Liseden Üniversiteye 40 ~ koruma beni sev sadece






Liseden Üniversiteye 40




~~~ koruma beni sev sadece ~~~




Of be Mert, bir şeyi de unutsan veya bana güvensen olmaz mı? Olmaz, beni zor duruma sokacak bir şey varsa, hayatta bırakmaz peşini. Beni gebertene kadar uğraşır durur. Nasıl anlatacağım ki ona olanları, hiç bilemiyorum. Şimdi izin istesem de, gidip Hilmi'yi öldürsem mi? 

Böylece, her şeyi öğrense bile Mert'in başı belaya girmez. Dünya da, Hilmi gibi bir sapıktan kurtulmuş olur. Yani, öldürmek değil ama, hiç olmazsa onu korkutabilecek kadar güçlü olmayı, ne çok isterdim. 

Gerçi zaten öyle bir insan olsam, onun gibi itler yaşamımı korku filmine çeviremezlerdi. Edebiyat öğretmenimin dediği doğru gibi, insana her şey kendinden. Ama bu sefer pek öyle değil gibi… Beni de aşan şeyler var sanki ya da hep öyle miydi?

Ne olursa olsun, bu güne kadar hep tek başımaydım, bana yapılanlara karşı. Şimdi yanımda Mert var, güven verici bir şey tabi. Onunla birlikte olabilmek de harika, ama bir var bir yok işte. Yani var mı yok mu, belli değil. 

Asıl önemlisi, bu tür konularda o kadar aşırı tepki veriyor ki, onun tepkisi olayın kendinden daha çok korkutuyor beni. Olay çıkarmak için, neden arıyor çünkü… Ya da ben öyle hissediyorum.

“ Mert aşkımsın, ne olursun şu hayvan herifi konuşmasak, yalvarıyorum sana”

Kalktı yanımdan. Ayakta duruyor. Bırakma beni, tenin tenime değsin… Ben senin kadar güçlü değilim işte, senden güç alıyorum. Ama sen bunları hiç anlamıyorsun. Varsa yoksa kızgınlıkların… Hiç bir anlamı olmayan hem de…

“ Sinirlendirme beni de anlat neler olduğunu”

“ O zaman bir şey isteyeceğim, ne olur kızma”

“ Lafı uzattıkça uzatıyorsun ve sabrımı taşırıyorsun”

“ Lütfennn”

“ İyi söyle!”

“ Bir şey yapmayacağına söz ver lütfen”

“ Ne olduğunu bir öğreneyim”

Ne olduğunu bir öğren, ondan sonra git Hilmi hayvanıyla kavga et. Yemezler. En kötüsü ne? Dayak yerim Mert'ten. Yemediğim şey değil ya. Razıyım, ona bir şey olmasından iyidir. Dani’yle olanları unutmam mümkün mü? Sustum, önüme bakabiliyorum sadece, yok söyleyecek bir şeyim ki.

“ Delirtene kadar uğraşacaksın illa değil mi”

Bağırdı, çok sinirli boku yedik sanırım. Yakamdan tuttuğu gibi karşıdaki kanepeye, yeni aldığımız giysilerin üzerine fırlattı beni. Boş bulunduğum için, boynum çok acıdı. Yine havalarda uçmaya başladık… Değişen bir şey yok yani… Bu ev, benim uçuş alanım…

Attığı yerde, kaldım öylece. Suratımı çevirip, gömdüm koltuğa. Ona göstermeden ağlamaya başladım sessizce. Konuşmayacağım, dövecekse dövsün, ne istiyorsa yapsın işte. Epey bekledim öyle, ona hiç bakmadan.

“ Gidip doğrudan Hilmi'yle mi konuşmamı istiyorsun?”

Bu hiç aklıma gelmemişti. Yapar da bu, deli. Ne diyeceğim şimdi. Dayakla da kurtaramayacağız, taktı kafayı. Kaldırdım başımı, öyle acıyor ki boynum, zedelenmiş herhalde. Boynumu tuttum elimle. Gözlerimden yaşlar su gibi akıyor, engel olamıyorum.

“ Tamam gitme sakın, anlatıcam. İzin ver yalnızca biraz, kendime geleyim”

Burnum akmaya başladı. Salya sümük, zorlukla konuştum. Üzerimdeki yeni aldığımız tişörtün yakasını da yırtmış. Bu söyleyeceğini bana kötü davranmadan yapsa. Herkesi kendi gibi zannediyor, öküz gibi davranmasa olmaz. Oturdu karşımdaki koltuğa…

“ Ne çok sevmiştim bu tişörtü, hem de sen almıştın, niye yırttın”

Saçmaladım yine, biliyorum. Ama güzeldi işte ya, ilk defa bir giysi aldı bana. Bu kadar güzel bir şeyi seçip, alan biri, neden yırtar, hem de canımı yakarak, anlayamıyorum. Ve deli gibi, sadece onu anlamak istiyorum, neden izin vermiyor buna.

“ Yine lafı değiştiriyorsun”

“ Niye her şeye kızıyorsun ki. Sonuçta hep senin dediğin olmuyor mu. Biraz da beni dinlesen. Değiştirmiyorum lafı, söz verdim anlatıcam, ama ne olur cevap ver, bir kerecik benim dediğim olsun. Söyle önce, neden hastahanelik oldun. Seni anlamam gerek, deliricem yoksa”

“ Seni aradım telefonun kapalıydı…”

E, bu mu yani, susuyor, bu kadar mı, anlatsana be çocuk. İçini bir kerecik döksene bana, ölür müsün? Bakıyorum devam etsin diye… Yok, sustu yine… Bu kadar enerji dolu, ama iş konuşmaya gelince, iki kelimede tükenip gidiyor…

“ Sonra ne oldu”


Dedim, sesim titreyerek. Kalkıp oturduğu koltuğun yanına yere oturdum. Tıpkı aylar önce Celâl’in mesajına kızıp, beni dövdükten sonra yaptığım gibi, kıvrıldım yanına, anlatsa ne olur… Baktım kafamı kaldırıp ona, yalvaran gözlerle… 

“ Sonra merak ettim seni ve kızdım çok… Bir şeyler içmiştim zaten, üstüne viski bardağını diktim… Bi tane daha, bi tane daha derken… Hastahanede açtım gözümü işte”

“ Peki, aşkım neden böyle bir şey yaptın ki… Ben zaten seninim… Ne dersen o… Baştan konuşmadık mı… Tek şey hariç, başkasıyla yatamam… Onun dışında… Sen ne dersen o”

Kalktım, mutfağa gittim, ekmek bıçağını aldım, gelip tekrar ayağının dibine oturdum… Kafamı eğdim yere… Elimdeki bıçağı uzattım..

“ Al bunu, kes boğazımı benim… Senin kurbanın olmak, benim için en büyük mutluluk, senin ellerinde can verebilmek yani… Aksın kan, belki de bizim mutluluğumuz bu ancak… Ne yapsam, inanmıyorsun bana çünkü… Yap ne olur, beni de, seni de kurtar… Hep olduğu gibi, istediğinle beraber olursun ondan sonra rahatça”

“ Lafı döndürdün dolaştırdın, bana getirdin yine. İstediğimle beraber olacağımı, senle birlikte olsam da olmasam da, söylememiş miydim. Neden şikayet ediyorsun”

“ Birlikte oldun mu yani o gün Emir’le”

“ Sen kafayı sıyırmışsın iyice”

“ Sayende”

“ Kafa tutuyorsun bana ve anlatmayacağım diyorsun, öyle mi? Yine, yap dediğim bir şeyi yapmıyorsun. Ondan sonra da, her dediğini yapıyorum, diyorsun. Benimle dalga geçmeye başladın artık”

“ Tamam Mert, pes sana… Hiç bir türlü seni ikna edemiyorum nedense… Her şeyi yanlış anlıyorsun. Sadece, seni düşünüyorum ama, sen nedense beni zerre düşünmüyorsun… Empati, sıfır yani…Evet, Hilmi denilen orospu çocuğu bana asıldı. Ben de yurtta kalmak istemedim. Bunu mu duymak istiyordun? Sana olay olsun zaten… Biz mutlu olmayalım diye uğraşıyorsun… Ortada bir şey yokken, yaratmaya çalışıyorsun sanki”

“ Kendin söylüyorsun işte, ortada bir şey varmış, asılmış sana. Neden yokmuş gibi davranıyorsun”

“ Ya yok işte, yok. Ama sen anlamıyorsun. Anlamak istemiyorsun çünkü. Ben sana aşığım. Sen benim sevgilimsin. Onun gibi bir dağ kaçkını, yaratık, senin yanında ne olabilir ki, neden önemsiyorsun. Bırak ben hallederim diyorum sana. Sen kim, o kim. Onun neyini kıskanıyorsun”

“ Seni korumaya çalışıyorum”

“ İstemiyorum koruma beni, sev istiyorum sadece… Çünkü beni korumuyorsun sen, kendini öldürmeye çalışıyorsun… Neyse derdin artık… Bunun için gider de, Hilmi’yle kavga filan edersen, aha sana yemin, bu bıçakla kendimi doğrarım, o kadar, beni iyi korumuş olursun o zaman… Ne istiyorsan yap, bittim ben… Ne yapabilirim bilmiyorum ki”

Avucumun içine aldım keskin bıçağı. Hafifçe sıktırdım, biraz daha bastırsam kanayacak… İstiyorum, canım yansın… Belki inanır bana o zaman, kan akarsa… Ama kıyamıyorum, kendime değil, ona yine… Çünkü her şeyden değerli o…

Öyle olmasa, ben onun ayağının dibinde oturmazdım zaten, kendimi umursamadan… Neden anlamıyor ki beni allahım… Başka şeylerin acısını benden mi çıkartıyor acaba? Çünkü ben kötü bir şey yapmıyorum ki ya…

≈≈≈

Zil sesi gibi bir şey, susmuyor hiç… Gözlerimi açamıyorum, öyle bir derine dalmışım ki… Yorgunluk ve sinir, beyin salgılarımı harekete geçirmiş yine… Gözlerimi kısıp baktım, karanlık olmuş, doğrulayım dedim, oha boynum öyle acıyor ki…

Koltuğun yanında kafamı dayayıp uyuya kalmışım, zaten acıyan boynum gitmiş iyice, oynatamıyorum bile… Hemen koltuğa baktım telaşla, neyse Mert orda, uyumuş o da… Gitti diye bir an ödüm koptu… Allahım ne olur şu Hilmi konusu kapansın, ne olur…

Kapıyı açtım, karşımda çok özlediğim, görmesem öleceğim kişi: Cihan tabii… Ellerinde torbalarla gelmiş… O da alışveriş yapmış, marketten… Yuvamızı besleyen sapık. Uzattı elindekileri, aldım suratına bakmadan, çekiniyorum ondan…

Bunlar ne ağır torbalar… İçki tabii… Götürüp mutfağa koyup, döndüm salona… Cihan ışığı açınca Mert de kalkmış, eşyalarını getirmiş veriyor, cüzdanı cep telefonu filan.

“ Nasıl aldın lan bunları” dedi Mert.

“ Valla ben de şaşırdım Nevin hanım aradı, gel, dedi. Korkarak gittim. Kapıdan, bu torbayı uzattı. Mert buraya gelsin, dedi. Kapadı kapıyı suratıma”

Cihan bana baktı, yırtık tişörtüme özellikle, yüzüne gülümseme yayıldı, keşke değiştirseydim, akıl kaldı da,

“ Ne o Mert çalışmışsın yine” dedi.

İt, tam bir it hem de. Mert’e baktım, hiç bir şey demedi. Suratıma bile bakmıyor. Hala mı kızgın bana ya. Mert’in bir şey demediğini görünce Cihan’ın iyice gözleri parladı, Mert’in kızgın olduğunu anladı sanırım, yine bana baktı,

“ Torbaları boşaltsaydın bari, bırakıp geldin mi öyle”

Hizmetçisiyle konuşuyor sanki, sinir oldum. Ama şimdi bir şey desem, zaten Mert hazırda bekliyor. Çaresiz gittim mutfağa, boşalttım torbaları. Yine dört şişe viski almış. Meyve filan. Neyse yemek yapacak bir şey almamış, bir de yemek yap filan derse, çıldırırım her halde…

Dolaba yerleştirdim hepsini, salona baktım ikisi de yok. Su sesi geliyor Mert’in odasından, yıkanıyor. Cihan da kendi odasına gitmiş. Ben önce içim giderek, Mert’in bana aldığı giysilere baktım kanepenin üzerindeki…

Ama girmedim salona, Cihan gelir birazdan filan… Ne zaman nerde biteceği belli olmuyor. Antreden çantamı alıp mutfağa gittim, bilgisayarımı açtım. Okulun sitesine girdim. Bazı notlar belli olmuş, beklediğimden de iyi hepsi, sevindim…

Birazdan Cihan geldi. Oturdu karşıma masaya, bakıyor öyle suratıma. Ben de sanki önemli bir iş yapıyormuş gibi bilgisayarı kurcalıyorum, ne yapacağımı bilmeden. Mert gelse ya artık, bununla beni niye yalnız bırakıyor…

Unuttum tabi, aynı sürüden onlar. Ben de sürünün yeni itiyim her halde onların gözünde… Kıskanmaz ondan beni… Epey durdu öyle gözlerini bana dikip, ben hiç bakmadım ama ona…

“ Güzelmiş kıyafetlerin de, ne oldu tişörte”

“ Yok bir şey, değiştiricem şimdi”

“ Bekle”

Salona gitti, bir tişört getirdi, Mert’in yeni aldıklarından. 

“ Bunu giy”

Emrin olur… Ne hakla bu buyurucu tonla konuşuyor benimle… Aldım tişörtü, içeri gidiyordum…

“ Burda değiştir” 

Ayı, striptizci miyim ben… Bileğimden tuttu gidemedim bir yere… Suratına baktım kızgın, tınmadı… Bileğimi sıktırınca, Mert duymasın diye yavaşça,

“ Allah belanı versin, tamam”

Arkamı dönüp, çıkardım üstümdekini, daha diğerini giyemeden önüme geçip seyretmeye başladı… Ne oldu gördün de ayı… Götün göğe erdi mi? Elini uzatıp mememin ucunu sıktı parmaklarıyla…

“ Mert’in meme uçları gibi ufacık seninkiler de, çok güzel. Ama izin vermiyorsun ki, tadına da bakalım”

Azıttı iyice… Hızla giydim tişörtü… Adi şerefsiz, hayvan gibi sıktı, canımı yakmak için… Erkeklerin bir çoğunda olan kavga merakını, az da olsa anlayabiliyorum. Rekabet, kızgınlık veya kendini kanıtlama çabası gibi şeyler…

Anlamadığım, şu veya bu nedenle kendini savunamayacak birine acı çektirmek istemenin nedeni, ne olabilir? O gün neden dolmuştaki o çocuk, inerken bana yol vermedi? Kendin de güçsüz birisi olursun da, başka bir güçsüz kişi üzerinde kendini kanıtlamak istersin…

İnsanca bir şey değil, ama en azından haksız da olsa bir nedeni var… Cihan güçsüz biri değil, Mert’ten daha yapılı ve güçlü olduğu her halinden belli… Mert’in dediğine göre, yani ilişkileri varken, birbirlerinin ağzını burnunu kırdıklarına göre, dövüşmeyi de biliyor.

Benim canımı yakarak hangi duygusunu tatmin ediyor acaba? Ya da beni garip isteğine zorlamak için mi yapıyor bunları… Oysa, o böyle şeyler yaptıkça, ben iyice korkuyorum ve sevmiyorum onu… Bu Mert de niye gelmiyor hala.

~~~

Lisedeyken, beden dersi için soyunma odasına inmişti herkes. Ben her zaman olduğu gibi, onlar giyindikten sonra gitmek için, tuvalette bekledim, son dakikaya kadar. Çünkü, orda soyunup giyinirken, yaptıkları el şakaları çok korkutuyordu beni…

Sonunda ben de indim çantamı alıp soyunma odasına… İçeri girdiğimde; Mete, Hakan ve Alp oradaydılar. Onları görür görmez bir şey döndüğünü anlayıp, hemen geri döndüm çıkmak için…

Bir başka çocuk da kapının arkasındaymış, benim çıkacağımı anlayınca, hemen kapadı kapıyı ve önüne geçti. Çıkamazsın demek oluyor bu… Pis bir şeyler planladıkları suratlarından okunuyor… Bir şey düşünmem gerek ama…

“ Mete abi ders başladı” 

Yani çıkın gidin demeye getiriyorum, çok akıllıyım ya. Hepsinin suratına alaycı ve küçümseyici bir gülüş yayıldı. Hakan, sadece anlamsız bakıyordu olanlara…

“ Merak etme bugün hoca gelmeyecekmiş, herkesi de basket oynamaya gönderdik. Biraz eğleneceğiz anlayacağın”

Eğleneceğiz? Bu boku yedim demek oluyor. Ellerimi cebime soktum, korkudan titremeye başlamışlardı bile…

“ Hadi giy bakalım şortunu” dedi Mete.

“ Abi ben gideyim ders yoksa, zaten hastayım”

“ Siktir lan, ya karnın ağrır ya hastasın, karı kılıklı, ne diyorsam yap”

Hakan’a baktım yalvaran gözlerle. Ama çevirdi bakışlarını benden. Bana bakma, demeye getiriyor. Ölsem onların önünde soyunup giyinemem, çünkü içimde M&S’ın internet sitesinden aldığım bokser var. Yeşil beyaz çizgili bu neyse de, kenarında ayıcık resmi var. Ne bok yemeye aldıysam bunu…

Ayıcığım çok şirin, ama bu ayıcıkların görmemesi gerek. Alay ederler ve Mete kesin pandik atar yine ve oramı buramı eller, hayvan gibi hem de… Böyle yaptığında öyle aşağılanmış hissediyorum ki kendimi. Gay olmak veya ona karşı koyamamak, kendimden nefret etmeme neden oluyor.

Bunları anlayacaklar diye deli gibi korkuyorum bir de. Aslında en doğrusu, bilseler ne olacak bilmeseler ne, deyip boş vermek. Şimdi böyle düşünebiliyorum. Ama o zaman aklımın ucundan bile geçiremiyordum bunları… Sadece korkuyordum her şeyden…

Mete gelip kolumu büktü, Alp’i de çağırdı. Alp, pantolonumu indirdi aşağıya. Kahkahalarla gülmeye başladılar, Hakan dışında hepsi; o sadece şöyle bir gülümsedi… Mete gelip popomu sıktırdı, piç. Sonra da itti beni, pantolonum ayak bileklerimde olduğundan dengemi kaybedip düştüm yere.

“ Donundaki ayıcık, içinde bir canavar var anlamında mı?” dedi Mete.

“ Abi, ne olur yapma bırak gideyim”

“ Göster o zaman”

Elimle tuttum sıkıca bokseri, indirmesinler diye. Alp denilen çocuk durmadan önüyle oynuyordu. Mete ona dönüp,

“ Kaldırdıysan çıkar o zaman eşek herif, bizim küçük ibne görsün erkek yarağı nasıl oluyormuş”

Alp’e, Mete’yle Hakan bu ismi takmışlardı: eşek herif. Aleti çok büyükmüş, önceleri kızarıp bozaran Alp, sonraları bu lakaptan gurur duymaya başladı. Kızlarsa, bu lakapla Alp’i çağırdıklarında, kıkırdaşıyorlardı. Ben her zaman ki gibi, duymamış gibi yapıyordum tabi…

Kalkmadım ben yerden, öylece oturup önüme bakmaya başladım… Alp gelip tepemde durdu, önünü açtı pantolonunun. Kıpırdayamıyordum hiç, kalbimse yerinden çıkacak gibi atıyordu, korkudan ve heyecandan…

“ Baksana lan, çocuk senin için kaldırdı, dibin düşer diye mi korkuyorsun” dedi Mete…

Bakmadığımı görünce, kalçama tekme attı. Alp de saçımdan tutup kaldırdı başımı. Gözlerimi kapatınca, tokat attı suratıma. Kalçam, saçlarım ve yanağım acıdan yanıyordu… Zorunlu açtım gözlerimi. Kocaman, gerçekten de eşek şeyi gibiydi…

Bir an şaşkınla baka kaldım ve çok utandım… Alp, saçımı çekmeye devam ediyordu hayvan gibi… Tekrar kapadığımda gözlerimi, acıdan ve utançtan gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı… Keşke daha önce ağlayabilseymişim. Hakan konuştu sonunda, halime acıyıp…

“ Tamam yeter bırakın” 

Sadece sesini duydum. O ses, duymak istediğim… Kapıyı kapatan çocuk da yanıma geldi… Tanımıyorum onu, bizim sınıftan değil… O da bir şey yapmasa eksik kalırdı… Hayvan ayağıyla omuzumdan ittirdi, diğer kolumun üzerine düştüm ve öylece kıpırdamadan yattım yerde, gözlerim kapalı…

Kapının kapanma sesini duyunca rahatladım… Hakan yardım etti yine, ama baştan neden bir şey söylemedi anlamadım… Bir de Mete gibi biriyle neden arkadaşlık yapıyor şaşıyorum…Gözlerimi açıp hafifçe doğruldum. Biri omuzuma dokununca, odada yalnız olduğumu düşündüğümden, öyle bir korktum ki…

“ Yeter ne olur” 

Diye bağırmışım farkında bile olmadan… 

“ Sakin ol, korkma”

Konuşan yine, o ses, allahtan… Arkama baktım, Hakan gitmemiş bana bakıyor… Elini uzattı, ben de tuttum elini… Kuvvetlice çekip ayağa kaldırdı beni… Eğilip pantolonumu yukarı çektim… Kolumu gözlerime götürüp sildim gömleğime… Sonra ona baktım ve,

“ Teşekkür ederim yardım ettiğin için, gidebilir miyim?”

“ Kendini korumuyorsun hiç, sen böyle yaptıkça, gizliden hoşuna gittiğini düşünüyorlar, bağır çağır diren biraz, tek yaptığın ağlamak veya kaçmak. Bak şimdi bile gitmek için benden izin istiyorsun, neden?”

“ Haklısın, korkuyorum, tutulup kalıyorum öylece, bir şey yapamıyorum”

“ Neyse tamam, kusura bakma baştan izin vermemeliydim onlara. Mete’yle konuşacağım sana bulaşmasın diye. Dinlerse beni tabi”

“ Saol”

“ Bu arada bokserin yakışmış”

Bir şey demedim, hızla çıktım odadan, utanmıştım…


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler