları… Önce resimli olanlar, sonra daha küçük yazılı olanlar… Okula başladığımda önemli masalların hemen hepsini defalarca okumuştum…

Masallarda kötüler, canavarlar filan hep çirkin. İyilerse güzeldi. Oysa gerçek hayatta öyle değilmiş. Okula gitmeye başlayınca anladım bunu… Çok şaşırmıştım o zaman. Oysa güzellerin iyi, çirkinlerin kötü olması, çocuk aklıma ne kadar da uygundu.

Çok güzel bir oğlan veya kız, bana canavar gibi davranınca ne yapacağımı bilemiyordum… Güzel olmayan bir kız veya oğlan ise, bazen bana çok iyi davranabiliyordu… Benim öğrendiğim dünya masal kitaplarından, böyle değildi…

Biraz önce Cihan’ı çıplak görünce aklıma aynı şey geldi, demek yenememişim hala aynı düşünceyi veya anlayamamışım gerçeği… Cihan da çok güzel bir insan, ama ne kadar kötü davrandı bana. Hele gitmeden önce, beni ayağı ile itmesi. İt muamelesi yani…

Cihan’ın boyu uzun ama Mert kadar değil. Biraz daha kilolu, zayıf sayılır yine de. Kolları biraz kaslı. Kızıl saçları gibi, kızıl pembe bir teni var. Vücudunun bazı yerlerinde seyrek, bazı yerlerinde yoğun, kimi koyu pembe kimi açık renk çiller saçılmış…

Bu kadar değişik ve harika bir insan kötü olabilir mi? İşte masallar beni nasıl etkilemişse artık… Oysa iyi ve kötü ile güzel ve çirkin, ne alâka… Ya da, kötü ve iyi sadece masallarda, gerçek dünyada hiç yok mu?

≈≈≈

Mert, birden çıktı içimden, çok acıdı. Amacı bu zaten… Elimi arkama götürdüm, baktım kan var. Görmesine rağmen hiç bir şey söylemedi. Kolumla yüzüme kapattım, o kadar utanmıştım ki… Bıraktı ayak bileklerimi…

Önümde dizlerinin üstünde duruyor. Konuşmamaya devam… Ben ne söyleyebilirim ki. 

“ Kalkabilir miyim”

Cevap vermedi. Yanıma uzandı. Ne yapmak istiyor acaba? Kolumu çektim suratımdan, yana dönüp ona baktım… Kafasını tuvalete doğru çevirdi, git der gibi… Yavaşça kalktım, yürüyebilecek miyim bakalım. Dirseklerimden güç alıp ayaklarımı yere indirdim.

Kalkamadığımı görünce sırtıma destek verdi, kalktım ayağa. Bacaklarımın arasında öyle bir ağrı var ki, paytak paytak zor gittim banyoya… Vücudumun alt tarafına su tuttum duşta, suyla birlikte kanın akıp gidişini seyrettim döne döne… Hayatım nerelere gidiyor acaba?

Sonra sabunlayıp temizledim. Kurulandım havluyla ama çıkamıyorum banyodan… O kadar utanıyorum ki… Amacı bu mu beni iyice rezil etmek. Ne geçecek eline anlamıyorum. Oldu mu şimdi, kan aktı, mutlu mu?

Kıyafetlerim odada zorunlu çıkmam gerek. Epey kaldım banyoda bir ses çıkmadı içerden. Yavaşça kapıyı aralayıp baktım. Yatakta doğrulmuş sigara sarıyordu. Mert sigara içmez ki, ne alaka anlamadım…

Gördü benim baktığımı, işaret ve orta parmağı ile gel işareti yaptı. İşaret dili de oldukça gelişkin. Konuşmaya filan gerek yok. Zaten konuşacak bir şey var mı? Tükendi hepsi sanırım… Tek anladığım, aramızdaki kördüğüm Cihan ve buna neden olan orospu da Gökçe…

Odaya girdim, külotumu aldım giymek için,

“ Öyle gel”

Emredersiniz, gittim yanına yattım ama fazla sokulmadan uzağa… Sigarayı yaktı, öyle bir çekti içine ki, üflediği duman yatağın üstünü bulut gibi kapladı… Bana öyle geldi ya da… Bulut yağmur olsa üstümüze yağsa şimdi ve herşeyi temizleyip götürse… Yeniden başlasak her şeye…

Bu gün tanışmış olsak allahım ne olur… Çıkıp Moda’daki cafeye gitsek… Pizza yesek, yanında şarap içip sarhoş olsak… Kahkahalarla gülsek her şeye, kimseye aldırmadan… Herkes bize baksa, ne mutlular, birbirlerine ne çok yakışıyorlar diye düşünseler…

Olmaz mı? Neden olmasın, mutlu kimse yok mu böyle. Numaramı yapıyor dışarıdan mutlu görünenler… Sigarayı bana uzattı, kalktım bir bardak getirdim, külünü silkmek için, daha önce içmedim hiç…

Çocukken babam bir kere, merak edip kendim içmeyeyim diye içirmişti, boğulacakmış gibi öksürünce bir daha denemedim hiç,

“ Hadi iç, ama çok az çek dumanı, ağzında tutup sonra nefes al ciğerine doldur ve üfle hemen”

Dediği gibi yaptım. Üfledikten sonra dumanı, hafif başım döndü, ama nasıl bir tatlı, sarhoşluk desem değil, başka bir şey kapladı içimi. Sanki vücudumu kaplıyor yavaş yavaş… Yatakla aramda boşluk var sanki… Bir iki derken, sigara bittiğinde, sanki deminki bulutun üzerindeydik ikimiz… Uçuyorum…

≈≈≈

Bana öyle bir sarıldı ki, ben çıplaktım zaten o ne ara soyundu bilmiyorum… Dudaklarıma yumuldu, dilini öyle bir emiyorum ki, susuz kalmışım da ordan suya kanacakmışım gibi, sonra o da bana aynısını yapıyor.

Bir altta o, bir ben üstte, yatağın içinde dönüp duruyoruz, sadece öpüşerek ama, neden bilmiyorum ikimiz de tam sertleşmiyoruz… Böyle sevişmek çok daha güzel bence. Önüne eğildim ve yarı sert yarı yumuşak ama enfes aletini, ağzıma alıp emmeye ve yalamaya başladım. Kendimden geçtim, dibine kadar alıp çıkarıyorum…

İkimiz de çılgına döndük ve o kadar deli haraketler yapıyoruz ki, istemeden birbirimizin orasına burasına çarpıp, canını yakıyoruz… Engel olamıyoruz buna ama… Mert kalktı birden, çantasından kavanozda çikolata çıkarıp getirdi…

Nerden anladıysa deli gibi tatlı istiyor canım… Karnım aç her zaman ki gibi… Ben yatakta sırt üstü yatarken, açtı kapağını ve eliyle alıp içinden bolca, iyice küçülmüş şeyime sürdü… Her tarafına yaydı içine kaçmış toplarımın derisi dahil…

Önce diliyle, sonra dudaklarıyla yedi hepsini ve deli gibi emmeye başladı beni… Beynim gıdıklanıyor sanki, ama hiç sertleşemiyorum. Gariptir bu şekilde daha çok gıdıklanıyorum ve kendimi çocuk gibi hissediyorum…

İttim onu ve yatağa devrilmiş kavanozu alıp, enfes göbek deliğine doldurdum sonra ordan inik aletine ve toplarına bocaladım, kıç deliğine gelince eliyle ittirdi beni… İyi bu da yeter bana… Meraklısı değilim deliğinin…

Öyle bir yumuldum ki, yıllardır tatlı yememişim gibi sanki… Tatlının beynimi uyuşturması ve harika aletinin yavaş yavaş sertleşmesi delirtiyor beni… Bir taraftan da kendimle oynuyorum… Harika zevk alıyorum…

Ona baktım, kendinden geçmiş… Elimi iyice tükürükleyip bir taraftan çektiriyorum bir taraftan emiyorum… Sonra dayanamayıp, enfes uzun sünnet derisini dişlerimin arasına aldım… İttirdi beni yine, canı yanmıştır epey, ben de onun için yapmıştım zaten…

Sertleşti, ama kemik gibi değil. Böyle emmek ve oynamak daha çok hoşuma gidiyor… Biraz sonra dayanamadı ve beyaz çikolatasını attırmaya başladı, inleyerek. Seyrettim önce fıskiye gibi havaya fırlamasını, sonra başını ağzıma alıp emerek doldurdum ağzıma…

Dizlerimin üzerine kalkıp, onu öpmeye başladım . Öpüşürken, dilini emerek ve yavaş yavaş hepsini yuttum… Sarhoş gibiyim, yığıldım kaldım boynuna… Tamamen kendimizden geçtik, ikimiz de nefes nefese…

Ben boşalmadım ama en az o kadar belki daha fazla hoşuma gitti bu değişik sevişmemiz… Epey öyle hiç kıpırdamadan yattık… Mert kalktı bir tane daha sigara sarıp yaktı… Bir fırt alıp bana uzattı, derin bir nefes alıp, içimde tuttum, üflediğimde bu defa, bulutlardan da yukarılara yıldızların oraya vardım…

≈≈≈

Bacağımın biri aletinin üzerinde, şeyimi onun kalçasına yandan sıkıca yasladım, kollarımla enfes karnını sardım ve başım göğsünde, dudaklarım memesinde… Yaratım harikası memesini, dilimle yaladım ve şeyimi ona bastırdım, ara sıra…

Bu şekilde sonsuza kadar yatabilirim… Acıkmam, susamam ölüp gidelim böyle… Dayanamadım ama, her zaman ki merakım baskın çıktı… Kafamı kaldırıp hafifçe ona baktım, gözleri açıktı, o da bana baktı ne var der gibi…

“ Beni seviyor musun?” 

Başını tavana çevirip oraya bakmaya başladı… Cevap versene be çocuk, konuşmuyor ama… Neden, ne güzel seviştik işte… Ne istiyorsun benden daha, Cihan’ın yatacak bir sürü kevaşesi var, bana mı ihtiyacı var sanki…


Sonunda bana döndü, gözleri o kadar güzel bakıyor ki… Çok nadiren olduğu gibi, o küçük güzeller güzeli çocuk geri döndü… Hiç gitmese keşke… Ölürüm ben ona… O benim kayıp çocukluğum, her şeyim… Bütün yaşayamadıklarım… Hayatımdaki yanlış her şeyin, ilacı sanki…

“ Beni neden bu kadar seviyorsun”

Soruya soruyla cevap, iyi taktik. Al o zaman, gerçeği taşıyabilirsen, yap, ve ben de kurtulayım sen de…

“ Seni seviyorum çünkü; senin yanındayken geçmişi unutuyorum… Geleceği düşünmüyorum… Hiç bir şeyden korkmuyorum… Sen varsan her şey olduğundan daha güzel… Seni çok seviyorum… O kadar ki, beni öldür istiyorum… Öldür ki, sensiz olmayayım… Seninle birlikteyken sonsuzluğa uçayım ve hep beraber kalalım”

Yine öyle masum baktı bana. Geri döndürebilmek onu, çocukluğunun masumiyetine, Gökçe öncesine, dünyaya bedel… O zaman, biraz önce olduğu gibi tam bir oluyoruz…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler