Liseden Üniversiteye 36 ~ güneşin karanlığı






Liseden Üniversiteye 36



~~~ güneşin karanlığı ~~~



Orta dünya’yı fethedemedik ama adaya vardık sonunda, sırılsıklam olsak da. Oldukça maceralı ve zorlu bir yolculukla -tamam dalga geçmeyin benim için öyleydi işte-… Neyse ki, teknede battaniye varmış ona sarıldım, yoksa sırılsıklam elbiselerle donmaya başlamıştım, yaz da olsa rüzgara dayanamam hiç…

Teşekkür ettik İsmail dayıya, hiç konuşmuyor ama o, sadece gülüp kafası nı sallıyor. Kısık gözleri, güneşten çatlamış teni ve ağzında Red Kit gibi tuttuğu sigarasıyla… Benim biraz garipsediğimi anlayınca Peter;

“ Anlatırım sonra, hadi gidelim şimdi dükkana, üstümüzü değişelim”

“ Dükkanda nasıl üstümüzü değiştireceğiz ki”

“ Ev uzak hasta olursun oraya gidene kadar, dükkan hemen şurası, buluruz ordan bir şeyler, ayrıntıya takılma”

Neyse ki, bunları gülerek söyledi, yoksa benimle alay ettiğini düşünüp bozulurdum kesin. Neden en ufak bir şey sorsam, herkes hemen, ayrıntıya takılma, diyor anlamıyorum. Hiç konuşmayayım o zaman olsun bitsin…

Bu arada Sabri abi, cafeden bahsederken hep, dükkan, diyor… Bizim Peter’in, dükkan, dediği de babasının lokantası, her halde… Neyse bunu da sormayayım şimdi, ayrıntıcı, olmayalım yine… Hemen iskelenin iki sokak içerisine yürüdük…

Ağaçlık bir alanın başladığı köşede, iki katlı bir evin alt katında, mutfağın yarısı içerde yarısı dışarıda, toprak yola gelişi güzel atılmış masaların olduğu, bir şirin lokantaya geldik… Peter’i görünce yaşlıca bir adam, babası herhalde, ona doğru gelip sarıldı… 

Sanki bir aydır birbirlerini görmüyorlar, çok sevimli… Oysa daha dün gece evde kalmıştı Peter… Hemen bana döndü, elimi, iki eliyle tutup sıktı ve saygıyla eğilip konuştu adam. Sanki genç olan o, büyük olan benim, değişik biri,

“ Merhaba evladım, ben Hasan’ın babasıyım, hoş geldin, Hasan çok seviyor seni, anlattı hep. İyi ki geldin, biz de seni tanır severiz, inşallah sen de bizi tabii”

Ne kadar saf temiz biri. Peter’e pek benzemiyor ama, gözleri aynı onun gibi mutluluk ve gülümsemeyle bakıyor. Peter, babasının söylediklerinden utandı tabi, kendine has rengiyle kızardı ve içeri kaçtı… Ben öylece babasına bakarken, seslendi içerden, 


“ Gel Can”

Neler anlattı ki, benimle ilgili ailesine acaba, hep? Girdim içeri, ufacık bir yer, buzdolabı ve mutfak tezgahı filan var. Döner ve köfte ızgarasının yarısı içerde yarısı dışarıda. Bir kapı var sadece, oradan da içeri girdik. Arkada ufacık bir oda. 

Girer girmez, benim yanımda tişört ve pantolonunu çıkardı, oha, sonra da kilotonu ve birden çırılçıplak kaldı… Hemen arkamı döndüm tabii… Gülüyor bir de bana… Gıcık şey ya… İnsan söyler önce… Kızdığımı ve utandığımı anladı;

“ Kusura bakma, ben çocukluğumda, yazları hep köyde geçirdim, utanmazdık böyle şeylerden alışkanlık, ıslak elbiselerden dondum birden ve soyunuverdim… Neyse, merak etme şimdi gidip sana da birşeyler getireceğim, sen soyun ve şu havluya sarınıver”

Uff nasıl utandım, alışkanlıkmış, herkesin önünde çırılçıplak soyunmak diye bir alışkanlık olduğunu sanmıyorum köylerde ya… Alman köylerini filan kastediyorsa bilemem… Bu da benimle kafa bulmaya başladı her halde, işimiz var… Ama ben gördüm, size de söylemeden geçemeyeceğim; poposu ve bacakları pek güzelmiş… 

Çok ahlaksız olduğumu biliyorum- yorum yapmayın ama-. Başka bir şey görmedim valla, ondan sonrasında arkamı dönmüştüm… Bir şort giymiş altına o kadar, fırladı gitti, ya da uçtu diyelim, küçük taş popo Peter Pan…

Ben de çıkardım üstümdeki herşeyi. Bu arada cep telefonum, oha onu unuttum, ıslanmış… Baktım, açılmıyor ekran, tüh ya… Neyse, bakarız çaresine de, bu arada Mert arar da beni bulamazsa… Çok sık arıyor zaten ya… 

Ama ters çocuk işte, aramaz aramaz telefonun bozulur arayacağı tutar… Keşke arasa da, bulamayınca, kızsın isterse, ben ona bile razıyım… O kadar özledim ki… Sarındım büyük havluya. Neden çıplak kalınca hep onu hatırlıyorum acaba? 

Hava sıcak olduğu için kurudum hemen ve ısındım… Birazdan geldi Peter, bana bir şort mayo ve terlik getirmiş. Bir şeye benzemiyorlar ama neyse…

“ Beğenmezsin sen bunları biliyorum, idare et şimdilik, çıkar bakarız istersen başka bir şey”

Çıkmıyor dışarı, o da benim popoma bakacak her halde, ama rüyasında görür. Havlunun altından giydim şortu… İğrenç oldu mayo, bol geldi, çırpı bacaklarım ortaya çıktı… Neyse çıplak çıkamayacağıma göre… Üstüme bir şey almamış ama, kendi gibi zannediyor beni. Üstüm çıplak çıkamam, utanırım 😟. 

“ Üstüme”

Dolabı açtı, ordan fanila tişört arası beyaz, biraz lekeli filan bir şey bulup verdi bana, utanarak… Uff neyse, olmaz bu, desem bozulacak. Onu da giydim. ayağıma da terliklikleri… Tam evden kaçmış, iki gündür sokaklarda yatan çocuklara döndüm. Ben, beni görsem, gülerdim ne yalan söyleyeyim… Pırt, neyse, yine de mutluyum…

≈≈≈

Vedat amca, Peter’in babası yani, kendi deyimi ile, döner kesti, bize… Ama genelde günde bir öğün yemeye alıştığımdan ben acıkmamıştım hiç… O kadar güzel kokuyor ki, hepsini bitiremesem de yedim biraz… Gerisini, kendininkinden sonra, Peter uçurdu, midesine yani…

Lokantanın önünde duran küçük motorsiklete atladık, paldır küldür gidiyoruz. Nereye diye sorsam yine ayrıntıya mı girmiş olurum acaba? Durmadan yokuş çıktık, iyi de; inmeye başlayınca yokuş aşağı, öyle bir hızlandı ki motor, uçuyoruz… 

Havalanıyorum, sonra sertçe popom motorda, Peter’e sıkıca tutunmasam çoktan düşmüştüm… Peter’in bu durumdan pek şikayetçi olduğu söylenemez. Ara sıra karnını sıkıca saran kollarımı kontrol ediyorum ayağına, ellerime dokunuyor…

Sonunda düzlüğe indik, plaja gelmişiz… Off nihayet tekrar deniz… Motoru kulübe gibi bir yerin yanına bıraktık… Peter kulübeden çıkan iki çocukla selamlaştı. Ada canavarı, herkesi tanıyor burda sanırım…

Havlu şezlong şemsiye filan aldık ordan… Denize yürüyoruz, ama ben bu güneşte şemsiye altında bile olsam yarım saat sonra hastahanelik olurum… Neyse anlattım Peter’e ve daha içeride ağaçlık bir yer bulup oraya kurduk kampı…

Plaja geleceğimizi bilsem, marketten koruyucu güneş kremi filan alırdım… Alırdım? Para var da harcıyacak yer arıyorum. Seviyorum la alış verişi, çaresiz ev kadınlarının dediği gibi, stresimi alıyo ayol

“ Bir şey istesem ayıp mı olur… Bilemiyorum ama, ucuzundan da olsa, güneş kremi alabilir miyiz? Daha doğrusu alabilir misin? Ben de hiç para yok. Bankada ki yüklü hesabımı bozmak istemedim de”

~~~

Zavallı Peter biraz güldükten sonra, geldiğimiz yere yollandı tekrar, markete… Çok varmış gibi, bir de para harcatıyorum çocuğa… Ben yattım şezlonga… Ağacın dallarının arasından gözüm güneşi arıyor yine… Güneş, benim için büyük güç, yani tehlike… Yani bela…

Çünkü ay gibi ben de, onun çekiminden kurtulamıyorum… Ona karşı o kadar güçsüzüm ki… O, o kadar çekici ki… O, o kadar yakıcı ki… Bir zaman sonra yanmak istiyorsun, onda… Gönüllü hem de…

~~~

“Güneşin kendisi götürdü beni karanlığa;
öylesine yoğundu ki aydınlığı,
evreni bütün biçimleriyle pıhtılaştırıyor,
bir karanlık parıltıya boğuyordu”

Albert Camus, (L'Été) Yaz

~~~

Sonunda buldum, yaprakların arasından kör edicimi… Diktim yine gözlerimi, ona… Canım yandıkça ona ulaşacağımı zannederek… Çağırdı beni kendine; Güneş Ülkesi’ne (Civitas Solis)… Kalktım hemen sahile doğru…

Yine oraya, denizle karanın birleştiği yere bastım ayağımı. Büyük güç bu… Gerçeğe hükmetmek… Su buz gibi, ısınmamış daha… Ama ne gam, çağıran güneşse eğer, ısıtır o nasılsa… Düşünmeden, birkaç adım atıp, derinleşince, daldım suya…

Size söz etmedim hiç… Suyun içinde başka bir insan olurum ben… Güzel yüzerim, yorulmam, güçlüyümdür suda ben… Nefesim bitmez hiç suda… Kulaçlarım yorulmaz hiç… Çünkü, ilk halimi, yani sudaki halimi özlerim ben hep…


Ben sudan çıkınca böyle oldum… Kafam suyun içinde, nefesim hiç bitmiyor ya da suda nefes alıyorum sanki; yavaşça ama etkili, kulaç attım,

açığa doğru…

güneşe doğru…

sonsuzluğa doğru…

Baktım, kafamı çıkarıp sudan… Güneş, geldiğimiz yöne doğru, batıya, hafifçe eğilmiş… Beni çağırıyor yanına, yakmaya… 

Yavaşça sarhoşluğuna kapıldım onun. Biraz sonra beraberiz diyor bana, peki, dedim, ne yapmam gerek? 

Dibe, dedi, daha çok dibe, karanlık seni benim aydınlığıma kavuşturacak…

Ben daldıkça karanlığa, güneş de dalıyor sanki… 

Ama, O, başka bir yerde, ben başka bir yerdeyimMert?..

Buluşucağız diye geldim buraya, sen çağırdın diye… Ama sadece karanlık var burada. Güneş oyun oynadı bana… Ya da o öyle zannediyor…

≈≈≈

Tekrar, ışık görmeyi istemediğim için karanlığın çağrısına uymuştum oysa… Beni aydınlıkla, kandıran karanlığın, çağrısına bilerek kanmıştım… Ama ne olduysa, tam dip noktada, karanlığın en siyah noktasında, bir ışık noktası, bana…

O da gidiyor sen gidersen eğer, dedi.

Fırladım, dipten yüzeye doğru, denizin üstüne çıktığımda nefesim tükenmişti…

Gerisi yok… Öncesi var mıydı? Hatırlamıyorum…

≈≈≈

Başımda bir ıslaklık hissedince uyandım… Bembeyaz bir odadayım… Bembeyaz çarşaflar içinde… Bana bakıyor kapkara Peter. Hep olduğu gibi tatlı ama bu defa kaygılı bakışları…

Uyuyor muydum? Ölmedim mi? Mert?

Birden fırladım yattığım yerden… Ama gücüm yetmedi kalkmaya…

Peter yatırdı beni tekrar… Utanarak sordum,

“ Özür dilerim, ama tam ne olduğunu hatırlamıyorum ve esas Mert’e bir şey oldu mu? Ne olur söyle”

“ Anlamıyorum Can, Mert abiyle bu olanların ne ilgisi var… Uyurken de hep onu sayıkladın durdun… Güneş kremini alıp döndüm ama, sen şezlongları koyduğumuz yerde yoktun… Bizim arkadaşlara sordum, en son seni deniz kıyısında yürürken gördüklerini söylediler… Delirdim meraktan, daldım suya, epey arandım yüzerek. Boğuldun diye meraktan öldüm. Sonra birden açıkta çırpınan birini gördüm. Ölücek gibi yüzdüm. O kadar açılmışsın ki, nerdeyse ben de boğulacaktım. Dinlene dinlene yarım saatte zor çıkardım sahile seni. Sağlık ocağına götürdüm… Doktora anlattığım da şaşırdı. Yuttuğun su ve geçen sürede ölmen kesinmiş… Öldürmeyen allah öldürmez, dedi sadece ve burdasın işte… Allaha şükür… Ne yapıyordun ve o kadar açığa nasıl yüzdün?”

“ İyi yüzerim ben”

“ İyi de çok tehlikeli burda açılmak, akıntıya kapılırsan, yüzmen imkansız, gemiler de geçiyor”

“ Hiç düşünmedim bile, beni çağırdı o, ben de gittim”

“ Kim çağırdı”

“ Güneş… Bilmiyorum Hasan, Mert’e birşey olacak diye çıktım yüzeye, yoksa karanlıkta iyiydim ben, olmam gereken yerdeydim. Ne olur bul Mert’i… Benim telefonum çalışmıyor… Ara ne olur hemen”

“ Tamam sakin ol arıyorum hemen”

Ağlamaya başladım, ya bir şey olduysa ona, benim yüzümden mi? Neden, O da gidiyor sen gidersen eğer, dedi… Kim dedi? Allahım çıldırıyor muyum acaba? 

“ Kapalı telefonu Mert abinin”

“ Biliyordum bir şey oldu ona benim yüzümden hem de. Hadi hemen dönelim Hasan yalvarırım, bulalım onu ölürüm yoksa meraktan, yemin ederim şimdiden nefes alamıyorum, lütfen”

Bu çocuğa çektirdiğim işkenceden dolayı utançtan ayrıca ölüyorum… Plajdan yola kadar taşımış zavallıcık, pek ağır sayılmam ama, Peter de iri yarı sayılmaz… Sonra telefonla ambulansı çağırmış… Sağlık ocağından da evlerine getirmiş…

Neyse ki, annesi evde yoktu Mert’lerdeymiş temizlik için… Aha aklıma geldi işte…

“ Hasan ne olur anneni ara sor Mert nerdeymiş, Nevin hanım biliyordur annene söylemiştir belki ha”

Aradı Peter annesini, biliyordum allahım, yine hastahanedeymiş Mert, ama ailesi ne olduğunu söylemiyormuş… Allahım, neden çıkardın o dip’ten beni… Bunun için mi? Böyle ölmeden sürünüp kanser filan mı olmamı istiyor acaba? Günahım ne bilsem…

≈≈≈

İlk motora bindik, dönmek için Bostancı’ya… Yol boyunca ağladım, hiç durmadan. Gözlerim şişti, ciğerlerim yerinden çıktı sanki, ama durduramadım… Peter halime acıdı, gözlerinin neşesini kaçırmayı başardım… Lanetliyim ben, kendi mutsuzluğumu, herkese ve heryere taşıyorum…

O kadar perişan haldeyim ki Peter sarıldı bana, ben de ses çıkaramadım… Ben onu kardeşim gibi seviyorum inşallah o da öyle hissediyordur… İçimi çeke çeke, Mert’e bir şey olmaması için dua ettim, benim duam, kabul olur mu acaba…

Eğer gerçekten de lanetliysem ben, ben dua ettim diye Mert de lanetlenir mi… Ne düşüneceğimi ve ne yapacağımı bilmediğim için saçmalamaya başladım… Yapacak başka bir şey yok… İner inmez Sabri abiye gitmeliyiz…

Ama anlamadım dolmuşla Moda’ya giderken Peter kıvranıp duruyor… Sanki bana birşey söylemek ister gibi… Biraz önce telefonu çaldı, biriyle konuştu, ondan sonra durgunlaştı böyle… Neyse sonunda konuştu…

“ Can, bir şey söyleyeceğim yanlış anlama ama sakın, zaten yeterince üzgünsün”

“ Söyle meraktan çatlatma beni Mert’e birşey mi olmuş”

“ Şey, o konuda bir şey değil… Cafeye Cihan abi gelmiş… Beni pek sevmez o, uzun hikaye… Şimdi beraber girersek kıl olur sana da bana da… Sen gir önce ben sonra gelirim, olur mu?”

Şaşırdım, zaten şapşalak haldeyim. Peter de mi? Ne numaralar dönüyor anlamıyorum ki. Neyin içine düştüm ben? Yaşamamışken hiç bir şey, birden fazla değil mi bunlar bana… Neden desem, anlatmayacak kesin ama şansımı denemeyelim…

“ Anlatır mısın neden seni sevmiyor?”

Şimdi sırası mı, der gibi kafasını eğip, dudaklarını büzdü… İyi, anlatma bakalım… Bir şey demedim başka…

~~~

Cafede Sabri abiyle Cihan oturuyorlar. Onu görünce birden geri döndüm, neden bilmiyorum, korktum. Nereye gideceksem başka… Cihan beni gördü zaten ve yine kızgın bakıyor… Zorunlu gittim yanlarına. En arkada bir masada oturuyorlar.

Benim yüzümden dedim işte, öyle olmasa neden böyle baksın bana… En iyisi ben yukarıya çıkayım, Peter ne olduğunu öğrenip bana anlatır nasıl olsa… Kafamla hafif bir selam verip, arkaya yürümeye devam ettim, Sabri abinin odasına doğru…

Cihan ayağa kalkıp kolumdan tuttu ve sandalyeye oturttu sertçe… Suratıma bakıyor, surat kaldıysa ben de boğulmaktan, ağlamaktan filan…

“ Eğlencen bölünmüşe benziyor” dedi…

Yere bakıp ağlamaya devam ettim sessizce… Sabri abiye baktım, o da yere bakıyor. Suratından çok üzgün olduğu anlaşılıyor… Korkarak ve titreyen sesimle, başımı yerden kaldırmadan,

“ Söyleyecek misin Mert’e ne olduğunu, iyi mi şimdi”

Söyledim mi bunları, yoksa düşündüm mü sadece, bilmiyorum… 

“ Sayende ölüyordu, neyse ki yanında biri varmış, beni aradı, son dakikada yetiştirdim hastahaneye”

“ Tamam da ne olmuş ki, söyler misin?”

“ Uyuşturucu almış, seni aramış sonra, telefonun kapalıymış, ne bok yiyorduysan artık, kafası atmış içkiye başlamış bu defa… Komaya girmiş”

Bir de, ne bok yiyorduysan artık, diyor… Biriyle birlikteymiş Mert, ama suçlu benim, tek yaptığım da telefonumun ıslanması ve bozulması… Şimdi bir şey söylesem, bana bağırıp çağırmak ve belki dövmek için hazır bekliyor Cihan. Neyse ki Sabri abi burda… 

Ama o da varla yok arası, konuşmuyor hiç… O da mı beni suçluyor acaba? Gidip gezin, diyen kendisiydi, ondan izin aldık sonuçta, yanlış bir şey yapmadık ya… Neyse, en iyisi susmak, yapacak başka bir şey yok, belki siniri geçer, doğru dürüst anlatır, neden bana kızdığını…

“ Nerdeydin sen, ağzın burnun yamulmuş, ne haltlar karıştırdın”

Cihan tabi konuşan… Taktı kafayı bana, uyuşturucuyu ben içirdim Mert’e sanki, deli midir nedir. Ne olursa beni suçluyor… Bir şey yapsam da yapmasam da, kabak benim başımda patlıyor, anlamıyorum ki… Şimdi cevap vermesem iyice delirecek…

“ Ada’ya gittim, denize girmek için”

“ Kimle gittin”

Sabri abiye baktım… Yok susuyor sadece ve yere bakıyor, neden anlamıyorum ki… Hasan’la gittim dememem gerekiyor sanırım. Ne bok dönüyorsa…

“ Yalnızdım”

“ Siktir lan, sen yalnız adaya filan gidemezsin yalan söyleme… Dani iti mi götürdü”

Manyak, bu da Dani’de takıldı kaldı bozuk plak gibi… Hasan’la ne alıp veremediği var bilmiyorum ama, yalana devam etmek zorundayım…

“ Motora bindim gittim, niye yalnız gidemiyorum anlamadım, internetten baktım nasıl gidileceğine. Orda da telefonumu denize düşürdüm, sonra da döndüm işte, hepsi bu. Al bak istersen telefonuma, çalışmıyor işte. Yanlış hiç bir şey de yapmadım, yemin ederim”

Baktı telefonuma, gerçekten bozuk olduğunu görünce, kafası karıştı ayının… Neden ona hesap vermek zorundayım onu da bilmiyorum ama, arada Mert var işte… Gidip saçma sapan birşeyler anlatır, gerçeği anlatabilirsen anlat ondan sonra…

Telefonun bozuksa nerden biliyorsun Mert’in hastahanede olduğunu”

Ama bunu atlamışız, uyandı… Yalan söylemeyi beceremem zaten, elime yüzüme bulaştırdım yine. Neyse ki, en olmadık zamanda Sabri abi yetişti imdada,

“ Telefonu bozulunca ankesörlüden burayı aradı, merak etmeyelim diye, ben söyledim Mert’in hastahanede olduğunu”

Off allahım, önce batırıyorsun en dibe kadar, sonra da kurtarıyorsun, ben de öylece seyrediyorum olanları, ödüm bokuma karışarak… Neyse yırttık herhalde, en azından Cihan bana bakmıyor artık…

Peter girdi cafe’ye, hızla bize bakmadan mutfağa daldı, üstünü değiştirmek için… Cihan arkasından pis pis baktı… Sabri abi de Cihan’a baktı… Ben de şaşkın ikisine birden baktım… Öylece bakışıyoruz da, olan biteni anlatacak mı bu sapık Cihan… Neden ben suçluyum? Ya da o neden öyle düşünüyor?

≈≈≈

Dışarıdaki masalar dolmaya başlayınca, Sabri abi kalktı kasanın başına gitti… Cihan’la kaldık mı baş başa. Başa gelen çekilir, onu biraz yumuşatıp, konuşturabilsem, normal, bir şekilde ama… Hep yaptığı gibi beni azarlayarak değil…

İnsanlardaki, normal, beni gördüklerinde yok oluyor sanırım. Ya iyi oluyorlar beklemediğim kadar ya da kötü… Veya Mert gibi, ne olduğunu artık anlayamadığım şeyler… Bunu karıştırmayalım şimdi… Çocuk hastahanede…


“ Gel bakalım delikanlı”

Cihan üç garson arasından, gıcıklığına dışarıya servis yapan Peter’i çağırıyor… Neyse Peter geldi hemen. Bir tatsızlık çıkıcak diye ödüm koptu…

“ Bize viski getir, soğuk su ve meyve”

“ Tamam abi, hemen, geçmiş olsun bu arada”

Deyip, fırladı cevap vermesini beklemeden Cihan’ın. Uyanık bu çocuk gerçekten. Ben de böyle davranmalıyım bu ayıya ama, beceremem ki… Bana sormuyor tabi, içer misin filan diye. O ne derse onu yapmak zorundayım ya…

Getirdi içkileri Peter hızlıca servis yaptı. Ben ona bakmıyorum, o da bana, sanki bir suç işledik. Cihan, bardağın yarısını dikti…

“ Hadi iç” dedi…

Kızdırmamak için aldım bir yudum… İyi geldi la, bir yudum daha aldım büyükçe…

“ Bokunu çıkarma her şey gibi, adam gibi iç”

Sanki kendi adam gibi içiyor da ayı…

“ Tamam bu son, kendime geleyim bir”

Diktim hepsini. Bende de bir kıllık var her halde… Sabri abi ve Peter, bana bakıyorlar… Neyse Cihan kızmadı bu sefer, güldü sadece. Benim zaten deniz suyu yutmaktan tahriş olmuş boğazım filan iyice yandı cayır cayır hem de…

“ Konuşabilir miyim kızmayacaksan yine” 

“ Konuş”

O gelmeden de atmış bir kaç tane her halde. Yumuşadı, tazelenince kanındakiler…

“ Kendinde mi Mert, iyi mi gerçekten yani”

“ Gidiyordu öte tarafa, ama şimdi iyi”

“ Konuştun mu, yani iyi olduktan sonra demek istiyorum”

“ Evet, biraz önce yanındaydım ama, Nevin hanım kovdu beni”

“ Neden kovdu ki”

“ Herkes birini suçluyor işte olanlardan, Nevin hanım beni, ben seni, filan falan”

Neyse ki, ilk defa benimle normal konuşuyor. Peter söylemeden, birer tane daha getirdi içki. Peter’le çaktırmadan bakıp, gözlerimizle güldük birbirimize… Ne anlayışlı ve tatlı bir çocuk ya…

“ Mert’in yanına götürür müsün beni”

“ İstemiyor kimseyi Nevin hanım”

“ Gidelim ne olur”

Ben kendi ailemi takmıyorum, yemişim Nevin hanımını. Gerçi pek yenecek lokma değil, boğazında kalır insanın ama… Deneyeceğiz…Birer yudum çektik ve bardakları da alıp çıktık cafeden… Sabri abi ve Peter şaşkın bize bakıyorlar… C70 köşede yatıyor… Ama içkili bindirmem onu…

“ Taksiye binelim”

Dinlemedi tabi, kapıyı açtı, kolundan tuttum, hep başkaları bana yapacak değil ya… Ayı da olsa gözleri çok güzel, baktım ta içine ve,

“ Lütfen bak Mert hastahanede yatıyor, yanına komşu olmayalım, bize ihtiyacı var, hatırım için taksiye binelim”

Sonunda ilk defa bir dediğimi kabul ettirebildim. Elimizde kadehlerle sokak ortasında taksiye gittiğimizi gören Peter, hemen geldi ve duraktan tanıdığı bir taksiyi getirdi bize. Ne biçim bir çocuk bu ya, melek mi? Cihan bile şaşkın…

Oh nihayet, gidiyoruz Mert’ime aşkıma, yaşam nedenime ve ölüm nedenime tabii. Yaşatan öldürür, unutmayın!


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler