Liseden Üniversiteye 17 ~ güzel bir insana sahip olmanın ağırlığı






Liseden Üniversiteye 17




~~~ güzel bir insana sahip olmanın ağırlığı ~~~



İnsanın içinde bulunduğu ruh hali; bu korku, acı, üzüntü, mutluluk… Artık neyse; etrafındaki insanlarca algılanıyor. Bunu hep hissettim hayatımda. Mert’in beni sevdiğini söylemesinden sonra, bazı bakımlardan bambaşka bir insan olduğumu düşünüyorum. 

Çünkü çok mutluyum. Ama mutlu olmam demek, yıllardır ben de yer etmiş olan veya belki de doğuştan gelen, endişe duygusunda azalmaya yol açmadı ne yazık ki. Bu defa da, benim beğenimle uzay ötesi güzel bir insana sahip olmanın ağırlığı yavaş yavaş içime oturuyor. 

Bana sevgisi ya azalırsa ve bu nedenle beni bırakırsa korkusu sarıyor içimi. Nerdeyse eskisinden daha çok onun gözünün içine bakıyorum. Birşeye kızar mı, bir şey ister mi ya da ilgimden onu bunaltıp bıktırır mıyım ? 

Anlayacağınız her durumda kendimi çıldırtacak bir şeyler buluyorum. Belki de endişe duymadığım zamanlar sadece sevişmelerimiz sırasında Mert’le. Unutuyorum herşeyi sanki ve ne yapmam gerektiğini o zaman biliyorum veya bilmesem de o bana söylüyor 😊

≈≈≈

Ertesi gün okula gittik. Sınıfa girdiğimde Emel, Murat ve Haluk dersin başlamasını bekliyorlardı birlikte. Yanlarına gittim selamlaştıktan sonra üçü de bana bir tuhaf bakmaya başladılar. Tabii ki ilk yorumu yapan Emel oldu,

“ Ne o koçum yüzünde güller açıyor, yeterince güzeldin de iyice bi güzelleşmişsin sen, dudağındaki patlak da cabası, yakışmış”

Alçak gönüllülüğün anlamı yok. Bu arada Mert’ten, artık sevgili olduğumuzu, istediğim kişiye (Mert'in deyimiyle bokunu çıkarmamak kaydıyla) söyleyebilmek için izin almıştım. 

“ Evet çok mutluyum çünkü…”

“ Hayırdır enişte evlenme mi teklif etti yoksa”

Emel tabii ki. Hiç takmadım. 

“ O da olur inşallah, şimdilik sevgiliyiz”

Haluk benim gay olduğumu bilmediği için şaşkın bakıyor. Öğrensin artık herkes umurumda değil. Hayır aslında umurumda. Hafif bir gurur duymaya başladım artık gay olmakla… Özellikle Mert bana sevdiğini söyledikten sonra…

“ Yine patlatmış güzelim dudağını. Yediğin dayaklara değdi yani”

Manyak bu karı gerçekten. Sabrımı sınıyor her dakika. 

Emel sen de hiç özel hayat, arkadaşlar arasında konuşulan şeylerin alenen anlatılmaması gerektiği filan gibi kavramlar yok mu?”

Emel'in surat düştü. Bozuldu. Kötü niyetli olmadığını biliyorum ama delirtiyor beni bazen. O da benim gibi boşboğazlar takımından işte. Ben Mert’e karşı dilimi tutamıyorum, sanırım Emel de bana karşı. Neyse daha fazla üzülmesine gönlüm elvermedi, yanağından bir makas alıp,

“ Tamam üzülme unuttum gitti ablası”

Emel fırsatı hemen değerlendirdi. Boynuma atılıp öptü, suratımda bir kilo tükürüğünü de bırakarak… Bir tane de öbür taraftan. İyi de bırakmıyor hala, yapıştırdı hava yastığı boyutlarındaki göğüslerini de… En sevmediğim şeyler , iiyk yani… Hafifçe kendimi geri çekince uyandı mevzuya da bıraktı beni…

“ Mert dövüyor mu gerçekten seni”

Murat bu da. Mert’le beraber olmaya başladığımdan beri bu fırsatı bekliyordu zaten. Gözlerinin içi parlıyor sapığın. Haluk da gülmeye başladı. O da başka bir sapık. Ortalığın içine etti yani Emel. Cevap vermeden Murat’a çok ters baktım (ne de beceririm ya).

“Evet düzenli olarak hem de. İyi de sopa çeker, istersen sana da göndereyim kaşınıyor gibisin de” dedim sinirden titreyen sesimle.

Hiç konuşmasam bundan iyiydi çünkü sesim ağlamaklı çıktı. Off neyse iyi oturttum sanırım lafı, iki sapık da yere bakmaya başladılar. Utanabiliyorlarmış demek ki kendimle gurur duydum. Bunlar nasıl arkadaş anlamadım. 

Biri en özel sırrımı dalga geçer gibi anlatıyor herkese, diğeri ikisi de, benim dayak yemiş olmamdan sapıkça zevk duyuyorlar. Bu insanları hiç anlayamıyorum. Benim bir arkadaşımın bir yerine bir şey olsa üzülürüm. Onlar ise, sadece merak ediyorlar nasıl oldu diye ve zevk alıyorlar bu durumdan … 

≈≈≈

Öğlen dersler bitince Mert’e mesaj attım. Kafeteryada buluştuk. Elif’le beraber geldiler. Elif’e sabah mesaj atıp haber vermiştim Mert’in beni sevdiğini söylediğini. O nedenle haberi var olan bitenden. Tabii sadece son kısmı. Berbat giriş bölümü ben de saklı. 

Hatta Mert’e söz verdiğim gibi unuttum gitti bile. Elif’e haber vermeden duramadım ne yapayım, elimde olsa gazeteye ilan bile veririm. Hatta televizyonda birinci haber yaparım. Ya da twitter’da hashtag açıp en çok kullanılan yaparım.

“ Canım, çok sevindim… Evcilleştirmişsin sonunda vahşi atı”

Bugün ne bu böyle ya, Elif bile bir garipleşti. Böyle laf edilir mi Mert gibi birine, kızdırıcak şimdi. Ben kem küm falan ederken, lafa girdi hemen, Mert tabii,

“ Beni hiç kimse evcilleştiremez küçük hanım”

“ Tamam be inatçı keçi, lafın gelişi söyledik. Canım’a seni seviyorum, demişsin çok sevindim de, ama bunun bedeli çocuğun dudağını patlatmak mıydı ya, ne olmuş bunun dudağına” dedi Elif suratıma bakarak.

Öff neden herkes benim işime burnunu sokuyor anlamıyorum ki. Mert dalmadan benim lafa dalmam gerekiyor, çünkü suratı gerilmeye başladı, herşeyi berbat edecek Elif.

“ Mert’in bir alakası yok, dün çok içmişim meyhanede, boşa gitmesin dedim ve bir kavga çıkardım, benim sadece dudağım patladı, mekân dağıldı, ama kavga ettiğim ve sayılarını bile bilmediğim herkes hastahanelik, merak etme Elifcan”

Mert’le Elif çok güldüler. Neyse ki lafı değiştirmeyi becerdik.

≈≈≈

Yemek yedikten sonra, cafeye gidip oturduk Mert’le. Elif’in işi varmış gitti. Ya da bizi yalnız bırakmak istedi, ince düşünceli kız. Demin neden öyle yanlış vitese taktı bilemedim. Mert’le yarım saat kadar sohbet ettik, öyle tatlı tatlı. Sabahtan beri o kadar özlemişim ki onu. 

Havadan sudan konularda onun ilgisini çekebilecek, işte ne bileyim arabalarla ilgili, basketbolu çok seviyor, anlamadığım halde ben, kafamdan bir şeyler uydurup soruyorum. O heyecanlı heyecanlı anlatırken, ben de hayran hayran onu seyrediyorum, ağzım kulaklarımda. 

“ Ciddi bir şey anlatıyoruz burda ne gülüyorsun sen”

“ Yok ya o anlamda değil, çok güzel anlatıyorsun da, o nedenle hoşuma gitti gülüyorum işte”

“ Yalan söylemeyi de becerebilsen bari, dinlemiyorsun bile aslında anlattıklarımı değil mi, tatlı şey”

Ve uzanıp yanağıma bir öpücük kondurdu. Anam deminden beri kokusunu yakından bir içime çeksem diye dua ediyordum. Duydu yine allah beni. Suratıma kan hucum etti. Kulağına doğru eğilip,


“ Seni can kulağıyla dinliyorum sevgilim. İstersen deminden beri anlattıklarını, noktası virgülüyle sana geri anlatabilirim. Gülerken aynı zamanda dinleme yeteneğim de var ve ezberim de iyidir”

Önce kafası karıştı sonra güldü Mert. Herkesin içinde ona sevgilim demek, diyebilmek yani, yalnızken demekten çok daha zevkli ve anlamlı. Çok hoşuma gitti. Saatine baktı ve,

“ Yeteneklerini tartışacak yetenekte değilim, akıllı şey. Hadi benim gitmem lazım”

Yanağımdan bir makas alıp, kalktı masadan birden. Ben de tabii. 

“ Derse mi gidiyorsun, daha erken ama”

“ Hayır işim var”

“ Ama dersin var ”

“ Minik, işim var dedim ya”

Delici bakış… Mesaj alındı susmam gerekiyor. O isterse söyler ne yaptığını veya ne yapacağını. Soru sormayacaksın, nereye gittiğini bilmeyeceksin, o istemezse. Ben sadece merak edip popomun üstüne oturabilirim.

Yanaklarımdan öptü ve çıkıp gidiyor. Telaşla ve korkarak,

“ Peki akşam” diyebildim arkasından. 

Döndü ve,

“İşim biterse ararım”

Aramayacağı kesin de. Laf olsun diye konuşuyor işte. Nereye ve kime gidiyor acaba. Bütün gece yine bunu düşüneceğim. Bolca ders çalışıp kafayı iyice yormam lazım sanırım. Yoksa sabaha kadar uyuyamam yine, tam da vizeler başlayacakken uykusuz kalmamalıyım.

≈≈≈

Oturdum masaya tekrar, etrafı seyretmeye başladım. Cafe’de sevgili olan kızlarla erkekler, her istediklerini yapabiliyorlar. Öpüşmek veya aynı koltuğa oturup birbirlerine sarılmak gibi…

Biz mecburen masada karşılıklı gayet ciddi bir havada oturabilmiştik. Bu heterolar ne kadar şanslı olduklarını biliyorlar mı acaba… İstediklerini uluorta yapabiliyorlar, beğendikleri kişilere sırnaşabiliyorlar. Kimse tarafından da kınanmıyorlar.

Oysa biz hoşlandığımız birine bunu belli edecek bir şey yapsak, büyük ihtimal homofobik birine çatarız, eğer şanslı günündeysen küfürle filan kurtulursun. Ama bazı manyak tipler bununla da bırakmaz.

Homofobik erkeklerin çoğunun, aslında içten içe hemcinslerine ilgi duyan kişiler olduğunu düşünüyorum. Ama bundan deli gibi korktuklarından, gay biri ile karşılaştıklarında saldırıyorlar, dövüyorlar hatta bazen öldürüyorlar… 

Sanki içlerindeki gay’e saldırıyor, dövüyor ve öldürüyorlar, kurtulmak için ondan… Yani bu tipler toplumda kabadayı geçinen ama esas korkak olan zavallılar… Ben kendimi korkak biri olarak nitelendiririm. 

Ama onlarınkinden farklı benim ki. Çünkü ben kendimden korkmuyorum. Diğer insanların bana zarar vermesinden korkuyorum. Oysa onlar kendilerine itiraf etmekten korktukları, kendi duygularından korkuyorlar. 

Kendi duygularından korkma nedenleri ise, bu duyguların, ölümüne destekledikleri toplumsal önyargılara ters düşmesi. Yani bu bir sarmal aslında ve birbirlerini doğuruyor ve hastalıklı bir süreci başlatıyor. 

Bize hasta diyen normal olanlar, esas hastalıklı olanlar onlar bence… Neyse yine derin konulara daldım, çıkıyorum merak etmeyin, birazdan yüzeydeyim tekrar…

≈≈≈

Öğleden sonra dersler bitince kütüphaneye gittim. Emel geldi yanıma biraz konuşalım hadi gel filan diye. Ama çıkmadım çilehanemden. Saat 6’da bir çorba içmiştim kafeteryada, ondan sonra hiç bir şey yemeden ve kafamı bile kaldırmadan çalışmaya başladım.

Telefon hep masanın üstünde ama, Mert mesaj filan atar diye. Sadece aklım onda ve okuduğum kitapta. Ama tık yok işte… Biliyordum aramayacağını zaten. Öyle hırslanmıştım ki, neden olduğunu bilmeden.

Derslerde başarılı olursam hayatta bütün kapılar bana açılıcakmış gibi bir his var içimde. Hele dekanın beni Londra’ya gönderecek olması ihtimali. Çok çalışmam lazım çook, modundayım yani. Hiç çıkamıyorum bu moddan zaten aslında. 

Bir taraftan internetten araştırıyorum hangi kaynakta neleri bulurum diye, sonra gidip o kitabı alıp ilgili bölümünü deviriyorum. Sonra başka konuya geçiyorum. Hedefim dersi anlatan hocadan bile daha iyi öğrenebilmek o konuyu… Uçuyorsun yine, diyorsunuzdur sanırım bana.

≈≈≈

Okuldan bitirdikten sonra, Londra’ya gitmiş ve lisans ve lisansüstü eğitimimi de tamamlamışım. Londra’da uluslararası ünlü bir hukuk firmasında çalışıyorum. Ama işe girerken de, şöyle bir anlaşma yapıyorum. Maaşlı çalışmıyorum, işten şirketin aldığı paranın belli yüzdesini alıyorum. Kendi bürom var, Themes nehrinin kenarındaki en güzel apartmanlardan birinde. 

Yani özgürlüğümden ödün vermeden çalışıyorum. Yaratıcı olmak için bu şart. Marble Arc ile Lancaster Gate arasında Hyde park manzaralı bir evde oturuyoruz. Tabii ki Mert’le. Mert’de bir İngiliz petrol şirketinde çalışıyor … 

Deli gibi kazanıp deli gibi harcıyoruz… Bol bol seyahat… Hafta sonları Londra gecelerine akış… Londra’da eşcinsel evlilik yasal ama biz, Amsterdam’da evlenmeyi planlıyoruz. Çünkü eşcinsel evliliği yasal olarak kabul eden ilk ülke Hollanda. Bu onur onlara ait olduğu için, buna bir saygı sunmak istiyoruz … 


💤 Uff, böyle bir düşle kütüphanede uyurken, donduğum için uyandığımda, saat 2’ye geliyordu… Sabah kalkamayacağım yine. Telefona baktım hemen. Mert’ten bir şey yok tabii. İnsan bir mesaj atar bari, nasılsın filan diye. Daha iyisi nerde olduğunu söylese…

Kıskanmasını biliyor. Ama normal zamanda merak filan da etmiyor. Oysa ben her an deli gibi merak ediyorum, ne yapıyor acaba diye. Hemen gidip yattım açlıktan ölerekten… Ama o kadar çok çalışmışım ki, kafa gidik yani, başımı yastığa koyar koymaz uyudum…

≈≈≈

Ertesi gün, sabah ders başlamadan, kaşarlı domatesli tostumu yiyerekten, Mert’lerin bölümüne koştum. Elifcan orda ama Mert yok yine. 

“ Günaydın Elifcan, gelmedi mi Mert”

“ Hayır Canım, ama üzülme ve merak etme o böyledir, bir gün gelir bir gün gelmez, karabatak gibidir, ne zaman nerde olacağı belli olmaz, Cihan da öyle olduğu için biliyorum, kafayı takarsan çıldırırsın yani”

“ Peki sen nasıl beceriyorsun kafaya takmamayı”

“ Merak ediyorum tabi. Gece Cihan’a mesaj attım. Cevap yok hala. Onun için çıkmayı deniyoruz, dedim ya. Böyle devam ederse yürütemem sanırım”

“ Birlikteler mi sence”

“ İkisi de ortada olmadığına göre öyle gözüküyor”

“ Öğlen buluşalım mı?” dedim.

“ Tabii, mesaj atarım çıkınca”

≈≈≈

Derse gittim. Emel’in yanına oturdum. Yine sarılıp öptü, değdire değdire uzantılarını… Uff yapma şöyle desem bozulacak. Bir şey demedim. İlgimi çekmeyen uzuvlarıyla övünüyor sanırım.

“ Ne o surat düşmüş yine ne oldu ? Dün kütüphanedeydin, en sevdiğin yer, kitaplar mı üzdü bu seferde”

Bu kız nerden buluyor bu lafları acaba. Gece bunları düşünüyor her halde…

“ Mert, aramadı hiç, okulda da yok. Çıldırıyorum meraktan”

“ Seni garantiye aldı nasıl olsa. Bırak güzel çocuğu yeni limanlarda yüzsün biraz da, böyle tipleri paylaşmayı kabul edeceksin”

Emel’in suratına ters bakayım derken, tam tersi oldu ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Emel sarıldı bana, özür filan falan. Ne güzel iş ağlat, sonra özür dile. Eskisi kadar sevemiyorum Emel’i. Ara vermeden laf sokma huyuna gıcık oluyorum çünkü… 

≈≈≈

Dersten çıkınca artık dayanamadım ve Mert’e mesaj attım.

Can ▶︎ Mert

mert okula gelmedin merak ettim iyi olup olmadığını haber verebilirsen sevinirim

Lütfedip haber verebilirsen yazıcaktım ama neyse… Elif’le buluştuk. Yemek yedik sonra cafe’de sohbet ettik. Konu tabii ki her zaman olduğu gibi Mert. Elimde telefon cevap gelmesini bekliyorum. 

“ Telefonun içine gir istersen. Ama öyle yapınca da cevap gelmiyor, denedim ben de”

İkimiz de güldük epey söylediğine. Demek ki gelmedi Elif’e de Cihan’dan cevap. Ne yapıyorlar bunlar acaba ya. O gün öyle ruh gibi geçti. 

≈≈≈

Akşam her zaman olduğu gibi kütüphane. Üç tane de cevapsız çağrı yaptım Mert’e. Bekliyorum hala. Akşam saat 9’da cevap geldi nihayet.

Mert ▶︎ Can

kusura bakma yeni gördüm uyuyordum da iyiyim merak etme sen nasılsın?

Kontörüm olsa arıyacağım o da yok. 

Can ▶︎ Mert

nasıl olabilirim sence nerdeyse iki gündür yoksun Mert bir mesaj atmak bu kadar mı zor senin umrunda olmayabilirim ama ben seni deli gibi merak ediyorum

Bıraksan daha neler yazarım ama… Beyimizi sıkamayız… Bunalır daralır sonra da bana kızar suçlu ben mişim gibi sanki… 

Mert ▶︎ Can

tamam uzatmayalım yarın geleceğim okulda konuşuruz

Aman sakın uzatma… Ben saatlerdir onu düşünüyorum, o iki dakikasını ayırıp bir şeyler yazamıyor.

≈≈≈

Ertesi gün okula yine gelmedi Mert. Ama neyse ki mesaj atıp haber verdi gelmeyeceğini. Büyük gelişme. Yorgunmuş beyimiz. Akşama istersen gel, diye yazdı. Ohh rahatladım. Çook özlemiştim çünkü… 


Mert’i görünce ne kızgınlığım kaldı ne o kadar çok merak etmenin kırgınlığı. Sarılıp öptüm bal dudaklıyı. İçki kokuyordu hala. Yine içmişler demek. O da bana sarıldı ve öpmeye başladı. Adımlarımız ister istemez yatağa gitti. 

“ Çok yorgunum minik, biraz yatalım”

Ben her zaman ki gibi göğsüne koydum başımı. Gözümün önünde harika memesi duruyor. Önce parmağımın ucuyla oynadım. Ufacık başı içine kaçmış. Ben elleyince çıktı. Emdim ucunu. Çok tatlı… Sonra dişlerimin arasına aldım ucunu. Bir şey demedi. Sadece, bir ıhh çıktı ağzından. Hoşuna gitti diye düşündüm. Biraz daha ısırdım… 

“ Ohaa ne yapıyorsun kopardın lan”

“ Özür dilerim aşkım hoşuna gitti sanmıştım da”

Ya, acı neymiş anla biraz işte… Demedim tabi… Lafı değiştirmeliyim sanırım, kafamı kaldırıp,

“ İçki mi içtiniz yine”

“ Evet”

Kısa ve kestirme cevaplar… Böyle yapınca daha da çok merak ediyorum. Anlatsan ölürsün…

“ Evde mi içtiniz”

“ Öğrenene kadar bırakmayacaksın değil mi? Sıkıyorsun böyle yapınca”

“ Söyleyiver sen de Mert n’olur ölür müsün”

“ Hesap sorar gibi yapma. Bu defalık söyleyeceğim. Ama bu kadar meraklı olma, kaçıncı söyleyişim bunu, ama dinlemiyorsun ki. Arkadaşlar gelmişler liseden, yurt dışındaydılar. Onlarla beraberdik, poker oynadık sabaha kadar, kalkamadım o nedenle, rahatladın mı şimdi”

“ Teşekkür ederim sevgilim. Gördüğün gibi bir şey kaybetmedin anlatmakla. Ama beni kazandın işte. Sana bu büyük davranışından dolayı ödül vermek istiyorum, ne istersin yapıyım yemek filan, emrindeyim”

“ Ödül ha. Ödülü ben sana veririm ancak, sen görevini yaparsın, sarı pipi”

“ Beni kızdıramayacaksın çok özledim seni çünkü. İyi tamam neyse senin dediğin olsun, herşeye kızmak zorundasın nasıl olsa”

“ Halâ cevap veriyorsun farkında mısın”

“ Tamam sustum, pokerde yenildin her halde, sinirlisin. Bir şey istiyor musun onu söyle”

“ Can mahsus mu yapıyorsun sen, dik dik konuşma benimle sinirleniyorum”

Derin bir nefes aldım, oturdum yatağın içinde ve ellerimi açtım ona doğru, sonra elimi ağzıma götürüp fermuarı kapattım…

“ Tamam Mert sustum”

“ Aferin”

Kafamı tutup aşağı doğru hafifçe bastırdı… Ne istediği belli tabi, ben de yemekten filan bahsediyorum… Benim için o yemeği pişirmiş bile sanırım… Off elime alıp tuttum ki ✊🔥

≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler