Liseden Üniversiteye 38 ~ meleklere buyruk verilecek seni korusunlar diye






Liseden Üniversiteye 38



~~~ meleklere buyruk verilecek seni korusunlar diye ~~~



Ne kadar gereksiz bir zaman olduğunu biliyorum, ama dayanamıyorum işte… Meraktan çatlayacağım, umarım sinirlenmez… Kıskançlık olmadan olmuyor işte aşk… Hele de karşındaki Mert olunca…

Emir’le birlikte oldun mu?”

Şimdi, evet, dese ne yapacağım bilmem, içimdeyken hem de… Şöyle bir baktı gözlerimin içine, neyse kızmamış, anlıyorum artık… Hastahanede Mert’e, Can’a sakın sinirlenme aşısı, filan mı yaptılar acaba?

Sakince eğilip, boynumu öptü, sonra çıktı içimden. Boynumdan aşağılara doğru iniyor, enfes kullandığı diliyle. Mememi emmeye başlayınca, istemsizce kafasını tuttum iki elimle, nefes alışlarımı kontrol edemiyorum…

Diğerine geçti, o kadar zevk aldım ki, mememin ucu hassaslaştı ve acımaya başladı. Aşağı doğru hafifçe bastırdım kafasını… Göğsümün ve karnımın her yerini yalamaya başladı… Elini alıp suratıma götürdüm. 

Nedense suratımı tutması o harika parmaklarıyla, ona ait olduğumu hissettiriyor bana… Göbek deliğimi dillerken, karıncalanan karnım, benim minik apolloyu kaldırdı… Mert’e baktım, bana bakıp gülüyor.

“ Ne o uçuşa hazırlanmış seninki, benim için olmasın da”

Utandım bir şey diyemedim. Suratımdaki elinin, avuç içini öpüp yaladım ve sonra, orta parmağını emmeye başladım. Orta parmak? Cihan’a çektiğim haraketi hatırlamaz umarım, ne alakasız çalışan bir beynim var farkındayım, -sizin düşünmenize gerek kalmadan anladım- .

En sonunda, benimkini ağzına aldı… Çatlayacak nerdeyse, o kadar sertleştim ki. Haftalardır boşalmıyorum… Ucunu emmeye başlayınca, geberecektim nerdeyse, bunu Mert’in yapıyor olması asıl önemli olan…

Anlatırım nedenini, ama şimdi sevişmeye odaklanmalıyım, sanırım sizin istediğiniz de bu… Bacaklarımı karnıma doğru topladı… Ayağımın birini alıp, apollonun yanına getirdi… Beni ayak parmaklarımla beraber emmeye başladı ki… Gebereceğim zevkten neredeyse…

Işıklı gökyüzü’nden, yıldızlı uzaya doğru çıktım… Benim için oldukça yüksek, dayanacak gücüm kalmadı, ne kadar kendimi sıksam da, durduramıyorum, barajı aşmayı bırak, yıkmak üzere ilerliyor sular sanki…

“ Gelicem yapma ne olur”

Yalvardım sanki, o kadar kendimden geçirdi ki. Ayak parmağımla, beni beraber emmesi… Uçurucu bir şey gerçekten… Nerden biliyor bunları?.. Emir’e mi yaptı acaba? Tamam sustum…

“ İstemiyor musun?”

“ İstemez olur muyum, haftalardır boşalmıyorum, eğer getireceksen, seninle beraber isterim”

“ Nasıl olsun istersin”

“ Daha önce yaptığın gibi, içimdeyken oyna benimle”

Bu çocuğun içine hastahanede kesin bir şey kaçmış. Neyse şimdi bir an önce, o benim içime kaçsın ve ordayken gelelim beraber… Bütün vücudumla ve beynimle sadece ona odaklanmalıyım… 

Bu güne kadar olmadığı kadar muhteşem birer patlama istiyorum, kendim ve tabii aşkım için en çok… Hafif yumuşamış aletini ağzıma aldım… En sevdiğim yeri, sünnet derisini çekiştirdim, ama bu sefer dişimle değil, dudağımla… 

Sertleşti hemen ve dev gibi oldu ağzımda… Yastığı alıp popomun altıma koydum, bacaklarımı omuzlarıma kadar çekip, sundum kendimi ona… O da bana tabii… Artık beni o kadar iyi tanıyor ki, sertken elini kullanmadan, girdi içime, yolunu kendi buluyor, müthiş giriş… 

İçime, yavaşça girerse hele, enfes. Kızar da sertçe girerse, acısı çok pis… Bu gün bana çalışıyor aşkım, hiç canımı yakmadı. İşin ilginci, Emir’i sormama bile hiç kızmadı, neler oluyor allahım… Hızlandı hafifçe içime girip çıkarken… 

Ellerimle harika poposunu tuttum…Gözlerimi kapadım, tekrar yıldızlardayım… Elini attı bana, öyle yavaşça ve bilerek oynuyor ki… Karnımdan beynime kadar karıncalanma yayılıyor… İnlemeye başladım… 

Utanma yok oldu, tamamen onunum artık… İçimde çağlayanlar akıyor, suların şiddeti beynimde değişik, tanımlanamaz zevkler yaratıyor… Bacağımın birini ayak bileğimden tutup kaldırdı ve ağzına götürüp, parmaklarımı emmeye başladı… 

Koptum ben artık… Kendimi sıkıyorum gelmemek için, bunu yapınca zevk daha da artıyor… Ucuna kadar geliyor, zorla tekrar kaçırıyorum içeri, bu o kadar zor ki… Ama beraber gelmemiz gerek…

“ Gelmek ister misin aşkım” dedim sessizce.

Çünkü bu sefer, gerçekten dayanamıyorum, kendimden geçtim… Duymuş beni… Çünkü konuşup konuşmadığımdan bile emin değilim…

“ Evet”

“ Isıt içimi o zaman”

Dudağıma yapıştı… Ve çıkıp içimden, birden hepsini soktu, son vuruş, en derinde durdu… Karnıma kadar bir şeyler yürüdü sanki, sıcacık patlaması mı?… Suratına baktım, gözleri kapalı kendinden geçmiş, inliyor tatlı tatlı…

Bunlar gerçekten oluyor mu? Beynimin yarattığı enfes şeyler mi yoksa? Apolloda ki elini öyle bir sıktırdı ki, ama yumuşacık da … Son kez sıktım kendimi ve başını karnıma doğru eğdim, itiraz etmedi… Eliyle sadece sallamaya başladı beni ve bu yetti de arttı bile…

Sıra bende ve bıraktım kendimi, her şeyimle hem de… Minik apollo uzaya doğru fırladı… Mert’in yüzüne doğru öyle bir boşalıyorum ki… Baraj yıkıldı ve ben bütün benliğimle çağlıyorum ona… Bitince, hemen kafasını iki elimle kendime çektim…

Bacaklarımın arasına yattı ve hala yarı sert aletini, küçülen benimkinin üstüne koydu… O güzelim suratının her yeri meni içinde, kedi gibi yalayarak temizledim aşkımı… Yumuldu dudaklarıma… Onu öyle bir öpüyorum ki, biraz da ısırarak, bal dudaklım…

Dudaklarının eti ve benim mayonezim, enfes bir tat… Eşi olmayan bir uçuş… Gökleri yırttık ve uzaydayız… Nefes nefese, uzay da nefes alınıyor muydu? Sanırım alınmıyor, ben de alamıyorum zaten…

O da sanırım, ter içindeyiz ikimiz de… Yatar yatmaz yanıma, çıktım üstüne yattım… Kafamı gönül çukuruna gömdüm, çıkmayacağım ordan bir daha… Sarıldı bana sıkıca, canım kemik kıranım… Bastırdım karnımı, inikken bile irice aletine… Onu hissetmek harika…

“ Çok teşekkür ederim aşkım” diyebildim sadece, kısık sesle…

Sesimi bile kısmış… Yine cevap vermedi…

~~~

Fiziksel zevk çok önemli, ama eğer bunu beyninizle de birleştirebilirseniz, gerek orgazm anında, gerek öncesinde ve en muhteşemi de sonrasında, sevdiğinle esas iç içe geçtiğin anlarda yani, yaşananlar… 

Bunu bir tat, becerebilirsen tabi zor iş çünkü, zombi gibi dolaşırsın sana bunu yaşatanın peşinde… Becermesi de zor, sonrasın da bunu sürdürebilmek de yani, her muhteşem şeyi olduğu gibi…



Biraz sonra dayanamayıp, kafamı hafifçe kaldırdım… O da bana baktı… Gözleri pırıl pırıl… Hepsi bunun için işte, cennet bu, yaşarken hem de… Ona bunu ben yaşattığım için, şükrettim ve hiç bitmesin diye dua… Sonra tekrar attım, kendimi, çukura…

Yusuf?

≈≈≈

Bütün kayıp çocukluğumuzu geri almak, istiyorum, ikimizin de… Uykuya daldım, o güzelim, yeniden doğumumuza sebep, küçük ölüme… Hem de en güzel yerde, Mert’in üstünde, kolunun biriyle sarılmış belime, diğer eli popomda…

Artık bir şeyler hissediyorum. Bana karşı olduğunu düşündüğüm dünyada, bir şeyler de, benim yanımda artık. Bu dünyadanlar mı? Ya da ben onların yanında mıyım? Görüyorum sanki onları, zaman zaman bile olsa… Acı mıdır insanın kaderini değiştiren? Ya da kaderimiz zaten baştan belli midir? Bilmem…

【❢】
for he will command his angels concerning you to guard you in all your ways (psalm 91:11)
[çünkü tanrı meleklerine buyruk verecek, gideceğin her yerde seni korusunlar diye]
【❢】

Artık rüyalarımı ingilizce görmeye başladım… Bundan sonra, belki bundan önce de, bizi koruyacaklarına inanıyorum. Çünkü, değil mi ki, ben Mert’le karşılaştım bir şekilde… Yetmedi tanışmadım mı… O da yetmezmiş gibi, eğer benim kuruntum değilse, sevgili olmadık mı?

Bana göre, Mert gibi belki bütün dünyada bir eşi daha olmayan ve olamayacak bir insanla beraber olabilmek için mutlaka, meleklerin, yardımı gerekir… Zaman zaman ziyaret ediyorlar… Ben o zaman, şimdi olduğu gibi, aşkımın koynunda cennette oluyorum…

Bizi unuttuklarındaysa, aşkımdan uzaklaşıyorum bir şekilde… O zamanlarda cehennem hayatı yaşıyorum… Yaşarken ölü gibi dolaşıyorum, canım acıyor, hiç bir neden olmasa bile… Bundan sonra hep yanımızda olsalar… Bırakmasalar beni hiç yalnız… 

Mert beni bırakmasa hiç, kadar… Bazıları aşkın belli süresi olduğunu ve bu dolduğunda, her aşkın biteceğini söylüyorlar… Belki öyledir… Ama benim için değil… Ben aşkımın bittiği gün, ölmek isterim… Ölüm, güzel bir şeydir yani o gün, yaşamaktansa…

Müthiş rahatlamış olsam da, beynimi delen üç sorudan kurtulamıyorum bir türlü… Mert, Emir’le yattı mı? Hadi bu neyse- beynim de neyse değil de- bildiğimiz şeyler işte, zaten yatıyor herkesle… Asıl Mert neden hastahanelik oldu? 

Sadece beni arayıp da cepten bulamaması ise neden, bana gerçekten o kadar değer veriyor mu yani? Ve tabii öldürücü soru: bırakıp gidecek mi beni yine? Yoksa beraber miyiz? Olsak keşke… Yalnız uyumak, onun tadı damağındayken, o kadar zor ki…

Ama ona en ufak bir zarar gelecekse, beni hiç sevmesin daha iyi. Çünkü ben onu herşeyden, ama herşeyden daha çok seviyorum. Kendimden, dünyadan, neyse işte, bulamıyorum şimdi bir şey söyleyecek, çünkü zaten en değerli şey o, ne diyebilirim ki başka… O beni sevse de sevmese de…

≈≈≈

Sabaha kadar uyumuşuz çırıl çıplak, pikeye ara sıra sarılarak… İkimiz de çok yorgunmuşuz anlaşılan… Gece bir kaç defa uyandım, cam açık yatmışız yine… Ama Mert’e sarılır sarılmaz, sıcacık vücudu ısıtıyor beni ve bitmeyen enerjisi yorgun vücudumu diriltiyor…

Oda aydınlanır aydınlanmaz uyandım. Mert’e baktım ilk tabii…O kadar derin uyumuş ki, ağzından tükürüğü akmış, kurumuş dudağından yanacığına doğru, beyaz bir leke izi… Suratına masum bir çocuksuluk katan bu izi, yaladım, çok tatlı… Ağzı hafif açık, bembeyaz dişleri görünüyor…

Kaç saattir bir şey yemediğim halde, kendimi o kadar diri hissediyorum ki… Sırt üstü uyuyan Mert’i seyretmeye başladım. Onun gerisinde, açık camdan deniz görünüyor… Benim sonsuzluklarım yani… Ve iki ölüm nedenim… İki mavim…

Zaten zayıftı sanki biraz daha kilo vermiş… Uyurken yine melek kadar saf ve tertemiz suratı… Karnının yanında ki yara izine dokundum usulca… Suratının masumiyetiyle ne ters… Bunu unutmam gerek artık ama, kafayı yerim yoksa…

Karnı benimki gibi, iyice içine göçmüş… Suratı yorgun, gözlerinin altı hala mor… Baldırları poposuyla aynı kalınlıkta dizlerine kadar iniyor… Estetik harikası… Bembeyaz, mermer sütun gibi bacaklarının, pürüzsüz teninde gezdirdim elimi… Aletinin oraya kadar çıktım, hafifçe elime aldım…

Ne kadar yorgun olsa da, içi hep sert ve dolgun, öptüm derisini geri çekip başını… Ve dayanamayıp aldım ağzıma, dibine kadar… Emmeye başladım, dün doyamamışım hiç sanki… Kan dolmaya ve dev uyanmaya başlarken, o da uyandı…

Kafamı kaldırıp baktım, kızar diye öyle korkuyorum ki, gözleri gülüyor gibi. Bu çok hoş, fabrika ayarlarına dönmemiş allahtan… 

“ Acıktım da”

“ Belli oluyor” deyip, tekrar altına aldı beni…

Bir saate yakın seviştik… Daha sakin ve yavaş hareketlerle… En son sırtım ona dönük yan yatmıştım… Kollarıyla beni sarmış, boğa gibi girip çıkıyor bana… Öylesine yerlere değiyor ki içimde, kafamı yan çevirip öperken, hiç ellemeden gelmeye başladım… 

Yatağın dışına kadar fırlattım, o kadar uzağa gitmemişti hiç… O da ben de şaşkın bakakaldık havada uçan menilere…

“Ne ara biriktirdin o kadar”

Deyince kahkahalarla gülmeye başladım. Hiç orgazm sonrası kahkaha atmamıştım… Tatlı bir karın ağrısı girdi…

Çıktı içimden ve üstüme geldi, ağzımın içine doğru uzattı, biraz yaladıktan sonra, iyice tükürüp üstüne, çekmeye başladım. Sıktırıp hızlanınca, inledi ve top, mermilerini attırmaya başladı… Birazını suratıma getirdikten sonra, başını ağzıma sokup emdim… 

Ağzım tamamen dolunca, enfes sabah kahvaltımı indirdim doğruca mideme… Ağzımın içinde kalanları da onunla bölüştüm öpüşürken…

~~~

Beraber duş aldık, ben çarşafı filan hemen makinaya atttım ve çalıştırdım… Doğru bir yere mi getirdim bilmiyorum ama yıkar işte herhalde… Sonra giyindik… Mert’in külotu olmadığı için benimkilerden verdim… Yine garson kostümünü giydi zorunlu… 

Aşağıya erkenden inmek istiyorum… Sabri abi gelmeden gitmemiz gerek, çünkü Mert’le beraber onun dükkanında yatmış olmamızdan utanıyorum ya da ona saygısızlık etmiş olabileceğimizi düşünüyorum… Ama Mert’i o kadar özlemişim ki, gece bunlar aklıma gelmedi bile…

“ Gelmeseniz birazdan kapıyı tıklatacaktım, simitler soğuyordu” dedi Peter.

Yine kahvaltı hazırlamış… Ama bu defa, Mert’e uygun. Salam, yumurta ve reçel de var… Daldık hemen bu enfes manzarayı seyretmektense, midelerimizi sırtımızdan uzaklaştırmamız gerek… Mert çok komik simitin nerdeyse yarısını koparıp reçele banıyor ve hepsini ağzına atıyor…

Daha ağzındakini yutmadan; peynir, salam, yumurta ne bulursa dolduruyor ağzına… Ben onu öyle görünce daha yavaş yemeye başladım midem bulanacak yoksa… Bu kadar çok yiyen biri nasıl kilo almıyor hayret…

Sanırım yediklerinin hepsi aşağı mahalleye gidiyor… Çabucak bitirdik kahvaltıyı, şimdi ne yapacağız ya da Mert ne yapacak acaba ? Beni bırakıp gidecek yine diye ödüm kopuyor… On dakika sonra ne sürprizlere gebe, hele de sizin için ölüm kalım meselesiyse, aman ne zevk…

Ama soramıyorum, korkumdan… Birer çay daha içip, mideleri indirince biraz,

“ Hasan, sana zahmet bizim eve gidip annemden eşyalarımı alır mısın? Elbiselerim, cüzdan, telefon filan” dedi Mert.

Hasan biraz tedirgin, tamam abi, dedi. Nevin hanımdan korkuyor sanırım… Koşarak gitti ama yine de… Konuşmuyor hala hiç, gebertecek beni bu çocuk… Ben bir şey sorsam, yine kızar filan, aman şu, durgun durum, devam etsin de ben beklerim…

Biraz sonra, Peter geldi nefes nefese, ama elleri boş… Nevin hanım vermemiş eşyaları, beklenen sonuç… Karnını doyurunca kendine gelen Mert’in suratı tekrar düştü… 

“ Ulan cüzdanı gönderseydi bari, beş kuruş para yok amına koyıyım”

“ Gelsin kendi alsın, konuşucaklarım var” dedi abi.

Birden aklıma geldi, Mert’in bana verdiği kredi kartı yukarda çantamda duruyor söylesem mi acaba? Beni öyle korkutuyor ki, bırakıp gitmesi, normal bir şey söylemeye bile çekiniyorum… Nasıl olduysa efendi dile geldi, benimle konuştular…

“ Hiç konuşmuyorsun hayırdır”

“ Bırakıp gidicek misin beni yine”

Peter durumun pek hoş olmadığını anladı sanırım, mutfağa gitti…

Bunu hiç düşünmeden pat diye söyledim… Yine uzaklara dikti gözlerini… Allahım ne bok yemeye konuştum ki… Geçen defa da böyle yaptım, çekip gitti… Yine giderse ölürüm artık ya… Hay boş konuşan ağzıma sıçıyım…

Dün de boş boğazlık edip, Emir’i sordum; bir şey demedi… Ne olur, bu defa da deme ya… Çenemi tutamıyorum işte… Yine Issız Adam özlü sözlerinden birini etmeden önce, lafı değiştirmek en iyisi… Sıçtık ortalığa, temizlemek bana düşer,

“ Şimdi hatırladım bana verdiğin kredi kartı yukarda getireyim mi hemen aşkım”

Yalakalıkta sınır tanımam, sadece Mert’e ama… Baktı bana anladı korktuğumu, nihayet… Çünkü sesim titreyerek çıkmıştı, istemeden de olsa…Yanağıma uzattı elini, ben nefesimi tuttum ve gözlerimi kapadım…

Vurucak mı okşayacak mı? Avucunu gezdirirken yanağımda, ben kedi oluverdim hemen… Onun kedisi, sadece ona ait… Kedilerin sahibi olmazmış, ama benim var: Mert… Kucağına çıkmak isterdim şimdi, ama burda olmaz tabi…

“ İyi aklına geldi, unutmuştum ben onu”

Başka bir şey demesini beklemeden fırladım yukarı… Kapıp getirdim kartı verdim ona…

“ Senin yaralandığın günden sonra hiç kullanmadım içi doludur yani”

Güldü söylediğime… Oh neyse, unuttu sorduğum soruyu ve normale döndük gibi… Ben de ona bakıp güldüm… Ya hep gülsek böyle, olmaz mı? Ben mi bozuyorum her şeyi acaba? Ölçüsüz telaşımla ve korkularımla…

“ Kullan diye verdim, neden kullanmadın ki… Neyse, içi doluysa boşaltalım o zaman”

Deyip kalktı masadan… İçi dolu, demem yanlış oldu her halde neyse. Ben de arkasından kalktım, sonra Peter’i hatırladım, o yolun karşısına geçerken, mutfağa yollanıp…

“ Biz gidiyoruz, Hasan her şeye teşekkür ve özür dilerim”

Dedim ve sarılıp öptüm onu, içten ve sıcak… Önce biraz düştü suratı ama sonra, yine sevinçle doldu gözleri, bana baktı ve biraz düşünüp ne diyeceğini,

“ Gidin tabi… Ama mutlu ol ve ciddiye alma çok her şeyi, seni seviyorum çünkü”

Arkasını döndü birden… Sanırım üzüldü ne yapacağımı şaşırdım, gidemiyorum ve ne diyeceğimi de bilmiyorum… Bana dönmeden eliyle, kafasının üstünden, git, işareti yaptı, ağlıyor mu acaba? 

“ Hasan”

Diyebildim sadece…

“ Konuşuruz sonra hadi şimdi git, Mert abi beklemez, unutma”

Neyse sesinin normal geldiğini duyunca, yavaşça çıktım… Mert kaybolmuş, ödüm koptu, ana caddeye doğru deli gibi koşmaya başladım… Köşeyi dönünce, bankamatiğin orda gördüm onu, birden dalağımın şiştiğini farkedip yere çömeldim…

O kadar hızlı koşmuşum ki, hem nefes nefeseyim, hem acıdan geberiyorum… Beni görüp yanıma geldi…

“ Ne oldu ya”

Konuşucak bile halim yok, ona baktım ve yok bir şey, anlamında salladım elimi… Kaldırdı beni, duvara oturttu, sarılınca, ben de bir şey kalmadı, sihirli mi bu çocuk? Kokusunu duyduğum anda, dünyam değişiyor ve güzelleşiyor her şey…

“ Dönücektim cafeye, bekleseydin minik, ne diye koştun o kadar”

“ Ya dönmeseydin”

Aslında cümlenin sonuna, yapmadığın şey mi? diye ekleyecektim ama eleştiri yok, yasak artık… Gülmeye başladı ve daha çok sarıldı bana, ben de ona, sokak ortasında… O kadar mutluyum ki… Gömdüm suratımı boynuna, iki saniyede, he-man, gibi oluverdim (benden ne kadar olursa tabi)…

“ Hadi gidelim o zaman aşkım” dedim…

Demin cafedeki heyecanını öldürmek istemiyorum çünkü, romantizm zamanı değil, hareket gerek Mert’e, bunu hissediyorum. Ne derse ve ne isterse, o, bundan sonra… Sanki bundan önce farklı mıydı? Neyse bilmiyorum… Mümkün olduğunca az yorum…

~~~

Çünkü artık melekler bizimle, buna inanıyorum… Gitmesinler diye, ne gerekirse yaparım…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler