Liseden Üniversiteye 39 ~ senin için her şey








Liseden Üniversiteye 39



~~~ senin için her şey ~~~



Kolumdan tutup, gidelim, işareti yaptı çenesiyle… Yine konuşmadan haberleşme moduna girdi. Çok konuştuk ya… Yürümeye başladık ama benim hala tam doğrulamadığımı görünce, yavaş yürümeye başladı. Ben de elimi bastırdım dalağımın üzerine…

Birazdan geçti ağrısı… Nereye gidiyoruz acaba? Ve neden hiç konuşmuyor? Benim bir şey söylemem gerek, susmaya başladı mı konuşmaz bu… Nereye gidiyoruz demek olmaz, çünkü sanki o da bilmiyor gibi…

“ Aşkım çok yakıştı bu elbiseler sana”

Sanki yakışmayan bir şey var da, çıplak dolaşsa bu defa da pipisi yakışıyor çocuğun… Of ne saçma şeyler geliyor aklıma, konuşsa artık da kurtulsam şu, bekle/gör o zamana kadar meraktan geber, modundan… Cevap vermedi yine… Tebrik etmeli, ne kadar da alışkanlıklarına bağlı ve kararlı…

Biraz daha yürüdük, dönüp bana baktı, bir şey düşünüyor… Ne ama? Kolumdan tuttu yine, yan tarafa döndürdü, ara sokağa saptık… Söylese olmaz, ille çekiştirecek. La oğlum, acıyo acıyo, annen yoldu kolumu… 

Benim kolumda bir çekicilik var sanırım… İnsanları çekiyor… Aman ne mutlu… Buraları iyi biliyor tabi, enfes bir sokakmış denize açılan… Ama suratında beni gezdirmek ister gibi bir hal yoktu… Sokağın sonunda merdivenler sahile iniyor… 

Merdivenleri inerken sağa döndü, neyse bu defa çekiştirmeden eliyle, gel, işareti yaptı. Trabzana tutunup üstünden atladı diğer tarafa… Benden beklemiyordur umarım aynı hareketi… Altı boştu, ben de eğilip ordan geçtim yeşillik alana. Konuşmak için mi getirdi beni acaba?

~~~

Bir ağacın altına oturduk, çimenler, deniz ve kokuları… Hafif esen rüzgar ve yanımda Mert… Her şey harika ama, buraya ev bulamayıp yiyişmeye gelen liseli aşıklar değiliz… Niye geldik ki acaba? Tekrar baktı bana, bu defa daha sert…

“ Sen neden cafe’de kalıyorsun, deniz olayı nedir, telefonu denize düşürmeler filan… Anlat hepsini, ama uzun cümle kurmadan, son söyleyeceğini ilk söyleyerek ve beni sinirlendirmeden konuş”

Ay bayılıyorum seni sinirlendirmeye sanki… Senin canın sinirlenmek isteyince sinirleniyorsun. Sevimli olmak isteyince oluyorsun. Dünya sana güzel, ne istersen o. İyi tamamen döndü fabrika ayarlarına… Ne zaman acaba diye merak etmeme gerek kalmadı. 

“ Eve dönmek istemediğim için Mert, Sabri abi de kalabilirsin deyince, kalmaya başladım orda… Denize de, Hasan’la gittik adaya, orda oturuyorlarmış… Sakın Hasan’a kızma ama ben istedim. Telefon ıslandı sadece ve bozuldu hepsi bu… Kötü bir şey yapmadım yemin ederim”

Gittikçe sinirleniyor, hep olduğu gibi… Ya ne dedim ben şimdi kızdıracak… Kısacık konuştum ve hepsini anlattım işte… Delici bakış oturdu gözlerine, elini kaldırmadan bir şeyler yapmalıyım ama ne? Acı bana, der gibi bakıp, hafifçe dudağımı büktüm, ne var, anlamında…

“ Yurtlar oniki ay açık. Bayılırsın sen de okula, kütüphane filan. Neden yurtta kalmadın”

Benim başım belaya girmeden kapanamazdı değil mi bu Hilmi denilen yaratığın işi… Söz döndü dolaştı yine benim anlatamayacağım, anlatsam Mert’in anlamayacağı, anlasa bile yine başını belaya sokacağı boktan bir konuya…

Hiç bir şey söyleyemiyorum ki… Suratına da bakamıyorum… Çimenlere diktim gözümü, ne olacaksa olsun diye bekliyorum… Korkuyorum, ama bazen korku da korkutmaz oluyor insanı, yapacak bir şeyiniz yoksa eğer…

Neyse ki, soru sormayı bıraktı artık… Göz ucuyla baktım ona, uzaklara bakıyor… Sinirli mi hala, gözlerine bakamadığım için anlayamıyorum… Bir şey yapmış olmak ve onun dikkatini çekebilmek için çimenlerle oynamaya başladım parmaklarımla…

“ Umursuyor musun?” dedi.

Sadece bu ama… Devamı ne, neyi umursuyor muyum? Söylemiyor… Sormam mı gerekiyor, bilemiyorum ki. Tam biraz siniri geçmişken, bir yerime filan vurmadan… Suratına baktım, o da bana bakıyor, gözlerimin tam içine, eriyorum ben… Merak, korku ve ona olan hayranlığım… Yalvaran gözlerle baktım ona,

“ Konuşmayacak mısın” dedi.

“ Ne diyeceğimi bilemiyorum, çünkü kızıyorsun her şeye, kızma ama vallahi ne kastettiğini anlamadım, neyi umursuyor muyum?”

“ Beni, söylediklerimi…”

“ Mert sen delirtmek mi istiyorsun beni? Beni aradığında ve telefonum bozuk olduğu için ulaşamadığında, ben şans eseri Hasan kurtarmasa, ölmüştüm… Ne için? Senin için her şey, sensiz olamadığım için ölmek istedim, hem de bilinçsizce farkında bile olmadan… Denize daldım ve çıkmak istemedim ordan, anlıyor musun? Ne umursamasından bahsediyorsun sen veya sen bunları umursuyor musun asıl. Ben sensiz bir dünyada yaşamak istemezken, düşündüklerin bunlar mı senin…”

Ağlamaya başladım tabi, bunları biraz bağırarak söylemişim sanırım, şaşkın bakıyor bana… Yine, iç sesim, bana hükmetti… Söylemeyi asla ve asla düşünmeyeceğim şeyler döküldü ağzımdan ve bin pişmanım söylediklerime…

Hemen topladım kendimi, çok bencilce davrandığımı farkettim. Sonuçta hastahaneye, ölecek halde yatıp, benimle birlikte annesini bile takmadan çıkıp giden Mert’ti… Peki bunlar tesadüf mü… Onunla, nerdeyse aynı zaman da, ölme ihtimalimiz…

“ Özür dilerim söylediklerim için, birden tutamadım kendimi, seni suçlamak aklımdan geçmez yanlış anlama beni lütfen”

Yine de suçlu ben olayım. Sonuçta o üzülecek olsa, her hangi bir şey için, ben daha çok üzülürüm. Veya sevinecek olsa, ben daha çok sevinirim… Ben aşkı böyle görüyorum veya böyle yaşıyorum. Yanlış, doğru bilemem…

Eğer, melekler, değilse kim olabilir ki, bize yardım eden veya etmeyip başımı belaya sokan… Tanrı, emrini verdi onlara, gördüm ben rüyasını. Rüyasında, Psalm’dan cümleler gören bir manyak oldum sonunda… Melekler, aklıma gelince, rahatladım ve güvenim geldi biraz da olsa… Ama yoklukları da bir taraftan korkutuyor…

≈≈≈

Sırt üstü yattım çimlere, gökyüzüne baktım… Masmavi gökyüzü, süslerini takınmış yine bembeyaz bulutlardan… Nasıl da hareketliler, birbirlerini kovalayan çocuklar gibi sanki… Mert’e baktım, çıkamadı şoktan, bakıyor öyle hala…

“ Sen söylediklerinde ciddi miydin” dedi.

“ Evet aşkım, ama geçti gitti hepsi, artık mutlu olucağız, en azından beraber olacağız buna inanıyorum, sen izin verirsen tabi”

Yine laf soktum istemeden, çenem durmuyor. Hani susucaktım artık ben… Yattığım yerden kalkıp sarıldım ona ve yapıştım dudağına, yine şaşırdı, ilk defa ben başlatıyorum böyle bir şeyi hem de dışarıda… 

Yatırdı beni tekrar çimlere, göğsümde ağırlığını hissetmek ve ağzımda dilini, başım dönüyor… Saçları, saçlarımın üzerine döküldü… Woov, diye bir bağırtı sesiyle irkildik… Merdivenlerden inen beş, altı tane çocuk, basket oynamaya giden, bize bakıp bağırıyorlar… 

Mert, hafifçe doğruldu ve elini kaldırıp, zafer işareti yaptı… Tekrar yapıştı dudaklarıma… Gözlerimi kapadım mecburen… Alkış sesleri duyuyorum, helal bebelere bizi alkışlıyorlar. Evet, ,iyice inanıyorum, melekler, yanımızda…

Yattım boynuna, şu konu kapansın diye başka şeyler düşünmeye çalışıyorum, neden her şeyi bu kadar kurcalıyor anlamıyorum. Onu asla ve asla aldatmayacağımı, nasıl anlayamıyor. Aşkıma bir şiir okumak geldi aklıma, biraz romantizm kaçsa ya içine, erkeklere en yakışan şeylerden… Bonusu da belki laf değişir.

“ Mert sana bir şiir okuyabilir miyim”

Baktı tabi anlamsızca, bu defa da, ne alaka, diyor aşkım. Kararlı bakmaya devam ettiğimi görünce,

“ Anlamam pek şiirden oku istiyorsan, uzun olmasın ama”

Boynuna yattım tekrar, bu şiir ordan okunur… Öptüm gönül çukurundan zülüflerine kadar…

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum, boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

[Cemal Süreyya, Üvercinka]

~~~

“ Şimdi anlat bakalım, neden yurtta kalmadın. Doğruyu söyle ama, öğrenirsem başka yerden başka bir şey kafanı koparırım”

Şiirden hiç bir şey anlamadığı açık ve net. Bu kadar güzel öptükten sonra ve bu enfes ve durumumuzla alâkalı şiirden sonra… Çekilip de bu cümleyi ancak Mert kurabilir. Diyorum eşi yok bu çocuğun diye. Olumlu yönleriyle de, olumsuz yönleriyle de, tam bir özel el yapımı… Kafaya bir şeyi taktı mı bittin ille öğrenecek…

“ Sadece yaz okulu açık biliyorsun. Okul da yurtta boşaldı, Hilmi de yurtta kalmış. Ne olur ne olmaz diye kalmak istemedim yurtta. Sen kafanı takma böyle şeylere aşkım”

“ Hilmi tabi… Biliyordum zaten… Peki nasıl oluyor anlamıyorum, sen hiç bir şey yapmıyorsun ama her zaman senin peşinde biri oluyor. Bana bu pek tesadüf gibi gelmiyor. Neye kafamı takacağımı da ben bilirim, sen ben ne diyorsam onu yaparsın unutma”

“ Tamam unutmadım. Haklısın öyle düşünmekte. Ama allah belamı versin ki hiç bir şey yapmadım ben, seninle mutlu olamayalım diye mi, beni sınamak için mi bilmem, bütün manyakları peşime takıyor, allah herhalde. Ama allah sevdiği kullarını sınarmış, sonunda sınavı biz kazanacağız ve evlenip mutlu olacağız aşkım” 

Hasan’ın annesinin, allahın sevdiği kullarını sınamak için zorluklarla karşılaştırdığı aforizması aklıma geldi de, bunu da araya sıkıştırıverdim işte. Uydu gibi, Mert sonunda güldü, güldürebildim inatçı keçiyi. 

“ Bir şey yaptı mı sana”

Altına alıp becermeye çalıştı, diyemeyeceğime göre… Bu açıkça, git Hilmi’yi öldür, demek gibi bir şey olur. O zaman zorunlu yalan söylemem gerek. Bundan günah yazılmaz, yemin bile edebilirim yani…

“ Hayır, birşey olmadı, olmazdı da zaten, arkadaşlık filan kurmak ister diye düşündüğüm için kalmadım orda. Çünkü, bizim blokda az kişi vardı, sadece ne olur ne olmaz, diye çıktım yurttan”

Yine de yemin etmedim, neme lâzım. Kalktı ayağa, oh ilk defa bir sorguyu, bir yerime darbe almadan bitirebildim… Sanırım dün Cihan ve Nevin hanımın vurduklarına saydı… Ama Hilmi’yle olan biteni bir yerden duyarsa, o zaman seyret sen darbeyi tabi… Pardon, kafamı koparıcaktı, unuttum…

~~~

Dolmuşa bindik caddeye gidiyoruz. Hazır kalabalıktayken sorayım bari. Kulağına hafifçe söyledim,

“ Senden izin almadan cafede kalmaya başladığım için özür dilerim. Kalmaya devam edebilir miyim?”

“ Hata olduğunu biliyorsun en azından, ama yapıyorsun da kafana eseni”

Tamam hiç sormasam daha iyiymiş… Daha kafası Hilmi’de biliyorum… Konuşmayı sürdürmesin diye, lafı değiştirmem gerek, ama ne , her yer mayınlı alan… İş olsun diye, telefonumu çıkardım, ama çalışmıyor tabi… Birden aklıma geldi,

“ Bir şey sorabilir miyim?”

Suratıma öylece baktı sadece… Konuşmadan anlaşabiliriz biz ama… Bu bakış, sorucaksan sor, ne diye sorabilir miyim diyorsun, demek oluyor. 

“ Şey, bir yerden telefon bulsak da annemi arasam merak etmiştir. Telefonum kapalı ya. Olur mu?”

Bir şey demediler. Bu, olur demek olabilir. Ya da böyle önemsiz ayrıntılara ayıracak vakti yok. Biz buraya niye geldik acaba? İndik sahilde dolmuştan, yukarı caddeye çıktık. Biraz yürüyüp, apple mağazasına girdik…

“ Ne renk istiyorsun” dedi.

Elinde iPhone 6 p var. Oha…

“ Ben mi?”

“ Evet sana soruyorum, kendime alacak halim yok, benim ki zaten aynısı. Nevin hanım serbest bırakırsa tabi”

Güldük ikimiz de…

“ Ay çok teşekkür ederim ama bu çok pahalı aşkım. Bana 5 alsak yeter. Eskisi 4’dü. Adım adım çıkmakta fayda var”

Hay allah satıcı çocuğun yanında, aşkım, dedim. Neyse Mert bir şey demedi, satıcı çocuk da sadece, bize bakmadan hafifçe güldü, ama o kadar. Aşkım dememe mi güldü yoksa yaptığım espriye mi onu bilemem… Burda çalışanlar kalite tipler ama…

“ Sen rengini söyle”

“ Peki o zaman seninkinin aynısı, gümüş”

Yandaki vodafone’a girip sim kartı değiştirdik, hattı da faturalıya çevirtti. Tekrar apple’a gidip, ayarları filan yaptırdık, numaraları aktardılar. Çok güzel alet ya, elimde kuş gibi hafif, hem de dev ekran. Hemen aşkımla bir selfi yaptım, fona da apple elmasını alıp. Ekran resmim yaptım…

“ Ben faturalıyı ödeyemem ki ama”

“ Merak etme benim kredi kartından otomatik ödenir”

Tekrar oha, bu ayrılmayacağız mı demek oluyor. Tabii ki yorum yapmadım, şaşkınlığım arttı iyicene…

~~~

Sizi arayan numaralardan uyarı geldi. Açtım, iki ayrı numara… Biri Mert’in, 1 arama. Bana ulaşamadıktan sonrası malûm, onu bir türlü soramıyorum korkudan. Çünkü, sorgulama yetkisi sadece Mert bey de var. Benim yaşım tutmuyor, o ehliyeti almaya…

Diğer numara 33 defa aramış. Mom tabi, tam arayacaktım ki, o aradı bile…

“ Annem arıyor Mert”

“ Aç o zaman”

Öyle ya, telefonu açmak için de izin istememe gerek yok. Şaşkına çevirdi beni iyicene… Zaten telefonun sarhoşluğundayım hala… Sarılıp öpemedim bile aşkitomu teşekkür etmek için…

Can 📞 Annem

efendim annecim

Annem 📞 Can

oğlum iyi misin

Can 📞 Annem

evet sorun yok telefonum bozulmuştu haber veremedim özür dilerim

Annem 📞 Can

beni öldürmek mi istiyorsun can nasıl merak ettim

Hayır kimseyi öldürmek istemiyorum. Öldüremem de zaten… Ama ille aile içi bir cinayet işlenecekse, babamı alayım… Nerden aklıma geldi şimdi babam ya… Çünkü, biraz sonra babamdan da bahsetmeye başlayacak… Çekemem şimdi…

Can 📞 Annem

anne dışarıdayım şimdi ararım seni sonra

Annem 📞 Can

dur kapatma sakın ne zaman geleceksin eve

Can 📞 Annem

okulda işlerim bitmedi akşam ararım söz

Kapadı telefonu suratıma… Kızdı tabi, iyi hamleydi Canan hanım beğendim, görmeyeli geliştirmişsiniz kendinizi. Bu ne ya, Canan hanım? Ben de Mert gibi anneme ismiyle mi hitap etsem ara sıra acaba. Öldürür beni her halde… Onun için normal hitap şekli, anne bile değil anneciğim…

Akşam arayıp ne diyeceğim ki? Neyse siniri geçsin biraz belki ikna ederim. Mert’i bırakıp eve dönmek ölüm gibi. Düşünmek bile istemiyorum. Annemi biraz da olsa özledim, ama babamı görmek istemiyorum…

“ Telefon için çok teşekkür ederim. Eskisi bozulmasa bile elimde parçalanmak üzereydi. Yani çok iyi oldu, ama çok pahalı paran var mıydı?”

“ Para işlerini düşünme sen, aldığıma göre vardır”

Ne aksi çocuk ya… Teşekkür ediyorum, bütün şirinliğimle, bir de öpeyim diye gözünün içine bakıyorum. O dönüp bakmadı bile. Bir de fırça yedik. Telefon için 3 bin lira verdi diye, üzülüyorum ben oysa… Neyse, kim bilir kafasından neler geçiyor yine…

Konuşmuyor, yürüyoruz devamlı. Bari elimden tutsa caddede yürürken. Buralarda pek alışkın değiller ama her halde, iki erkeğin ele ele dolaşmasına. Yürüyenler genelde aile ve çoğu da yeni çocukları olan çiftler. Burası İstanbul’un, bakın biz de çocuk yaptık ne şirin değil mi, demek için gösteriş podyumu…

Çocuklar çok tatlı ve şirinler tabi… Ama anneler nedense, bir yarış, hırs ve sinir, suratına sahipler hep… Babalarsa şaşkın, daha alışamamışlar olan bitene… Öylece ana kraliçe ne diyecek diye aptal aptal dolaşıyorlar…

Buranın ana babaları bir değişik… En azından benimkilere benzemiyorlar… Ya da dış görünüş beni aldatıyordur bilemiyorum… Evlerindeki yaşamlarına girsen, belki hep aynı hikayeler yaşanıyordur. Bazen insanlar, toplum içindeyken, oynarlar çünkü…

~~~

Ben bunları düşünürken, dalmışım her halde, yanımda yok, uzaklaşmışım Mert’ten… Bazen dalıp gidiyorum böyle… İnsanları inceliyorum… Kafalarının içine giriyorum sanki gözlerinden… Bu beni tedirgin ediyor sonra, bırakıyorum bakmayı… 

Hemen etrafıma baktım, yok Mert, korktum kaybettim diye… Neyse ki telefonum var artık bulabilir beni, biraz korkum geçti… Salak salak etrafa bakarken, gördüm birden onu, yolun kenarında sinirli bana bakıyor…

O gelmez yanıma tabi… Biz gideceğiz… Onu takiple görevliyim ben… Köşk gibi bir yerin bahçe kapısında bekliyor… Hemen koştum yanına…

“ Ne aleme daldın yine”

Daha sinirli hallerimizden çıkamadık. Bir şey demedim. Bahçeden geçip binaya girdik… Bir kadın geldi yanımıza, çok şık giyimli,

“ Hoş geldiniz Mert bey”

Mert cevap vermedi, sadece bir gülümseme attı, kadına doğru. Bana da elini uzattı kadın, sıktım… Mert’in niye elini sıkmadı veya bana hoş geldiniz demedi, anlamadım… Burda iletişim böyle her halde… Etrafa baktım, giyim mağazasıymış… Oha alışverişe mi geldik, bayılırım…

~~~

Mağazada iki saat kaldık… Bize uygun ne var ne yoksa hepsini denedik… Diğerlerine benzemiyor, içerisi kalabalık değil hiç… Deneme odaları boş, rahatça istediğin kıyafeti giyip çıkarabiliyorsun… 

Ne arıyorsan peşinde dolanan görevliye söylemen yeterli, hemen getiriyor. Kalmamış bedeni filan, yok öyle şeyler… Ama tabi etikete bakınca anladım Vakko’daymışız… Hiç bir yerde olmayan değişik modeller filan…

Gerçi benim pek alışkın olduğum şeyler değil ama, plaj kıyafetleri hoşuma gitti… Mert hangisini beğendiyse onları denedim… O ne giyse yakışıyor yine tabi, kuzey avrupalı mankenler gibi çünkü… Ben de idare eder işte, azıcık kilo alabilsem, bazı modeller bol geliyor çünkü…

Bu kadar fazla şey alacağını tahmin etmiyordum ama… Kasaya bir gittik ki on tane filan büyük torba uzattılar bize…Denediklerimizin çoğunu almış her halde. Hayatımda ilk defa bu kadar çok giysim oldu…

Bu neydi şimdi onu anlamadım… Yani çok sevindim de… Bu gün Mert neden etrafa bu kadar para saçıyor acaba? Ama soramam, para işlerini düşünme sen, uyarısı daha tazeliğini koruyor… İyi de ben ne sorup ne konuşabileceğim acaba ?

~~~

Ellerimiz torbalarla dolu bir şekilde çıktık caddeye, bu arada aldıklarımızdan bazıları üzerimizde… Mert’te açık mavi bermuda -poposunu enfes gösterdi- üzerinde bembeyaz bir gömlek, ayağında lacivert espadriller… 

Ben Mert’in seçtiği uçuk pembe bermuda ve üstümde sıfır yaka tişört açık sarı ve ayağımda beyaz espadrilleri giydim… Civcive döndüm… Herkes bize bakıyor… Ben de şöyle bir saçlarımı attım… İnsan güzel giyinince kendine güveni geliyor…

Paparazzilere yakalanmadan bir taksiye atladık… Neyse Mert’lerin evine gidiyormuşuz… O eve tekrar gidiyorum… Cihan olmasa bari… Ya da olsun, ama garip istekleri olmasın… Çocuğun suratına bardağı nasıl attım ya… Ama o da bana vurdu, ödeştik mi sayılır acaba?

Hayır çünkü o bana daha önce de vurmuştu… Aman neyse, boşver bunları şimdi… Bir an önce eve gitsek ve şu torbaların içindekileri tekrar denesem, hangilerini aldı acaba… Sormadı bile bana fikrimi, kafasına göre almış…

~~~

Eve geldik, kapıyı çaldı ama açan olmadı… Mert’in bütün eşyaları da annesinde olduğu için kaldık kapıda… Telefonumu istedi… Birini aradı, nerdesin lan, Cihan’la konuşuyor her halde… Neyse anahtarı doğalgaz saatinin üzerine koymuş…

Diyorum bu Cihan akıllı bir çocuk, sapık olmasa tadından yenmez… İçeri girince torbaları döktüm hemen büyük kanepenin üzerine, off ya ne kadar çok şey almış… Çoğunu da bana, Mert tuvalete girmişti, bekledim kapıda…


Çıkar çıkmaz atladım üzerine, kucağına aldı beni, öptüm bütün suratını,

“ Neydi aşkım bunlar, çok teşekkür ederim hepsine, telefon için izin vermedin bir teşekkür etmeme bile, bu hepsi için”

“ Güle güle kullan, yakıştı hepsi gerçekten”

“ Ama hala soğuksun Mert neden?”

Cevap yok. Kucağındayım hala, en mutlu olduğum yer… Salona taşıdı beni… İndirdi diğer kanepeye, çektim onu yanıma sarıldım boynuna,

“ Ne olur söyle ne yapmam gerek”

“ Anlat o zaman neler oldu Hilmi’yle, saklamadan hiç bir şey ama”

Nasıl bir bela bu Hilmi herifi, yokken bile başıma… Bırakmıyor peşimi…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler