Liseden Üniversiteye 26 ~ sen iyiysen ben de iyiyim ya sen





Liseden Üniversiteye 26



~~~ sen iyiysen ben de iyiyim ya sen ~~~



Uyandığımda, Mert’in yatağında yatıyordum. Buraya nasıl geldim, hiç bir şey hatırlamıyorum. Doğrulmaya çalıştım, zar zor ayaklarımı yere uzattım. Başım nasıl dönüyor, kalkmaya çalışınca. Hava aydınlanmış ama, hangi gündeyiz acaba?

İçerden konuşma sesleri geliyor. Evde birileri var demek ki. Mert dönmüş müdür? Hemen kalktım, zor yürüyorum. Yer altımdan kayıyor. Kapıyı açtım, off neyse gelen ses Elifcan’ın. Hemen hızla salona geçtim.

Elif ile Cihan oturuyorlardı. Yanlarına gittim.

“ Mert’in durumu nasıl” bağırmışım.

Elif kalktı hemen bana sarıldı. Sonra kendini çekip, suratıma hep yaptığı gibi tatlı tatlı bakmaya başladı. 

“ Alnın çok kötü, pansuman gerekli”

Başkası olsa sanırım suratına geçirirdim. Alnımı değil, kafamı sikeyim. Söyle artık, nasıl durumu?

“ Çıldırtma Elif, ayakta zor duruyorum zaten”

“ Tamam sakin, Mert’in durumu doktorlara göre, hayati bir tehlike yokmuş. Ama tamamen uyanana ve durumu görünceye kadar doktorlar bir şey diyemiyorlarmış” dedi Cihan.

“ Neler oldu Cihan, anlatır mısınız? Buraya nasıl geldim hatırlamıyorum hiç bir şey”

“ Sen cafeye gidip Mert’i sormuşsun. Garsonlardan biri seni tanımış. Sen zorlayınca da -Mert abi vuruldu demiş. Bunu duyar duymaz bayılmışsın. Beni aradılar. Ben de seni buraya getirdim. Sonra Elif duymuş olanları. Tabi bizim okulun facesi twitter filan yıkılmış. Araya sizin videoyu da koyan olmuş. Sizin video gündemden hiç düşmüyor yani”

“ Mert’i görmek istiyorum” dedim.

“ Annesi ve babası dışında kimseye göstermiyorlar canım” dedi Elif.

Cihan’ın da kolu sarılıydı. Ama sormaya korkuyorum. Daha doğrusu Cihan’la konuşmaya korkuyorum. Benimle ilgili yapmayı düşündüklerinden dolayı… Anlamadığım, bu düşünceleri değil. Herkes herkesle ilgili böyle şeyler düşünebilir, hatta teklif de edebilir.

Ama karşı tarafı, taciz etmediğin sürece. Bir de en önemlisi, onun doğrudan size evet demek zorunda olduğu durumlarda bu teklifi yapıyorsanız, büyük adisiniz demektir. İşte Cihan’ın bana yaptığı tam bu diye düşünüyorum.

En yakın arkadaşının sevgilisiyim, o da öyle mi düşünüyor bilmiyorum da. 

≈≈≈

Neyse, sordum tabi.

“ Kolun nasıl oldu ve durumu nedir şimdi?”

“ İyi bir şey yok, sıyırdı bir şeyler, içerde neyle karşılacaklarının korkusuyla sıyırıp giden mermiler…”

“ Mert neresinden yaralandı”

“ Belinin biraz üstünden karnının yan tarafından girmiş mermi, neyse ki bir iç organa değmeden çıkmış vücuttan”

≈≈≈

Cihan’ın boşvermiş ve umursamaz konuşmaları filan, Elif’in hiç hoşuna gitmedi. Pis pis bakıyor Cihan’a. Tam adamı, umursardı da. İnsan yaşamı sanki oyuncak. Kendi de en yakın arkadaşı da yaralanmış, ama sanki hiç bir şey olmamış, maç oynanmış da bitmiş gibi, sakin ve alaycı…

Sonunda Elif dayanamadı,

“ Ben çıkıyorum eve dönmem gerekiyor” 

Cihan şaşırdı ama bir şey diyemedi. Ben geçirdim onu ve kapının önünde,

“ Elif neden gidiyorsun kalsana beni yalnız bırakma Cihan’la ne olursun”

“ Cihan’la barışmış değiliz. Sadece sana bakmaya geldim. İkimizin veya birimizin o canavarla tek kalması arasında bir fark yok zaten. Merak etme zorla bir şeyler yapmaz. Prensip olarak da sevgililerini dövüyor”

dedi ve çekti gitti. İçeri döndüm. Cihan oturuyordu, beni görünce bakmaya başladı. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Otursam bir garip ayakta durunca iyice bir garip. Bakışları sırıtmaya doğru evrildi. Ben bir anda,

“ Benim de çıkmam gerek, bana Mert’in kaldığı hastahanenin adını da söyler misin”

“ Bir yere çıkamazsın. Gece burda kalacaksın. Sabah Mert söyleyecek okula gidip gidemeyeceğini”

“ Cihan yemin ederim sınav var çalışmam gerek kitaplar yurtta, hadi lütfen izin ver gideyim”

Sınav filan yok. Ama o da yemedi zaten. Evin kapısını kilitledi ve odasına gitti. Onun odasında banyo yok. Ortak banyoyu kullanıyor o nedenle. Odasından sadece belinde ufak bir havluyla geçti banyoya doğru, döndü arkasını ve

“ Biraz yardım eder misin yaralı kolumu ıslatmamam gerekiyor, tek elle de olmuyor”

“ Kusura bakma ben beceremem öyle şeyleri, gideyim ben”

“ Off kızdırma beni, gidemezsin dedik işte anlasana, hadi gel tek elle nasıl sabunlanayım ya”

“ Tamam gitmeyeceğim ama ne olur öyle şeyler isteme benden”

“ Ne var bunda ya, Mert burda olsa da isterdim senden bunu, sen de sike sike yapardın Mert söylediği için”

“ Cihan küfürsüz konuş lütfen. Ben Mert söylediği için her şeyi yapan biri de değilim”

“ Yakındır yaparsın, neyse uzatma lafı da gel, kırdırma kolunu, benim gibi olursun yoksa. Sen benden yardım istersin bu sefer… Merak etme sen istemeden bir şey yapmam hiç bir zaman…”

Mecburen arkasından girdim banyoya. Çırılçıplaktı, hemen gözümü kapadım ve,


“ Cihan yalvarırım şortunu giy, öyle yıkarım seni söz”

“ Ne oldu görürsem canım çeker diye mi korkuyorsun”

“ Hayır, bir şey yapmam dedikten sonra aksini yapacak biri olmadığını biliyorum, senden de korkmuyorum. Ama utanıyorum sadece lütfen”

“ Yemediğin herze kalmamıştır Mert’le, şimdi bakire kız ayaklarına yatıyorsun”

Neyse ki söylenerek de olsa, giydi şortunu. Ben de hiç cevap vermedim söylediklerine, kızdırmaya gelmeyecek bir ortamdaydık. Bir an önce bitsin ve çıkayım şurdan derdindeyim.

≈≈≈

Baktım nasılsa giyinmiştir diye. Giyinmiş ama şort değil slipmiş külotu. Yani biraz giysen de olur giymesen de tarzı… Önü de ya kabarmış ya da Mert’in ki gibi dev bir şey… Neyse bunlar yokmuş gibi hissetmeliyim… 

Çünkü benim utanmamı o çekinme filan gibi algılıyor ve bu nedenle üstüme gelebilir. Hiç bir şey olmuyormuş gibi davranmalı ve bir an önce bitirip çıkmalıyım. Vücudu çok değişik. Zaten suratına bakınca ne kadar değişik biri olduğu anlaşılıyor. 

Ama çıplak vücudunu görünce bir garip oluyor tabi. Pembe bir ten ve üstünde kimi yerde yoğun kimi yerde seyrek, koyu pembe, kiremit rengi  bazen de sarı, çiller… Işık oyunlu tablo veya ilginç instagram fotoğrafları gibi…

Neyse, sıvı sabunu lifin üzerine döküp köpürttüm ve sırtını sabunlamaya başladım. Bitince bacaklarına geçtim. Önünü döndü,

“ Böyle olmaz, üstündekileri çıkarman gerek, ıslanacağım diye doğru dürüst yıkayamıyorsun”

Çıkardım mecburen, şortumu değil tabi.

“ İyiymiş la, Mert’in bırakamadığı kadar varmış bebek”

Ben onu sabunlarken eliyle mahsus aletinin üstünden de geçirdi lifi. Sanırım sertleşmiş. Hiç bakmadım ben.

“ Cihan söz verdin yalvarırım bırak gideyim”

Yıkanırken özellikle beni ıslatmaya çalışıyor. Katılayım ona diye. Çıktım birden duşakabinden,

“ Benim telefonum çalıyor

deyip, fırladım banyodan. Şortum da ıslandı. Mert’inkilerle değiştirdim. O da zayıf olduğu için çok büyük olmuyorlar. Sadece boyu uzun diye, biraz uzun oluyor giydiğim bazı şeyler. Bana sesleniyor yine… Gitttim kapıyı araladım,

“ Ne var”

“ Hadi gelmiyor musun? Seni bekliyorum” dedi.

Off ya bununla başımız belada, hizmetçisi mi sanıyor beni. 

“ Tamam yeter bu kadar. Ben giyindim, tekrar kuru şeyleri”

≈≈≈

Kapadım kapıyı. Arkamdan söyleniyor. Aldırmadım, Mert’in odasına gidip kapıyı kilitleyip yattım. Uyumuşum, patırtıya uyandım. Cihan tabi. Kapıyı açmamı istiyor. Pek istiyor gibi de değil. Açmam gerek sanırım… Açmamla beraber, suratımı kavradı bir el, malum el tabi…

Suratımı öyle bir sıktırıyor ki, itekliyor içeri doğru da beni… Dur yapma filan gibi bir şeyler söylüyordum sanırım.

“ Ne bok yemeye açmadın kapıyı elli saat tıkladım. Kaçtığını filan zannettim, senin yüzünden rezil olduk millete duymuşlardır”

“ Cihan ben mi bağırdım hayvan gibi, neden herkes olan bütün her şeyden beni sorumlu tutuyor. Ayrıca ben sizin gibi değilim, ikinci kattan nasıl kaçarım”

“ Ben tecavüzcü müyüm? Ne diye kilitliyorsun kapıyı”

“ Tamam özür dilerim, pek sayılmaz…”

Daha lafımı bitirmeden, bana arkası dönük Cihan, dönmesiyle beraber daha bakmadan, tam isabet, tecrübeli insanlara bayılıyorum, kim bilir böyle kaç tane backhand’i vardır. Aşkımın arkadaşı Cihan efendinin yani… Pek sayılmaz lafını da nasıl kaptı havada. Pratik zekası da Mert’ten iyi kabul etmek gerek…

İroni, katmanlı anlatım, zaman akışı ne tür versen yer yutar bu çocuk valla. Ben anlamaz zannediyordum. Mert o kadar ince eleyip sık dokumaz çoğu zaman… Ama bu bir başka çıktı, kavun değil ki koklayıp alasın -alakasız oldu biliyorum - korkudan ne dediğim belli değil, içimden de olsa…

Suratımın ortasına elinin tersiyle öyle bir geçirdi ki… Ama her bakımdan tam isabet. Yani topa bakmadan (top burada ben oluyorum, ingilizcedeki top değil tabi) topun doğru yerine vurdu ve topu doğru yere gönderdi. Sert bir yeri istememiştir umarım düşmem için…

Bence doğru yer olan yatağın üstüne düştüğümde, suratım yanıyor ve kafamın içi fırıl fırıl dönüyor gibiydi. Biraz gözlerimi kapadım. Kendime gelmişim, off ya yanımda yatıyor Cihan iti. Odama gideyim diye fırlasam yataktan, burası zaten Mert’in odası. Pratik olarak benim yani…

Fizik eşzamanlı ortak aynı oda birden çok kullanımını geliştirmediği sürece burda onunla olmam ve onu bir şekilde odasına göndermem gerek de nasıl? Ne yapayım, ben de deli gibi ona Mert’le ilgili sorular sormaya başladım…

Bir süre sonra cevap vermemeye başladı. Öylece suratıma bakıyor sadece…

“ Ne yaptığını zannediyorsun” dedi.

“ Sen ne yapıyorsun peki, neden vurdun bana ve şimdi neden burda yatıyorsun”

“ Benimle ters konuştuğun için vurdum, düzelmezsen bir tane daha hazır, istemen yeter… Yalnız kalmamak ve seni de yalnız bırakmamak için burda yatıyorum, sakıncası mı var?”

EVET diye bağırmak istiyorum. Ama bu onu daha çok iştahlandırmaktan başka bir işe yaramaz, bu kadarını olsun öğrendik. Mert hastahanede yatarken ve daha tam ne olacağı belli olmamışken, benim içinde bulunduğum durum da pek parlak sayılmaz…

“ Cihan ne olur yapma bunu, ben salonda yatarım izin ver lütfen”

Bakalım yalvarmak bir işe yarayacak mı? 

“ Salona gidersen oraya gelirim”

Son düzlükte son denemeleri Aslancan’ın…

“ Bak sen de Mert’te ortalama değil en tepelerinde yer alan tiplersiniz. Hele de genç gaylerin dibinin düşeceği kadar… Şu anda telefon etsen en az iki üç kişi seni bekliyordur. Benden ne istiyorsun? Ben istemiyorum işte anlasana…”

“ Ama Mert’le yaşayacaksan bunlara alışman gerek, biz hep böyle yaşadık ve yaşamaya devam edeceğiz. Ayrıca benim için önemli olan Mert’in beraber olduğu kişiyle olmak. Böylece ancak ilişkimizin bitmediğini hissedebiliyoruz ikimiz de”

Bilmiyormuş gibi yapıp sordum, maksat laf olsun, şu işten kurtulalım…

“ İlişkiniz mi vardı?”

“ Bırak numarayı, anlatmıştır nasıl olsa sana Elif, bu kadar zaman tanımadım mı sizleri, bütün olan biteni anlatırsınız bir birinize”

Bu da her boku anlıyor hemen, Mert gibi… Üstüne üstlük, bunda bir de edebiyat yeteneği var gibi, Mert’de olmayan. Ne alaka demeyin, anlattıklarımı daha dikkatli dinleyin lütfen…

“ Artık ikinizin arasına girmenin imkansız olduğunu kabul ediyorum. Belki olur, diye denemek istedim. Ama bu konuda Mert’ten farkın yok. Acıma duygun yok yani, sadece kendi zevkini düşünüyorsun”

“ Asıl bencil olan sensin, bizim yıllardır uyguladığımız kurallara uymadan, sürüye girmek istiyorsun”

“ Ben Mert’e aşığım sürüye filan girmek istemiyorum”

“ Mert’le birlikte olacaksan sürüye girmek zorundasın. Bunun için de kurallarına uyman”

“ Bunun için de, seninle birlikte olmamla, başlamamı istiyorsun yani”

“ Aynen”

“ Rüyanda görürsün” 

deyip fırladım yataktan. Bunu niye yaptım bilmiyorum.

≈≈≈

Çocukken bir gün evin içinde üç tekerlekli bisiklete biniyordum. Sanırım ona binebilmek için büyümüştüm. Ama nerden bulduysam onunla oynuyordum. Babam çok kızar evin içinde ona göre böyle, saçmalıklara. 

O zamanlar babama bayıldığım nerdeyse aşık olduğum zamanlar… Geceleri babamı düşünürken, ya ona bir şey olursa, ne yaparım, diye korkup ağladığım olurdu… Ben belki de babamın dikkatini çekebilmek için belki de bilmeden, onun ayaklarına çarpıp geçtim…

Ama biraz hızlı ve bacağına olunca müdahale, amacını aşan bir hale geldi. Babamın elinde fincan içinde de sıcak mı sıcak çay. Annem doldurduysa yanıyordur zaten. Suyu deli gibi kaynattığı yetmez gibi, bardakları da sıcak sudan geçirir, bırak içmeyi bardağı tutamıyorsun ki…

Babamın üstüne döküldü sıcak çay, yandı tabii. Sağolsun o da beni yaktı. Onun yolundan gitmemi istiyordur kesin benim düşünceli ve güzel babam… Hep beni sevdiğini söylerken, inanarak ve içten gelerek mi söylüyor acaba?

Suratıma öyle bir tokat attı ki, diğerlerine benzemiyordu, eşsiz gerçekten. Bir tane daha vurucak diye evin içinde koşmaya başlamışım. Ama ben kendimi bir ormanda yerlilerden kaçan çocuk gibi hissediyorum, daha çok. 

Ondan kurtulmamı da, hızlı koşmama bağlıyorum. Oysa arkamdan gelmemişti bile, sanırım. Yanağım, çay dökmüşsün gibi acıyor. Akıllı babam, nasıl da kısasa kısas da böyle, ince düşünce işi, çözümler bulabiliyor. O gün gerçekte beni sevmediğini düşünmeye başladığım gün olabilir mi?..

≈≈≈

Yine aynı şeyi yaptım. Hadi o zaman çocuktum. Şimdi ne düşündüm bilmem. Evin kapısı kilitli zaten evin içinde nereye kaçacaksam. Salona gelince bıraktım koşmayı, arkamdan gülmüştür kesin… 

Oturdum öylece koltuğa. Biraz sonra, geldi o da. Üstünde bir tişört altında da şort. Karşımdaki kanepeye oturdu. 

“ O zaman gerçekten Mert’le beraber olmak istemiyorsun demektir. Aşık da değilsin belki”

“ Benim anlamadığım bütün bunlar seni neden ilgilendiriyor”

“ Mert beni, ben de Mert’i, ilgilendiririz”

“ Tamam”

≈≈≈

Bir şey konuşmadım. Kalkıp gitmeme de izin vermiyor. O da öyle oturdu karşıma ya bana bakıyor ya da cep telefonuyla bir şeyler yapıyor… Mert ne yapıyor acaba? Ama demin sordum bir sürü bir şey, bildiğim dışında pek bir şey anlatmadı…

Acıktım da çok ama bir şey diyemiyorum. 

“ İçki içicem ben” dedi.

“ Teşekkür ederim. Ben acıktım da bir şey söyleyebilir miyiz. Param var”

“ Ne parası be, burda senin paran geçmez. Ayrıca al sana kredi kartı da vereyim. Mert çıkana kadar belki gerekir”

“ Düşündüğün için saol, Mert’in kredi kartı ben de zaten”

Neyse söylediği pizzalar geldi birazdan. Mutfağa koyunca kutuları, nasıl yumulmuşum onu beklemeden. Gelince bana baktı,

“ Şeyy, özür dilerim, seni beklemeyi unuttum, çok acıkmıştım da”

Durdu bana baktı… Gülmeye başladı… Neye gülüyor anlamadım ki, ben kızdı diye düşünürken…

“ Hiç kimseye göstermediği sabrı sana göstermesine şaşmamalı”

“ Anlamadım” dedim.

“ Mert’in sana bugüne kadar kimseye göstermediği ayrımcılıktan söz ediyorum. İstekleri söz konusuysa kimseye acımaz. Bana da acımadı. Ama bak hala beraberiz. Yaptıklarından sonra da seninle birlikteyse, senin kıymetini biliyor demektir bu. Sen de kıymetini bil bu durumun ve katıl aramıza”

“ Ben yapamam o isteklerinizi ne olur anlasanız”

“ Neden büyütüyorsun bunu bu kadar. Doğal bir şey seks. Olduğundan daha muhteşem veya daha iğrenç gibi gösteren bizleriz ve koyduğumuz ve sonra kölesi olduğumuz, bir işe yaramaz ahlâk kuralları”

“ Bak Cihan, sana yemin ederim ahlâk kuralları filan umrumda değil. Sakın yanlış anlama sen de, acayip güzel birisin. Normalde seni sokakta görsem tek düşüncem kucağına atlamak olurdu… Ama bak birine aşıksan işler değişiyor işte… Çünkü, duyguların sadeleşiyor sanki. Ama öyle bir payla paydaki. Bir arada tutabilmek sanat işi. Onunla birlikteyken acayip mutlusun, ama onu o kadar seviyorsun ki, bu sefer de kaybetme korkusu başlıyor acıta acıta… Ya da gerçekten kaybediveriyorsun. Bu duygular içindeki bir insan nasıl başkasıyla seks yapar anlamıyorum ki…”

“ Neden olmasın bak benimle de yemek yiyorsun Mert’le de, bunu da böyle düşün abartma”

“ Çüşş”

Dedim sadece. Sinirli sinirli baktı. Bir tane daha o tokattan yemek istemiyorum sustum ve gözümü yere diktim. Bu duruşun teatral anlamı, sir siz ne derseniz o merak buyurmayınız, gibi bir şey.

≈≈≈

Telefonu çaldı, açtı hemen. Biriyle konuştu. Teşekkür edip kapattı. Yüzü gülüyor. Demek iyi haber. Bana baktı, pek iyi şeyler düşünmüyor hakkımda sanırım. Ama neyse konuşsa artık, sıkıldım bu rus filmi tarzı uzun sahnelerden.

“ Mert sana bir şey öğretmemiş ya da öğretememiş. Neyse bu sonraki konu. Mert iyiymiş. Çıkmış eve. Ben oraya gidiyorum şimdi, sen yine burda otur bekle dönücem”

Fırsat varken ve Cihan üstüme atlamadan kurtulmam gerek burdan. 

“ Mert’le çok kısa konuşabilir miyim ne olur”

“ Olmaz

Açık ve net adam ne istediğini biliyor. Peki ya ben. Ona belli etmeden Mert’e çağrı attım. Cihan çıkıyordu evden. Bu yine kapıyı kilitlerse ben nasıl çıkacağım. Neyse telefonum çaldı. Açtım hemen,

Can 📞 Mert

merhaba aşkım iyi misin

Mert 📞 Can

iyiyim merak etme sen iyi misin

Can 📞 Mert

sen iyiysen ben de iyiyim. mertcim şimdi cihan yanımda ben yurda dönmek istiyorum da malum kitaplarım orda izin verirsen dönebilir miyim

Mert 📞 Can

tamam ver cihanla konuşayım bıraksın seni yurda ama en ufak bir şey olursa beni veya cihanı arıyorsun unutma

Verdim telefonu Cihan’a. Ne dediyse Cihan’a, hazırlan dedi bana. Elbiselerimi giydim, çantamı alıp montumu da giyince, Cihan’a bakmaya başladım. Niye dalıyor bu çocuk böyle ya… O da bakıyor bana… Ne yapmak istiyor anlayabilsem…

“ Hadi çıkalım” dedim.

“ Nereye kadar benden kaçıcaksın veya neye güveniyorsun sen”

Bir şeye güvenmiyorum. En güvendiğim insanlar bana bunu yaparsa kimden ne bekleyeceksin ki daha… Beni rahat bırakın yeter. Sustum ama sadece. Kızdırdım, ona sormadan direk Mert’ten izin istediğim için. 

Bu kendini ne zannediyor anlamadım ki, ben Mert’ten, benim sahibim olduğu için değil - o da var tabii de şimdi o felsefik konuları boş verelim - ona aşık olduğum için izin istiyorum. Cihan çık aradan, olmayacak işte anla…

Bindik Cihan’ın arabasına. İlginç, kendi gibi arabası da kuzey avrupalı. Spor tek kapı Volvo C70. Arabalardan pek anlamam. Ama Mert’le tanıştıktan sonra biraz araştırmaya başladım. Spor arabalar hoşuma gidiyor gerçekten…

Beni yurda bıraktı. Sağ olsun ayrılırken şapırdatarak öpmeyi de ihmal etmedi. Arkamdan mahzun baktı, neyse anlamı artık. Bir an önce seni becermek istiyorum, benim dilimden anlamıyorsun, al sana, bu da senin dilin mi demek istiyor acaba?

≈≈≈

Beni bıraktığında otoparkta Cihan, inip yürüdükten sonra, arkama dönüp bir baktım. Dün sabah neler olmuştu burda. Zaman nasıl hızlı geçti. Ama bir yıl geçmiş gibi üstünden sanki. Okulda herkes videomuzu seyrettiğine göre bundan sonra en sevdiğim yerden mahrum kalacağım: kütüphane…

Artık ders, kütüphane ve yurt üçgeninden, doğrusal bir geliş gidişe dönüyoruz. Ders ve yurt. Otlak ve kışlak gibi, ne alaka ya, yine saçmaladım. Yurt binasına girip, kata çıktığımda, benim odanın önünde dolanan birini gördüm, beni görür görmez, telefonuna sarıldı, biriyle konuşurken gitti…

Hemen odamı açıp içeri girdim ve kilitledim kapıyı. Korkudan ölüyorum ama. Ya beni de vurmaya gelirlerse… Bunu hiç denememiştim, çok yaralar gördüm, amma kurşun yarası nası ola ki… Görüceğiz sanırım. Bu mafyanın şu adalet sistemine hayranım…

Örnek mi? Mert’e ölüm cezası kesmemişler, bu kararı vermek kolay mı. Karar verecek yargıç ister, uygun Kanun ister hatta içtihat, kim nerden bulacak bunları. Hele mafya gibi görev tanımlaması çok açık olamayan, herkesin her şeyi yaptığı sektörlerde

Ona kesmediklerine göre bana da kesmemişlerdir. Yani tatlı bir yarayla, şöyle torunlarıma anlatabileceğim türden, kurtulabilsem, iyi gibi… İnşallah bir teknik arıza olmaz, diye tedbiren düşünmüyor değilim tabi ne olacak diye… Bu arada torunlarım?

Daha ben tam ne yapmam gerektiğini düşünürken, kapı çalınmaya başladı. Ses çıkarmadım hiç. Işıkları da açmamıştım zaten. Öylece beklemeye başladım ama durmuyor ki. Giderek şiddetli vurmaya devam ediyor. Kapıya yaklaşıp, hafifçe,

“ Kim o” dedim.

O da aynı şekilde yavaşça,

“ Siktirme belanı aç kapıyı kırarım yoksa”

Bu ses?..


≈≈≈

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Liseden Üniversiteye 2 ~ ilk

Sarı Şey 3 ~ bunun intikamını alacam ama

Sarı Şey 17 ~ sorun değil iyi eğlenceler