Liseden Üniversiteye 19 ~ ruhum hâlâ mert’te





Liseden Üniversiteye 19



~~~ ruhum hâlâ mert’te ~~~


~~~ alan turing’e ❤️ ~~~




Arkamı Mert’e dönüp oturdum yatakta. Ayağa kalkmaya çalışıyorum ama olmuyor. Ağlayabilsem keşke. Hiç bir şey yapamıyorum. Nefes alamadığımı hissettim. Tekrar denedim ayağa kalkmayı. Kalktım, ama başım dönüyor. 

Tuvalete kadar gidemeden yere düştüm… Mert geldi kolumdan tutup kaldırdı, kolumu çektim hırsla. Elimi kaldırıp suratına bir tokat atmaya çalıştım. Engel olmadı. Ama hiç halim olmadığı için okşar gibi oldu sanki beceremedim. 

Tınmadı bile tabi… Tekrar düşücektim, tuttu beni ve yatağa yatırdı… Midem bulanmaya başladı… Bok vardı o kadar içicek Mert’i kıskanıp. Ben onu kıskanıyorum ölücek kadar içiyorum, onun bana yaptığına bak. 

“ Tuvalete gitmek istiyorum midem bulanıyor” dedim.

“ Sana öyle içme demiştim”

“ Tamam haklısın, yardım edebilir misin”

Gittim daha tuvaleti görünce kusmaya başladım. Ne var ne yok çıktı içimde. Aslında zaten bir şey yoktu. Her zaman ki gibi kaç saattir bir şey yemedim. Sadece içim çıktı. Tekrar odaya geçip saate baktım. Gece 12’ye geliyordu. 

“ Yurda dönmek istiyorum bana taksi çağırabilir misin geç olmuş yoldan bulamam”

“ Bu halde gitme kal bu gece”

“ Teşekkür ederim ama gitmem gerekiyor, varsa bir 20 lira da borç verebilir misin yanımdaki para yetmeyebilir de

Ters ters bakıyor bana. Ne biçim insan ya. Sanki ben ona bir şey yaptım da.

“ Mert ne olur, gidebilirsin dedin bana demin, lütfen çağır şu taksiyi de gideyim”

“ Ben içerde yatarım, sen uyu burda”

İçerde yatarmış. İçerde yatmazsın sen, Burak’la yatarsın adi. Bir daha onun yatağına girmek… O olmadan ve bir daha hiç olmayacakken hem de.

“ İstemiyorum teşekkür ederim hemen gitmem lazım, lütfen Mert”

100 lira uzattı bana. Ama hala taksiyi çağırmıyor. Benim telefonumda da her zaman ki gibi kontür yok. Durağın numarasını da bilmiyorum. Aşağıya inip arayamam yani.

“ 20 lira yeterli”

Yine ters ters bakıyor. Gözlerimi kaçırdım. Verse şu parayı ve çağırsa taksiyi de bu işkence gibi anlar bitse artık. Yurda dönüp bir yerlerimi kesip ölmek istiyorum sadece. Becerebilir miyim bilmiyorum ama… Epey sessizlikten sonra…

“ Bu halde bırakmak istemiyorum seni”

≈≈≈

O biraz önce, en yakın arkadaşıyla yatmamı istedi benden. Kabul etmezsen de git, demedi mi. Şimdi ne bu konuşma, bu halde bırakamazmış. Bu hale beni sokan sensin zaten. Ne bırakamıyorsun. Gidersem ölürüm demedim mi sana, bırak da ölelim işte rahatça.

Bunları keşke ona söyleyebilsem. Ama konuşmaya başlarsam, ağlamaya da başlayacağım. 

İstemiyorum onun yanında ağlamak artık. 😢

Bu kadar zayıf olduğumu bilmesini istemiyorum artık. 

Herşeyi değiştirmek istiyorum hayatımda artık. 

Aslında sadece ölmek istiyorum artık. 

Her şey bu just, aq artık…

≈≈≈

Bir anda sinir tepeme çıktı. Elimde bıçak filan olsa deşecem Mert’i (çok da beceririm ya, ama öyle hissetmeme izin verin hiç olmazsa). Bağırdım sanırım;

“ Çağır şu lanet taksiyi artık Mert ne olur”

Ben miyim konuşan. Ağlamaya başladım tabi. Arkamı döndüm. Çıktım odadan. Şerefsiz ikili, gözleri parlayarak salonda oturuyorlardı. Bakmadım bile onlara. Montumu giydim. Mert yanıma geldi. 

Yine kolumdan çekiştiriyor. Bıktım artık ya… Şuna bir tane geçirebilsem keşke… Cinayet ne kadar kolay işlenebilirmiş bu gün anladım. Önce Burak’ı, sonra Cihan’ı, azmış da benimle yatıcakmış, ite bak ya..

Eğer küfürse asıl ibne sensin ve en son aşkım dediğim kişiyi, adını söyleyemiyorum ama… Onu öldürebilir miyim?… Kıyamam ki. Böyle bir hismiş demek birini öldürmek istemek… Ama aşkını öldürmeyi düşünememek bile…


Elinden kurtuldum Mert’in. Ayakkabılarımı ve çantamı elime alıp, kapıyı açıp çoraplarımla fırladım dışarı. Saniye durucak halim yok burda. Salon’da oturan iki sapığın gözlerini görünce tekrar midem bulanmaya başladı çünkü…

Biraz sonra Mert de arkamdan geldi. Ayakkabılarını giymiş beyimiz tabi. Acelesi yok, nasıl olsa yakalar beni… Apartmanın önünde yakaladı, yine kolumdan tutuyor delirecem. 

“ Bekle, arabanın anahtarlarını alıp gelicem”

Suratına bile bakmadım. Ayaklarım donuyor çoraplarım karların içinde. Külotumu yukarda unutmuşum, popom da donuyor. 

“ Gel şu apartmanın içine”

Cevap vermedim. Çekiştirdi yine kolumdan apartmanın içine.

“ Burda bekle bir yere kıpırdama sakın, hemen geliyorum, ayakkabını da giy hasta olacaksın”

Aptal bu çocuk hakikaten. Ulan beni bırakırsan ölürüm diyorum sana. O hastalanırsın diyor. Hastayım zaten, ama sana ne yazık ki, dünyanın en yanlış insanına… Gebereyim de herkes kurtulsun ben dahil. 

Kıpırdamadım hiç. Öylece yere bakıyorum. Elimden aldı ayakkabılarımı. Eğildi, giydirdi. Ama çoraplarım sırılsıklam donuyorum hala. 

" Kıpırdama burdan sakın"

Yine parmağını sallıyor bana. Öküz. Çıkıp gitmek istiyorum. Ama taksi bulamam. Hava da çok soğuk. Salak gibi çoraplarımı da kara batırdım. Geldi hemen. Arabaya çekiştirdi beni. Yeni çorap getirmiş. 

Arabada değiştirdim çorapları. Kaloriferi de yakınca ısındım. O da ben de konuşmadık okula kadar. Yollar karla kaplanmış. Bizden başka hiç araba yok. O kadar kaygan yolda enfes kullanıyor yine arabayı. 

Off ya her şeyi bu kadar güzel yapan ve benim bayıldığım insan, neden yaptı bunu bana. Yurtların otoparkına park etti. Niyeti ne acaba. Öyle duruyor arabanın içinde çünkü.

≈≈≈

“ Gidebilir miyim” dedim.

“ Hayır konuşmak istiyorum”

Bir şey demedim. Ah allahım yalvarırım sana ne olur, benden istediği şeyden vazgeçse sadece ve tekrar birlikte olabilsek… Onsuz yapamam ki ben…

“ Sen hiç böyle değildin, neden bu kadar tepki gösteriyorsun”

“ Nasıl tepki gösterdim ki, başka ne yapabilirdim Mert”

“ Bu güne kadar çıktığım herkesle beraber oldu Cihan, ben de onunkilerle ne var bunda”

“ Sen bana, cebime bir mesaj geldi diye, orospu demiştin, ama yanıldın işte, ben orospu değilim. Bir erkeğin, ona herşeyiyle teslim olan ve her dediğini yapan birine, orospuluk yaptırmak istemesini de hiç kabul etmem”

“ Bunun orospulukla ne ilgisi var. Eğleniyoruz, ne olur ki”

“ İyi ben de gidip Celâl’le eğleneyim, ona niye o kadar tepki gösterdin o zaman. O kadar dayak yedim sırf beni, haksız yere bile olsa, kıskanıyorsun diye, gıkım bile çıkmadı”

“ Onun için özür diledim senden, kimseden dilemediğim halde. Ayrıca saçmalıyorsun, sadece Cihan dedim sana, herkesle yat demedim. Cihan benim kardeşim gibidir, en zor günlerimde yanımda hep o vardı, borçluyum ona”

“ Ben saçmalıyorum öyle mi ? İnsanlar sevgilim dediği birine, git kardeşimle de yat demiyor Mert. Ne borcun varsa onu benle ödeyemezsin, şimdi gitmek istiyorum izin verirsen”

“ Ama o dediklerin normal insanlar için, bizler pek normal sayılmayız”

“ Ben de normal değilim kabul. Belki senden bile anormalimdir. Ama aşk söz konusuysa, bana göre herkes aynı olmalı. Yani aşık olduğum bir insan varken başkasıyla yatmam. Yani sen varken senden başkasıyla yatmam. Bırak yatmayı düşünmem bile. Hiç umurumda bile değil normal olmak anormal olmak filan benim. Herkes biraz normal biraz anormaldir bana göre. Ama siz neyseniz artık, ben öyle olamam”

“ Baştan böyle konuşmamıştık ama. Benim dediklerimi kabul edecektin”

“ Haklısın ama böyle bir şey isteyeceğin, hele bana aşık olduğunu, en azından söyledikten sonra, inanmasan bile, hiç aklıma gelmezdi. O nedenle ilk beraber olduğumuz gün söylemiştin ya, bu noktadan sonra gidersen, döverim diye. Döv, yapmadığın şey değil zaten. Kır ağzımı burnumu gideyim. Alışkınım ben. Hıncını benden al, her zaman olduğu gibi. Ama bırak beni gideyim, madem umurunda değilim”

Cevap veremedi uzun süre. Biraz umutlandım belki içinde bir insanlık uyanır ve vazgeçer bu aptalca isteğinden filan diye. Beni önemsediğini düşündüm bu kadar arkamdan geldiğine göre. Ama nafile…

“ Emin misin ? Bir daha görüşemeyiz, şimdi gidersen”

“ Ben sana aşığım ve elbette gitmek istemiyorum. Senden istediğim tek şey bana göre kabul edilmesi imkânsız olan isteğinden vazgeçmen. Bunun dışında ne istersen yaparım. Bir kere de benim dediğim olsa ölür müsün. Ne olursun vazgeç bu istekten, bu olayı unutalım ve birlikte olmaya devam edelim”

“ Vazgeçemem ben buyum ”

Ne inat herif ya. Son bir deneme daha yapıcam vazgeçemiyorum ki ondan.

“ Yalvarıyorum sana ama, tınmıyorsun bile. Başka bir seçenek bırakmıyorsun ki bana”

“ Peki git o zaman”

≈≈≈

Ne kadar kolay. Git. Git ve Öl. Madem senin için bu kadar kolay, gittim ben de. Elim gitmiyor arabanın kapısını açmaya ama, zor da olsa açtım. 

Ulan gitme desen geberir misin. Yapamayacağım bir şeyi benden istemesen geberir misin. Sen de benim için bir isteğinden vazgeçsen geberir misin. Ben bütün dünyayı unutmuşken senin için…

Dışarı çıkar çıkmaz yaşlar boşandı gözlerimden. Arkama bakmadan koştum. Odaya girince yatağa kapaklanıp ağlamaya devam ettim. Ama nasıl ağlamak, nefes bile alamıyorum. Nasıl bir insanım ben. Ya da aşk, nasıl bir şey acaba. 



Benden yapmamı istediği şeye bak ve ben hala bana git demesine üzülebiliyorum. Ulan unut işte. Sil gitsin. Olmuyor ama. O kadar sevmişim ve ne yazık ki HALÂ seviyorum… Allah benim… Neyse vermiş zaten söylemeye gerek yok.

≈≈≈

Öylece bayılmışım yatakta. Sabah birinin dürtüklemesiyle uyandım. Her tarafım tutulmuş soğuktan. Gözlerimi zor açtım yanıyorlar çünkü. Emel gelmiş. Yatağa yanıma oturdu. 

“ Kapıyı bile kilitlememişsin. Dünden beri arıyorum telefona da bakmıyorsun.”

Elini başıma koydu.

“ Yanıyorsun sen. Sana çay filan bir şey getireyim mi. Ya da boşver doğrudan sağlık merkezine gidelim” 

“ Hiç bir yere gitmek istemiyorum. Sadece sadece…”

Devamını getiremedim. Ama, ölmek istiyorum, demek istemiştim. Emel bana aşağıdan çay ve tost getirdi, odada yedim. Gitmek istemedi ama gönderdim onu, yalnız kalmak istedim. Mert'ten ayrıldığımızı söyledim ona sadece, nedenini anlatmadım tabii. 

Bu sefer sarılıp ağlamadım. Artık eski ben olmak istemiyorum. Becerebilir miyim bilmiyorum ama... Öğleden sonraya kadar sıcak yatakta yattım, öylece gözlerim tavanda. Biraz kendine geldi vücudum. Ama ruhum buralarda değil. Nerde bilen de yok.

≈≈≈

Öğleden sonra sahile indim. Deniz durgun ve masmavi. Hava biraz soğuk ama çok açık. O kadar ki, adalar sanki elini uzatsan tutucakmışsın gibi duruyor. Yürürken plajın oraya geldim. Deniz kenarına indim. Dalgalar çok hafif şırıltılarla vuruyor sahilin kumuna. Oturdum ve seyretmeye başladım. 

Karaya vurdukları yer, çekilip gidişi ve tekrar gelişi dalganın. Hayatın, bir gelip bir gidişi gibi sanki. Doğum, ölüm gibi. Hem dalga kum, hem kum dalga oluyor. Birbirlerinin içine giriyorlar. Umutlandım sanki. 

Deniz havası hep moralimi düzeltir zaten. Çok kötü durumdayım, ama iyi tarafı, daha kötü olamayacak olmam. Önce ruhumu tamir etmem lâzım. Bulabilirsem tabi. Sanırım o halâ Mert’le beraber…

Cebimde 20 lira param kalmış sadece. Yemeği okula dönünce yerim artık. Okulun kafeteryası daha ucuz ve doyurucu. Servise binip dönerken, Mert olmadan ve ne yazık ki ona aşık olmaya devam ederken nasıl yaşayabileceğimi düşünüyorum.

Ama allaha şükür elimde avucumda kalan azıcık onurumu da ortaya atmama becerisini gösterdim dün gece ve orayı terk ettim. İçerde aşık olduğum kişi bi orospuyu yaparken ben de onun en samimi arkadaşına orospuluk yapıcam. Oldu…

Çok yüksek bir yerden düşmüşüm ölmemişim ama bütün kemiklerim kırılmış ve kıpırdayamıyorum sanki. Öyle hissediyorum kendimi. Mert ne yapıyordur şimdi. Beni bıraktıktan sonra Burak denilen orospuyla yatmış mıdır acaba. Bana ne ya ❗️… Diyebilecek bir noktaya… Gelebilecek miyim acaba Pek mümkün gözükmüyor.

≈≈≈

Günler zor ama çabucak çünkü bomboş geçiyor artık. Mert’in olmadığı bir dünya, yok hükmünde benim için. Biz buna hukuk da, keemlen yekün, diyor muşuz, yeni öğrendim. Siz de bilin, çok önemli ya…

Sınıfta artık Emel’in yanına oturmuyorum. En arkaya oturuyorum yalnız başıma. Görünmez olmak istiyorum, aynı, lisede ve öncesinde olduğu gibi. Kendimi sevmiyorum yine. Mert’i hiç görmüyorum. 

Deli gibi özlüyorum ama. Artık muhasebe dersine gitmiyorum tabi. Emel’le de pek konuşmuyorum, bütün ısrarlarına rağmen. Elifcan bir kaç defa bizim sınıfa geldi onunla da konuşmadım, soğuk davrandım, ne diyebilirdim ki.

Ben öldüm artık, belki onun bir şansı olur ya da hiç olmasın, o Cihan itiyle. Bilmiyorum, beni ilgilendirmiyor artık. Ya da ilgilendirmemesi gerekiyor akıl sağlığım açısından. Hastayım, kafadan ve kalpten, hem de aynı anda. 

En önemli organlarım. İyileşmem lazım… Olan bitenden kendimi sorumlu tutuyorum. Bu nedenle kendimi mahkûm ettim artık. Odama, derse ve kütüphaneye. Gardiyan da benim mahkûm da. 

Hapishanemizin fareleri de ders kitaplarım. Bıcır bıcır dolaşıyorlar her tarafta. Sevip besliyorum onları, onlar da beni. Bu cezaevinde tek lüksüm ise, sevgili macbook’um, back up’ım ve içlerindeki film ve müziklerim.

≈≈≈

Üç hafta oldu Mert’i görmeyeli. Ama her dakika onu düşünerek geçiyor. Atamıyorum kafamdan. Yapamıyorum dudaklarından öpmeden. Tadını almasaydım keşke. Allah kimseye, ya güzel şeyler yaşatmasın ya da onları kaybettirmesin, çok acı çünkü.

Okul ve yurttan sıkıntı geldiği bir hafta sonu, cezaevi yönetiminden izin alıp sahile indim. Yürüdüm deli gibi durmadan. Artık yürüyecek halim kalmadığında, basketbol oynayanları seyredip dinlenmek için bir banka oturdum. Çok güzel oynuyorlardı öylece dalmışım. Epeyce seyrettim…

Sonra bitti maçları. Eşofmanlarını giydiler. Off vücutları çok güzel ama, benim aklımda hep Mert var sadece. Kimse ilgimi çekemiyor bile. Dağılıyordu çocuklar, bir tanesi gelip yanıma oturdu,

“ Oturdum ama sakıncası var mı”

Şaşırdım ne diyeceğimi. Başımı iki yana salladım yok anlamında.

“ Benim adım Dani”

Bakıyorum öylece ne demem gerekiyor acaba.

“ Ben de senin adını öğrenebilir miyim?”

“ Ben, benim adım Can”

“ Yalnız oturuyorsun işin yoksa takılalım mı beraber, canın sıkılıyorsa. Adın Can ya, sen sıkılıyorsan yani

Güldüm, beni güldürebildi bu halimde. Canım sıkılmıyor. Canım manım kalmadı benim. Geberdim zombi kadrosuna geçirdiler, o kadrodan burda bulunuyorum. Yine bakmaya devam ediyor bana. Neden acaba? 

Ben de ona bakıyorum. Esmer tenli, siyah kıvırcık saçlı, kapkara gözlü, benim yaşlarımda uzun boylu biri. Burnu hafif kemerli. Güzel değil ama oldukça sevimli denebilir… Değişik bir tip. Bir de konuşması garip…

“ Cevap vermeyecek misin”

“Şey özür dilerim, daldım. Birazdan okula dönmem gerekiyor, sohbet ederiz istersen biraz ama”

Birazdan okula mı dönmem gerekiyor. Bu da nereden çıktı. Hiç bir işim yok dememek için uydurdum sanıyorum. Irzıma geçecek sanki. 

“ Hangi okuldasın”

Şaşırdı okulumu söyleyince.

“ Lisede zannetmiştim seni”

“ Normal olarak öyle ama ben erken bitirdim okulu”

“ Ben lise sondayım. Ama iki yıl hazırlık okudum. Senden büyüğümdür yani. Sık gelir misin buraya”

“ Bazen hafta sonları yürüyüş yapıyorum”

“ Bizim ev buraya çok yakın gel istersen göstereyim”

Hayda bu da koluma yapıştı. Beni 5 yaşında çocuk filan mı zannediyor insanlar acaba. İstediğim yere kendim gidebilirim ya. Biri elimden tutmadan yürümeye başlayalı epey oldu yani.

Kalktım mecburen. Yürümeye başladık. Devamlı konuşuyor bu Dani. Sahil yolunun karşısındaki sokaklardan birine girdik. Evlerini gösterdi. Oldukça şık ve güzel bir apartman, önünde kocaman bir bahçesi var yemyeşil.

“ Hadi gel annemle tanıştırayım seni”

Ne diyeceğim. Hayır desem kabalık olacak. Ama daha on dakikadır tanıdığım birinin evine gitmek de bir tuhafıma gidiyor. Sürükledi beni yine apartmana doğru. İçi kocamandı. Her taraf mermer. 

Apartmanın girişinden sonra sadece tek bir kapı var. Ne apartmanı buranın tümü onların evi sanırım. Saray yavrusu gibi bir şey. Ama Dani denilen çocuk pek prense benzemiyor. En azından benim prenslerime benzemiyor. 

Kapıyı annesi açtı. Bizi içeri aldı. Tıpkı oğluna benziyor. Oldukça kısa boylu ama. Oğlunun tersine pek konuşmuyor. Konuşması da bir değişik aksanlı. Sadece şirin şirin gülüyor durmadan.

≈≈≈

Evin içinde asansör var. En üst kata bastı. Üç katlıydı ev. Üçüncü katın tümü onun odası. Oha filan oldum. Çocuğun odası bizim evden büyük. Gezdirdi bana odasını, pardon evini desek daha doğru. Banyosu mutfağı spor salonu herşeyi var. Şanslı Dani diyebiliriz yani ona.

“ Dolaptan içecek bir şeyler al. Bilgisayar açık bak istersen, ben bir duş alıp geliyorum”

Su aldım. Bilgisayar mı. Bu ne lan, bu aleti internetten tanıyorum, aşkım benim. 27 inç, retina 5K iMac. Türkiye’de satılmaya başlamadı bile. Geçtim karşısına, trackpad’i de var. Aletin ekranı 14,7 milyon piksel ❗️ Fotoğrafları açtım hemen. İyi bir kameranız varsa ki, Dani’nin var sanırım, renkler ekrandan fırlıyor sanki.

Çıktı banyodan. Altında şort üstünde de tişört var. Demin eşofmanlıydı, basket oynarken de dikkat etmemişim demek ki. Suratından dolayı, genelde güzel suratlı olan erkekler ilgimi çekiyor biliyorsunuz. 

Ama bu çocuğun suratı pek güzel olmasa da, dehşet bir fiziği var. Dümdüz sütun gibi hiç tüysüz bacakları ve kızıla çalan esmer bir ten. Kolları biraz kalın bu uymamış bence… Ahaha… Benim zevklerim biraz değişik işte ne yaparsınız… Mert’in vücudu kadar muhteşem değil işte bana ne… 😛

“ Kalkayım mı” dedim.

Onun bilgisayarını kurcaladığım için utanmıştım biraz. Ama bu harika şey de kurcalamadan durulmaz ki.

“ Hayır ya keyfine bak. Meyve suyu içer misin bu arada, ben portakal suyu içeceğim”

“ Olur teşekkür ederim”

Bir yere telefon açtı iki portakal suyu ve tost dedi. Otel mi burası nedir anlamadım. Yanıma bir sandalye çekti. Biraz sonra bir kadın portakal suyu ve tostları getirdi. Kadın, buyurun Daniel bey, filan derken dikkatimi çekti. 

O da annesi gibi aksanlı konuşuyor. Tam ismi de Daniel’miş demek ki. Çok az olsa da Dani’de de var o aksan. Oh keyfe bak. Bu Dani’nin babası ne iş yapıyor merak ettim. Bir ülkenin kralı filan mı acaba.. Telefonu çaldı. 

O konuşurken ben de hemen isminin anlamına baktım internetten. Daniel peygamberden geliyormuş. Asıl şaşırtıcısı, bir sürü bilgi yığını içinde alakasız bir sitede, Daniel mavi kişi anlamına gelir yazıyor. Çok şaşırdım ❗️

Bu ismi Türkiye’de genelde Ermeniler kullanıyormuş. Konuşması bitince kapadım pencereyi hemen. Beni öyle hızlı hızlı bilgisayarda dolaşırken görünce (ayıptır söylemesi tuşlarla her istediğimi yaparım, yani trackpad kullanmadan, çünkü bütün kısa yol tuşlarını bilirim);

“ Sever misin mac’i” dedi.

“ Apple’ın her şeyine hastayım”

Telefonumu istedi verdim. Tabii ben hala 4s kullanıyorum, onda 6p var 😢. Numarasını yazdı. Kendi telefonunu çaldırdı kaydetti numaramı.

“ O zaman iyi anlaşırız seninle”

Anlaşalım bakalım, Dani bey, bir sen eksiktin. Kavruk suratlı kral çocuğu tanıdığım yoktu o da oldu.

“ Peki apple’ın logosunun hikayesini biliyor musun” dedi.

“ İki ayrı hikaye var. Efsane gibi yani, biri Alan Turing’e bağlıyor, diğeri Isaac Newton’a”

“ Güzel olduğun kadar bilgili ve zekisin sanırım. Sen hangi hikayeye inanıyorsun veya inanmak istiyorsun”

Şaşırdım. Güzel ve zeki diyor. Bir erkek bir erkeğe söylemez değil mi bunları. Asılıyor mu bu bana ya. Dani, gay mi yoksa. Gay olsun ama, asılmasın ne olur. Ben aşığım hala Mert’e ve bu Dani’yi tip olarak olmasa da huy olarak sevdim gibi. 

Sadece arkadaş olmak isterim, sevgili filan değil, asla ve asla. İlk defa zeki bir tanıdığım oluyor gibi sanki. Tuzak soru soruyor bana. Çünkü, Alan Turing İngiliz dahi bir matematikçi ve esas önemlisi eşcinsel. Dip bir adam hem de.

≈≈≈

Dani’nin bahsettiği Apple’ın logosu olan ısırılmış elmanın hikayesi de şu. İkinci Dünya Savaşını İngilizlere kazandıran Alan Turing’in bir buluşu. Bu buluş, Almanlar’ın enigmasını (haberleşme şifreleri) çözen makina. Bu makina kullandığımız bilgisayarların atası. Savaşı kazandıktan sonra İngilizler bile, bu buluştan ve sahibinden korkmuşlar. 

Alan Turing eşcinsel ve okulda bir öğrencisiyle yakalanınca, o zaman ki yasalara göre ya hapis yatması ya da östrojen tedavisi görmesi gerekiyormuş (yani hadım). O ise, intiharı seçmiş. Siyanüre batırılmış bir elmayı ısırarak intihar ediyor. Rivayet Apple’ın logosunun bu dahiye bir ithaf olduğu. 

Apple bunu resmen kabul etmedi. Ama tesadüfe bakın ki Steve Jobs’ın ölümünden sonra Apple şirketinin Ceo’su, Jobs’ın en güvendiği kişi olan Tom Cooke oldu. Dünyanın en meşhur eşcinseli… Ve yine ne tesadüf ki, bu dünya teknoloji lideri şirketin logosu rainbow…

≈≈≈

“ Ben Alan Turing’e saygı ifadesi olduğunu düşünüyorum” dedim.

“ Eşcinsel olduğunu biliyorsun değil mi” 

“ Evet”

“ Ya sen” dedi.

Bu nasıl soru ya… Dosdoğru cevap vermeye karar verdim.

“ Evet … Ve ne yazık. Bir erkeğe aşığım hem de ölücek kadar”

Gözlerim doldu. Kırpınca göz kapaklarımı, yuvarlanmaya başladı göz yaşlarım. Oh allahım öyle bir rahatladım ki. Üç haftadır ağlayamıyorum. Bütün beynim gözyaşlarımla dolmuş sanki. 

Şaşırdı Dani. Çok tatlı biri, utandığımı anladı hemen. Rahatça ağlayabileyim diye tuvalete gitti mendil getirme bahanesiyle. Epeyce gelmedi. Ben de hıçkırarak ağladım rahatça. Beynimdeki tüm gözyaşları tükenince çok rahatladım.

Sanırım ordan beni dinliyordu. Benim ağlama sesim kesilince geldi hemen. Suratı şaşkınca ve merakla bana bakıyor. Ama sanırım beni üzmemek için ne söyleyeceğini bilemiyor. Karşısındaki insanı da düşünebilen bir erkek ❗️ 


≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler